Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbet, Söyleşi, Bilal CAN

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler V yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilir

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler V

23.08.2024 09:00 - Bilal CAN
Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler V

Bilal CAN

"Şiiri sadece konuşabiliriz" diyor F. Schlegel. Bunun üzerinde biraz duralım istiyorum. Gündelik hayatımızda birçok konu hakkında uzun uzadıya konuşmalarımız oluyor. Bu konuşmalarımız gündelik siyaset, uygulamalar, spor, ekonomi. Bu konuşmalar arasında nadiren de şiirin konuşuluyor olması düşüncesi kültür-sanat- düşünceye dair bir hareketi barındırdığı için bende bir umudun yeşermesine neden oluyor.

Şiir üzerine konuşmak, neyi gerektirir. Buradan bir başlangıç ile konuşmamıza devam etmek istiyorum. Neden şiiri konuşmalıyız? Konuşma ekseriyetle kaybedilen bir şeyin ardından tutulan yas olarak mı görülüyor? Konuşmalarımızın odağına şiiri yerleştirmemiz bizlerde ne gibi ufuklar açacak?

Günümüz şiirinin konuşulmasını sağlamak şiire ne gibi katkılar sunacak. Bunu son 2010-2024 yılları arasında dergilerde yayınlanan şiirleri dâhil ederek, takip edebildiğiniz kadarıyla şiirin geçmiş – şimdi- geleceğe dair durumunun bir resmini ortaya koymak mümkün müdür? Şiir üzerine konuşmak neyi değiştirir, şiir bilmeyen ekonomistlerin, politika uzmanlarının, askerlerin ve de nalburların, manavların, simsarların, overlokçuların şiir bilmesi ve şiir konuşması bu dünyada neyi değiştirebilir?

"Tanınmış bir can sıkıntısıyız burada bir/atı bekliyoruz/Elbet bir gün çıkar karşımıza bir gün/mutlaka çıkar/Oturup loş salonlarda ona sövüyoruz işimiz bu/Ama hep aynı hayal kırıklığı usandık artık/Gözlerimiz de dalıyor son düzlükteyiz/Bizimki rahvan bir yalnızlık"[1] diyen şair, dünyadaki sıkı canlılık ile yalnızlığı bir potada birleştirip içindeki hali şiir ile özgün bir biçimde böyle özetliyor. Aynı isek insanlarla o zaman neden bu kadar çok acı var?[2] Şiir bir tür onarma biçimi olarak mı görülüyor?

ben-ve-koy-Marc ChagallEthem ERDOĞAN

Şairlerin eleştirmenleri neden sevmediği –sevmezler- önemli bir sorudur. Bu noktada eleştirmen, şaire önerdiği şeyleri yapabilir –ya da yapmış- durumda değildir çünkü. Bu çıkarımı öncül bir cümle sayarsak, anlamı bir yana şiirin ne şekilde gündemde olabileceği veya kalabileceğine dair bir ufuk açabiliriz sanıyorum. Şiirin gündemiyle ilgili bir taraf böyledir. Diğer tarafta da eleştirmenin şaire yaptığı önerilerin o şiiri okuyanlarda oluşturduğu bir karşılık vardır. Belli mekânlarda bu mesele üzerine teatiler yapılır. En azından bir çeyrek asır öncesi bu neviden mahfiller vardı. Misalen 90'lı yıllarda bir eleştirmen, bir şairin, mısralarının ilk harflerinde küçük harf tercihini şiddetle eleştirmiş ve şairden keskin bir karşılık almıştı: Büyük harf konusunda bir ayet mi var? Bu cevap üzerinden şairin şiire de hayata da kimliği üzerinden bir bakış oluşturduğu, resmi ezber ve ederin şiiriyet karşısında yok hükmünde olduğunu görebiliriz. Daha eskilere gidersek çok daha ünlü kalem kavgaları görürüz. Bu polemiklerin şiiri merkeze alan ve şiiri gündemde tutan meselelerden olduğu aşikâr. Mesela Necip Fazıl – Nazım Hikmet kavgası, her ne kadar dünya görüşü eksenli sayılsa da temelde şiire yaklaşım kavgasıdır. Günümüzde şiirin gündem olup olmamasını şairin gündemsiz olması bağlamında açıklamak gerekir. Bu bağlamı "benmerkezcilik" eksenli açıklayabilirsiniz. Gündemsiz şair kendini gündem etme peşindedir. Oysa hayata ve gerçeklere bakıldığında büyük bir yangın olduğu da ortada.

Şiir tarihine baktığımızda şiirin çok uzun bir zaman zarfında neredeyse "her şey" olduğunu görmek mümkündür. Şiirin dünyayı açıklayan, insanın sorularına cevap veren özelliğini modernizme kadar sürdürdüğü bir realitedir. Çünkü şiiriyetin mecazları, metafiziğin kapısını açan anahtar hüviyetindeydi. Daha net ifadesi şudur: günümüzde bile bunca bireysellik, bunca modernlikle beraber, temel meselelerde bile meramımızı şairlerin mısralarıyla-cümleleriyle anlatma alışkanlığımız vardır. Bakınız siyaset. Bakınız aşk. Bu noktada yeri gelmemişken söylemekte fayda var; şiirin gücünün azaldığına dair ifadeler yok hükmündedir. Modernlikle ilgili kısım konuyu şöyle bağlıyor: Modernizmle beraber sorular şiire değil bilime sorulur hale geldi. Bilim şiirin cevapladığı bütün-bütünlüklü soruları ayrıştırdı ve alan-dal eksenli farklı cevaplar buldu. Dolayısıyla böyle bir döneme girilince cümleyi de düzeltme ihtiyacı hâsıl oldu. O da şudur: şiirin cevapladığı sorular yerine şiirin cevapladığını sandığımız sorular… Şiir ötelere dair çağrışımlar veriyordu cevap olarak oysa insandaki değişim öteleri değil kendi hayatını öncelemeyi icbar ediyor. Eğer biri ötelerle ilgili bir şey söyleyecekse ya kâhin ya şairdi. Şiir algısı da kırıldı otomatize şekilde. Bizde de siyasetin şiire sokulduğu dönemlere denk geliyor sanırım durum. Divan şiirinin bütün yapısının korunup içeriğinin değiştirildiği ve buna "yeni" denilen ilk dönem… Şairin toplumun önünden yürüdüğü vb varsayımlarla, şiire toplumu eğitmek misyonu yüklendiği o zaman itibariyle şairin ağrısını topluma ve tabiata aktaramadı şiir, çünkü kendi tabiatını kaybetti. Şiir bu noktadan itibaren kaçınılamaz ve yadsınamaz bir dönüşüm geçirdi. Buna ad veren edebiyat tarihçileri ve akademisyenler "Modernizmle beraber şiirin alanının daraldığı" yolunda cümlelere sığındılar. Oysa şiirin alanını daraltmak şaire bile kalmamıştır. Bunu söyleyenler, şiire yönelen soruların şerit değiştirdiği gerçeğine odaklanmalıdır. Çünkü bunun aksi imkân dışıdır. Ters manyel de şu olabilir: Şiirin alanının genişlemesine katkı sunamayanlar bu mavraları okudu. Buradaki yanlışlık da salt lirizmi şiir zannetmekten kinayedir. Bu ayrımların fark edildiği ölçüde "kültür-sanat- düşünce" eksenli umudumuz artarak sürecektir.

Şiir üzerine konuşmak şunu gerektirir, demeye yatkın değilim. Şiir üzerine konuşmak eski bir fehvadaki "ağyarını mani" hadisesine benziyor. Şiir nasıl özel-özerk hatta bağımsız bir saha ise sizi parçanız olmayan arızi hususlardan uzaklaştıran, uzak tutma hassası güçlü olan bir özgülük bir kendiliktir. Şiiri konuşmak için sebep aramamalıdır. Çünkü bir şair için hatta müteşair için bile varoluş meselesidir. Hatta şu cümleyi rahatlıkla kurabiliriz: şiir müteşair için olmazsa olmazdır. Çünkü şairi var kılıp ağyardan ayıran da müteşairi şiir yazıyormuş hissine ve doyumuna ulaştıran da şiirdir. İlk cümlenin bağlamı da oluşmuş olsun: şiir üzerine konuşmak bu varoluşla harman olmayı gerektirir. Konuyu spesifik hale getirelim. Şehrinizdeki bir memurun bütün ülke sathında bir görünürlüğü-tanınırlığı vardır. Bunu ona sağlayan şiirdir. Kaldı ki görünürlük-tanınırlık onun tercihi de değildir. Hatta ona bir getirisi falan da yoktur. Şiirin karın doyurmadığı malum. Bütün bunlara rağmen genelin yaptığı şeyler yerine şiirin bitimsiz aydınlığını tercih eden; dizi seyretmek, maçları takip etmek ya da açıkoturumları kaçırmamak varken şiir peşinde ömrünü çürütmenin izahı budur: Varoluş. Şiiri gündem etmeyi kanlı canlı olmanın, yaşıyor olmanın bir yansıması saymak gerekir. Bu da şiirin aynı şekilde kanlı canlı yaşıyor olduğunun açıklamasıdır. Şiirin öldüğüne dair zaman zaman kullanılan düşük cümlelere rastlıyoruz. Şiir ölmez çünkü şiiriyet son insanla birlikte ölecektir. İşin diğer yönü de var. Şiir eğer ölmüş olsaydı gündemden düşerdi. Ölenin ardından konuşulmaz bizim kültürümüzde malum. Bütün odağımızı şiir üzerine kurmak, konuyu da yöntemi de konuşmayı da inceltir. Estetize eder. Günü bereketli kılar. Yatay yaşantıdaki yana doğru ilerlemede ya akıl ya duygu öne çıkarken insanın dikey – içine doğru- yaşantısı akıl ve duygunun barışık olduğu bir yaşantı şeklidir. Zamanın bütün derinliğini yaşarsınız. Farkındalık üretir bu mesele. Oraya da kısaca altyapı kuralım. Anlam ve anlama meselesidir farkındalık. Kişinin tabiatı veya özü ile uyumlu olmasıdır. Hayatın anlamına ulaşmak farkında olmayı gerektirir. Bu dünyayı da algılamayı sağlar.

Günümüzde şiirin konuşulmasını sağlamak öncelikle şiire değil şaire bir görünürlük ve gündem olma durumu sağlar. Şiirin konuşulması demek aynı zamanda şairin konuşulması, şairin konuşması, şairin şusu busu vb demektir. Bu ilk halkadır. İkinci halka da şiire değer atfeden insanların konuyu gündem etmeleri. Bu insanlar şiiriyeti öne aldıklarından dolayı şairi değil şiiri odağa alırlar. Bakar inceler ve bundan mutluluk duyarlar. O metinle ilgili hiç bir çıkar konusu yoktur onların. Bu durum estetikle ilgilidir. Haz alırlar. Beğenirler ve mesele biter.

İnsanların en önemli motivasyon kaynağı sevgi ve vicdandır. Hayatın tek tipleşmesi bir modern sahtekarlık örnekliği oluşturarak onun nesnelleştiği izlenimini üretiyor. Tek tip görüntü gerçeği yansıtmadığı gibi, nesnellik ve öznellik de gerçeği yansıtmıyor. Fikirlerimizin hareket ettiği noktadaki mantığın yaşantımıza yansımamasından söz ediyorum. Müslüman imajıyla seküler davranışlar, Marksçı kimlikle Kant'çı davranışlar… Bu durumlar sürüp giderken garip şekilde şiir özneleşiyor. Bu şairinden bağımsız ayakta kalabilme hususudur. Burası bizi eski gündemlere götürüyor. Şiirin eski konumu, yeni konumu… Şairin eski ve yeni konumu… Şiiri tanımlanabilir halde kabul etmek bütün o eski gündemlere sebep olmuştu. Bu bağlamda şiirin yalnız kendisiyle tanımlanabilirliği algısı, tanım için başka fenomenlere ihtiyaç olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır kaldı ki bu da başka arızaları tetikleyecek bir potansiyeldir. Bu meyanda şunları belirtmeli: şiire bakarken topluma baktığınız açıdan bakmalısınız. Topluma, toplum yapısındaki değişimlere ne kadar bütünlüklü bakıyorsanız şiire de o kadar bütünlüklü bakma şansına sahipsiniz. Şiiri ve şiirin aurasındaki şeyleri yüceltmek sözde kalacak maalesef. Bu neviden bir mavra da "Şiir, okurunu kaybetti." Cümlesidir. Bu cümle şiirin söylem gücünün azaldığına olan bir inancın dışavurumudur.

Türk şiirinin son yirmi yılında, şiir kurgusu, teknik, izlek, imge yönleriyle son bir asırlık geçmişe – birikime aykırı değildir. Hatta yer yer o birikimden çıkmadır. -Özellikle belirtilmesi gereken de 2. Yeni çıkması olduğudur.- Değer yargıları, teknolojik gelişmeler, siyasi ve sosyal kırılmalar kişisel alanlara dikkat edilerek ele alınır. Ancak bireysellik hatta benmerkezcilik bu şiirlerin varoluş nedenidir. Sosyal yapının sıkıştırdığı, kimlikler arasında çatışmaların yaşandığı bir zeminin tam ortasındaki kişinin çıkmazlarına, var oluş sancısına yönelen şiirler kaplar sahayı. Kişinin bilinçaltı karmaşası, yalnızlık, acı, sıkıntı, hüzün gibi duygular çerçevesinde örülür imge. Özellikle son on yıldır görülen deneysel ve görsel şiir çalışmaları, çok uzun geçmişe sahip Türk şiiri için geçici ve arızi durumlardır. Türkçenin söyleyiş imkânları var oldukça, şiir de bir söyleyiş biçimi olarak kalmaya devam edecektir. Gelecek projeksiyonu; şiirin bir söyleyiş imkânı ve söz varlığı olarak kalacağının kesinliğidir. Dil var oldukça söyleyiş, söyleyiş var kaldıkça şiir olacaktır. Bunu şiirin doğumuna dair şu cümlelerle destekleyebiliriz. Şiirin kendiliğinden ve ani gelişi bir çığlık özelliğindedir. Yavaş yavaş olmaz şiir. Gözünüzü akşamın alacakaranlığında gökyüzüne diktiğinizdeki ay görüntüsüdür. Süreç çalışmaz şiirde. Şairine düşen dilini hareket ettirmesidir artık. Kalbe duygu olarak, dile anlam olarak inendir şiir. Söze düşen onu dillendirmektir. Süreç bundan sonrasıdır artık. Bunu alıp okuyan, videosunu yapan, video sitelerinde yayınlayan, mitinglerde okuyan, toplantılarda bazı mısraları kullanan herkes vasatın etrafından dolaşan, incelen kişiliklerdir. Bu tipler ne kadar yaygınlaşırsa muhatap oldukları da bu inceliğe ulaşır diye umuyorum. Şiirin bahse konu ettiğiniz şekilde herkesçe bilinmesi, insanları modernin yapay kurallı kurgusundan da, post modernin kuralsızlığından da koruyacaktır. Bu koruma sayesinde insan insan olarak kalabilir. Çünkü trans hümanizm insanın insan olarak kalmayacağına dair cümleler fısıldıyor.

Şairin at imgesine yüklediği anlama bakmak, orada hayatı okumak, yaşanan hayattan hâsıl olan bezginliği görmek lazım. Oysa bahse konu olan hayat şakaya gelmeyecek kadar ciddi. Şiir tanımlamasından bahsettiğimiz bölümde olduğu gibi. Şiiri şiiriyet olarak görmek gerek. Tanımını illa yapacaksak hayata bütünlüklü bir bakış atarak vasıflandırmak gerek. Sadece kendisiyle yaptığımız tanım, "şiirde meselesi olma" kavramını taca çıkarıyor. Şairi yaşanan ve debisi yüksek bir nehir gibi akan hayat karşısında yazdıkları için suçlayacak değiliz elbette. Ancak bu nehir akarken bizim tavrımız önemli. Bu metindeki tavır şairin tevarüs ettiği yüz yıllık bezginliğe ışık oluyor aslında. İnsanın, insanımızın son asırda götürülüp bırakıldığı çukuru gösteriyor şair. Bu çukurlardan birinin de adresini veriyor: Ganyan bayileri. Bizim bu potadan çıkmak gibi, şiiri gündem etmek gibi, Gazze için bir şey üretmek gibi, trans hümanizm ve aşılamalara karşı durmak gibi… Özetle insan kalmak adında yükümlülüklerimiz var. "Ne çok acı var." Cümlesi, bunca acı karşısında yapıp yapmadıklarımızı yüzümüze vuruyor. İnsanlar birbirinin aynı değil maalesef. Zaten birbirimizle aynîleşemediğimiz için batının kapısında himmet bekliyoruz… Bu da bize zül olarak yeter. Bendeniz "emanet" diyeyim, sizler neleri nasıl hunharca kaybettiğimizi düşünün. Bize bin yıl evvel verilen emaneti n'aptığımızı fikr edelim birlikte. Bilirsiniz Allah isterse emanete sahip çıkacak başka topluluklar yaratır. Bu bağlama şiir de dahildir esasen. Şiir her zaman bir tür iyileştirici güç oldu. Ruhumuzu sağaltan başka ne var ki? İnsan kalmak adına yükümlülüklerimizden bahsetmiştik az evvel. Onlara dair dişe dokunur şeyler yapamamak karşısına koyabileceğimiz bir acı var mı? Şiirin meselesi olmasından da söz etmiştik yukarılarda… Bu mesele dediğimiz husus hem acı veriyor hem o acıyı tedavi ediyor. Şiirle ilgili konuşmalar aynı zamanda şiirin yerine de yapılan konuşmalardır. Dolayısıyla bu konuşmaları hem şiir hem şairin ortak cümleleri olarak almalıyız. Bunları şunun için söylüyorum: şiir bizim tek özgür yanımız. Şiir dizginlenemez hırçın bir at. (İşte Ali Ayçil'in beklediği de bu attır.) Ülkemiz, insanımız, inanç ortağı kardeşlerimiz, dünya düzeni gibi her şey bizi bağlar. Bütün bağlardan ve aidiyetlerden bizi çekip çıkaran şiir. Dünya kuruldu kurulalı bu özgürlük aşılabilmiş değildir.

Arzın ve semanın sonsuzluğunu, sınırsızlığını bize gösteren şiire, bizler de bu sonsuzluk ve sınırsızlığı hediye etmeliyiz. "Ne çok acı var." Durağından hareket etmek, emanete sahip çıkmak birlikte var olabilmek... Bunlar için de şiirin tedavisine ihtiyacımız var.

Bu öyle bir içsel mesele ki overlokçular ve sıra ütücülerden sonra devlet görevlilerin de öncelikli meselesidir.

[1] Ali Ayçil, Bir Bahisçinin Eve Dönüşü, Bir Japon Nasıl Ölür adlı kitaptan

[2] Cahit Zarifoğlu, Yaşamak adlı eserinden "Ne çok acı var"


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 23.08.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.08.2024 23:52
442

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.

Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.

Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)

İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.

Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.

Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 347 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com