Şeyda Koç Asyalı'nın "Kunduz Şinasi", "Köpek Öldüren Tüneli" ve "Atamu Elması" Romanları Üzerine Bir Değerlendirme

KUNDUZ ŞİNASİ – Sık Dişini Helası Cinayeti
Sultan Abdülmecid zamanının Tokat'ında geçen bu 'Osmanlı Polisiyesi' Tanzimat Fermanı'ndan sonra, ıslahatın tartışıldığı günlerde bir mahallede yaşanan cinayeti konu alıyor. Gayrımüslim tebaayla ilgili yeni kararların göze battığı, askere alınmalarının tedirginlik yarattığı ve dolayısıyla toplumun birbirinden şüphe etmeye başladığı günlerde işlenen cinayet bir mahalle dedikodusunun sonucu mu, Devlet-i Âliyye düşmanlarının işi mi yoksa daha çetrefilli ilişkilerin getirdiği bir kader mi sorularına cevap arıyoruz. Çoğunlukla mahalle kadınlarının etrafında ve dilinde dönen polisiyede Kunduz Şinasi'nin ağırlığı beklentinin altında kalmış görünüyor. Baş karakterliği Cevriye Hatun'a ve çocukları Elanor Emine, Carlos ve Mustafa'ya kaptırmış durumda. Biri sahiplenilmiş, biri gayrımüslim babadan, diğeri de müslüman babadan olan üç çocukla dul Suryani bir anneden oluşan bu aile Osmanlı kozmopolitinin özeti niteliğinde ve sadakat/ihanet açmazının odağında.
Cingöz Recai serisindeki veya Agatha Christie romanlarındakine benzer bir "gizem peşinde sürükleyicilik" yerine daha usul usul ilerleyen ve tarihî perspektifin katmanlarını hissettirmeye çalışan bir tempoyla karşı karşıyayız. Okur olay çözümleme safhasını pek üstlenmiyor, sadece tanık oluyor. Olayın çözülmesinde Şinasi de bir Sherlock becerisi göstermiyor. Olay yeri incelemeye, delillere, sanıkların niyet ve eylemelerine ya da psikolojilerine dair çözümlemelerle değil cinayetin tanığı üzerinden sonuca varılmış. Fail polisiyelerden beklenmeyen bir kolaylıkla bulunduktan sonra cinayetin sebebi üzerinde araştırma devam ediyor. Temponun düşüklüğü ve kurgusu nedeniyle bu kitabı bir polisiyeden çok dönem romanı olarak tanımlamayı doğru bulurdum. Böyle bakıldığında doğru hedef kitleye ulaşması ve onları tatmin etmesi daha muhtemeldir. Yazar kitaba Şinasi'nin ağzından birinci tekil şahıs anlatıcı olarak başlamış ancak devamında o anlatıcı kayboluyor ve hikâye dışarıdan bakan bir göz tarafından anlatılıyor. Konuşmalarda dönemin diline uymayan birkaç kullanım ve anlatıcı metinde de yazarın konuşma dilinden aksetmiş bazı kullanımlar gözüme çarptı. Yazarımızın yurt dışında geçirdiği hayatının diline etkisi kendini göstermiş olabilir. Ancak özellikle piyasada ağırlığı olan yayınevlerinden çıkan kitaplarda düzeltmen müdahalesini toleranssız bekliyoruz. Ekibi ve maddi gücü yetersiz kalan yayınevilerinin çıkardığı çocuk-genç kitaplarında sık rastladığımız bu sorunu büyük yayıncılarda gördüğümüzde aklımıza gelen ancak ihmal ve özensizlik olur. Yazarımızın karakter tasarımları ve mahalledeki ilişkileri tasviri başarılı, kadın yazar bakışının gözlem ve çözüm yeteneğine dayandığı aşikâr. Bu yönüyle denemesini yerinde buluyor ve serinin ikinci kitabına daha fazla polisiye unsur beklentisiyle başlıyorum.
KÖPEK ÖLDÜREN TÜNELİ – Sarnıç Cinayeti
Başlıyorum ama redaktör-editör okumasından hiç geçmemiş bir metinle karşılaştığımı hemen anlıyorum. "Zor günlerin fazlaca farkında olan Şinasi ne kadar zor bir göreve atandığının farkındaydı." (S.13), "Nafiz usta çaresiz, karşısındaki çocukluğunu bildiği bu adamın, aceleci ve kurnaz tarafını iyi bilirdi." (S.21), "Fakat Paşa bilgileri ona verirken, ona böyle bir izinden de bahsetmemişti." (S.29), "Göğsündeki deliklerden kanlar içindeki teni kırmızı, delik deşik bir kumaşa dönmüştü." (S.31), "Gün batımında, ardından bakan Cevriye'nin dolup dolup ardından bakan kara gözleri." (S.42), "altın sarrafı", "yağmur sağanağı" örneklerindeki tekrarlara, noktalama ve cümle düzenlerindeki hatalara unutulan harf ve hatta kelimeler de eklenince henüz kitabın başlarında okumamız yorucu hâle geliyor. Kitabın künyesine göz atınca ATAMU Yayınları'ndan çıktığını ve bu yayınevinin Hollanda'daki Cursusland Vakfı bünyesinde olduğunu görüyorum. Yazarımızın biyografisinden dilimizi ve edebiyatımızı temsil eden faaliyetlerde bulunduğunu anladığımız bu vakfın Türkçesi kâmil ve tabii okumaya da üşenmeyen editörlere ihtiyacı var anlaşılan. Meraklılarına duyurulur.
Kitabın sonuna dek devam eden yazım sorunlarını görmezden gelip hikâyeye odaklanmaya çalışıyorum. Kunduz Şinasi bu defa İstanbul'da ve sapkın mason bir tarikat tarafından Yerabatan Sarnıcı'nda kurban edilmiş görünen genç kızla ilgili soruşturmanın da baş rolünde. Soruşturma alanı biraz daha geniş bir çevre. Çatışma unsuru ise soruşturmayı engellemek isteyen tekinsiz adamlar. Şinasi yardımın çoğunu Kadı Efendi'nin ve Peder Antonio'nun verdiği belgelerden, bir kısmını da konu komşudan, pek de kulak asmaz göründüğü dedikodu ve efsanelerden almakta. Sarnıçta incelemelerini yaparken bulduğu geçitten ilerleyerek dehlizlerde zorlu bir yolculuk atlatıyor. İki gün yürüdükten, toprak altında akan nehirleri, sarp iniş ve çıkışları aştıktan sonra vardığı odalarda yer altı sâkini cücelerle karşılaşıp onların muhafazasındaki garip bir kılıcı günyüzüne çıkarmaya çalışıyor. Çünkü bu kılıcın asırlardır işlenegelen cinayetlerle bir ilgisi olduğunu düşünüyor. Buraya kadar yazarın ara ara gösterip çektiği Cevriye'nin rolü kitabı yarıladığımızda belirginleşmeye başlıyor. Şinasi'ye ipuçlarını veren Peder onu da önceden tanıyormuş ve kaybolan kızlar konusunda yardımını istemiş. Cevriye'nin katılımıyla Şinasi'nin arayışı biraz daha eğlenceli bir hâl alıyor ve izlerin peşinde yine dehlizler yoluyla önce Kız Kulesi'ne, ardından Prens Adalarına ulaşıyorlar. Oradaki manastırın zangoçu Rafi'den Keltlerden bugüne uzanan pagan tarikat hakkında bilgiler ediniyorlar. Yazar kitabın başından beri gözettiği Hristiyan-Müslüman birlikteliğini bu sapkın inancın karşısında konumlandırmış ve sembollerle de pekiştirmiş. Cevriye ile Şinasi arasındaki ilişkinin seyri de aynı birliktelikte karar kılıyor. Gizemin çözülme safhası ve maktullerin belirsiz kalması polisiye serüvenlerin sonunda beklediğimiz tatmini yine yaşatmıyor. Bu hikâyeyi de kavramlar üzerinde gezinen tarihi bir kurgu olarak değerlendirebiliriz.
Yazarın elimdeki son kitabı Fantastik Roman kategorisindeki "Atamu Elması".
ATAMU ELMASI – Zülkarneyn
Fantastik hikayenin henüz başlarında, karanlık tarafın ana karakterleri "Yec ve Mecler"i tanımlayan kilit cümle şöyle: "Bilim insanları, daha ben doğmadan kadim döngüler evvel insan DNA sarmalını ikiye düşürerek ve laboratuvar ortamında çiftleştirdikleri bazı hayvanlardan birinde başarılı olmuştu." (S.16) Bu hatalı cümleden istediğimizi alamadığımız için takip eden satırlardan Yec-Mec'lerin insan-hayvan karışımı canlılar olduğu, bilinç taşımadıkları, öğretilen davranışları tekrarlayarak ve taklit yetisiyle insanlara hizmet ettikleri gibi çıkarımları topluyoruz. Yazarımızın tüm kitaplarında benzerlerine rastladığımız "Fiziksel olarak çok güçlü olan yaratıklar olan Yec ve Mec'ler..." gibi "olan"lı cümlelerinde fazladan bir "olan" kullandığını, bu cümlelerin "fiziksel olarak çok güçlü yaratıklar olan Yec ve Mec'ler..." şeklinde kurulması gerektiğini belirtmeliyim. Hatta "fizik gücü yüksek yaratıklar olan Yec ve Mec'ler", "fiziken güçlü yaratıklar olan Yec ve Mec'ler" ya da "güçlü yaratıklar olan Yec ve Mec'ler" şeklinde sadeleştirmeler yeğdir. TDK sözlüğünde yer almayan, yakışıksız bir dilden dile geçiş ürünü olduğu hâlde konuşma dilinde kullanılan "onore etmek" fiili yerine "onurlandırmak", "gururlandırmak" veya "şereflendirmek" fiillerini kullanmak yeğdir. Bu örneği kitapta üçten fazla kez geçtiği için verdiğimi belirteyim.
Aslında bu kitap genelde daha sade cümleler ve daha az yazım-dilbilgisi hatası içeriyor. Baskı tarihi Kunduz Şinası gibi 2018. Dolayısıyla 2021 yılında basılan "Köpek Öldüren Tüneli"ndeki dil hatalarının çokluğunu da göz önünde bulundurunca önce aklıma yazarımızın yurt dışındaki hayatında Türkçe'nin ağırlığının günden güne azaldığı fikri geliyor; zira yirmi yıllık bir yurt dışı hayatı söz konusu ama aralarında üç yıl gibi bir zaman olan iki kitap arasındaki farkın sadece bundan kaynaklanmayacağını da düşünüyorum ve ikinci ihtimal ağır basıyor; bu kitabın Şerif Ali Arslan tarafından, bu defa "gerçekten" tashih edilmiş olması. Ama bu tashihin de yetersiz kaldığını ve tekrarının gerektiğini üzülerek eklemeliyim.
Hikâyeye dönecek olursak yapay zeka/trans-insan konusunu temeline aldığını, bu kavramı insanlığın Atlantis'te yaşadığı bir çağa yansıtarak işlediğini görüyoruz. Yecüc-Mecüc ile bilince ulaşan yapay zekayı bağdaştırmak ve bu yaratıkları da boyut dışına açılan tünellerin kazıcıları olarak ele almak, Nuh'un gemisinin bir sürümü olan AtaMu projesini kurgulamak, inanç öğelerini "eskilerin masalları" olmaktan çıkarıp belki farklı şekillerle ama her daim karşımıza çıkabilecek kavramlara dönüştürmek fikirleri hoşuma gitti. Bu tür tefekkür çıktıları imânın zamanla, kutsal anlatının da eski çağların diliyle sınırlanamayacağını hatırlatıyor. Zamanı kırarak beklenen tufandan kurtulmaya yarayacak olan AtaMu cihazı, ihanet eden Üstad Caha ve onun emrindeki Yec-Mecler yüzünden işlevsiz hâle gelir. Atlantis'in sonunu getirecek olan felaket kapıya dayandığında Zülkarneyn de ortaya çıkar ve peşine takılanları başka bir boyuta taşır. Hikâyenin bu noktasında Zülkarneyn'e ve onun Yüce'sine inananlarla, inanmakta zorlanan ve inanmayanların fikrî çatışmasını görüyoruz. Bilimciler, doğacılar ve Yüceciler... Bugünkü inanç temelli tartışmaları fantastik hikâyemizin içinde irdeliyoruz ve bir yandan da Zülkarneyn'in rotasında yolculuğa devam ediyoruz. Yec-Mecler ve Caha da kahramanlarımızın kaçtığı boyuta sızmış durumda. Eski bilimci yeni Zülkarneynci Kina, Seta ve Larya bu çetin savaşta vahşi düşman karşısında iki kez ölümden kurtuluyorlar. Caha'nın ölümüyle Zülkarneyn Yec-Meclerin sonunu getirecek ilâhî planını devreye sokuyor.
Hikâyenin sonunda akılla imanı harmanlayan gençlerin başarısı nihayet üstatlarca takdir ediliyor ve Atlantis'e dönebilmek için gençlerin yapacağı bilimsel çalışmalara güvenmek gerektiği kabul ediliyor. Gençler arasındaki imâna dair tereddütler de kayboluyor ve böylelikle insanlığın ayrılmaması gereken orta yol bulunuyor. Keskin ve eğitimli bir akıl ile kuvvetli bir iman!
Okuma zevkinin ilk şartı olan pürüzsüzlüğe hassasiyetim nedeniyle bu üç kitabın da ciddiyetle ve dikkatle düzeltme-düzenleme-son okuma aşamalarından geçmesini tavsiye etmek zorundayım. İmkân varsa eldeki ilk baskıların geri çekilip hatalardan arındırılmış yeni baskıların okurlara sunulması gerekiyor. Belki de hevesle okuyacağı ilk kitaplar olarak bu kitapları tercih edecek genç okurların bunca dilbilgisi ve yazım hatasına maruz kalmasına gönlüm razı değil. Yazarımız belli ki yaratıcı bir zihne sahip, kurgu yeteneği var ve elbette yazma tutkusu dizginlenemez ancak dil desteği almak, belki kitapları çift yazarlı olarak çıkarmak, eğer yaşadığı yerin diline hâkimiyeti ana dilini aşmış durumda ise kitaplarını o dilde yazıp Türkçe'ye çeviri yaptırmak da düşünülebilir.
- Şeyda Koç Asyalı, Kunduz Şinasi, Editör: Yusuf Yıldız, Son Okuma: Bulut Karadağ, Nesil Yayınları, 197 sayfa, 2018 Ekim
- Şeyda Koç Asyalı, Köpek Öldüren Tüneli, Editör: Sümeyye Toprak, Atamu Yayınları, 269 sayfa, 2021 Mart
- Şeyda Koç Asyalı, Atamu Elması, Editör: Sümeyye Toprak, Tashih: Şerif Ali Arslan, Nesil Yayınları, 206 sayfa, 2018 Kasım
Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 21.07.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.07.2022 14:40