Söyleşi: Kayıp Bir Kıta, Söyleşi, Misafir Köşesi

Söyleşi: Kayıp Bir Kıta yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Söyleşi: Kayıp Bir Kıta

06.09.2011 13:35 - Misafir Köşesi
Söyleşi: Kayıp Bir Kıta

Feyzi Baran konuşturdu…

Yazmaya başlayanlar genelde şiirle başlar. Ama bana göre pek farkında olmadıkları bir şey var; şiirde tutunmak zordur. Sizin şiiri seçmenizin özel bir sebebi var mı?

Ben yazıya şiirle değil, öyküyle hatta masalla başladım dersem daha doğru olur. Çocukluk yıllarımda olağanüstü bir hayal gücüm vardı. Gem vurulamaz bir hayalperesttim. Hatta bu hayalciliğim başıma sık sık belalar açardı. Yeni yerler keşfetmenin heyecanıyla evden kaçıp kaybolmalar, olur olmadık yerlere tırmanıp düşüp yaralanmalar… Tecrübe ettiğim bu belaları allandırıp pullandırıp arkadaşlarıma aktarırdım. Araya bazen küçük bazen de içinden çıkamayacağım yalanlar katarak… Ama işin en heyecanlı tarafını adına "yalan" dediğimiz edebiyatta "kurgu" olarak adlandırılan o hayali yaratıcılık kısmı oluşturuyordu. Daha sonra bunları küçük küçük notlara döktüm ve ilk masallarım, ilk öykülerim çıktı ortaya… Zamanın yıkıcılığı ve bazı çevresel faktörler o masalları yazılı olarak günümüze taşımaya engel oldu. Yani yazılı olarak elimde yok ama hala aklımda o günlere dair birkaç öykü var…

Size göre şiirin bir tanımı var mı?

Sizin de bildiğiniz gibi bu sorunun asla tatmin edici bir yanıtı olmamıştır. Ben dâhil birçok insan şiire herhangi bir tanım getirmeyi pek uygun görmemişlerdir. Bununla birlikte şiirin ne olup ne olmadığı üzerine birçok yazı kaleme alınmıştır. Benim için de şiirin bir tanımı yok. Ama zorlama bir tanım yapılacaksa ‘şiir, belki de tanımlanamayanı tanımlama çabasıdır" gibi paradoksal bir cevap verebilirim.

Şiirle ne zaman tanıştınız?

Sanırım yeni doğmuştum. Annemin beni emzirdiği o ilk dakikalardı şiirle tanışmam. Ki o sıcacık anne tadı hala dilimdedir. Daha sonra sık sık karşılaştık şiirle… Daha doğrusu ilk karşılaşmamızdan sonra hiç ayrılmadık. Şiirin koynunda büyüdüm diyebilirim.

İlk kitabınız sus/kuyu/su ki tek şiirden oluşan bir kitap. Temelin de sessizliği konu alan o kadar uzun bir şiir yazma fikri nasıl gelişti?

Böyle bir fikir hiçbir zaman gelişmedi. Şiir bittiğinde kendiliğinden uzun bir şiir çıkmış oldu ortaya. Ben bu şiiri 2000 yılında Diyarbakır"da yazmaya başladım. Daha doğrusu ilk dize orda ortaya çıktı. Şiire son noktayı Van"da bıraktım. 2000 yılında Diyarbakır"da bir dostumdan ödünç aldığım bir cümleyle başladım şiiri yazmaya. Kitapta tırnak içine alınmış tek dize de o cümledir. O ilk dizenin ardından içinden çıkamadığım bir sessizliğin derinliğinde kaybettim kendimi. Nihayet dört yıl sonra yüzeyi bulabildim. Kuyudan çıktıktan sonra yanımda getirebildiklerimi sus/kuyu/su kitabımda anlatmaya çalıştım. Yani o tek şiirden oluşan sus/kuyu/su kitabım, 4 yıl süren bir sancının ürünüdür.

Sus/kuyu/ su kitabını yazma evresindeki psikolojinizi çok merak ediyorum.

Az öncede belirttiğim gibi hakikaten sancılı bir süreçti o. Gecelerce uyumadığımı bilirim. Bir kelimenin peşinde günlerce dolaştığımı… İnanın bu abartı değil. Bunların hepsini yaşadım ve bu sürece tanık olan çok yakın arkadaşlarım vardır. Onlar cefamı çok çekmişlerdir. Hiç beklemedikleri bir anda agresifleşerek kalplerini kırmışlığım olmuştur mesela… Bunun gibi daha çok şeyler yaşadım. İçe kapanmalar, sayıklamalar ve sık sık gündüz düşlerine dalıp gitmeler. Böyle bir ruh halinde olan insanın ister istemez sosyal hayatı alt üst durumdadır. Mesela şiirin tamamlanma sürecine doğru ben üniversite son sınıftaydım. Bütün zamanımı şiir yazarak geçirdiğim için derslere girmiyordum. Alttan kırka yakın dersim kalmıştı. Bu yüzden okulu bir yıl uzattım. Bu iyi bir şey mi diye sorabilirsiniz? Asla değil. Bu yazıyı okuyacak hiçbir insana kötü örnek olmak istemem. Şimdi geriye dönüp baktığımda o dönemi kesinlikle ruhen sorunlu biri olarak yaşadığımı düşünüyorum. Dış görünüşte bir "Derviş" edasındayım ama bu Derviş hiçbir dergâha gönül vermediği gibi bütün dergâhlara restini çekmiş biriydi. Bu da hiç kimseye tavsiye edilecek veya iyi bir şey diye söylenecek bir durum değil elbette.

"Tanrıya kızmış bir Derviş" sanırım aradığım tanım tam da bu. Derviş niye kızdı Tanrıya, bir sebebi var mıydı?

Aslında bu dervişin tanrıyla hiçbir alıp veremediği yoktu. O tanrısıyla gayet uyum içinde sessiz sedasız hasbıhal eden biriydi. Öfkesi tanrıyla arasına girmeye çalışan ve kendini tanrının yerine koyan yaşadığımız dünyanın sahte tanrılarınaydı. Paranın icadından bu yana tanrı herkesin cebinde dolaşıyor. Üstelik bu cep tanrısına tapınanlar bu pagan inançlarını gizlemek için asıl tanrıyı kendilerine paravan yaptılar. En basitinden herhangi bir kutlu kişinin türbesinden bile bağışlar adaklar vs. ile kazanç elde etmeye çalışıyorlar. Bu tanrı pazarının o kadar çok şirketi var ki, spor kulüplerinden tutunda, pop kültürün idollerine, yediğiniz içtiğiniz yiyeceklerden tutun giyindiğiniz kıyafetlere, okuduğunuz kitaplardan bindiğiniz arabalara ve hatta örnek aldığınız şahsiyetlere kadar her şey bu pazarın içinde. İşte Dervişin reddiyesi ve resti bunlar içindi. Ama itiraf etmeliyim ki bütün bunlara göz yumduğu için asıl yaratıcıya da kızmıyor değildim. Çok sonradan kendi kendime Yüce Yaradan"ın zulmeden değil adil davranan olduğunu kavrayarak ona karşı isyanımı bastırmış oldum.

Sus/kuyu/su daha çok mistik bir kitap. Nasıl diyeyim tarihle mitolojiyle yoğrulmuş kendine ait bir kutsal kitap yazmış gibisiniz. Bu konuda yanılıyor muyum?

Hayır, yanılmıyorsunuz. Gayet doğru bir tespit… Zira başta sus/kuyu/su olmak üzere benim bütün şiirlerimin arka bahçesini ağırlıklı olarak tarih, din, mitoloji ve felsefe oluşturur. Yani ben şiirimi bu bahçenin çiçeklerinden deriyorum. Gündelik dilin kullanımı ve popülizme yatkın bir anlayışı hiçbir zaman kabullenmedim kabullenmeyeceğim de… Buradan bakıldığında şiirimin dilinin biraz kaotik, anlaşılmaz ve ağır olduğu söylenebilir. Elbette bu kabulüm ama şiir okuyacak birilerinin de (okurun) okuduklarını anlama çabası içinde bir iki kitap karıştırması fena olmaz diye düşünüyorum.

İki kitabınızda da yazdığınız şiiri yaşadığınız anlaşılıyor. Yaşamış olduğunuz acılar ve sevinçler yer yer bazı dizelerde göze çarpsa da çoğunlukla kolay anlaşılamayacak kapalı bir dil kullanmışsınız. Kitaplarınız size ait gizemlerle dolu. Bunların çoğu üstü kapalı metinler. Mesela; sus/kuyu/su kitabınızın bir yerinde "dilimi kestim, ödedim diyetimi" demişsiniz. Bunun anlamı nedir?

Buna yanıt vermek istemiyorum. Yanlış anlaşılmasın öyle eksantrik insan havalarında olmak adına söylemiyorum bunu, sadece kendimce özel nedenlerim var. Aslında röportaj içinde yayınlamazsanız size anlatabilirim. (Bu sorunun yanıtı şairin isteği üzerine yayınlanmamıştır)

Şu ana kadar ilk kitabınız olan sus/kuyu/su üzerinden konuştuk. Bir de sizin bu yıl Cahit Sıtkı Tarancı birincilik ödülünü almış olan "ya Su ya Meyra" adlı bir kitabınız var. Biraz da ondan bahsedebilir miyiz?

Elbette buyurun…

"ya Su ya Meyra" Ben bu kadar güzel bir şiirin yazıldığına inanamıyorum hala. Bu şiirin normal şartlar altında yazıldığına inandıramazsınız beni. Ben başladım siz devam edin lütfen. Bu şiirle ilgili her şeyi bilmek, dinlemek istiyorum…

Bu şiir ve kitaba verilen isim olarak "ya Su ya Meyra" çok önemsediğim değerli bir dostuma verilmiş bir sözün şiiriydi. "Benim için bir şiir yazar mısın?" diye sormuştu, "olur" demiştim ve bu sorunun üzerinden iki yıl geçmişti. Belki de o soruyu bile unutmuştu ama ben iki yıl boyunca bu şiir için çalıştım. Sonunda da hem kitaba hem de şiire o kişinin adını verdim. Kitapta ayrıca hayatımda önemli yeri olan birçok dostuma ithaf ettiğim şiirlere yer verdim. "ya Su ya Meyra" aslında bir bütün olarak ele alındığında benim kalbimin yara bantlarından oluşan bir kitaptır da diyebilirim. Bunun ne demek olduğunu okurlar kitabı okuyunca anlayacaklardır.

Sizin gibi değerli şairlerle ilgili en çok merak ettiğim soru şudur. Hiç Şiirlerinizi sakladığınız bir dosyanız, klasörünüz, defteriniz oldu mu? Yıllar sonra o şiirlere tekrar dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz.

Evimdeki kütüphanemde üzerinde onlarca kez değişiklik yaptığım ve henüz bitmedi diye gün yüzüne çıkarmadığım şiirlerin yer aldığı defterlerle dolu bir bölüm var. O şiirler arasında 9-10 yıl önce yazılmış olanlar bile var. Dönüp baktığımda hissettiğim şey yarım kalan işlerim varsa hala yaşamak için bir nedenimin olduğu…

İyi bir okur musunuz? Genelde ne tür kitaplar ilginizi çekiyor.

İyi bir okur muyum bilmiyorum. Ama okumadan ve yazmadan geçirdiğim bir tek günüm olduğunu hatırlamıyorum. Kitaplar konusunda herhangi bir tür üzerine ayrım yapan biri değilim. Genelde ilgimi çeken her şeyi okurum. Şu sıralar Alev Alatlı'nın hazırladığı "Batıya Yön Veren Metinler" adlı 4 ciltlik kitabını okuyorum. Başucu kitabım ise başta Kur"an-ı Kerim olmak üzere bütün kutsal kitaplardır.

Yeni şiir yazmaya çalışan ve şiirde tutunmaya çalışan arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz neler?

Benim naçizane olarak önerim, şiiri bir hobiden çok bir duruş, bir kavrayış ve hayatı anlama kılavuzu olarak görmeleridir. Biraz önce şiire bir tanım getirir misiniz diye sormuştunuz ya; işte o tanımı şimdi yapabilirim. Şiir, cümleleri kesip alt alta dizmek değil, aksine hayatın içinde söylenmemiş, kesintiye uğramış o yarım yamalak sözleri bütünleştirip anlamlandırıp cesurca haykırabilme çabasıdır. Bu manada gençlerin şiiri bu şekilde algılamaları gerekir diye düşünüyorum. Fakat hemen eklemeliyim ki, dünyanın en etkili ve en güzel şiirini yazmaktansa, annemin göğsüne başımı dayayıp beş dakika uyuyabilmeyi tercih ederdim. Ancak şu an öyle bir şansım yok. Bu yüzden şiiri yaşarken hayatı da ıskalamamak gerektiğini düşünüyorum.

Çok keyifli bir söyleşi oldu. Bize zaman ayırdığınız için, kitaphaber.com.tr adına size çok teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim… kitaphaber.com.tr ailesine de yayın hayatında başarılar diliyorum…

Ağustos, 2011


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 06.09.2011 13:35 - Güncelleme Tarihi: 21.11.2021 07:07
3.480

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1206 yazı bulunmaktadır.