Şiirin Çerçevesi, Hayatın Gerçekliği

"Bir şey söylemek için değil, söyleyecek bir şeyin olduğu için yazmak gerek"
F. Scott Fiztzgerald
Şiir-şair-okur
Hayattaki her şey gibi şiir de bir kavgadır. Bu kavga; daha doğruya, daha iyiye, daha güzele gitme, götürme mücadelesidir. Çünkü hiçbir yerde hiçbir sanat dalı ya da şekli amaçsız değildir. Amaç ulvi iken sanat; süfli iken yani salt dünyevi iken zanaat olur. Tam da burada yeri gelmemişken söylemek elzemdir; şiir yüksek ruhlu ve makamlı tiplerin gönül eğlencesi değildir.
Edebiyat ve şiir, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde fark etmeksizin, içinde yaşanan toplumun ve yaşama şartlarının, doğrudan ya da dolaylı bir ifadesidir. Dolayısıyla toplumun hayatı neyse, edebiyatı da ona uygun bir örnekliktir. Bu meyanda şiire dair temel anlayış şekillerinden biri, şiirin sosyal mesele gibi oluşudur. Sosyal meselelerin zamanla dönüşüp değişmesine atıftır bu durum esasen. Şiir de döneminin ürünü olan bir olgudur. Toplumsal anlayış değişimi ile sona eren meseleleri düşünürsek, kitlesini kaybeden şiirize anlayış da yeni bir çıkışa / algıya mecburdur. Çünkü şiir yok olmamakta ve yeryüzündeki hiçbir kuvvet tarafından yok edilememektedir. Onun özelliği dönem ve şartlar çerçevesinde değişme ve arandığı / sanıldığı yerde bulunmama kabiliyetidir.
Şaire dair de söylenmesi elzem olan hususlar var. Hepsini bu yazıda elbette ifade imkânı yok ama bazılarını işlediğimiz izlek bağlamında dile getirmek lazım. Bu anlamda ilk olarak, şairin yukarılardan, fildişi kulelerinden, salt buluşa dayalı, aforizma kılıklı mısralar düzmesi ve camiaya va'z etmesinin; avangart takıntıları ve pozlarının şiire bir katkı sunmadığını belirtmek gerekiyor. Çünkü bundan fazlası, yani sentetik-yapma şiirden iyisi mümkün. Mümkün olanları da uzun uzadıya sıralama niyetinde değilim elbette. Kısaca şaire, içinde yaşadığı toplumu ve hayatı şiirin merkezi yapmak, şeklinde bir misyon yükleyebiliriz. Bunu da şiirin artistik bir oyun olmasına karşılık sahicilik sadedinde söylüyorum. Şiir ya yaradır, ya tedavi. Bu anlamda şairin "büyük mevzular" yerine hayatın içinden anılar ve fotoğraflar şeklinde imgeleştirmeleri hatta fon olarak da değerleri temel almasıyla sahih ve sahici şiire yaklaşması mümkündür. Genel kuraldır, sanat olmuş ve olacak her şeyden faydalanır. İlginç olan ise şiir temelli bu sıkışmanın uzun bir zaman dilimi içinde ifade ediliyor oluşu. S. Ali 1947'lerde dile getirmiş. "…topluca bir kıymetten bahsetmek zor. Birey birey iyiler var. Bu durumu geniş okur kitlelerine ulaşan şiir azlığıyla açıklayabiliriz" (Ali, 1998) Üstad Sezai Karakoç'un şu sözünü de bu bağlama katkı için alıntılamak isterim: "…ve sonunda önüne serilmiş bu sırat köprüsü sarhoşu unsurlar bütününe ruhundan Diriliş soluğunu üfleyerek eserini ortaya koyar" (Karakoç, 1997).
Bahse konu bir diğer kesim de okur! Şiir, şair ve okuru bir bütünün parçaları sayarsak, arada bütünlüğe halel getirecek çokça mesafe, boşluk olduğu görülecektir. Hatta uçurumlardan da söz edilebilir. Edebiyat sosyolojisinin neden zor ve bakir bir alan olduğu, yukarıdaki iki cümleyi temel alırsak açığa çıkıyor. Belki de toplumumuzun "okuma" temelli eylemlere yaklaşımı ile ortaya çıkan yukarıdaki boşluk ve uçurum tabir ettiğimiz durum çelişik durumdadır. Okuma eylemine atfedilen kutsiyetle hali hazır durum arasında bağ kurulamaz. Akademisyenlere bu anlamda büyük bir görev düşüyor. Dede ve ninelerin Yunus şiirleri, Fuzuli gazelleri okuduğu bir toplumdan söz ediyoruz. Bir üst paragraftaki sahici, sahih şiir cümlelerine gerçekçi gözle yeniden bakmalıyız sanırım. Belki toplum, dertlerini ve coşkularını cari şiirde bulamıyor, günümüzde yazılan şiir belki toplumdaki duygu ve tepki değişimlerinin uzağında kaldı! Bu anlamda dönüşümü yakalayan toplumu da yakalayabilecektir.
Odalar ve Perdeler'de Şiirin Temel dinamikleri
Tunay Özer'in dördüncü şiir kitabı olan Odalar ve Perdeler (Özer, 2021) Çıra Yayınları etiketiyle bu yılın Şubat ayında çıktı.
Yukarıda şiir-şair-okur bağlamında söz ettiğimiz üzere şiirin ideal bir dünyaya yolculuk, toplumun "ne"liğinden şiirin "ne" olması gerektiğine, hatta şairin nasıl davranması gerektiğine değgin genel geçer kabuller üzerine cümleler kurmaya çalışmıştık. Şaire bir rol, görev de belirlemiştik. "Bu anlamda şairin "büyük mevzular" yerine hayatın içinden anılar ve fotoğraflar şeklinde imgeleştirmeleri hatta fon olarak da değerleri temel almasıyla sahih ve sahici şiire yaklaşması mümkündür", cümlesi bu bağlamı tamamlamaya yönelikti. Tunay Özer'in bazı şiirlerini kurduğumuz zemin üzerinde değerlendirmeye çalışalım.
Evvel emirde iki şiiri üzerinde durmak istiyorum. İlki, Okuyucuya Mektup. İkinci şiiri de "o sadık okura" şeklinde ithaf bulunan "Yol Arkadaşım". Bu iki şiiri de yukarıda kurduğum şiir-şair-okur bağlamında ele almak için seçtim.
"sevgiler de eskir /…/ büyüsü kaybolur / en güzel hatıraların bile
o yetim hüzünlerse / hep bizimle kalır
karışır kana / ağır cıvası
devinimi yavaşlar bedenin / bu nedenle / yaşından çok önce
incelmiş / bir yürekle / ey tanımadığım / şiir dostu
bir çocuk oyununa dalar / ya da / yaşlı bir adama gülümser gibi
hafif ve aydınlık / bir selam / niyetine / bu yazdıklarım
ve anlamanı umduğum / sustuklarım
yürekten kopan / yalınkat bir esinle../..
Selamı aldım. (Aleyküm selam). Şair, naif ve zarif bir insanilikle şiir okuru ile bağ kurmuş. Bu bağ, bir insanın yaşantısı içindeki dönemlerle şiiri analojik bir benzerlikle yaklaştırmış. Aynı zamanda bir insanın hayata nasıl bakması gerektiği satır aralarından sızıyor. Okurla kurmak istediği bağ da şair tarafından o bağlamda tarif ediliyor. Gülümseme ve selam verme gibi sıradan-basit ancak günümüzde unutulan incelikler üzerinden anlama hatta anlaşma önerisi. Hayatın hızlı bir nehir gibi aktığı vakıadır. Ahir zamanda, zaman akışının hızlı olacağına dair hadisler de var. Günümüzde insana zararlı pek çok maddenin de en başta beslenme alışkanlığı olmak üzere çeşitli yollarla vücuda girdiği, biriktiği malum. Şair bu ve benzeri sebeplerden bahsederken aslında bunları güzel bir sebebe "yetim hüzünlere" bağlıyor. Okurdan beklediği şey, şairi anlaması. Bu 'anlamak' da yalnız söylenenden ibaret değil, söylenmeyen de söz konusu. Metnin içine giren okur söylenmeyene de ulaşabilecektir.
Tunay Özer'in son kitabından seçtiğim bu metin parçasında ne kadar kolay bir söyleyiş olduğunu görüyoruz. İçinde yaşadığı hayatı ve insanları, özünden yakaladığı toplumu ve hayatı şiirin merkezi yaptığı açıkça ortada duruyor. İlginç buluşlar, aforizmalar, art-istik söyleyişler için anlamı da dili de yormuyor. Kimseye bir meseleyle ilgili bir tavrı va'z etmiyor. Şiire bir katkısı olmayan ama cari şiir algısının kullandığı takıntılardan uzak duruyor. Hatta ilk kitabında kısmi olarak bulunan tahkiye ağırlıklı mısralar da artık yok. Şiirin en temel birimi olan mısra yapısı sade ve basit. "Sevgiler de eskir" mısraıyla başlayan metin parçası yürek ve esin ile bitiyor.
Sentetik-yapma şiirden uzak duran şairin, öncelikle şiirlerinin gerçekçi, diğer yandan modern hayata eleştiri hatta hayata teslim olmayan direnişçi bir şiir olduğunu ifade etmeliyim. Şiirin temel gereklilikleri olarak, mısra, ses, imge ve aurası var. Bu durum şairin sahici ve sahih şiir peşinde olduğuna dair işaretler. Şu iki birime bu gözle bakalım:
o yetim hüzünlerse / hep bizimle kalır - karışır kana / ağır cıvası
Bu iki birimde mısra kurulumunun tamamlandığını (tek istisna ile) söyleyebiliriz. İlk mısradaki –se şartı hariç. O –se olmasa daha sağlam mısra olacaktır. o yetim hüzünler/ hep bizimle kalır… İkinci birimde de son eki bu gözle görebiliriz. Bu iki birimin ses bağlamında hiç sorun görünmüyor. Gayet güzel. Kulağı da gözü de tırmalayan sesler / kelimeler yok. Büyü, hatıra, hüzün, cıva, devinim, esin gibi anlamın ağırlığını sırtlanan kelimelere değinelim. Bu kelimelerden özellikle cıva ve devinim şiirin omurgasını-iskeletini oluşturmuş. Bu iki imge hayatın bizatihi kendisini işaretliyor. Özellikle kullanıldığını-seçildiğini düşündüğüm bu iki imgenin etrafı uzak anlam bağı olan büyü, hatıra, hüzün, esin imgeleriyle örülmüş. Bu şekilde söylemek için bu göstergelerin her biri ile ilgili gözümün önünde donmuş görüntüler olduğunu söyleyebilirim. Şiirin temel dinamikleri bağlamında son olarak da şiirin çerçevesinden söz etmeliyim. Örneklem olarak aldığım metin parçasında insan hayatının bir bölümü, değişme ve gelişmeler ekseninde aksettirilmeye çalışılmış. Bir yanı modern yaşam tarzını eleştiren bir tutum ve o hayata karşı direnç diğer yanı uyum ifade ediyor. Bu da insan normali, gerçekliği. Bu gerçeklik çevresinde aura oluşuyor. Bu çerçevede şair mısralara ruh üflüyor. Anladığım kadarıyla ne sonuna kadar artistik bir huzursuzluk var bu şiirde, ne de hayatın gerçekliğinden uzak faraza mutlu insan tipleri…
"kendi içine bakıp duran / taş aynalar gibi / kaldım orda / yıllarca
gözler her şeyi eskitip tüketir / ya bellek / bilmenin burukluğu ile tek
başına durabilir mi / bir ömür / kendi ağırlığının altında
ne kadar beklenebilir ki / bir bir kararıp / külçeleşirken anılar / çatallı bir sapakta"
Tunay Özer'in son kitabından seçtiğim bu ikinci metin parçasında da fazlaca kolay bir söyleyiş var. İlk şiirden farklı olarak içinde yaşadığı hayat ve insanlardan değil, içinde yaşadıklarından yola çıkarak genelin durumunu ifade ediyor. Yine ilk örnek şiirde olduğu gibi bu örnek metin parçasında da dili yormuyor şair. Anlam hususuna gelince yorma yok ama okuru bir miktar zorlama var. Mesela "taş aynalar gibi" mısraı ilk mısra ile mi üçüncü ve dördüncü mısralarla mı organik bağ kuracak? Okur bunu düşünmek zorunda. Ayrıca taş ayna hakkında bilmesi gereken bazı hususlar da olabilir. (bkz. Kök Ayna) (Aciman, 2013) İlgili okur, göz-bellek çelişik anlam eşleşmesi ile eskime/tükenme-sağlam kalma çelişik anlam eşleşmesi üzerinde şairin kendisini 'aklın sürat ettiği' anlamın dışına çağırdığını görecektir. Bu örnek metin parçasında mısra düzeninde de ilk bölümde söylediklerimizi iki cümle ile genişletebiliriz: mısralar kısa, keskin ve net. Şair mısra kurmada oldukça iyi ve tavizsiz. Kırılan "bilmenin burukluğu ile tek / başına durabilir mi" mısralarında bu iki mısranın bir birine mecbur olduğu açıkça ortada. Bu iki mısrada ikinci mısranın ilk kelimesi sorun oluşturuyor. Değiştirilse bu sorun ortadan kalkar. İlk iki mısradaki ses sisteminde yataydan dikeye / dikeyden tekrar dibe geliyor ses. Oysa şu mısrada ses kalitesi üst düzey: gözler her şeyi eskitip tüketir …
Taş ayna, göz, bellek, külçe, sapak, imgeler. Bu kelimeler özellikle seçilmiş elbette. Her biri için şairin zihninde bir görüntü olduğu muhakkak. Bu imgeler diğer yandan somuta çağırıyor şairi. Aynı zamanda eskiyip tükenme, bilmek, burukluk gibi açık anlamlı kelimeler yukarıda saydığım imgelerle şiirin sınırını çiziyor. Bu imgelerin anlam bakımından okura farklı ufuklar açacağı da aşikar.
Hasılı, Tunay Özer'in Odalar ve Perdeler kitabı, aldığım iki örneklem şiirde görülenden fazlası. Şiirin temel dinamikleri üzerinden –anlam/ses/mısra/imge/aura- yapmaya çalıştığımız bu anlama denemesinde şairin, şiir üzerindeki hakimiyetinin onun şiirinin aurasını, hassasiyetle yaklaştığı dilin de onun şiirinin gövdesini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Mısra kurulumunda genel olarak kısa-net anlamlı birliklere dikkat ettiği, imgeleştirdiği kelimelerin de birey ve toplum temelli bir derde-düşünceye yöneldiği; sesletme anlamında genel sıkıntı olmadığı da söylenebilir. Gördüğüm kadarıyla artistik söyleme, buluş peşinde koşma, bir konu va'z etme, avangart kasılma içinde de değil şair. Dolayısıyla Tunay Özer'in Odalar ve Perdeler kitabı şiirimiz için bir kazanım olduğu kadar okurun şiirle bağını tekrar kurabilmek için de bir imkandır.
Odalar ve Perdeler
Tunay Özer
Çıra Yayınları
Kaynakça
Aciman, S. (2013). https://www.yeniduzen.com/kok-ayna-80148h.htm.
Ali, S. (1998). Markopaşa Yazıları ve Ötekiler. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Karakoç, S. (1997). Edebiyat Yazıları l. İstanbul: Diriliş Yayınları.
Özer, T. (2021). Odalar Ve Perdeler. İstanbul: Çıra Yayınları
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 28.06.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.11.2021 22:36