Tarihsel Bir Fenomen: Selahaddin Eyyubî
Yönetici, Lider, Hükümdar, Efsane
Dünya tarihininbirçok büyük hükümdar gördüğü malumdur. Her biri ülkesi, milleti ve medeniyeti için önemli kararlar alan ve büyük başarılara imza atan seçkin isimlerdir. Hatta bazıları bilinen dünyanın büyük çoğunluğuna hükmetmiş efsane isimlerdir.
İlk olarak "Lider olunur mu yoksa doğulur mu?" sorusuna değinmek gerekir sanıyorum. Amerikalı gazeteci ve halkla ilişkiler uzmanı Mihaela Lica'ya göre cevap "evet" çünkü ona göre lider olunur, lider doğulmaz. Doğuştan lider gibi bir tanımlama mümkün değildir. Bu sadece diğer insanları kolay etkileyebilen kişiler için kullanılan bir tanımlamadır. Herkes başkalarına yol gösterecek özelliklere zaten sahiptir ve lider olmak o kadar da zor değildir. Bu hedefe ulaşmak için eğitim ve öğretim, teori ve pratikbirlikte ilerlemelidir. Zihinlerde ve yüreklerde merak, heyecan gibi katkıları oluşturmak şarttır. Kişinin dünyadaki genel eğilimleri ve yerel dinamikleri bilmesi, vizyoner olması gerekir. Liderlik, organizasyon ve değişim yönetimi, motivasyon, insani ilişkiler liderlik için önemli vasıflardır. Kurumların stratejik öneme sahip önceliklerini yönetmek lidere düşer. Bu vasıflara sahip herkes efsane olabilir mi? Elbette hayır. O zaman ismi efsaneleşmiş büyük liderlerin bu seviyeye nasıl geldiklerine bir kapı aralamak lazım. Hanedan üyesi sultanlar sultan olmak için yetiştirilir ve diğer hanedan üyeleriyle mücadele ederler. Layık olan, hak eden sultan olur. Hepsi olmasa da büyük işler başaran, büyük fetihler yapan sultanlar vardır. Buna mukabil bir de hanedan üyesi olmayan, adeta sıfırdan başlayarak ve tırnaklarıyla kazıyarak büyük olan, efsane olankomutanlar, liderler vardır. Bunu görmek için tarih geniş bir imkân. İşte Selahaddin Eyyubî böyle bir komutan ve sultandır.
Günümüzde yönetici ve lider arasındafarklar olduğu yaygın bir bilgidir. Meşruiyet kaynağı, yetki, güç ve bunların kullanım şekline göre fark ortaya konulur. Yönetici, planlama yapar ve çalışanlarla kaynaklarıkoordine eder. Lider ise, kişisel çekim gücü ve karizmasıyla üyelerini peşinden sürükler ve amaçlar doğrultusunda harekete geçirir. Güçlü bir lider iyi bir yönetici olamayabilir. Ancak iyi bir yönetici olabilmek için liderlik vasıflarına sahip olmak gereklidir. Esasen bu ikisi farklı olgulardır. Lider bazı işleri ve yetkileri yöneticileredevreder.
Saydığımız özelliklerin tamamına sahip bir karakter ararsak, tarihin derinliklerinde kalmış ender şahsiyetlere gitmemiz gerekir. Eğitiminden görev ve yetki paylaşımına kadar her özelliği bulabileceğimiz kişi Selahattin Eyyubî'dir. En ayırıcı vasfı da şudur: Bilinen dünyanın bütün ordularına karşı savaşmış ve onlarla baş edebilmiş hatta onları yenmiştir.
Tarihi Çerçeve
Haçlıların Kudüs'ü alıp 70.000 sivili öldürmesi (1099) üzerinden 70 yıl gibi bir zaman geçmiştir. Suriye'de Zengi'ler hüküm sürmektedir. Şam'da önemli bir konumu olan Necmeddin Eyyup'un kardeşi Şirkuh da Nureddin Zengi'nin en yakın komutanı ve arkadaşıdır. Necmeddin Eyyup'un oğlu Yusuf, Nureddin Zengi tarafından itinayla yetiştirilmiş, çok iyi bir eğitim aldırılmış ve "şahne" görevine getirilmiştir. İslam Ansiklopedisine göre, Şahnelik o dönemde kurulan bütün İslam devletlerinde bir şehirde "emniyet ve asayişten sorumlu" kişi demektir.
Bu sırada Fatımi Devleti kriz içindedir. Ülke vezirler marifetiyle yönetilmekte ve iktidar sık sık el değiştirmektedir. Haçlılar da Nûreddin Zengi de gözlerini Mısır üzerine dikmiştir. Mısır stratejik üstünlük demektir. Amcası Şîrkûh'la beraber 1164, 1169 Mısır seferlerine katılan Selâhaddin, usta bir komutan ve devlet adamı olarak öne çıkar. Daha önceki iki seferde vezir Şâver'in sözünde durmaması sebebiyle Şam'a dönmek zorunda kalan Şîrkûh, üçüncü seferde Kahire'ye girer. Fâtımî Halifesi, öldürülen Şâver'in yerine Şîrkûh'u vezir tayin eder. Şîrkûh iki ay sonra ölünce Fatımi Halifesi onun yerine yeğeni Selâhaddin'i vezir tayin eder. Selâhaddin hem Mısır yöneticisi hem de Zengi ordusunun komutanı olur. Selâhaddin, NûreddinZengî'nin izniyle ve onun nâibi sıfatıyla Mısır'ı ve Mısır'a bağlı yerleri müstakil bir hükümdar gibi yönetmeye başlar.
Selâhaddin Mısır'a hâkim olunca, Fâtımîler, onları destekleyen Haçlılar ve Bizanslılarla mücadeleye girişir. Fâtımîlerin isyanını bastırır. Haçlılar ve Bizanslılar Dimyat'ı kuşatır ama Selâhaddin karşısında başarı elde edemez. Mısır'a tam anlamıyla hâkim olan Selâhaddin orduyu yeniden teşkilâtlandırır. Sünnî medreseleri ve yeni kurumlar açar. Fâtımî bürokrasisini tasfiye eder. Nihayet Nûreddin Zengî'nin emri üzerine 1171 Fâtımî hilâfetine son verir. Hicaz, Yemen, Libya ve Tunus seferleri yapar.
1174'te Nureddin Zengi'nin ölümü üzerine, bazı komutanları 11 yaşındaki oğlunu tahta çıkarıp Halep'e götürür. Bu bir gelenek olan Atabeylik sisteminin uzantısıdır. Bu sırada Mısır'da hem ayaklanma hem İskenderiye'de Norman kuşatması vardır. Şam komutanları Selahaddin'i davet eder. Normanları yenip ayaklanmayı da bastıran Selahaddin harekete geçer. İki hedefi vardır: Nûreddin'in devletinin dağılmasını önlemek, Haçlıların elinde olan Kudüs'ü ve diğer toprakları kurtarmak... Bu iki amacına da ulaşmıştır. Selahaddin bu amaçlarına ulaşınca tabi olarak tepki Avrupa'dan gelir. Haçlı cephesinde de durum şöyledir: Selahattin Eyyubi'nin Kudüs'ü tekrar alması üzerine Alman İmparatoru Barbarossa Macaristan ve Bizans yoluyla Anadolu'ya girmiştir. Eşzamanlı olarak Fransa kralı II. Filip ve İngiltere kralı Richard ise Akdeniz üzerinden 'Akka' ya gelmiş ve şehri kuşatmışlardır. Aslan yürekli İngiliz birçok kez Kudüs'ü ele geçirmek için uğraşmışsa da Selahattin Eyyubi'nin başarılı taktikleri ile bu taarruzları sonuçsuz kalmıştır. Kudüs'ün Müslümanlarda kalması, Selahaddin'in ne kadar zeki bir komutan ve büyük bir lider olduğunu dünyaya kanıtlamıştır.
Şarkın Kartalı Selahaddin
Şair ve yazar Ali Emre'nin tarih üçlemesinin ikinci eseri olan bu roman 2018 yılında okurla buluştu. Nureddin Zengi / Şarkın Kandili romanından sonra Selahaddin / Şarkın Kartalı anlatısındaki tarihi seyir ve tiplerdeki bazı kesişmeler üzerinden okurun bir nehir roman dizisiyle karşı karşıya olduğu hissediliyor.
Roman, Şam muhafızlarından Şahinşah anlatımıyla başlıyor. Haçlıların Şam'ı kuşatması üzerine Necmeddin Eyyub'un büyük oğlu Şahinşah destansı bir direniş yapar ve şehit olur. Aile ve bütün sevenleri bu şehadetin acısıyla yüzleşmektedir. Kardeşi Yusuf (Selahaddin) bu durumu algılamaya ve sindirmeye çalışmaktadır. Henüz onlu yaşlarındadır. İleride en yakın silah arkadaşlarından olacak olan ağabeyinin oğlu Takıyyeddin'i de alıp oradan uzaklaşır.
Bu kitabın ilk sahnesine dair anlatımı, romanın tüm aşamalarının bu kıvamda ilerlediğine bir ön bilgi olması için yaptım. Kitaptaki sahnelerden fazlaca anlatmak niyetinde değilim. Çünkü bu anlatıların acı ve keskin tarafları çok güçlü. Ali Emre'nin şair kalemi bir mızrak gibi okuru etkiliyor ve yara bere içinde bırakıyor. Dolayısıyla okurun zihnini şekillendirmek istemiyorum. Ancak şu kadarını ifade edebilirim: Yazarın kadrajını çevirdiği dönemde geçen savaşlarçok iyi anlatılmış. Savaşın öncesi ve sonrası canlı bir oyun gibi, bir tiyatro sahnesi gibi bariz şekilde gösterilmiş. Mesela Şahinşah'ın atı saplanan oklarla adeta "dev bir kirpiye dönmüştü" den sonra Şahinşah'la birlikte attan düşüyorsunuz. Enli kılıcıyla ve küfrederek gelen haçlı Şahinşah'ın değil sizin üstünüze geliyor. Yeğenini terkisine bindirip ortamdan uzaklaşan Selahaddin değil siz oluyorsunuz. Hac kafilelerine saldırıp yağma yapan ve Müslümanları öldüren haçlı kontu Reynald'a karşı Selahaddin'in yaptığı cezalandırma harekâtını adeta siz yönetiyorsunuz.
Romanın değişik kısımlarında Selahaddin'in insani yanlarının ve zaaflarının nasıl avantaja dönüştüğünü görmek mümkün. Kendisine suikast düzenleyen ve canlı yakalanan haşhaşiyi affedip serbest bırakması da haçlı kontlarından Raymond'la yardımlaşması da ilk etapta tepki çekse de sonradan ne kadar faydalı hareketler olduğu ortaya çıkıyor. İnsanın zaaflarıyla insan olduğu, bu zaaf sayılabilecek özelliklerin zamanla avantaja dönüştüğü açıkça görülüyor. Çünkü Selahaddin mücadelenin ne kadar uzun soluklu ve çok aşamalı olduğunun farkında. Sultan Selahaddinyalnız ve mahzun bir insan. Aynı zamanda kişisel özellikleri etrafındaki herkese derinlemesine nüfuz etmesini sağlıyor. O önce kurucu, sonra koruyucu ve rehber. Nureddin Zengi'den tevarüs ettiği "birlik" fikrini incelten ve çevredeki bütün Müslüman emirliklerden karşılık alan, Van Gölü civarından Yemen'e kadar her bölgeyi birlik içinde eriten ve ayakta tutan bir sultan. Romanda Sultan Selahaddin'in hayatı boyunca süren mücadele, zengin ayrıntılar ve hikâyeler üzerinden aktarılıyor.
Nureddin Zengi'nin emri üzerine amcası Şirkuh'la birlikte Mısır'a üç sefer yapan Selahaddin Mısır'ı yönetirken Zengi'nin ölümü sonrası Suriye'ye gelir. Devleti ayakta tutması gereken ve beklenen doğal liderdir. Ancak uzun bir süre Müslüman emirleri bir araya getirmeye çalışır.Müslümanların birlik olup ayağa kalkmaları, fikrî ve fiilî uyanış için şarttır. Çünkü İslam beldesi olan Kudüs ve sahildeki bazı şehirler haçlıların elindedir. Sabırla ilmek ilmek örülen bir çaba… Selahaddin Eyyübi Kudüs'ün fethi için fetih öncesi 52 beldeyi fetheder. Böylece Kudüs'ün fethi için uygun ortam ve birlik sağlanarak Kudüs haçlılardan alınır. Sonra kıyamet kopar. Üçüncü haçlı seferi başlar. Üçüncü haçlı seferi Sultan Selahaddin Eyyubî'yi tarihi perspektifinde tanımamızı sağlayan önemli bir gelişmedir. Ağabeyi Şahinşah'ın şahadeti karşısındaki çocukça tavırlardan, Avrupa'nın bütün ordularına karşı adım adım bütün İslam beldelerini savunan, geri adım atmayan ve anlaşma yapmayan büyük bir strateji dehasına dönüşen bir lider var karşımızda. Avrupa'nın bütün orduları sözünü açalım; Alman ordusu, Fransız ordusu, İngiliz ordusu… Ayrıca İspanyol şövalyeler, Avusturyalı askerler, Ceneviz ve Venedik donanmaları… Son aşama olan Kudüs savunmasıyla Selahaddin Eyyubî efsane komutan seviyesine çıkar. Bu büyük mücadeleye girerken bütün İslam beldelerine, Bağdat'taki halifeden Endülüs'teki Muvahhidlerin halifesine kadar yardım talebinde bulunmasına; ordusunun Akka kalesi ve sahil savaşında askere ihtiyaç duyduğunda diğer devletlerden –gönüllüler hariç- yardım gelmemesine rağmen; halifenin askeri yardım yerine küçük bir miktar para göndermesi gibi hatta İslam âleminde birliğin olmaması etkenlerinin hepsine karşı Selahaddin'in büyük bir direnişle haçlılara karşı koyup onlara karşı zafer kazanması onu efsane yapıyor. Bu bağlama, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan'ın oğullarıyla süren taht kavgaları, Anadolu'dan geçen Alman ordularının durdurulamaması vb sebeplerden dolaylı da olsa Ortadoğu'daki kavgaya destek olamamasını da eklemeliyiz. Başka bir anlatı daha var aslında haçlıların attığı bir ok gibi yüreğimize saplanan… Selahaddin'in kızı ile karşılaşma sahnesi. Yıllarca cepheden eve gelemeyen, ailesine, çevresine vakit ayıramayan bir sultandır Selahaddin. Kızı ile karşılaşınca bir an kızını hatırlayamaması, sonra aralarında geçen konuşma ve kızı Munise'nin gözyaşları çok can yakıcı. İslam için adanmışlığın nasıl yapıldığını / yapılması gerektiğini gösteriyor. Bu minvalde, savaş bitince memleketine dönen bir grup mücahidin, bir aşiret düğününe tesadüf etmeleri üzerine yaşananları da anmak gerekiyor.
Sonuç
Günümüz gerçeklerinden birisi de "tarih" kelimesinin yalnız ilmi bir alan adı olmadığının nihayet anlaşılmış olmasıdır. Tarih artık, insanların dünyasında olup biten olayları; insanların değişik zamanlarda yapıp ettiklerini, kültürel, politik, dini, sanatsal hareketleri; özetle insanla ilgili her türlü faaliyetleri, özetle sebep ve sonuçları dile getirmektedir. Tarih kelimesinin belki de asıl anlamı budur. Çünkü bir bilim olarak tarih, insanın zengin ve karmaşık geçmişini olduğu gibi bilmeyi gerektirmektedir. Paradigmatik tarih paradigmatik yalan demektir. Resmi olanın dışına çıkmak da zorlu bir yolculuktur. Diğer yandan tarihi bilgilerin birçok defa kesintiye uğramış olduğu, tevarüs edilemediği de açıktır. Bu kesintinin başı Nuh Tufanı ise mesela, son sıraya da devrim tarihini alabiliriz. Çünkü bütünü, bütünlüklü bir bakış açısıyla görmek, mihver meselelere derinlemesine nüfuz edebilmenin de yöntemidir.
12.Asırda İslam dünyasında yaşanan büyük çözülmeyi bir realite olarak algılayamamanın sonuçları ortadaydı. İslam'ın kutsal şehri Kudüs elden çıkmış, bu kaybın psikolojik ağırlığı İslam dünyasının üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Bozulan dirlik ve düzeni kuracak, İslam dünyasına umut olacak güçlü ve karizmatik bir lidere ihtiyaç vardı. Bu liderin aynı zamanda doğal lider olması gerekiyordu. Bu karakterdeki tek kişi de Selahaddin'di. Ne bir hanedan üyesiydi, ne kişisel hırsı vardı. Tek davası yukarıda saydığımız zaafları gidermekti. Babadan emir-komutan-vali gibi unvanlara sahip olan pek çok kahraman-mücahit onun cihat davetine uyarak mücadele etti. Bu kısmı Üstad Sezai Karakoç'un "Çıkış Yolu 1" eserinde yaptığı ilginç bir tespitle bağlayalım: "Allah'ın biz Müslümanları bu coğrafyada yaratmasında bir hikmet vardır. İslam medeniyeti (batı ve doğu) bu iki medeniyetin ortasında bir medeniyettir ve onda da bakıyoruz ifrata ve tefrite karşı dengeler vardır. Ne zaman ki İslam parlak bir medeniyet ve güç sergilemişse o zaman, batı akınlarını durdurmuştur."
Ali Emre, üçlemenin ikinci romanı olan Şarkın Kartalı / Selahaddin eserinde de tarihi gerçekliğe uygun bir kurgu oluşturmuş, bu kurgunun karakteri olan Yusuf-Selahaddin'i örnek-model bir mücahit olarak sunmuştur. Kahraman arayışı için ideal bir karakterdir Selahaddin. Bu çalışma bütünlüklü bir profil, geniş çaplı portre oluşturmuştur. Bu eserin dili geniş ve sahici bir Türkçedir. Sahici Türkçe, uydurmacılıktan uzak bir dili imliyor. Ali Emre'nin üslubu sıcak ve samimi, yer yer okuru o atmosferi yaşamak zorunda bırakacak kadar canlı, acı ve keskin tarafları ise bir mızrak gibi okuru yara bere içinde bırakacak denli güçlü. Kendi metinlerimize, kendi hikâyemize dönme, hâsılı kendimize gelme yolunda büyük bir adım bu eser. Okuma faaliyetlerinin gediklisi olması gereken bir eser. Bu faaliyetleri önemseyenlere duyurulur.
Selahaddin - Şark'ın Kartalı
Ali Emre
Alaz Kitap
508 sayfa
5. baskı
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 29.03.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 26.03.2023 23:49