Sezai Karakoç’un Gözünden Mehmet Akif Ersoy
Nihat Çınar yazdı...
Sezai Karakoç'ta ana merkez bir medeniyet düşüncesidir. Karakoç' ta "diriliş" düşüncesi bir medeniyet çerçevesi içerisinde yol almaktadır. Gerek şiirleri gerekse nesirlerinde asıl hedefi hep bu merkezde yani medeniyet düşüncesinin oluşumu doğrultusunda olmuştur. Bu bağlamda Karakoç'un yolu iki şairle kesişmiştir; Yahya Kemal ve Mehmet Akif Ersoy. Her iki şair de medeniyet şairi olup, Yahya Kemal, geçmiş medeniyeti kültürel açıdan ele alıp yeniden yorumlarken, Ersoy ise, kendi inançları doğrultusunda yeni bir medeniyet düşüncesinin izini takip etmiştir. Yahya Kemal'de kaybolan bir medeniyetin hüznü hissedilirken, Ersoy'da ise bir inanç medeniyetinin çığlığını duyulmaktadır.
Adeta icma ile kabul edilmiştir ki; Mehmet Akif Ersoy, bu topraklarda yaşamış olan en büyük şairlerden birisi olup, her türlü gösteriş ve debdebeden uzak bir hayat sürmüştür. Bununla beraber herkes Ersoy hakkında farklı görüşlere sahip olmuş ve farklı açılardan ele alarak değerlendirmişlerdir. Seza Karakoç'ta bu düşünürlerden birisidir. Karakoç'a göre de iyi bir düşünce adamı olan Akif, çaresizlik içinde çabalayan bir milleti, düşünce, eylem ve yazılarıyla ayakta tutarak yol göstermeye çalışmıştır. Akif, adeta uçuruma doğru yol almakta olan bir arabaya yol ve yön gösteren bir levha olmuştur. Karakoç'a göre Akif, sadece geçmişin, mazinin değil, bilakis şimdinin ve geleceğin adamı olup, geçmişi mukayese ve ders alınacak bir zaman dilimi olarak örnek alarak, yaşanmakta olan sıkıntıların çözülmesine gayret etmiştir.
Karakoç, Akif'in hayatını sadece biyografik olarak değil, O'nun inanç, düşünce eylem ve verdiği savaşımını da ele almıştır. Üstad, Akif'in "Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek" mısrasında tezahür eden sağlam karakterine de vurguda bulunmuştur.
Karakoç, kitabında Ersoy'un gözlerini açtığı siyasi, kültürel ve coğrafi ortamı, büyük Osmanlı devletinin çöküş sürecindeki durumu tasvir etmiştir. Osmanlı'nın Balkanlardaki bir kısım uzuvlarını bırakarak, bir medeniyetin Rumeli'de nasıl sona ermekte olduğunu anlatmıştır. İşte Mehmet Akif o yıllarda imparatorluğun gözbebeği olan İstanbul'da Buharalı bir anne ile Rumelili bir babanın evladı olarak dünyaya gelmiştir. Karakoç'a göre Âkif, Doğu ve Batı İslâmlığı ile merkez İslâmlığının sentezi olan bir çocuk olup anne cihetinden, "duyarlığı, sağduyuyu, bir ülküye adayışı, şairliği" baba cihetinden ise "ataklığı, yılmaz ve her vuruşmada daha çelikleşen bir savaş adamını, gözü pekliği…" almıştır.
Karakoç, Akif'in düşünce dünyasını ele alarak, Abdülhamit'in eğitim planından geçerek yetiştiğini belirterek, genel olarak Abdülhamit'in eğitim programını ve devletin o zamanki genel tablosunu çizmiş ve Ersoy'un içinde yetiştiği içtimai şartlara irdelemiştir. Karakoç, Akif'in hayatını iki safha şeklinde ele almıştır. Bunlardan birinci birinci dönemi "klasik okul kültürü dönemi", ikinci dönemini ise "çağdaş entelektüel kültür dönemi" olarak adlandırmıştır. Akif'in asıl kimliğini, şahsiyetini ve özünü bu birinci dönemde kazandığını vurgulamıştır.
Karakoç, Akif'in gençlik heyecanıyla zaman zaman Abdülhamit'in protestolarına katıldığını ancak tahttan indirildiği dönemden sonra ise oldukça tereddütler, endişeler duyduğunu ifade etmektedir. Zira Akif, Sultan Hamit'in devrilmesi sonrasındaki devleti yönetecek kadroların acemi ve yetersiz olduğunu ve birçok devrimde olduğu gibi bu devriminde düşünsel altyapısının olgunlaşmasının gerçekleşmediği kanaatinde idi ve bu kanaatinde de yanılmamıştır. Karakoç, Akif döneminde hâkim olan düşünce akımlarına da temas etmiş ve bunların Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık olduğunu, Âkif'in de İslamcı akımının içerisinde, merkezinde yer aldığını ifade etmiştir. Akif'in de işte böyle bir siyasî ortamda, dergi kurarak "eski" diye damgalanmış olan İslamcı düşünceyi yeni şartlara adapte etmenin derdiyle mücadele ettiğini belirtmiştir.
Karakoç, bu konuda Muhammed Abduh, Ferid Vecdi ve İkbal gibi düşünürlerle Mehmet Akif arasında kurulan etkileşim ve ilişkiye dikkat çekmiş, Akif'in bu düşünürlerin kayıtsız şartsız taraftarı veya savunucusu, taklitçisi olduğunu veya sanki Türkiye şubesi gibi olduğunu düşünülmesinin tamamen bir yanılma olduğunu ifade etmiştir.
Karakoç'un vurguladığı önemli bir konu da, birçok kişinin diline doladığı Ersoy'un Mısır ekolleri düşünürlerinden (Afgani, Abduh, vd.) aşırı etkilendiği ve bu etkilenmenin de mübalağa edildiği konusudur. Karakoç, sadece mevzuya değinmekle kalmamış, bunu da tarihî, siyasî, İslami ve hem de felsefî gerekçelerle ispatlayarak konu hakkında, tam bir bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olan kişilere karşıda güzel bir cevap vermiştir. Sonuç olarak Akif'in tek derdi, mücadelesinin esası, özü, İslam'ı çağın maddi ve teknik güçleriyle donatarak hem içimizde hem de dışımızda ihya etmektir.
Karakoç'a göre ise problemlerin asıl kaynağı dışsal değil içseldir. Asıl sorun insanın kendisindedir, insan derin bir yara almıştır. Durum böyle olunca da medeniyet ancak insandan başlanılmak kaydıyla kurulabilir. Bunun içinde ilahi hakikatle insanın kendi gerçeği ile yüzleşmesi gerekmektedir. Bu yüzleşmeden amaçlanan ise, insanın kendi özüne dönüşü sağlanarak gerçeğin katı yapısının hakikatin esnek ve güçlü nefesiyle yenileştirerek yumuşatılmasıdır. Bu nedenle Sezai Karakoç'da umutsuzluk yoktur ve bizleri de hiçbir vakit umutsuzluğa sevketmemiştir.
Bu ihya hareketinin gerçekleşmesi için Akif'in hem teklif hem de tenkitleri olmuştur. Akif problemleri sadece görerek, tasvir ederek ortaya koymamış aynı zamanda çözüm yollarını da göstermiştir. Akif'in şiirlerinde ortaya koyduğu sosyal problemler, cehalet, tembellik, kör kadercilik modern ilimlere uzaklık veya düşmanlık, mesleksizlik ve disiplinsizlik, tefrikacılık, ümitsizlik, münevverle ahali arasındaki iletişim kopukluğu biçiminde görülmektedir. Bu problemlerin giderilmesi için ileri sürdüğü teklifleri ise ilim ve eğitime ehemmiyet vermek, milli birlik ve beraberliği sağlamak, çok çalışmak, ahlâkı yüceltmek, zulme karşı gelmek, ideallere sahip olmak, aileyi güçlendirmek, halkla münevverler arasındaki uçurumu kaldırmak şeklinde özetlemek mümkündür.
Karakoç, "Akif kadar hayatı şiire, şiiri hayata sokmuş şair yoktur" diyerek Akif'in şiirinin sosyolojik imkânına vurgu yapmıştır. Aynı şekilde Karakoç, Ersoy'un şiirlerinin adeta bütün bir toplumun günlüğü olduğunu ve gerek şiir gerekse nesirlerini tamamen halkın, hayatın içinden ve güncel olduğunu ifade etmektedir. Karakoç'a göre Safahata bakıldığında "savaş olmadığı zamanlar toplumun günlük hayatından tablolar çizilir. Camiler, kahvehaneler, alıcılar ve satıcılar, meyhane, içki ve kumarın açtığı yaralar, yetimlerin, dulların, yoksulların içinde bulunduğu acı problemler, idarenin bozukluğu, rüşvet felaketi, faiz faciası... her yönüyle cemiyet, enstantaneler, çizgiler ve tablolar halinde bir çöküşün umumi görünüşünü verirler. Bunlar, yani cemiyetin alelade vakitleri ve halleri anlatılırken, şiir, daha çok tasviridir, objektiftir, bir ilim vesikası çekmek isteyen bir metoda sahiptir ve bir anket sadakati içinde" olduğu görülecektir.
Bir kitap ne kadar tanıtılıp yazılsa ve anlatılsa da kesinlikle hiç biri tam olarak onun okunmasının yerini tutmaz. Daha derin analizler ancak kitabın okunmasıyla anlaşılabilir. Bilhassa aynı düşünceyi paylaşan bir münevver şairin gözünden başka bir münevver şairi okumak, o görüşlerin daha yakinen anlaşılmasını sağlayacaktır. Bilhassa Mehmet Akif Ersoy'u anlamak ve araştırmak isteyenler için okunması gereken çok önemli bir eser olduğundan muhakkak okunmasını tavsiye ederim.
Mehmet Akif
Sezai Karakoç
Diriliş Yayınları
95 Sayfa
2023 27. Baskı
Yazar: Nihat ÇINAR - Yayın Tarihi: 21.08.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.09.2023 16:37