Tehlikeli Bir Şiir Tekniği Olarak Tahkiyenin Varlığı Ve, Edebiyat, Ethem ERDOĞAN

Tehlikeli Bir Şiir Tekniği Olarak Tahkiyenin Varlığı Veya Belya Düz Şiirine Bir Bakış yazısını ve Ethem ERDOĞAN yazarına ait tüm yazıları Kitap

Tehlikeli Bir Şiir Tekniği Olarak Tahkiyenin Varlığı Veya Belya Düz Şiirine Bir Bakış

03.10.2016 09:00 - Ethem ERDOĞAN
Tehlikeli Bir Şiir Tekniği Olarak Tahkiyenin Varlığı Veya Belya Düz Şiirine Bir Bakış

Tahkiyenin kelime anlamı; hikâye etmek, hikâye anlatmak, hatta hikâye gibi anlatmak demektir. Tahkiyede hareket esastır. Eylem, olguların birbirini etkilemesinden doğar. Bir durumdan diğerine; bir sahneden başkasına zincirleme olarak geçilir. Kısaca, olayların gelişimi ve birbirine bağlanışı hareket öğesiyle olur.

Tahkiye anlatı geleneğimizde yöntem olarak kullanılmış bir argümandır aslında ve günümüzde de kullanılmaktadır. Geçmişte eğitim-öğretim yöntemi iken günümüzde şiir tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişte büyük öncüler; hayat tarzını dikte etmek yerine, şiirize öykülerle bir öğretim tarzı geliştiriyor, etkili anlatım biçimlerinden birisinden faydalanmış oluyorlardı. Hoca Ahmet Yesevi’den Mevlana’ya kadar amacı şiir olmayan öncüler (amaç inançlarını farklı kişilere farklı yollarla anlatabilmektir); tahkiyeyi bir tarz olarak kullandılar. Çünkü bu teknik sayesinde zor konular kolayca anlatılır, akılda kalıcı özellik olarak da nazmın o günkü olmazsa olmazlarından (vezin, kafiye) faydalanılırdı.

Kuran’daki anlatı tekniğini model alan İranlı ustalardan (Attâr ve Sa’dî-i Şirâzî) sonra asıl başarıyı Mesnevî’siyle Mevlânâ gösterir. Bu teknik sonraları edebiyat birikimimizde amacı sanat olan şairlerde de görülür. Klasik şiir, formel-biçimci bir şiirdir; kültür ve hayat tarzına bağlı olarak gelişmiştir. Bu hayat tarzında en güçlü şiir damarı olan gazellerin bile tahkiye tarzını kullanarak (Meni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı / Felekler yandı âhımdan muradım şem’i yanmaz mı-Fuzuli) devrin algı biçimini ifade etmesi, Tanzimat'la birlikte edebiyatımıza girdiğini kabul ettiğimiz hikâye, roman ve tiyatro gibi tahkiye türlerinin bizde farklı formlarda bulunuyor olmasının yansıdığını ifade eder.

Klasik Türk Şiirini eleştirenler, şairin gerçeklikle kurduğu ilginin çok zayıf muhayyel ve fizikötesi tablolarla, somut olanın ve yaşantının uzakta kalması üzerinde en çok dururlar. Oysa ‘yeni edebiyat’ olarak Tanzimat'tan sonra ortaya konan nazımda da sadece somut olan, yaşanan ve yeni adını oluşturmak-hak etmek adına sadece içerik olarak kullanan toplumsal-siyasal bir algılayış vardır.

Mitlerden, destanlara; Halk hikâyelerinden Mesnevilere uzanan çizgi tahkiyenin proto-ilk dönemi; Tanzimat sonrası anlatı dönemi ise modern-son dönemidir.

“Sultanbeyli’ den Nişantaşı’na Türk Şiiri” Dergah, Fayrap, Mahalle Mektebi gibi dergilerde şiirlerini yayınlayan Belya Düz’ün ilk şiir kitabı. Okur Kitaplığı şiir serisinden. 92 doğumlu şairin ilk kitabı. 2016 Şubat ayında çıkmış.

Yukarıdaki girişi yapmam için beni zorlayan şairin “Elli gündür bir şey yazmıyorum.” mısraı oldu. Günümüz şiirinde mısradan uzaklaşma temayülünün bir şekilde görünür oluşunun verdiği huzursuzluk kadar, nesre/anlatıya yaklaşan hatta yaslanan şiir de huzursuz ediyor beni. Bunun kişisel olduğunu söylemek de öyle. Nedense (!) başkalarının da rahatsız olmasını bekliyorum.

“Elli gündür bir şey yazmıyorum.” Mısraında bir anlatının giriş cümlesinde gibi hissettim kendimi. Mesela; "Mutlu aileler birbirlerine benzerler.” (Leo Tolstoy-Anna Karenina), "Mrs. Dalloway çiçekleri kendi alacaktı." (Virginia Woolf- Mrs. Dalloway) Oysa içindekileri incelerken iki bölüme ayrılan kitabın ilk bölümü için “Sonra uyandık ve kredi kartıyla kurban kestik” adının verildiğini görerek ürpermiş ve heyecanlanmıştım. Heyecanlanmam sıkı bir modernite eleştirisi beklentisini içeriyordu. Bu beklentimin cevaplandığını sevinçle söyleyebilirim. Öte yandan tahkiyenin dozu ve mısraı kaybetmenin düzeyi beni endişelendirdi.

“Zihnimi mevzileyen bir Türk şiiri vardır / yeni eril bir söylem olarak değil / birini cinsiyetçi bulmandaki o entelektüel hava hiç değil / daha iyi bir kariyer için akreditasyon kartından da bahsetmiyoruz / torununa boyunluk ören babaanneden mesela bahsediyoruz” (Fakat Güzel Kınadık II) Şiirdeki anlatıya dikkatinizi çekmek isterim. Bu içerikte bir öykü ya da roman yazmak mümkün. Kurala göre ‘başka bir disiplinle yazabileceğiniz ürün o türde yazılmalı.’

Metinde geçen güncel ve somut gerçekler üzerinde durmak gerekir. Aynı bölümden, esasen kitabın tamamında bulunan somut ve günceli örneklersek; kariyer, akredite, cinsiyetçilik, kavramlarına bakmak gerek. Her şairde gördüğümüz ideal dünya kurgusu, Belya Düz’de tersinden kurgulanmış. Somut ve güncelin eleştirisi bunu okuyucuya sunuyor.

Her anlatıda yer yer rastlanabilecek jargonlar mümkündür elbette. Anlatının ulaşacağı amaç açısından belki zorunludur da. Şiirde genç bir şairin hangi imgeyi kuramayıp da argoya yer verdiği tarafımca malum değildir. Tahkiye-somut ve güncel mısra içinde argo: “tartışma bitince çakozladığın o final cümlesi”, “of lan çok sempatik buluyorlar birbirlerini”, “ya bu şiiri okursa cartayı çekerim…”, “yüzlerine simler metaller taktılar metaforlu dövmeler sürdüler icabında.” Gibi.

İlgimi çeken hususlardan biri de şairi özellikle mısradan kaçıyor gibi görmek. Mısraın yakalanması bir şiir için ilk önceliklerdendir oysa. Mısradan kaçarken güncel ve somut olana yakalanıp nesre yaslanıyor şair. “elimi kaldırdım garson bize iki çay bir şair buluşması / ‘ben çay sevmem’ dedin ve bütün demlikleriyle çay ocakları yenik düştü.” Aralara sıkışan buluşlar üzerinden şiiri kotarmak düşünülecek en son şey. Aslında kaçış. İmgeden kaçış. Şiirin içindeki diyaloglar manzumeye götürüyor bizi.

Diğer ilgi çekici şeylerden birisi de buluşun değişik olduğu ama anlamın fazlaca itici geldiği “annem teheccüde kalkıyor iyi biridir şiir bilmez” mısraı. Şiirin iyiler için olmaması düşüncesiyle (kısmen) girilen bohem. Evet, şiir bohem işidir! Bohem kötüdür! Şiir kötüdür! Oysa şiire yüklenen bilinç-şuur insanı inceltir. ‘Bulunç’u (vicdan) keskinleştirir.

Bunların yanında ve daha güçlü olmak üzere, sağlam bir modernite ve İslamcılık eleştirisi var. En çok da bu eleştirinin hayatın içinden alıntı olması hoşuma gitti. Modern insanın yaşamından bir kesit olarak ve kanlı canlı karşımızda oluşu. Yukarıda yaptığımız somut-güncel-tahkiye eleştirisine bu kısımda girmiyorum. Çünkü sosyal rahatsızlıkların bir kez yüksek sesle ifade edilişine tanıklık ediyoruz. Anlamsal sağlamlık teknik eleştirinin önünde bu kısımda. “Müslümanlar devleti öğreniyor hoşlarına gidiyor kaymak tabaka oluyorlar / yeni bir dindarlık yaşanıyor şimdi fetva programlarıyla namazı öğreten seccadelerle” Bu mısralardaki eleştiri konusu İslam(cılık) değil; kapitalizmin tüm değerlerimizi kuşatan doymazlığı. Doymazlık kendini Müslüman olarak takdim eden ve siyasi erke bu kılıkla yaklaşanlarda da mebzul miktarda var. Aynı şekilde zamanın açık renkli hatta renksiz, geçmişi devrimci ya da batı uşağı tipler de söz konusu eleştirinin kapsamında. “Dava adamıydılar ihale ihale abandılar istanbul’a / işe alırken beyaz şaraptan sordular / slim fitten estetik ameliyatlı yerlerinden selfi çubuğundan / ve yüksek “ bir miktar kafelerden göründüler”


Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 03.10.2016 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.09.2016 22:06
4541

Ethem ERDOĞAN Hakkında

Ethem ERDOĞAN

Kütahya doğumlu. 1995 yılında Alkım edebiyat dergisini bir grup arkadaşıyla beraber çıkardı. Yazı ve şiirlerini Alkım, Kırağı, İpek Dili, Edebiyat Ortamı, Hece ve Yediiklim edebiyat dergilerinde yayınladı.

Ethem ERDOĞAN ismine kayıtlı 176 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 4 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitapyurdu.com