Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbet, Söyleşi, Bilal CAN

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler IV yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabili

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler IV

04.03.2024 09:00 - Bilal CAN
Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler IV

Bilal CAN

Terry Eagleton, Şiir Nasıl Okunur?[1] adlı eserinde şiire bilimsel bir tanım getirmenin imkansızlığından bahseder. Şiirle ilgili belli başlı tespit ve değerlendirmelerin salt olarak "deneyim"e yasladığını belirtir. Yine aynı eserinde; deneyimle ilgili olarak Foucault, Derida ve Lyotard gibi düşünürlerin görüşlerini harmanlayarak "deneyiminin ölümü çoğunlukla insanın ölümü" ifadesini kullanır. Şiir ve deneyim konusunu masaya yatırmak istiyorum bu konuşmamızda. İnsan, yaşadığı dünya hayatında sadece kendi tecrübe edip deneyimlediği olay ve olgularla değil bir miras olarak devraldığı unsurları da kendisine dâhil ederek yaşantısına devam eder. Fakat bunu yaparken ona sufleler verecek, onun için anlatıcı olarak kişi/olay/olgu ilişkisine ihtiyaç duyar. Joseph Campbell'in aktardığı üzere; "eski öğretmenler ne dediklerini bilirlerdi. Hele onların simgesel dilini okumasını bir öğrendik mi, öğretilerinin anlaşılması için bir derlemecinin yeteneğinden fazlasına ihtiyacımız yoktur"[2]. Burada zamanı, daha doğrusu hayatı bir öğretmen olarak görüp öğrenci konumuna kendimizi indirgediğimizde şiirden alacaklarımız neler olacaktır? Bu durum hem şiirin ne'liği üzerine bize bir fikir verecek hem de şiire dair düşüncelerin belirli bir düzlemde ilerlemesine katkı sağlayacaktır.

İnsan yaşadığı deneyimlerin ürünüdür dersek yanılmış olmayız sanırım. Bu deneyimlerin hem kendi yaşantımızda hem de toplumsal anlamda kültürlenme biçimleriyle ilgisi orada. İnsanlığın dünya hikâyesinde kültürlenme, daha sonra neşet edecek, büyük bir yapı şeklinde tezahür etmiş medeniyet oluşumu onun dünyada oluşturduğu en önemli unsurlardan biri. Deneyimle birlikte oluşan gündelik hayatımızın bütünlüğü bir tarih bağlamına oturtulup toplumsal anlamda değerlendirildiğinde, bir toplumun nasıl olduğunu da elde edebiliriz. Örneğin yemek yeme biçimleri, oturma, konuşma, yürüme, yönetim, organizasyon gibi eylemsellik barındıran unsurları belirli bir tarz/metodla ortaya çıkartan temel unsur kültürdür.

Şiirin toplumsal bir birliktelik, uyum, benzerlikler doğurması konusunda kurucu ve düzenleyici bir etkisi olabilir mi?

Ethem Erdoğan

Mesele şiirin bir yönüyle ilgili olanların hatta ilgili olmasa da fikir beyan etmek isteyen insanların şiire yaklaşımıyla ilgili. Şiire dair bir yaklaşım bulma ameliyesi, işi takdir edilir ki az şey değildir. Üzerine düşünmek için hem en klasik fenomen hem de en modern hatta merkezsiz bir devir için idealdir. Bu durumun, bizi yekten hemen herkesin şiir üzerine kafa yormasını içeren bir gerçeğe doğru götürdüğü gibi yanılgılara düşürebileceğini aklımızda tutalım. Bu durumu fason üretim hatta türetim saymalıyız. Konuyu çok da dallandırmadan özetini yazalım: Herkes yaklaştığı yerden bir tanım yapıyor ya da tanıyabildiği kadarı üzerinden şiire yaklaşmayı deniyor. Bu da bir deneyim. Yaklaşıyor demek bile belli bir donanım ifadesi.

Eagleton ve benzeri marksist estetiği temel alanlar beni hasta ediyor. Marksist estetik, sanatı ve kültürü sadece ekonomik faktörler üzerinden açıklamaya çalışır. Diğer etkenleri ihmal eder. Bu, sanat eserinin yalnızca sınıf çıkarlarına hizmet etmesi gerektiği düşüncesine kapı açar. Böylece sanatın bütün zenginliğini ve çeşitliliğini açıklamak imkânı ortadan kalkar. Marksizmin hemen her şeyi bilimselliğe ve ekonomikliğe indirgemesi karşısında derinliğin ve içe doğru yürüyüşün sınırlandığı, dikey yaşantımızın yatay yaşantıya bir çeşit malzeme haline getirildiği bir algı bu sonuçta. Yapısalcılık da sanat eserlerini genel sembolik yapılar içinde inceler. Tekil eserlerin özgün anlamlarını ve bağlamlarını ihmal eder. Her sanat eseri, kendi içinde benzersiz bir anlam ve değer taşırken, yapısal analizler bu özgünlüğü ortaya koyamaz. Yapısalcı Marksist estetik, dilin sanat eserlerinin merkezinde olduğundan yola çıkar ve diğer sembolik sistemlerin önemini dikkate almaz. Tek boyutlu bir dil demek çokanlamlılığın düşmanıdır. Bu durum bilimsele selam çakmak olurken sanata karşı durmak demektir. "Şiire bilimsel bir tanım getirmenin imkânsızlığı" ifadesi söz ettiğim hastalığa dönük. Hadi söyleyelim: sanatın merkezi olan şiire neden bilimsel bir tanım getirmek gereksin ki? Direkt söylemek iktiza ediyor: şiir esas itibariyle bilimselliğin zaten karşıtı bir bilinç ve bulunç halidir. Materyalist bir metinde bile modernizmin bizi zorladığı gözlem ve deney eşiğini geçmeniz gerekir, yani şiire varamazsınız. Bir de "şiiri tanımlamak, şiire tanım getirmek" demek onu tanımak ve ona dair bir yaklaşım bulmak anlamına gelmez. O halde biz asli kaynaklarımıza bakarak şiirin ne idiğüne dair çıkarımlar ve temellendirmelere ulaşabiliriz. Şiir bilginin öz halidir, bir kaçış ve kurtuluştur, terk ediştir. Dünyanın dağdağasından, boğuculuğundan ve siyasetin basitliğinden kendini özgür kılmaktır. Böylece dünyayı değiştirebilen güçte bir aksiyondan söz edebiliriz. İlk adımı kişinin dünyasını hedef almaktır. Şiirin tabiatı bu bakımdan devrimci olmaktır. Şiir ve devrim yan yana geldiğinde ise aklımız şiir tarihindeki yanlışlıklara (Tanzimat, Garip, Toplumculuk vb.) gidiyor. Bahsettiğim devrim söyleyişi yenilemektir.

Şiirin ruhu eğiten ve dikey faaliyetlerimizi özgürleştiren yanı söyleyişe dayanır. Şiir önce kendini yenilemeli ve sonra dünyaya anlam kazandırmalıdır. Eagleton'ın şiire Marksist estetik odağından baktığı veçhile "Şiirle ilgili belli başlı tespit ve değerlendirmelerin salt olarak deneyime yasladığını" ifade ettiniz. Bu bağlamda yine; "deneyimle ilgili olarak Foucault, Derida ve Lyotard gibi düşünürlerin görüşlerini harmanlayarak 'deneyiminin ölümü çoğunlukla insanın ölümü' ifadesini" kullandığından söz ediyorsunuz. Toplumu tasarımlamak bir mühendislik olarak uygulanmadığında insanın ölümünden evvel tecrübe aktarımı mümkün. Aslında aynı kapının önünde bekliyoruz. Deneyim bilimselliğe kapı açar. Şiir ise bilimselliğin kapısını kapatmakla yükümlüdür. Bilimsel olan gerçektir ama bu gerçeklik hakikat demek değildir. Şiir ise hakikate açılan bir kapıdır ve o kapı aralandığında görülenler tamamen anlatılamaz, anlatılan kısmı da gerçeği yansıtamaz. Ontolojik olarak bunun için var değildir çünkü. Ama sezdirir ve hissettirir. Dolayısıyla, düşünürlerin şiir üzerine düşünmekten vazgeçmesi gerekiyordur belki de. Belkiyi atalım. Kesinliği yüksek bir anlama dönüştürelim cümleyi: Şiiri özne nesne arasındaki bir hakikat ve aktarım olarak bırakın.

Şiir ve deneyim… Buraya kadar geldik madem usulca açalım kapıyı ve sessizce girelim içeri: Şiir, insana dair olanı ifade etmenin güçlü bir yoludur, bu cümleye deneyim de dâhil. Bir iletişim aracı madem şiir, şairler kendi duygularını, bakış açılarını ve deneyimlerini şiir aracılığıyla paylaşacaklardır. Okur da bu şiirlerle kendi dünyasını zenginleştirecektir. Burada şiiri bir ağacın özsuyuna-usaresine benzetelim. Ha derseniz ki "Şiir benzemez, özsu şiire benzetilmeli." O da kabulümdür. Söz ettiğimiz usarenin içeriği nereden nereye kadar hangi malzemeyi kapsar, bunu bilmek hiçbir zaman tam olarak mümkün olamadı, daha evvel de söylediğimiz üzere yaratış devam ediyor.

Modernizm bütün bilimsel yaklaşımlarına rağmen nerede başlayıp nerede bittiğini anlayamadı. Çünkü inkâr edilemez bir hakikattir ki modern bilimsel yaklaşımlar "yaratış hakikatine" göre çok geriden gelir. Özsu tanımı için " içinde enzimler bulunan organik sıvı" denebildi. "İnsanın yaşadığı hayatın (yalnızca) tecrübe ettiği olay ve olgularla" sınırlanmadığı ise önemli bir kapı. Buradan içeri girelim. Kendisinden önceki kuşaklardan tevarüs ettiği şeyleri de insanın "kendiliği" haline getirdiğinden bahsediyorsunuz ki kesinlikle öyledir. Her insanın kendisinden önceki en az üç kuşağın birikimiyle beslendiği açıktır. En azından doğu toplumlarında böyledir.

joseph-feely-a-king-s-return-resizedJoseph Campbell aktarımınız burada çok güçlü durmuş. Şair şiiriyetini kurar ve işlevsel hale getirirken şifreleri çözümleyecek bir öncüye elbette ihtiyaç duyacak. Bu noktada "eski öğretmenler ne dediklerini bilirlerdi. Hele onların simgesel dilini okumasını bir öğrendik mi, öğretilerinin anlaşılması için bir derlemecinin yeteneğinden fazlasına ihtiyacımız yoktur" ifadeleri gelenekli olana doğru yönlendiriyor beni. Şiirde isteyerek ya da istemeyerek herkesin bir ustası vardır. Sufleyi veren odur. Hatta çoğumuz bir şiirin benzerini yazarak bu yolda ilk varlık gösterenleriz. Bu aşama için de bilimsellik merakına bir nebze katkı sunalım. Sanat eğitimindeki aşamalardan biridir bu: taklit. "Zamanı, daha doğrusu hayatı bir öğretmen olarak gör"mek sanırım daha çok zamanı nasıl algılayacağımız ve hayatı nasıl yaşamamız gerektiğine dair bir açılım. Dolayısıyla onlar bizim öğretmenimiz oluyor. Aynı zamanda hayatın getirdiği ve götürdüğü şeylerin künhüne vakıf olma hali zaman tarafından zorla öğretilen bir şey. O sebeple tecrübî öğrenmenin modern öğretim metotları kapsamında da önemli yeri var. Sartre anlayışıyla geliştirilmiş olan modern eğitim modeli buna "kendini gerçekleştirme" adını veriyor. O, kişinin kendi isteği ve uygun gördüğü metodu kutsarken (kendi varoluşunu) biz zamana ve öğrettiklerine kıymet atfediyoruz. Bu eksende devam edersek biz zaten "öğrenci konumu" hiç kaybolmaması gerekenleriz. Yanlış anlaşılmasın kendimden değil hepimizden bahsediyorum. O kadar ki ölüm bile bizim öğretmenimizdir. Yani yalnız hayat esnasında bir öğrenmeden söz edemeyiz. Hatta hayat dediğimiz şeyin ikinci varyantında da öğrenmemiz devam edecek. Şiire ne konuluysa alınacak olan da odur. Daha spesifik şeyler de söylenebilir elbette. "Şiirden alacaklarımız" ondaki inceliktir. Onda biriktirilmiş olan yaşama ve ölme yönergesidir. Dolayısıyla inceliklerle donanmış bir hayat için yol haritasını şiirden kotarmak mümkündür. "Şiirin ne'liği" ayrıntıdan ziyade asıldır burada. Hangi anlam için hangi kelimeyi seçeceğimiz, hangi kelimelerin birbiriyle müzikal birliktelik sağlayacağı, mısra oluşumunda hangi kelimenin nerede duracağı nasıl şair için büyük bir meşgale ise hayatta neyi nerede ne zaman ve nasıl yapacağı da insan için aynıdır.

"Şiir, bir deneyimi ifade etmek için kelimelerin ötesine geçer" ifadenizi biraz sınırlandırmak zorunda hissediyorum. Şiir birçok deneyimi temel alır. Bir deneyimin de üzerine tahkiye kurmadan şiir haline getirilmesi imkânsızdır. Artı üzerine kuracağınız tahkiye de zaten şiiri aşındırma potansiyeli olan bir bagaj bir yüktür. Her deneyimi şiirde bir fotoğraf olarak sunmak gerekir. Malumdur o fotoğraf da bir eğretileme, bir imge ve bir sembolle sunulabilir. Buna ilave olarak çağrışım yükünden de söz etmek mümkündür. Anlam katmanlarının şiirde her kelimenin anlam yüküyle oluştuğunu da söylemeliyiz. Kelimenin anlam yükü önemlidir. Bu asırlara baliğ bir zaman diliminde tekemmül eder. Çağrışım yapabilme gücünü işte bu hinterlandından alır. Buna bağlı olarak da şairin çağrışım yapabilme gücü dil hâkimiyetiyle direkt ilgilidir.

"İnsan yaşadığı deneyimlerin ürünüdür" cümlenize katılıyorum. Deneyim insanın isteğiyle olabileceği gibi isteği dışında da gelişebilen bir yapı. İlaveten büyük ve geniş bir tarihi perspektifte sağlanan toplumsal kazanımlar da deneyime dâhil. O halde son yüzyılın bu perspektifteki fotoğrafına bakıp okuma denemesi yapalım: Moderni anlama çabasının en önemli araçları kavramlar. Çünkü kavramlar toplumun zihin haritasının göstergeleridir. Modern toplumlar dünyayı kavramlarla düşünmekte ve yeniden inşa etmektedir. Dolayısıyla kavramlar dünyasına yolculuk, modern toplumun zihin dünyası için bir keşif çalışmasıdır. Dil devrimi ve uzantısı bütün çalışmalar bu kapsamda yapılmıştır. Toplumun gelenekle bağını koparmak ve yeniden istendik bir toplum tasarımlamak… Elbette bu durum bize modernizmin öğretisi gereği öze değil şekle bakma itiyadı vermiş durumda. Olumsuz tarafı da kavram ifadesinde kullanılan dilin, algılanan dünyanın ve zihniyetin modern söylemle şekillenmesidir. Bu durum, modern insanı sınırlandırır. Oysa deneyimler bireysel ya da toplumsal bir birikim sunuyor. Bu birikim hayatın kodları demek. Hayat bize üzerinde yürüdüğü şeyi sunuyor. Bu kültür. Kültür birikimin canlı şekli. Bunu İslam medeniyetinin kültür havzaları ekseninde bir cümle haline getirebiliriz. Mesela Endülüs, Selçuklu, Osmanlı vb…

"Şiirin toplumsal bir birliktelik, uyum, benzerlikler doğurması konusunda kurucu ve düzenleyici bir etkisi olabilir mi?" bu sorunun cevabını evet olarak işaretliyorum. Bağlamı da kurucu metinler ekseninde oluşturabiliriz. Toplumun başsız kaldığı iki dönemden iki misal vererek konuyu tamamlayalım. Moğol işgali, Selçuklunun çözülmesi ve yok olması gibi bir zeminde Yunus şiirleri kurucu ve düzenleyici metinler olmuştur. Fetret dönemi için de Süleyman Çelebi'nin şiirlerinin halkın inançlarını, üzerinde ittifak edilen değerlerini savunma anlamında bir kurucu metin olarak düşünmeliyiz. Yunus'un inançları savunması halkı güçlü tutup yok olmayı, Moğollaşmayı engellediği gibi Süleyman Çelebinin şiirleri de halkın inançlarını savunarak fetret yaşanan bir dönemde halkın dağılmasına mani olmuştur.


[1] Terry Eagleton, Şiir Nasıl Okunur, Agora Kitaplığı, 2011 Çev. Kaya Genç

[2] Joseph Camphell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İthaki Yayınları, Çev. Sabri Gürses, 13.baskı, 2023

içerik görsel 1: Theodor Kittelsen - Far, far away Soria Moria Palace

içerik görsel 2: joseph Feely - a kings return


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 04.03.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.03.2024 03:09
777

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

- Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.
- Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.
- Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)
- İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.
- Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.
- Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 359 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com