Taş Sektirme Ustasına Taşlar Üzerine Bir Mektup
Sevgili Resul Bulama, Sabırla, taşlaşmış düğümleri çözdürdünüz. Çok düşündüm. Neden taş. Ayna taşı, soluk taşı, yâda taşı, ahlat taşı, safir... Benim bilmediğim ne vardı bu taşlarda? Taşlar hakkında hiç düşünmediğimi fark etmemle merakım perçinlendi.
O, taşın gizemini görmüştü. Yaşamın düğümlerin biliyordu. Düğümlerin yeri belliydi. Görmek gerekiyordu. O, biz okurlara, taşın sırrını gösteriyor, anlatıyor anlamlandırıyordu. Bize sadece o sırrı çözmek düşmüştü.
Kıymetli bir dost kalemini okumak harikaydı. Sizin ruhunuzla muhabbet etme olanağı bulduğum için mutluyum. Ve iyi bir dosttan öylesine değerli şeyler öğrenmenin kıvancıyla yüklüyüm.
Eserimizin ana karakteri iddialı: "En iyi taşı seçmesini de en uzağa fırlatmasını da ben bilirim." diyor. Oturup düşünüyorum. Hiç taş sektirmemiş biri olarak, ustalıkla ortaya koyduğunuz ilk eserinizde anlaşıldığı üzere, geniş okuma kültürünüzle içli dışlı olduğunuz yazma sanatınızın sizi getirdiği noktaya hayranlık duydum. Evet, yine bir uzun cümle kurdum. Uzun uzun cümleler kurduğum eleştirisini bana yönelten ilk dostum değildiniz. İyi ki sizin gibi içten dürüstlüğe sahip dostlarım var. Dost elinden okuma zevkine varmak ne hoş, nicelerini diliyorum.
Neden sonra farkına varıp, fırlattığı bütün taşları, yoluna kendi döşediğinin farkına da varırdı belki bir gün insan. Artık klişeleşmiş şu ifadedeki gibi: "Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir." Ya da Mevlana'nın dediği gibi: "Denizin dibindeki incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar." Belki de sizin dediğiniz gibi: "Taşlara olan merakım maddiyatla değil, nasıl gideceğiyle ilgili. Onları suyun üstünde giderken seyretmeyi seviyorum. Hiçbiri diğerine benzemiyor sekerken, insanlar gibi değil. Nasıl gideceklerini kendileri belirliyor çünkü hepsinin yüzeyi birbirinden farklı. Avuca aynı derecede oturmadığı için fırlatırken benzer şekilde gitmiyor. Aynı zamanda su gibi pürüzsüz olması da tekrar sekmek için bir ivme kazandırıyor. Bir de suya temas etme noktası var tabi, o hızla giderken ne kadarlık bir yüzeyin değdiği çok önemli. Diğerlerini geçebilmiş olması bu yüzden." (s.29)
Yüreklerin ustalığını bırakalım da şairler yapsın: "Suya düşen bir karanfilse yüreğin, bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm vursun seni o taştan bu taşa o çağlayandan bu çağlayana." Bu söz ile Ahmet Telli, ustalıkla anlatacağı; taşın özü duyguyla hissettiriliyor yüreğe.
Aynadan kendine bakar insan, aynada asılı olana neden bakmaz ki babalar? İşte bakar da göremez insan, görür de anlamaz babalar. Güçlü dursun isterler evlatlarını. Kırılgan olmasın diye sevgiyle yetiştirmek istemezler. Hayatın karşısında cesur dursunlar diye belki de. Görmüşsünüz yüreği, taştan ama taş yürekler, hiç heves bırakmamış ki. Yoksa iyi anlıyordunuz taşlardan, çok da iyi anlatıyorsunuz; Mustafa Ulusoy gibi "Öyle taşlar var ki; taş kalplilere inat, bağrında Rahmet taşır." Eğer, insana ve hayata taştan bakamasaydınız: "Taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir." Derdik, Tartokower gibi. Taşı fırlatıp bekliyorsun nereye kadar gideceğini bekliyorsun merakla. "Başımıza gelen herhangi bir belâda, tesirinden çok niyete bakarız. Damdan düşen bir kiremit bizi daha çok yaralar. Fakat kötü bir elin attığı taş kadar kederlendirmez. Taş hedefe değmeyebilir: Fakat niyet yapacağını yapar." Jean Lecgues Rousseau'nun tespitine katılmamak mümkün değil.
Değerli Yazar Neşe Cengiz, değerlendirmeye aldığı eserinizin en doğru noktalarından yansıtmaktadır. Düğümleri çözüldükçe noktaları birleştirdiğimizde ortaya çıkan insan olma yolculuğunu şöyle özetler Cengiz:
"Resul BULAMA, titizlikle meydana getirdiği bu kitapta her duyguyu oya gibi işlemiş. Motifler sade olduğu kadar dikkat çekici. Asıl başarının bu olduğunu düşünüyorum. "Taş Sektirme Ustası" cismi küçük, etkisi büyük bir eser. İçinizdeki taşları yerinden oynatacak bir yolculuğa davet ediyor. Bazen taşların yerinden oynaması lazım. Yeniden başlayabilmenin ilk kuralı bu. Rotanız 'Çok Satanlar' rafları değilse, bu yolculuk ruhunuza iyi gelecek. Kendinizle yüzleşeceğiniz bu yolculuğu deneyimleyin. Unutamayacaksınız."[1]
Yenmekten başka bir şey umurunda değil taşın. Hayat, taş sektirmekle mi geçecek kıymetli dost? Kazananı kim olur? "Her yerimi ağılı sinekler sokmuş, hınzırlığın nice damlalarıyla bir taş gibi oyulmuş, öylece otururdum onların arasında. Hele kendilerine iyiler diyenlerin, en ağılı sinekler olduklarını gördüm: onlar tam bir suçsuzluk içinde sokarlar, tam bir suçsuzluk içinde yalan söylerler." Fredrich Nietzsche'nin içi rahat değil baksanıza.
Galibiyet taşın kederi midir?
"Siz çoksunuz, oysa ben tekim. Bana dilediğinizi söyleyin ve yapın. Dişi koyun gecenin karanlığında kurtların avı olabilir. Fakat kanı, vadinin taşlarında tan ağarıp da güneş yükselene değin duracak." taşalar ele verir der, Halil Cibran, Öykülerinizde belirgin kıldığınız nesne; taş, ruhunuzu ele veriyor değerli dost. İnsanın zayıflıklarına taş ile getirdiğiniz ironiden yola çıkarak yirmi iki öykünün olay örgüsünü bu zayıflıklarla kurduğu bağa yaşamı yasladınız. Serip düğümleyip içinizi döktünüz. Kısa cümlelerle sade edebi dilinize özgün anlatımınızın derinliğinin oluşturduğu yapı taşlarıyla: "Acı bilincin taşıtıdır." diyen Buddha'nın sözünü anımsatmaktasınız.
Eser üzerine bir diğer değerlendirme yazısı yazan Necla Dursun'un da ifade ettiği şekliyle:
"Okudukça bir parça Oğuz Atay yalnızlığı, kalabalıklardan uzak durma isteği, "ben bana yeterim" düşüncesi, kahramanın iletişim kurma isteksizliği, sosyal hayata karış(a)mama izlekleri varsa "korku" teması yok satırlarda. Anlatılması zor bir nesne olan taşlarla hayatı anlatmaya çalışan yazar suya her bir taş fırlatılışında okuru da yanında o yere götürmüş kitabın kahramanı genç adam. Yani Selim Bey 'in oğlu.[2]"
Kasabayı ardında bırakıp gidenlerden değildi. "Yuvarlanan taş yosun tutmaz." Publilius Syrus bu sözünü Rüstem Bey'in oğlunun yaptığı gibi ardına bile bakmadan gidebilenler için söylemiştir, sanırsam. Bunu yapamayan Selim Bey'in oğlunun bu yalnızlığı haklı sebeplere dayanmakta. Bu sebep insanlığın köklerine olan bağının taşlaşan temeline bağlıdır. "Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı da taş kesildi, hatta taştan daha katı oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki bağrından ırmaklar çağlar. Öylesi de vardır ki, çatlar da arasından sular akar. Bazısı da Allah korkusundan yuvarlanıp düşer. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir." Bakara 74. Ayet. Oturuyordu kilit taşı gibi yerine?
"Bazı taşlar rüzgârla, bazısı suya değince bulur kıvamını. İnsanlar niye farklı olsun? Sonuçta onlarda topraktan gelmedi mi? Kendi yuvasında kalırsa ona şekil vermeye çalışır herkes." (s.116) Taş olmayı bırakmayı hafife alma sakın. "Taş olsam yandım idi. Toprak oldum dayandım." diyerek yüreğe seslenen usta Aşık Veysel'e olsun yeter ki. Yoksa taşa benzediğini fark etmezsin bile. Neden bağlanıp kaldığını anlaman geç olur. Arkana bakarsan bağlarından kurtulamazsın. Diyorsunuz, çocukluğumda içime oturan; tek taş anım aklıma geliyor. Mahallemizin ablalarının bize dokuduğu üç yirmi ilmekle kurulan büyük halı, kırk beşinci gününde tamamlanıyor o gün. Herkes sevinçli. Son ilmeği atılarak telleri kesiliyor ve kestellik için sevinçlerini tatlandırmak adetten. Dokumacı kızlara çikolata almam için annem beni bakkala gönderiyor, o ikindi. Babamın terzi dükkânının hemen karşısındaki Ali Çavuş'un bakkalında alıyorum soluğu. Bana bir sakız açıp veriyor. Bisküvi, çikolata, gofret, sakız ve şekerlerle dolu poşetimi alıp eve dönüyorum. Massey Fergison'un horultusunu duymamla karşıya geçmek isterken ayağım taşa çarptığı gibi yüz üstü başka bir taş üstüne kapaklanıyorum. Poşetim dağılıyor. Ön dişlerimi kırıyor, dudağımı kesiyor o taş. Gözyaşımı ve kanı koluma silerek ağlaya ağlaya dönüyorum eve. Çocukluğumun acı taşı. Taşlarla bir daha bağ kurmama nedenim oluyor belki de.
Tek taş anımı aklımdan çıkaramamıştım. İnsan tek taşı anısından nasıl çıkarıp nişan atar, düşünemiyorum bile. Karakterimizin içine oturan tek taş ise taşlarla bağ kurma nedeni olabilir. Tüm suç o tek taşın. Taşı anılarına ve parmağına takamayan bir pişman takan bin pişman sanırsam. Başarabilirsek eğer kafaya takmamak en iyisi kıymetli dost. Yoksa "Yeryüzü taşla doludur ama pek azı boyunlara kolye olur." diyen Shelley çok haklı.
Eseri okurken taşlaşmış düşüncelerimi kristaller gibi tuzla buz eden kırılma noktasını paylaşmak istiyorum. Karakterimizin, bulduğu çeşitli taşların özellikleri ve sunduğu perspektifler değişime neden olan güçteydi. Safirin denize fırlatılıverildiği an içimde bir şeylerin koparılmış gibi bir irkilme hissine neden olmasıyla etkilendim. Bu kopuş sanki ayağıma bağlı bir taşın, derinlere beni çekerken ipinin aniden kopuşu gibiydi. Sonra kitabı elimden düşürecek gibiyken dizimin üstüme koyup düşündüm. Hafiflik hissi doğuruyordu. Eseriniz okurda zincirlerini kıracak etki yaratmakta. Sarı safir, bir gece suya batmayacağını okuyana kadar nefessiz okunuyor. Sonrasında nefesini tutmayı bırakıyor insan.
Bir cümle bir düşünme örüntüsüyle hacmi küçük ihtivası derin eserin okuması tamamlanıyor. "İyi yontulmuş taşlar, harca lüzum kalmadan kendiliklerinden birleşirler." diyor Cicero. İşte tam da öyle. Bir öykü bir taş ağırlığında olabilir mi? Oluyormuş meğer. Sevdiğiyle birlikte bir öyküye inanmak istedi karakterimiz, sadece bu. "Terk eden kişi, kendinin asla terk edilmeyeceğine inanan insandır. Heykelini dikmeye ise gerek yoktur, çünkü o zaten taştandır. Diye öğütler Paul Auster. Ama karakterimiz, terkedilen ve terk edemeyen taşa bağımlı bir tipolojidir. "Kibir bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur." diyen H. Bayram Veli'nin sözünde olduğu gibi ayaklarına bağlı taşın tek gerçeğiyse derine çabuk batıracağının kesinliğidir. Hoyrat bir denizde olan taş ne yapsın? Işıldayan denizde olan taş ile aynı mıdır? Çölde ufalanan taş ne yapsın ya? Ne hallerde olursa olsun taş taştır demeyin sakın. Bağra bastığımız taş, yaremize çare mi? Dayanılmaz güzelliğini ve rengini kıskanır bahar. Acılı bir bahardı. Yaşamın bir parçasıydı pek tabi. İçinde kalmasın sırrını söyle bilelim. Sabır taşı sırrını taşıyamadı. Acılı baharın taze çiçekleri üstüne çiğ gibi çöktü. Size söylüyorum taşlara sır vermeyin sonra dayanamayıp çatlıyorlar.
Sonuç olarak, aile ve toplum tarafından sık sık yapılan tenkit ve çıkışlar şiddetini kaybeder. Tıpkı bir tanesi insanın ayağını acıtan çakıl taşının; pek çoğunun üzerinde yüründüğünde tesirini kaybetmesi gibi." bu doğru yaklaşıma sahipti Andre Gide. İnsan, doğasıyla insana, köklerine, taşına ve toprağına bağlıdır. Kopamaz. Kopamaz ama hep uzakları merak eder. İster bağlı kalsın ister uzaklara gitsin nerede olursa olsun insan daima dertli ve kederlidir. Bırakıp giden sevgilinin tadı siner havasına suyuna, taşına toprağına, kasabada ne varsa ona benzer. Geçmişine bağlı karakterimiz kendini kurtarmak ister. En sonunda orada en önemli taş atışını yapar.
Taş Sektirme Ustası, Resul Bulama, 120 sayfa, Şule Yayınları, Ocak 2023
[1] Neşe Cengiz, https://www.kitaphaber.com.tr/misafir-kosesi-a103/ https://www.kitaphaber.com.tr/
[2] Kitap Haber www.kitaphaber.com.tr Taş Kâğıt Makas 28.02.2023 09:00 - Necla DURSUN
Yazar: Ülker GÜNDOĞDU - Yayın Tarihi: 19.04.2023 11:00 - Güncelleme Tarihi: 19.04.2023 11:34
Ülker Hanım oya gibi işlemiş, kişisel tarihinizdeki tek taş anınıza ve taş hakkında ne varsa taş üstünde taş bırakmamacasına yazmışsınız. Hatta "Taş Sektirme Ustası 'nın elindeki de dahil :) Emeğinize sağlık.
"Sevgili dost," Taş Sektirme Ustası'na dünyayı gezdirmişsiniz. Bütün okumalarınızı, naif dünyanızı, gönül zenginliğinizi gördüm. Teşekkür ediyorum.
Sevgili Resul Bulama ve Necla Dursun, Nezaketinize minnetle teşekkür ediyorum. Emelimize hâlâ kim yakın kim uzak? Görünmüyor kader. Okuma sevdası bizi yazmaya tutsak ediyor. Yaramıza kalem çok mu? Öyle ki; eserinleyiz şimdi, tüm emeklerinizi toplayın şimdi. Daha nasıl desem ki teşekkürler, teşekkürler iyi ki yazıyoruz teşekkürler.