Şiirsel Bir Roman: Hakikatler Kulübü

Müjde Alganer'in önceki romanlarında çoğunluğu orta sınıfa dâhil edilebilecek kahramanların evlilikte, çalışma hayatında belli bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan amaçsızlık, yalnızlık ve boşluk duyguları temel izlekleri oluşturuyordu. Öykülerin merkezinde ise kadınlar vardı. Orta sınıfın ölümcül cazibe üçgeni; sermaye birikimi -ev, araba, bankada mevduat, çocuk- cinsellikle ilgili ayrıntılar metinlerin temel dertleriydi. Evlilik ve onun üzerinden gelişen aldatma durumları, geçmişle hesaplaşma, korkular, endişeler ve içine düşülen komik anlarsa kahramanların duygu durumlarını açığa çıkarmada işlevsel rollere sahipti. Kadın erkek ilişkileri üzerinden kâbus aile yapıları, aldatma, haset, kin ve öfke; çalışma hayatında statü endişeleri ve bütün bu olgular üzerinden karakterlerin anlam arayışlarını görünür oluyordu. Yazarın son romanı Hakikatler Kulübü ise maddenin anlamını sorgulayan bütün karakterlerin vardığı noktayı işaret ediyor ve hatta her ne kadar kitabın farklı bölümlerinde ele alınsa da onlara hayat nasıl yaşanmalı cevabını verdirtmeye çalışıyor denebilir.
Alganer, son romanı "Hakikatler Kulübü"nün hikâyesini iki ana karakter, Simla ve Aynur üzerinden iki farklı yoldan ve bakış açısından anlatmayı seçmiş. Burjuva, güzel bir işe, eşe ve yüksek katlı bir rezidansta steril bir yaşama sahip Simla ile daha yerel yaşayan, gündelikçi, alkolik bir kocaya sahip ve yaşam şartlarını az da olsa iyileştirmeye çalışan Aynur'un hayatları Simla'nın eşinin ileri derece kanser olduğunu öğrenmesiyle birleşiyor. Olayları bir bölüm Simla'nın, bir bölüm Aynur'un gözünden izliyoruz. Simla ve eşi Teoman; hastalık dolayısıyla evlerinde sadece çocuklarına dadılık yapacak birine değil hastanın halinden anlayan ve onlara yardımcı olabilecek birine ihtiyaç duyuyor. Aynur ise yanında gündelikçi olarak çalıştığı aileler başka şehre gittiği için yeni bir işe ihtiyaç duyuyor. Aynur'un, Simla'nın komşusu Şeniz'in yanında çalışan arkadaşı Mualla, Aynur'u Simla'ya tavsiye edince iki kadının hayatı ve acıları yavaş yavaş gözler önüne serilmeye başlıyor. Simla bencil biri değil fakat burjuva sınıfına ait, belli lüksleri ve zevkleri yaşayarak büyümüş, tıpkı Teoman gibi. İkisi de belli statüde çalışıyor, iyi okullar bitirilmiş, rafine zevklere ve ortalama üstü belli imkânlara sahipler. Fakat yavaş yavaş bunlardan vazgeçmek zorunda kalındıkça değişimler ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım çok iyi.
Simla'nın başından geçenleri anlattığı bölümler, günlüğü, "Hakikatler Kulübü"ne yazdıklarını içeriyor. Günlüğüne birinci tekil şahıs üzerinden başlayan Simla, her günkü yazısının sonunda eski dilde dipçe olarak geçen dipnotlar üzerinden eklemeler yapıyor. Kendini en çok burada eleştirdiğini ve yerdiğini gözlemliyoruz. Dipçelerin önünde duygularını özetleyen ufak şiirler de yazıyor Simla. Bu şiirler hem Simla'yı duygusal yönden daha da iyi anlamamızı hem de yazarın bakış açısını ufak pencereler arkasından gözlemlememizi sağlıyor. Simla'nın içinde bulunduğu ikircikli durumların günlüğe parçalar halinde yansıtılması oldukça mantıklı. Karakter, gündelikçisi Aynur'un verici ruhunun aksine daha alıcı ve lükse alışık biri görünümünde olsa da günlüğünü birinci tekil ağızdan yazması ve okuru bu şekilde takip ettirmesi başarılı bir yaklaşım.
Aynur'u ise üçüncü tekil kişi anlatıcı üzerinden takip ediyoruz. Düşünceleri, en azından fikir olarak, okur için daha samimi ve yumuşak da olsa onu kendi kendine o an ayaküstü düşündüğü anlık istisnalar hariç birinci tekil ağızdan gözlemleme şansı daha az. Yazar bu kısımlarda oldukça modern ve metropol kültürüne dair ipuçları veren bir dil kullanırken Aynur'un anlık düşüncelerini birinci tekil şahıs ağzından nadiren okuyoruz. Bu anlarda Aynur'un kafasından geçen cümlelerin ve ifade şekillerinin, yazarın sunduğunun aksine daha yerel hatta yer yer şive olduğunu fark ediyoruz. Yazar iki karakter arasındaki farkları değil birbirlerine olan hislerini ve dayanışmalarını daha fazla yansıtmak istese kitabın tamamını üçüncü tekil şahıstan yazabilirdi fakat bunu tercih etmemesi hem kadınların arasındaki farkları daha iyi yansıtıyor hem de asıl önemli olanın, karakterlerin yaşadıkları acılarla nasıl başa çıkmaya çalıştıkları meselesinin altını çiziyor.
Simla'nın başından geçenleri günlüğüne, kendisine yansıtması okura hem onun hem Teoman'ın başına gelenleri bütün çıplaklığı, çirkinlikleri ve gerçekliğiyle gözlemleyebilmemizi sağlıyor. Dahası, Simla'nın "bencil" düşünce ve duygularıyla birlikte kendine yönelik eleştirilerini de bütün doğallığıyla okuyoruz. Simla'nın günlüğünde bahsettiği eski sevgilisi Kerem'le yaşadıkları ise okur için farklı bir merak kaynağı. Simla bir yandan yaşadıklarını "hakikatler" olarak yazarken bir yandan da kurgu içinde yeni bir kurgu yaratıyor.
Aynur ve Halil'e gelelim. Onların ilişkileri de en az Simla ve Teoman kadar zorlu. Fakat zengin çiftin aksine Aynur ve Halil için hayat hep böyle olmuş. Halil çalıştığı fabrikada sakatlanmadan önce de stereotipik bir Türk erkeği. Fakat sakatlık üzerine evdeki toksisite değerlerini arttıran Halil, eşi Aynur ve kızı Zeynep'e hayatı adeta hem duygusal hem fiziksel şiddet üzerinden zindan ediyor. Aynur ise kocasının sakatlığından asla yararlanmıyor. Bu şiddete şiddetle karşılık verebilecek olsa da güçlü kalmayı tercih edip gözünü yumuyor. Aynur karakteri hep ne kadar güçlü ve adil biri olduğu üzerinden anlatılıyor fakat gerek geçmişi düşündüğü, gerek rüyalarını takip ettiğimiz sahnelerde hem neden güçlü olduğunu hem de içeride ne kadar kırılgan ve güçsüz olduğunu anlayabiliyoruz. Simla gibi Aynur'un mücadelesi de öncelikle kendisiyle.
Okur, Simla-Teoman ve Aynur-Halil çiftleri üzerinden hem karı-koca hem de hasta-bakıcı çatışmalarını takip edebiliyor. Bu yaklaşım çok iyi, çatışma belirgin ve canlı. Simla ve Teoman'ın annesi inatçı ve unutkan İnci Hanım üzerinden yaşlı-genç ve evin çalışanı-işveren yakını ilişkisini; Aynur, Mualla ve Şeniz üzerinden ise işveren-hırsızlık yapan çalışan çatışmasını, Aynur ve Mualla üzerinden yalan ve ihaneti, Teoman ve oğlu Arhan üzerinden ilgi isteyen oğul-hasta ebeveyn ilişkisini, Aynur ve kızı Zeynep üzerinden özgürlük isteyen çocuk-ona hem sahip çıkmak hem özgür bırakmak isteyen anne ikilemini ve yine Aynur ve kayınvalidesi Nazire üzerinden yanlış anlaşılan gelin-oğlunu kayıran kayınvalide ilişkilerini gözlemleme şansımız oluyor. Genel olarak toksik ataerkil toplumun getirisi olan bu çatışmalar iki tarafın da gözünden sergileniyor fakat asıl zulmün kimin kime ve neden yapıldığı konusunda şüpheye yer bırakılmamış.
Müjde Alganer'in üslubu hem akıcı hem de metin gerektiği zaman durup düşünmeye yer bırakabilecek şekilde yazılmış. Hem anlatımı hem de diyalogları takip etmek oldukça kolay ve bu konuda okura zorluk çıkarılmamış. İster romanı tesadüfen görüp alan, ister arada bir roman okuyan, isterse sıkı bir roman takipçisi olan okurlar için uygun bir dil ve anlatımı var yazarın. Yer yer samimi ufak mutluluklar içerse de adı üstünde acıyla dolu bir kitap Hakikatler Kulübü. Okudukça daha büyük ve daha gerçek acılar ve tatsızlıklar bütün gerçekleriyle karşımıza çıkıyor. Okumaya devam edilemeyen anlar bile olabilir bazen. Fakat ne olursa olsun ortalama okur kitabı okumayı bırakmayı bir an bile düşünmeyecektir. Teoman ölecek mi, Simla ile ilişkisi düzelecek mi ya da Aynur hak ettiği daha güzel bir yaşama sahip olacak mı soruları bir kenarda dursun, karakterlerin çektikleri acılar biraz azalacak mı, asıl bu sorunun cevabını arıyoruz. Acılar azalsın ve hak yerini bulsun isteyebiliriz. Bu arada ara sıra karşımıza çıkan genel ve pop kültür göndermeleri, Aynur'un detaylı, gurme yemek tarifleri ve hem Simla hem de Aynur'un hayat hakkındaki düşünceleri ve bunların yansımaları farklı göndermeleri olan bir metin okuduğumuzu ziyadesiyle hatırlatıyor. Hem olay örgüsü hem de karakterlerin düşünceleri üzerine derinlikli biçimde çalışılmış.
Hakikatler Kulübü bütün acılı satırlara rağmen kendisini keyif vererek ve soluksuzca okutabilen farklı bir roman. Yazarın son şiirde yaptığı bir kelime oyunu ise romanın özeti olarak ele alınabilecek küçük bir ipucu adeta.
Yazar: Serkan PARLAK - Yayın Tarihi: 02.03.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.02.2022 22:32