Tarihin Akışını Değiştiren Kosovalı Casus: “Çiçero”
"İstihbarat" oldukça eskiye dayanan bir geçmişse sahiptir. Genel olarak askeri ihtiyaçtan ortaya çıktığı söylenmektedir. Zaman ilerledikçe dünya geneline yayılmış, askeri sebepler dışında siyasi ve ekonomik nedenlerle icra edilir olmuş, milli menfaatlerle ifa edilen görev olmaktan çıkarak meslek olarak benimsenmiştir. Tarihi kaynaklar en eski istihbarat teşkilatının İtalyanlara ve İngilizlere ait olduğunu yazarken tahminen 650 yıl kadar mazisi olduğunu da yazmaktadır.
Günümüzde "istihbarat" devletler için zaruri hale gelmiş; bu gün "güçlü devletler" olarak nitelenenlerin inkâr edilemeyecek boyutta casusluk faaliyeti sürdürmekte olduğu, birçok işi kurdukları gizli servisler aracılığıyla çözüme kavuşturdukları bilinmektedir. "Bilgi çağı" olarak nitelenen yaşadığımız zaman diliminde; sınır içinde ve dışında, güçlü ve etkili olabilmek, öyle olmayı sürdürebilmek için casusluk faaliyetleri kilit konumdadır.
Casus Dediğin…
Bir casusun hayatı yalanlardan oluşur. Bu gereksinimin en temel ihtiyacı kuşkusuz yalanlardan inşa edilmiş bir hayat hikâyesidir. Sahte kimlikler, sahte eğitim, sahte aile ve iş bilgileriyle donatılmış hayat hikâyelerinde; neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmek oldukça güçtür. Arama motorlarına "casusluk" kelimesi yazılarak aratıldığında "dünyanın en ünlü casusları", "dünyanın en ünlü kadın casusları", "casusluk tarihi" başlıklarının varyasyonları şeklinde birçok sonuç çıkmaktadır. Bu başlıklardan herhangi birini seçerek okunmaya başlanırsa hayal gücünü zorlayacak seviyede inanılmaz "gerçek" casus hayat hikâyeleriyle karşılaşılır. Bu konuda akademik çevrelerce yapılmış araştırımalar ve best seller olmuş kitaplar bulunmaktadır. Yazılı olmanın yanında akıllara kazınmış filmlere ve dizilere de ilham olmuşturlar.
Sırlarla ve yalanlarla dolu casusların hayatını kayda alındığı birçok film bulunmaktadır. Bu tür film tutkunlarının oldukça yüksek farkındalık eşiğine sahip olması; senaryo oluşumunun sıkı bir araştırmayı gerektirmesi ve hatasız bir yapımın hedeflenmesi zaruretini doğurmaktadır. Elbette yalan ve sır dolu bir hayatta gerçek tek olmayacaktır. Bundan ötürü bazı konu ve durumlar yapımlarda kendilerine kurgusal olarak yer bulmaktadırlar.
"Dünya çapında ün kazanmış efsane kadın casus kimdir?" diye sorulursa tüm listelerde ilk ismin "Mata Hari", aynı soru erkek casuslar kategorisinde sorulursa tüm listelerin çoğunun ilk sırasında Arnavut asıllı, Kosova doğumlu "Çiçero" nun bulunduğu görülmektedir.
Erdal Beşikçioğlu ve Burcu Biricik'in başrollerini paylaştığı sinema filmi "Çiçero" vesilesiyle "Çiçero kimdir?" sorusunu google da arayanlar, tarihin akışını değiştirmiş gerçek biri casus olduğunu ve filminin onun hayat hikâyesine dayandığını görürler.
"Ayla" ve "Müslüm" filmlerinin de yapımcısı olan Mustafa Uslu imzasını taşıyan melodram ağırlıklı duygusal öyküyü izlemek isteyenler için söz konusu film bu yazımızın konusu olacaktır.
Çiçero Kimdir?
1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin gizli belgelerini Almanlara satarak tarihin yönünü değiştirmiş bir casustur Çiçero. Bu sebeple onu "yüzyılın casusu" veya "efsane casus" olarak isimlendirenler olmuştur. Kod adını Latin kökenli Romalı devlet adamı, bilgin, hatip, felsefe öğretmeni ve yazar Marcus Tullius Çiçero'dan alan casus Elyesa Bazna - İlyas Bazna, tıpkı dünya çapında en çok bilinen 007 James Bond gibi lükse, paraya, iyi yaşamaya ve kadınlara düşkün bir şahsiyettir.
Hayatı filmlere, kitaplara ve tiyatro oyunlarına konu edilmiş olan Çiçero'nun yaşadıkları ilk olarak, II. Dünya Savaşı Sırasında Almanya Büyükelçiliği'nde görev yapan Ludwig C. Moyzisch'in kitabından "Five Fingers" adlı filmle beyaz perdeye aktarılmıştır. Yazımıza konu olan "Çiçero" adlı film ise 2019 yılı Türkiye yapımıdır. Senaristleri Gürkan Tanyaş ve Meriç Aydın'ın hangi kaynakları baz aldığına dair bir tespit bulunmamakla birlikte II. Dünya Savaşı esnasında Ankara'da yaşananlara odaklanan bir dönem filmidir. 1904'de Priştine'de başlayıp Ankara'ya kadar uzanan gerçek bir hayat hikâyesinin ana hatlarının ve belli başlı dönüm noktalarının süreğinde bir senaryoya sahiptir.
Türkçe, Hırvatça, Fransızca, bir miktar Yunanca ve Almanca bildiği kayıtlara geçen, bariton sesiyle aryalar okuyan Çiçero, evvela Yugoslavya Krallığı büyükelçiliğinde işe girmiştir. Ardından, II. Dünya Savaşı sırasında Ankara'da Alman büyükelçiliğinde çalışırken özel evrakları okuduğu anlaşılınca işten çıkartılmıştır. Sonrasındaysa güzel sesi ve operaya olan tutkusuyla öne çıkan Çiçero "kavas" yani özel uşak göreviyle İngiltere Ankara Sefiri/Büyükelçisi Hugge Knatchbull-Hugessen'in yanında çalışmaya başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu'nun II. Dünya Savaşı politikasının savaşa katılmayarak tarafsız kalmak üzerine kurulması, başkent Ankara'yı casuslarla kaynar duruma getiren bir faktör olmuştur. Almanya'nın da İngiltere'nin de Türkiye'yi yanlarında görmek arzusu casusların birbirinden bilgi sızdırma girişimlerine dahi sebep olduğu bilinmektedir.
Film, 1904 Kosova-Priştine doğumlu İlyas Bazna'nın 1918 yılında Sırplar'ın Priştine işgali sonrasında İstanbul'a göç etmesinin hemen öncesindeki Priştine sahneleriyle başlamaktadır. Henüz bir çocuk olarak savaş sırasında yaşadığı travma, gösterdiği cesaret, düşmanlarını kandırabilme, onları zararsız olduğuna ikna edebilme yeteneği bu sahnelerde rahatlıkla izlenebilmektedir. Aynı zamanda bu ilk sahneler, Çiçero'nun babasının ölümünden sorumlu tuttuğu İngilizlere duyduğu nefretin temellerinin atıldığı anlardır.
Büyükelçiyi uyku haplarının marifetiyle, aryalar söyleyerek ve masajlar yaparak uyutan Çiçero, onun çalışma masası çekmecesinden, çantasından ve özel kasasından elde ettiği "çok gizli" belgeleri fotoğraflayarak büyük bedeller karşılığında Almanlara satmıştır. Önceleri Almanların inanmayarak gerçekliğinden şüphe duyduğu İlyas Bazna'nın akıttığı bilgi ve belgelerin sahiciliği ispat edilince her getireceği yeni belge dört gözle beklenmiş ve ücreti katlanarak artmıştır. Bu güven inşasında kırılma noktası; 1944'te Sofya'nın bombardımana tutulacağını söyleyen Bazna'ya inanmayan Almanların ciddi kayıplar vermesi olmuştur.
İlyas Bazna'nın kendi hayat hikâyesini yazdığı, "I was Cicero" isimli eseri Türkçe'ye "Ankara Casusu Çiçero" olarak çevrilmiştir. Elyesa Bazna adıyla basılan otobiyografik kitabında Çiçero; evli ve dört çocuk sahibi olduğunu, ailesinin İstanbul'da yaşadığını, onların maddi ihtiyaçlarını giderdiğini, casusluk hizmeti karşılığı aldığı paraları sefaretteki küçük odasının halısı altına sakladığını, hayatında başka kadınların da olduğunu, pahalı parfümlere ve giysilere düşkünlüğünü dile getirmektedir. Bu vesileyle o, tehlikenin getirdiği heyecanlı yaşamı seven biri olarak yorumlanmaktadır.
Hayati tehlike içeren casusluğu sadece lüks hayat için göze almadığı, askerliğini Çankaya Köşkü'nde Atatürk'ün yanında yaptığı, yegâne görevinin genç Türkiye'yi dünyayı yangın yerine çeviren bu kirli savaşın dışında tutmak olduğu ve bizzat Atatürk tarafından görevlendirildiği iddiaları bulunmaktadır. Devamındaysa; Çiçero'nun İngiliz sefaretinden elde ettiği gizli belgeleri Türk istihbaratının kontrolünden geçirdikten sonra Almanlara teslim ettiği, onun çift taraflı çalışan bir casus olduğu, gizli belgeleri bilinçli olarak sızdırdığı argümanlarının gerçek olup olmadığı halen gizemini korumaktadır. Alman elçiliğinde sekreter olarak görev yapan Lena Kapp'ın Amerikan ajanı çıkmasıyla Bazna'nın, kazandığı paralarla Arjantin'e kaçtığı da söylentiler arasındadır. Resmi kaynaklara göre; Cicero'nun İlyas Bazna olduğunu anlayan İngilizlerin büyük bir şok yaşadığı, hatta İngiliz büyükelçi Hugesson "O ajan olamaz, bir kere çok aptal, ikincisi bir kelime dahi İngilizce bilmiyor'." dediği yer alsa da onun Arjantin'e kaçıp orada lüks bir hayat sürdüğü filmde yer almamaktadır.
Almanların savaş boyunca İngiliz ekonomisini çökertmek için bastığı sahte sterlinleri hizmeti karşılığında kendisine ödeyerek şahsını kandırdıklarını öne süren Bazna'nın Almanya'yı mahkemeye verdiği ve bir miktar tazminat almayı başardığı bilinmektedir. Bu dava ve yine 1950'de, İngilizlerin bu casusluk olayını resmi olarak açıklamasıyla öğrenilen durumun devamında kaleme aldığı "I was Çiçero-Ben Cicero" adlı kitabından iyi bir kazanç elde ettiği bir diğer söylentidir. Tüm kanıtlanmamış iddialara rağmen Çiçero Almanya'nın Münih kentinde yoksulluk içinde, işsizlik maaşı marifetiyle 66 yaşına kadar yaşamış, 1970 yılında vefat ettiğinde Münih Friedhof Perlacher Forst Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Film Hakkında Birkaç Değini
Biyografik filmlerin çoğunda "gişe" nin gerçeklere karşı hassas olduğunu söylemek zordur. Sinema yazarı, araştırmacı, tarihçi ve senaristler biyografik filmleri kadayıfın tellerini ayırır gibi ince eleyip sık dokuyarak aslına ve doğru olana uyumlandırsalar da, seyirci daha çok filmin kendisine yaşattığı duyguyu önemsemektedir. Bu nedenle bu tür yapımların tarihi gerçeklere aykırılığına dem vurularak yapılan değerlendirmeler için izlenenin bir belgesel değil kurgulanmış bir film olduğunu unutmamayı gerektirmektedir.
"Ayla" ve "Müslüm" gibi trajedi unsurunun ağır bastığı, gişede başarılı olan yapımlara imza atan Mustafa Uslu'nun biyografik filmlerde bir handikap olan hukuksal süreçlerle yüz yüze geldiği bilinmektedir. Basına da yansıdığı üzere "Müslüm" filminden sonra Müslüm Gürses'in eşi Muhterem Nur haksızlığa uğratıldığını söyleyerek Mustafa Uslu'ya dava açmıştır. Yine benzer bir durum "Naim" filmi için de yaşanmış, halter spor tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Naim Süleymanoğlu'nun hayatını konu alan "Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu" filminden sonra sporcunun çocukları izinleri alınmadan filme alınan babalarının yaşam hikâyesinin haksız kazanç sağladığını ve senaryonun bazı bölümlerinden duydukları rahatsızlıktan dolayı dava açmışlardır. Adına açılan bu davaların bir benzeriyle Elyesa Bazna'nın çocukları ile de yaşayan yapımcının tüm bu olumsuz gelişmelere ve oluşan zor koşullara rağmen; önemli karakterleri tarihte sadece bir isim olmaktan çıkartarak günümüze taşımasını ve onları tanıtacak yapımlara imza atmasını diliyorum.
Filmin yönetmeni Serdar Akar 'ın ve Kosova Mitrovica doğumlu Mustafa Preşeva'ın tüm sahneleri özenle kurgulayıp kayda aldığı görülmekte olan filmin odağını kaybetmeden ilerleyen bir akışa sahip olduğu söylenebilir. Bu akış içinde mekânlar, şahsiyetler ve olaylar yoğun bir şekilde ardı ardına verilmektedir. Bu durumun izleyende bir parça dağılmaya neden olduğu, daha az sahne ve olaya yoğunlaşışlaydı belki daha iyi olabilirdi seçeneğini akla getirmektedir.
Karakterlerin derinlikli olarak çalışıldığını ve kameraya aktarıldığını söylemenin pek mümkün olmadığı yapımda, başkahramanlar öncelikli olmak üzere onların gerçek isteklerini, amaçlarını ve ne için savaştıklarını anlatan bir iç ses, dış ses, anı defteri, hatıra vb gibi kanallara başvurulmadığı için izleyenler karakterlerle özdeşleşememektedir. Bu da filmin temelde verdiği duyguyu tam olarak hissedememeye ve bu halin filmin sonuna kadar devam etmesinin yolunu açmaktadır. Bu bağlamda başlıca karakterler üzerinden bir çözümleme yapılacak olunursa başrol Erdal Beşikçioğlu özelinde birkaç hususa söylenebilir. Bunlardan birincisinin filmin ilk sahnesi ile alakalı olduğudur. Ankara'daki ilk sahnede İlyas Bazna (Erdal Beşikçioğlu), opera aryaları söyleyerek izleyici karşısına çıkmaktadır. Sesi İngiltere Büyükelçisi Sir Knatchbull-Hugessen (Tamer Levent) etkiler etkilemesine ama o sesin Erdal Beşikçioğlu'ndan çıktığına inanmak izleyici açısından pek mümkün ol(a)mamaktadır. Palyback için oyuncunun görüntüsüyle uyumlu başka bir ses olmalıydı diye düşündürmektedir. Aynı çizgide bir husus da şudur ki; büyükelçi ve istihbarat üyelerinin gerçek hayattaki resmi görüşlerine göre "biraz safça hatta aptal olarak nitelenen, İngilizce bilmeyen, kendi halinde bir hizmetkâr" olarak tanımlanan Bazna'yı canlandıran Erdal Beşikçioğlu'nun edası, cüssesi, karizmatik tavırları ve iletişime açık halleri nedeniyle pek de böyle olmadığı görülmektedir. Bu durumla uyumlu bir oyunculuk sergilenebileceği akıllara gelirken Erdal Beşikçioğlu ve Tamer Levent'in sahnelerini izlemek ise keyif vericidir.
İlyas Bazna'nın duygusal ilişki yaşadığı Alman Konsolosluğu personeli "Cornelia Kapp" ı canlandıran Burcu Biricik 'in ise tam anlamıyla Alman bir kadın rolüne ve görünümüne büründüğü söylenebilir. İki başrolün dans sahneleri hem eğlencelidir hem de dönemim ruhunu yansıtmaktadır.
Hitler dikkate alınmazsa filmin kötü adamı Almanya Büyükelçiliği'nde görev yapan "Ludwig C. Moyzisch" karakteri olduğu aşikâr olan filmde; Moyzich karakterini canlandıran Murat Garipağaoğlu'nu hem oyunculuğu hem de düzgün Almanca grameriyle filmin diğer oyuncularından rol çaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
İngiliz Konsolosluğu'nda "Wellington" karakterini canlandıran Makedonyalı oyuncu Ertan Saban'ın Kosova'da başlayan bu gerçek hayat hikâyesinde kendi doğal şivesini kullanarak yeteneğini sergileyeceği başka bir karakterde olması daha iyi olabilirdi. Yani filmde lokomotif görevi görecek, belki de bir miktar komedi tozu serpecek, onun tabii özelliklerini sergileyeceği Arnavut asıllı bir başka karakter kurgulanabilirdi.
Özellikle Churchill, Hitler ve Atatürk'ün kısa sürelerle gösterilmesi filmin diğer ayrıcalıkları arasında olsa da Hitler 'in gerçeğine göre daha uzun ve cüsseli bir oyuncu tarafından, İnönü'nün ise ona hiç benzemeyen bir oyuncu tarafından canlandırılması izleyiciye hayal kırıklığı yaşatmaktadır.
Son olarak filmin başında ve sonunda yoğunluklu devamında ise aralıklı olarak tüm film boyunca down sendromlu - özel gereksinimli çocukların yer aldığı bölümlerde görev alan masum tebessümlü çocuk oyuncuların oldukça başarılı olduğu söylenebilir.
Sonuç
Dekorları 1940 'ların Türkiye'si ile uyumlu, özenli hazırlanmış giysileri, arabaları, objeleriyle yüksek bütçeli bir yapım olduğu anlaşılan film; ele aldığı tarih, siyaset, aşk ve milliyetçilik konuları itibariyle savaşlarda kazanan olmadığının altını çizer gibidir.
İlyas Bazna'nın hikâyesi oldukça şaşırtıcı ve etkileyici olurken gerçek hayat hikâyesi olması filmin merak uyandırmasına neden olmaktadır. Melodram ve kaliteli dram arasında dengeyi yakalayamamış olduğunu üzülerek ifade edeceğim yapım, nefis bir tarihi kişiliğin tarihsel şuurumuzun gelişimine katkı sağlamak gibi bir katma değeri oluştururken bazen bir TV Filmi izlendiği hissini yaşatmaktadır.
Filmin kapsama alanı ve anlattığı konu itibariyle "uluslararası" olma özelliği taşıdığını unutmayarak içim rahat olmadan yaptığım bu "yapıcı" eleştirilerime rağmen oldukça emek verilerek hazırlanmış bir casus filmi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Henüz Atatürk Orman Çiftliğinin olduğu, kocaman ve yeşil bahçeleriyle büyükelçilikleri, nezih, şık ve takım elbiseli beylerin, saçları özenle toplanmış, şapkalı ve döpiyesli hanımların kaldırımlarda yürüdüğü günlerdeki Ankara atmosferini layıkıyla gözler önüne serdiği için tebrik edilesi bir yapımdır.
Beyaz perdeye aktarılması için yapımcıların dikkatini çektiği gibi kitaplaşması için başka yazarların da dikkatini çeken Çiçero vakası, yazar Richard Wıres 'in kaleminden "Kod Adı Çiçero" adıyla "II. Dünya Savaşı'nın En İlginç Casusluk Vakası" tanıtım cümlesiyle kitaplaştırılmıştır. Meraklısına bu kaynak da önerilir.
Yönetmen: Serdar Akar
Senaryo: Gürkan Tanyaş - Meriç Aydın
Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Burcu Biricik, Murat Garipağaoğlu, Tamer Levent, Ertan Saban
Süre: 126 dk
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 26.01.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.01.2022 21:53