Sükût Sûretinde Bir Kalem Kalesi

gece kudüs ve yalnızlık 1
Nuri Pakdil. Adı edebiyatla birebir eşdeğer tutulan bir adam. Edebiyat ve Nuri Pakdil. İkisi ortak paydada birleşen sonsuz noktalar kümesi. Bir edebiyatçı olarak nuri pakdil, Nuri Pakdil olarak edebiyat. Bu bağlamı değerlendirmek için ikisini de iyi bilmek lazım. Biri hala yaşayan bir abide, diğeri ise eline kalem alanın koşturduğu bir alan. Edebiyat serbestçe koşulacak bir alan mıdır! Bu soruya hayatı edebiyat olan birinin vermesi lazımdır ki o da adı pek güncel yerlerde geçmeyen-ki iyi insanların kaderidir bu- Nuri Pakdil’dir. İyi insanlar dedik -onlar beyaz atlara binip gitti- hayır gitmedi demek için bir albenili söz söylemek istedim. Aklıma sadece O meşhur:
”sükût sûretinde çok koyu düşer ses”
geldi. Sükût çığlığın belki de diğer adı olmalıdır. Bu söz büyükçe bir yangın gibi. Nuri Pakdil hayatıyla bir edebiyattır. Aklındaki Küdus onun bir amacı, bir misyonu, bir düşüdür. Necip Fazıl’ın ”büyük doğusu”, Mehmet Akif’in ”asımın nesli”, Nuri Pakdil’in ”Kudüs”ü. Onun tasvirleri hayatın gerçeği değil sadece bu gerçeklik için en gerçek neyse onu söylemeye çalışmıştır. Bu öyle kolay da olmamıştır.
Sükût Sûretinde beyit halinde yazılmış haliyle ilkin basitçe dizilmiş şiirler olarak gözükebilir. Biz bu ilk bakışa birinci okuma diyoruz. ilk okuma üstünkörü olduğu için anlam kendini hemen göstermez. Bu kitabı kısa mesafeli bir yolculukta hemen bitirip başınızı kitaptan kaldırdığınızda gökyüzünün başka bir rengi daha olduğunu anlayamışsanız o zaman kitabı da hakkıyla okuyamamışsınızdır. Bu yüzden ikinci bir okumayı yapmak için yola koyulmak lazım. İkinci okumada her beyitin en az 7 en çok 200 kere yeniden yazılıp son haline- en azından bizim içi öyle- yazıldığını öğrenmekle başlar. Bu titizlik içinde anlam aramaya koyulan bir zihin belirgin cümle kenarlarına çarpıp durur. Bu ikinci okumada artık zihin belirli birşeyleri anlamıştır. Örneğin yalnızlığı, örneğin geceyi, örneğin en çok da Kudüs’ü.
Okumalar devam ettikçe Nuri Pakdil yalnızlığı bürür dudakları. Bu kasvetli bir susuştur. Hayır susuş iyi durmadı. Sükût olmalı. O bu sükût kelimesini dizerken sayfaya daktilonun odada çınlayan sesi belki de edebiyatın ortasına kurduğu bir kuleden yayılacak ışıltıyı saklıyordu.
” kılıcı kuşananı bekleyen attır
cümleler dizildikçe dolan yakıttır”
[ "Sukût Sûretinde", 33 şiirden oluşuyor. Bu sayı, tesbihte bir boğum sayısıdır. (Böylece en az iki kitabın daha bulunduğunu düşündüm. 99'a tamamlanınca bir kitap da imâme ve imâmecikler için. İmâmenin ilk kubbeciğine gömülü minik mercekten görünen Kâbe için, Mescid-i Nebî için. Sonra püskül var. Ve püsküle sürülen gül kokuları için. Ve Akik tesbih için ayrı, Firûze ve Çeşmibülbül için ayrı, Oltu Taşı siyah kehribar için apayrı birer zikir kitabı. Uzun soluklu zâkirler için, Zâkirbaşı'lar için.) Her şiir, bir tesbih tanesine karşılık gelen ayrı bir zikir cümlesi gibi düşünülmüştür. Ancak bu 33 beyit, bilinen zikir cümlelerinden farklıdır. Bu derviş Mekke'yi, Kudüs'ü, İstanbul'u Filistin'i, devrimi, katsayısı artan direnişi zikrediyor. Zira "dervişin fikri neyse zikri odur". Pakdil, 13 yıl süren sükût döneminde -Fetret Dönemi de 13 yıl sürmüştü- zikrini, dolayısıyla eylemini sürdürmüştür. Tekrar ve sayı, zikirde gerekli bir prensiptir. Buna da uyarak yıllarca zikir gibi sürekli tekrarladığının sayısını dipnotlarla ve derviş disipliniyle belirlemiştir.[Şaban Abak- Derviş Nuri Pakdil ]
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 17.02.2011 19:06 - Güncelleme Tarihi: 07.12.2015 16:45