Tuba DERE ile Yeni Kitap Söyleşisi
Kitabın ismiyle başlayalım… "Uzaklara Giden Hükümdar" isimli kitabınızı neden kitap başlığına taşıdınız? Bir kitaba uygun bir ad vermek, kitabı yazmak kadar zordur. Siz böyle bir zorluk yaşadınız mı?
Uzaklara Giden Hükümdar üzerinde çok çalıştığım, uzun süre içimde taşıdığım bir öykü. Manas Destanı'ndan yola çıkarak kaleme almıştım. Kitaptaki en uzun öykü. 2020 yılında da Ümraniye Belediyesi'nin açtığı öykü yarışmasında dereceye girmiş ve ödül almıştı. Diğer öykülerin masalsı atmosferini de hissettiren bir ad olduğunu düşündüğüm için kitaba bu ismi verdim.
Kitabın toplamında "duygu-düşünce", edebiyat-müzik", "insan ilişkileri" gibi kavramlar ışığında şiirsellik dikkat çekiyor… Yaşamı, an'ları, düşleri, hisleri şiir havasında yansıtıyorsunuz? Neler söylemek istersiniz?
Şiirsel ve masalsı anlatım derken tedirgin oluyorum aslında. Birçok öykü kitabında yazar üslubu, şiirsellik ve masalsılıkla tanımlanır oldu artık, yani bu ifadeler klişeleşti ve içi boşaldı. Ben Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Eski şiir, halk edebiyatı, anonim anlatılar, şarkı ve türkülerimizle lise yıllarımdan beri ilgileniyorum. İyi bir müzik dinleyicisi olduğumu söyleyebilirim. Doğayı, insan ve hayvan davranışlarını gözlemlemeyi çok seviyorum. Bir yazarın ruhunu ve kalbini beslediği kaynakları metinlerine yansıtması zaten kaçınılmaz.
Kitabın kendine özgü bir dili var ve günlük hayatımızda kullanmadığımız kelimelere yer verilmiş. Bunu nasıl açıklarsınız?
Eski edebiyatı sevdiğimi söyledim. Ezberimde Baki'den, Fuzuli'den beyitler var. Klasik metinleri, Batılı anlamda ilk hikâye ve roman örneklerini gençlik yıllarımdan beri okurum. Hatta 80'li yıllarda radyoda Bir Roman ve Bir Hikâye adlı bir program vardı, sesli kitabın atası sayılır; oradan da çok eser dinledim. Ama bunların ötesinde aile büyüklerimin çoğunu gördüm, onlarla birlikte yaşadım. Dedelerimden biri hem eski hem de yeni yazıyla okur yazardı. Babaannemin belleğinde masallar vardı, anlatırdı. Anneannem yöresel atasözleri ve deyimler kılavuzu gibiydi. Velhasıl ailemdeki yaşlılar bu kelimeleri günlük hayatlarında kullanırlardı. Bana da sirayet etmiş, zihnimde yer etmiş, dilime yerleşmiş bu sözler, sözcükler. Hepsine aşinayım.
Bir sahil kasabasında denizin ve rüzgârın sesinin dinginliğinin olduğu bir zamanda kitabınızı okudum. İçerikteki müzikle birleşen şiirsellik bulunduğum atmosferle birlikte beni mest etti. Bunları duymak sizi nasıl hissettiriyor?
Ne güzel. Bir yazar olarak kitabımın okurun iç dünyasında yankı bulması elbette beni çok mutlu eder. Zaten başında da belirttiğim gibi bu peşrevin yani kitabın ve öykülerin okurun kendi müziğiyle tamamlanmasını arzu ediyorum. Zira okurun dünyasında yer bulmayan her metin eksiktir kanaatimce. Bu anlam metni okuduğunuz yere, yaşa, kendi duygusal durumunuza göre de değişiklik gösterir. Siz bu metinlere kendi sesinizi ve yorumunuzu kattığınız zaman öykü gerçek anlamına kavuşmuş demektir.
Kitabın kapak tasarımı ve adı beni çok cezbetmişti. "Bu kitabı okumalıyım" dedim. Kitabın ismini taşıyan " Uzaklara Giden Hükümdar" isimli öyküde geçen Semetey ve Ayçürök gibi eski Türk isimlerine yer vermeyi neden tercih ettiniz?
Kitabın kapağı arkadaşım, minyatür sanatçısı Ayşe Keskin Uysal'a ait. Sevgili Ayşe, Uzaklara Giden Hükümdar öyküsünü okuduktan sonra çalışmıştı. Karakterlerin öykünün anlattığı döneme ve coğrafyaya uygun olması için özen gösterdi. Ona güveniyordum ve güzel bir çalışma ortaya çıkaracağını biliyordum, öyle de oldu.
Uzaklara Giden Hükümdar Manas Destanı'ndan ilhamla yazıldı. Eski Türklerde ve kültürümüzde kadının yerini, rolünü vurgulamak için uygun, bir kadim metin ararken Manas aklıma düştü. Öyküyü yazabilmek için bir süre destan hakkında okumalar yaptım. Semetey, Yüce Han Manas'ın oğlu. Destanın bir kolu aynı zamanda, yani doğumdan ölüme kadar Semetey'in hikâyesi uzun uzun anlatılıyor. Ayçürök de Semetey'in eşi. Destandan yola çıkış noktam sadece isimler değil tabii. Kurgunun, karakterlerin, öykü atmosferinin destanın ruhuna, anlatıldığı çağa, coğrafyaya aykırı düşmemesi gerekiyordu. Bunun için de epey çaba sarf ettiğimi söyleyebilirim.
Peki, yazarken olmazsa olmazınız var mı? Yazma sürecinize katkı sağlayacak şeyleri kastediyorum.
Elbette önce okumak. Yazabilmek için edebiyat, sosyoloji, felsefe, psikoloji hatta hiç ilgisi olmayan alanlarla ilgili okumalar yapmak gerek. Yani küpünüzün iyice dolması şart. Yoksa akmayan, yapay metinler çıkıyor bence ortaya.
Müzik, öykülerin başındaki şarkılardan da anlaşılacağı üzere beni kurguya sürüklüyor. Ama yazma zamanım, yazma ortamım gibi olmazsa olmazlarım yok. Aklıma bir fikir düştüğünde ya da bir duygunun tesiri altındaysam notlar alıyorum önce. Düzenli defter tutan biri sayılmam. Küçük kâğıtlara yazarım, bazen kaybederim onları da. Sonra notlarımı bilgisayara geçerim ve düzenlerim. Bazen de bilgisayar başında olup bitiyor her şey.
Peki, öykülerinizin hayatında içinde yanlış giden bir şeyleri düzeltme gücü var mıdır?
Bu konu yine yazarla değil okurla ilgili. Yazdıklarım okurun içinde nasıl bir his bırakıyor, ben bilmiyorum ki… Geçenlerde tatlı bir okur "Sizin kaleminiz bana iyi geliyor." yazmış, çok mutlu oldum tabii. Umarım başkalarına da şifa olur.
Öyküleriniz aşk teması üzerinden ilerliyor. Aşkın hayatınızdaki yer nedir?
Aşk değil de tutku desek daha doğru, belki. Çünkü tutkuyla, ısrarla, vazgeçmeden bir şeyleri isteyen, üzerinde çok çalışan insanlara hayranlık duyarım. Öykülerde anlatmak istediğim de kadın ve erkek arasındaki ilişki ve yakınlıktan ziyade yaşama karşı duyulan, hayata tutunmayı, bağ kurmayı sağlayan heves ve tutku.
Öykülerinde aşkın yanında kadının güçlü bir temsili de var. Kitabın genelinde ülkemizde ya da dünyada yaşanan kadın sorununa dair bir değini var mı?
Öykülerde elimden geldiğince farklı kadın tiplerine ve başka sorunlara yer vermek istedim. Alegorik kahramanlar olsalar da elbette dünyada, ülkemizde kadının yaşadığı sorunlarla baş etmeye çalışıyor benim öykümde de karakterler. Çünkü her şeyden önce kadın olarak ben o sorunlarla baş etmeye çalışıyorum. Mesela Mika ile Kami'de değerini bulmaya çalışan, değer görmediği için yaşamın anlamı yitiren bir kadın var bence. Kırk Kralın Sevgilisi'nde sınırlarını sorgulayan ve kendini hesaba çeken bir kadın. Alacaklı Sıçanlar'da, direnen, öncü bir kadın. Ama önce de belirttiğim gibi okur gözüyle nasıl görünüyorlar, bilemiyorum. Buna siz karar verin.
Kitabı okuyup benimle söyleşi yapmak istediğiniz için çok teşekkür ederim.
Yazar: Elif MERT - Yayın Tarihi: 23.10.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.10.2023 09:59
Sevgili Elif Mert, sayenizde bir yazar daha tanıdım. Sizin de, Tuba Dere'nin de emeğine, kalemine sağlık.
Samimi, sarmalayan, derinlere götüren bir söyleşi icin tesekkurler.