Toplum; Sözleşmeye Dayanır, Düşünce, Mustafa BUĞAZ

Toplum; Sözleşmeye Dayanır yazısını ve Mustafa BUĞAZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Toplum; Sözleşmeye Dayanır

02.12.2022 09:00 - Mustafa BUĞAZ
Toplum; Sözleşmeye Dayanır

Giriş

1762'de yayınlanan ''Toplum Sözleşmesi'' kitabı Jean Jacques Rousseau'nun en önemli yapıtı olarak bilinir. Yazar, bu eseriyle adaletli ve eşit bir toplumun nasıl kurulabileceğinin düşünsel temellerini atıyor. Ve kitabına çok meşhur olmuş şu çarpıcı cümleyle giriş yapıyor: ''İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.'' (Rousseau, 2006: 4)) Rousseau, insanın özgür doğduğunu söyleyerek kendinden önce gelen Grotius, Hobbes ve Aristoteles gibi isimlerden ayrılıyor ve onların düşüncelerini eleştirerek çürütmeye çalışıyor. Çünkü bu düşünürler, insanın yaradılıştan eşit olmadıklarını, kimisinin köle kimisinin efendi olmak için dünyaya geldiğini, doğasının vahşi olduğunu ve yönetilmeye mecbur olduklarını iddia ediyorlar. Rousseau, kitabının giriş bölümünde bu tür düşünceleri tartıştıktan sonra kitabı yazma niyetini ve yazarken kullanacağı yöntemi şu sözlerle anlatıyor:

''Niyetim, insanları oldukları gibi, yasaları da olabilecekleri gibi ele alıp, toplum düzeninde güvenilir ve haklı bir yönetim kuralı bulunup bulunamayacağını araştırmaktır. Bu araştırmada, adalet ile fayda birbirinden ayrı düşmesin diye, hakkın onayladığını çıkarın gerektirdiğiyle uzlaştırmaya çalışacağım.'' (Rousseau, 2006: 3)

İnsan Doğuştan Özgürdür

Rousseau, kendinden önce gelen Hobbes ve Locke'un görüşlerinden farklı olarak insan doğasının kötü olduğuna inanmaz. Onlar insanın doğasının kötü olduğunu ve ancak devlet aracılığıyla ehlileştirilebileceğine inanırken Rousseau, insanın doğuştan özgür olduğunu, sonra toplum ya da devlet tarafından köleleştirildiğini öne sürer. İşte bu yüzden kitabına şu çarpıcı sözlerle başlar:

''İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.'' (Rousseau, 2006: 4))

Peki neden böyle olmuştur? Doğada özgür ve eşit olarak yaşayan insanlar nasıl oluyor da toplum düzenine geçince zincire vuruluyor? Rousseau'ya göre mevcut toplum adaletsizlik ve eşitsizlik üzerine kurulmuştur. Bu eşitsizliğin kökeninde de özel mülkiyet vardır. Zamanın başlangıcında özel mülkiyet yoktu. Bütün yeryüzü insanların ortak malıydı. Zamanla adamın biri çıktı ve belli bir miktar araziye çit çekti. Burası bana aittir, dedi. Diğerleri de bunu onaylayınca özel mülkiyet dönemi başlamış oldu. Eğer insanoğlu bu paylaşıma karşı çıksaydı belki de uğruna büyük savaşların yapıldığı ve çokça kanların döküldüğü mal mülk tutkusu ortaya çıkmayacaktı. Bunun sonucu olarak da toplum zengin fakir gibi sınıflara bölünmeyecekti. Rousseau bu durumu ''İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'' isimli eserinde şöyle anlatır:

"Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip 'Bu bana aittir!' diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. (Rousseau, 2013: 133)

Kölelik İnsan Onuruna Aykırıdır

Yukarıda, doğa yasaları gereğince yaşayan insanlar özgür ve eşittirler, toplum düzenine geçince bu mutluluğu yitirirler demiştik. Rousseau'ya göre doğada kölelik de yoktur. Kölelik kurumunu doğuran eşitsizlik ve adaletsizlik temelinde kurulan toplumsal yapıdır. Bir avuç güçlü insan başkalarını buyruk altına alarak insanlar arasında kölelik-efendilik ilişkilerini başlatmıştır.

Kölelik, insanın yaradılışı ve onuruna aykırıdır. Güçlünün haklı olduğu bir düzende hak ve ödevlerden değil bir mecburiyet ve boyunduruktan bahsedilebilir. İnsan özgür iradesiyle karar vermelidir. Kaba güç, baskı ve zorlama ahlak ve onuru ortadan kaldırır: ''İnsanın isteminden her türlü özgürlüğü almak, davranışlarından her çeşit ahlak düşüncesini kaldırmak demektir.'' (Rousseau, 2006: 9)

Ayrıca duruma hangi yanından bakılırsa bakılsın, kölelik hakkı sadece haklı olmadığı için değil, anlamsız ve saçma olduğu için de geçersizdir. Kölelik ve hak çelişmeli sözlerdir, birinin bulunduğu yerde öteki bulunmaz. Kölelik öyle ağır zincirler vurur ki kölelerin sırtına bir noktadan sonra köleliklerinden kurtulmak yerine onu kabullenmek hatta onu sevmek zorunda kalırlar. Doğalarının ve kaderlerinin bir parçası olduğuna inanmaya başlarlar. Ve sizin onları aydınlatmaya çalışmanız beyhude bir çaba haline gelir. Onları bu durumdan ancak yeni bir toplumsal düzenle, yani toplum sözleşmesiyle kurtarabiliriz:

''Madem hiçbir insanın benzeri üstünde doğal bir yetkisi yoktur ve madem kaba güç hak yaratmaz, öyleyse insanlar arasında her çeşit haklı yetkenin temeli olarak, kala kala sözleşmeler kalıyor.'' (Rousseau, 2006: 7)

Toplum Sözleşmesi

Toplum sözleşmesi şu sorunun çözüm yolunu vermelidir: "Üyelerinden her birinin canını, malını, bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan, hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun. (Rousseau, 2006: 14)

İşte, toplum sözleşmesinin tartıştığı ana problem budur. Peki bu nasıl olacaktır? Her insan herkesle birleştiği halde nasıl hem kendi buyruğunda kalacak hem de doğadaki gibi özgür olabilecek? Burada Rousseau genel istem teorisini ortaya atar. Bütün insanlar genel isteme boyun eğdiği zaman büyük bir siyasi birliğin parçası olurlar. Siyasi birliğin refahı ve çıkarı için çalıştıkça aslında kendi çıkarı ve refahını da arttırmış olurlar. Burada kişisel menfaatten ziyade kamunun menfaati söz konusu olacağı için kimse bir şey kaybetmez. Çünkü bir kişiye değil bir tüzel kişiliğe bağlı olacaktır insanlar: ''Kısacası, kendini topluma bağlayan kişi, hiç kimseye bağlanmamış olur ve kendi üzerinde başkasına tanıdığı hakların aynını elde etmeyen hiçbir üye bulunmadığına göre de, herkes hem yitirdiğinin tam karşılığını, hem de elindekini korumak için daha çok güç kazanmış olur.'' (Rousseau, 2006: 14)

Böylece insan doğa durumundan daha güçlü, daha kârlı ve daha özgür olacaktır. Çünkü toplum sözleşmesiyle beraber insanlar diğer türdeşleriyle güç birliği yaparak kölelikten de kurtulacaktır. Hem adalet sağlanmış olacak hem de kişisel menfaat ve özgürlükler artacaktır:

''Çünkü bu sistemde herkes başkalarına kabul ettirdiği koşullara ister istemez kendisi de boyun eğer: Bu, çıkarla adaletin pek güzel bir uyuşmasıdır ve ortak görüşmelere hak duygusu katar. Özel işlerin görüşülmesinde ise, bu hak duygusu yoktur; çünkü onda yargıcın kuralıyla taraflarınkini birleştiren ve özdeş yapan ortak bir çıkar bulunmamaktadır.'' (Rousseau, 2006: 30)

Kısaca toplum sözleşmesiyle her birimiz bütün varlığımızı ve bütün gücümüzü bir arada genel istemin buyruğuna verir ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz. Yani ortak bir ben yaratırız.

Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir

Rousseau bu kitabında egemenlik meselesini ilk defa krallardan ve monarklardan bağımsız olarak ele almış, onu soyut bir kavram olarak tartışmıştır. Ve egemenliği topluma, kendi ifadesiyle genel istemin buyruğuna vererek cumhuriyetin temellerini atmıştır diyebiliriz. Çünkü toplum sözleşmesinin ve özgürlük ilkesinin gereği olarak hükümdar da bu kollektif yapının bir üyesi olmak zorundadır. Babadan oğula geçen ya da sırf güce dayanan egemenlik hakkının da sözleşmeye bağlanması halkın onayını gerektiren bir meşruiyetin de kapısını açmıştır. Artık halkların kralın ya da monarkın tebaası veya uyruğu değil birer saygın yurttaş olarak görüleceği bir çağın başlangıcıdır bu:

''Bir kalabalığı boyunduruk altına almakla, bir toplumu yönetmek arasında her zaman bir ayrım olacaktır. Dağınık yaşayan insanların sayıları ne olursa olsun, birbiri ardınca bir kişinin buyruğu altına girdikleri zaman, bence artık ortada bir ulusla başkanı değil, bir efendi ile köleleri vardır.'' (Rousseau, 2006:12)

Güçlü olanın haklı değil haklı olanın güçlü olduğu rejimdir bu. En güçlü, gücünü haklardan almadıkça meşruiyetini sağlayamaz. Kaba kuvvet yerini yasalara ve sözleşmelere bırakır. Bu yüzden monark da genel isteme boyun eğerek toplumsal sözleşmeye katılmalıdır:

''Öyleyse egemenlik işlemi nedir? Bu, üst olanın astla değil, bütünün kendi üyelerinden her biriyle yaptığı bir sözleşmedir. Yasaya uygun bir sözleşmedir bu, çünkü temeli toplum anlaşmasıdır; hak duygusuna dayanan bir sözleşmedir; çünkü ortak bir sözleşmedir; yararlı bir sözleşmedir; çünkü kamunun iyiliğinden başka bir amacı olamaz; sağlamdır, çünkü güvencesini devlet gücünden ve egemenlikten almaktadır.'' (Rousseau, 2006: 30)

Sonuç

Rousseau, yukarıda bahsettiğimiz yapıtında adaleti ve bireysel menfaati uzlaştırmaya çalışmıştır. Hep birlikte nasıl daha eşit ve özgür oluruz sorusuna kafa yorarak bir anlamda ütopik bir eser meydana getirdi. Bugünkü demokratik kurumların temellerini attı. Günümüz demokratik toplum rejimlerini anlamak için onun düşüncelerini dikkate almak ve dikkatlice okumak zorundayız. Üzerine çok konuştuğumuz fakat pek okumadığımız önemli yapıtların başında gelen bu eser, mutlaka okunması gerekenler listesine girmelidir.

Kaynakça

Rousseau, J. J. (2006). Toplum Sözleşmesi. (G. Vedat, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Rousseau, J. J. (2013). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı. (R. N. İleri, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.


Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 02.12.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2023 16:52
936

Mustafa BUĞAZ Hakkında

Mustafa BUĞAZ

Hakikatin peşinde koşan, münzevi, mütecessis bir fikir işçisiyim.

Mustafa BUĞAZ ismine kayıtlı 32 yazı bulunmaktadır.

Twitter