Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetl, Söyleşi, Bilal CAN

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VII yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabili

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VII

24.10.2024 09:00 - Bilal CAN
Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VII

Bilal CAN: 2024 yılının Nisan ayında Modernite ve Beyaz Bayrak isimli şiir kitabınız yayınlandı. Daha önce Elâ Bentleri adlı şiir kitabınızla şiirde esaslı bir ses, yoğun bir anlatım dertli bir poetik hesaplaşma durumunuzu bu eserde de devam ettiriyorsunuz. Bu durum ara ara şiirsellikten uzaklaşma olarak görülse de bu tavrınızdan vazgeçmediğiniz görülmekte.

Şiirde anlam ve ses bağlamını devam ettirmek adına bu eserinizde ara ara klişelere ara ara da karşılaşmadığımız anlam genişlemesine uğramış ifadeleriniz mevcut. Şiirinizi oluştururken nasıl bir yol izliyor ve neyi önceliyorsunuz?

Ethem Erdoğan: Ela Bentleri benim için çok özeldi. Hala öyledir. 1995-2015 arası yazdığım ve yayınlanan hiçbir şiirim o kitaba girmedi. Oysa sözünü ettiğim yirmi yılın sonunda artık arka arkaya 2-3 şiir kitabının vaktinin geldiğine yönelik düşünceler kafamın içinde dönenip duruyordu. Kitap için daha erken harekete geçmenin doğru olmadığına dair bir ön yargım da vardı çünkü. Dilimin ve söyleyişimin şiire dair fikirlerimle bir uyum yakalaması gerekiyordu. (Çoğu şairde bu uyum yoktur.). Bu durumda iken farklı gelişen bir çizgi kader oldu. Ela Bentleri 2015'te yaklaşık kırk günde yazıldı. Üstad Sezai Karakoç'un Hızır'la Kırk Saati'ne benzeyen bir hikâyesi oldu. Bu bağlantıyı da Mehmet Özger yakaladı yalnız. Ela Bentleri'nin benim için özel oluşunun çok parametresi var. Bazılarından söz edeyim: Aklım erdikten sonraki kırk yılımın muhtasar hali, özetidir o şiirler. Dolayısıyla hem şair olarak hem de şiirle ilgilenen bir eğitimci olarak bu konudaki bütün özün aktarıldığı bir metindir Ela Bentleri. Kişisel olarak şiire yaklaşımımın, şiirle karşılıklı konumumuzun, şiirden hayata bakışımın görüntüsüdür. Sizin ifade ettiğiniz şekildedir durum. Yani sese, yoğun anlamlılığa ve hesaplaşmaya sonuna kadar açıktır o şiirler. Kırk yılı, yüz kelimeden oluşan kırk bende sığdırmak oldukça fazla emek isteyen bir iş Bilal Bey. Bu amaçla ve şiirin buna imkân vermesiyle yapılabildi. Diğer yandan bendeniz de zaten öyleyimdir. Meseleleri bir potaya soktuğumuzda analoji kurarak benzer çözümlerin ne söylediğine bakıp sonuca gitmeye çalışırım. Düşünceyi sunturlu söylemek kabilinden bir etkinlik sayarım bunu. Sunturlu kelimesinin ağır ifadeler için kullanıldığına dikkatiniz çekilmiş durumda değil mi? Buradaki mesele incelik, zarafet gibi kelimelerin aksine sert ve sivri söylemekle ilgilidir. Oysa yaptığım kelimeyi değil meseleyi sivriltmektir. Konu o mesele olduğundan ifadeyi oluşturan kelime ve cümlelere odaklananlar yanılır. Akıllarında "oysa meseleye dair" konuşulduğu izlenimi de vardır. Bu makul çoğunlukta stop işareti üretir. Öte yandan söylemi bir değişime tabi tutmak için yeterince sebebe sahip olduğum yakın çevrem tarafından bilinmektedir. Meslek hayatım boyunca yaşadığım pek çok olağandışı mesele, sıkıntıya uğramama da temel olmuştur. Bu sıkıntıları hem kendisi basittir hem sıkıntı üretenlerin basitliğini gösterir bir görev ifa ediyor. Hoş değil ama mecburiyet…

Kırka yarılmayan ve kırk çeşit söylenemeyen cümle şiir olmaz. Bu yarılmaların otuz dokuzu sizi klişeye doğru da tahkiyeye doğru da itebilir. Kurtulmanın yolu yine çok anlamlılıktır. Başka bir yol da anlam genişlemesi çalışmalarıdır. Hatta yeni kelimeler bulmak da konuya dâhil. Yöntem adına alışılmamış bağdaştırmadan söz edebilirim. Camus'nün "Derin duygular da büyük yapıtlar gibi söylediklerinden daha fazla anlam taşır her zaman." Cümlesi sık sık karşıma çıkıyor. Yeri gelmişken buraya raptedeyim de açılıma katkısı olsun. Ela Bentleri'nin bu türden bir açılım oluşturma potansiyeli var. Modernizm öncesi şiir her şeydir, demiştik ya, Ela Bentleri şiirimin her şeyi olabilir. Son bendin son tekrarında müjdesini verdiğim sevda bentleri Ela Bentleri'nin öncesinde ve gerisinde kalıyor maalesef.

Şiirimi oluştururken nasıl bir yol izlediğimi ve neleri öncelediğimi anlatabilmişimdir umarım.

B.C. "biz öyle-sin-e ölmeyi sin-diremeyiz/öylesine yaşamaya göre değiliz" (s.86) ifadelerinizde kelimelerle çok seslilik arayışı gözlemlenmekte. Yine: "hiç diyen öykünün batnında çıldıran kelimeyiz/şuaranın kalbolduğu anlamın emaneti. faniliğin öykündüğü perdeyiz. yaşayıp gidiyoruz program esiri/bir bebek gülüşüne hasret. avm ambalaj gıdalarına. işte hengâme içeriği, ibareti, bizi ayartır ona yaşamak denir. biz öyle-sin-e ölmeyi sin-diremeyiz öylesine yaşamaya göre değiliz" (s.86) ifadelerinde şiir düzeninin mısra düzeninden koptuğunu, ifadelerde de didaktiklikle birlikte anlam genişlemesine uğrayan kelimelerle şiiri ördüğünüz gözlemleniyor. Bu şiiriniz özelinde Modernite ve Beyaz Bayrak eserinizin hikâyesinden bahseder misiniz?

E.E. Modernite ve Beyaz Bayrak için hikâye tabii olarak açılan bir yoldan ibarettir. Ela Bentleri sonrası yaptığımız çalışmalar, edebiyatın birçok alanına dönük olarak yürüttüğümüz projelerin ve çıkan kitapların tabii sonucudur. Malum herkes iletişim dünyasına doğar ve hemen iletişime katılır. Şiir bu iletişim ortamının en değerli argümanlarından biridir. Şiir için esas olan hangi mevsimlerden geçerek bahara çıktığınızdır. Bu durum neleri göze aldığınızdan bir adım sonrasıdır. Şiirin iki kapak arasında kanlı – canlı olarak karşınıza gelmesi pek çok basamağa işaret ediyor. Buna çeşitli donanım ve birikimleri ilave etmelisiniz. Kuşkusuz bir dizi uygulama zorluğu olan meselenin hayatınıza farklı bir yaklaşım katması bu dizgeden usulca geçmektedir.

cccc

Modernite ve Beyaz Bayrak benim 30 yıla ulaşan şiir yolculuğumun da bir gösterisidir. Burada bir durağı, bir aşaması, bir çıktısı ve sair tanımlamalar yapmayı zevaitten sayıyorum. 1995'te 2000'de ve nihayet 2023/2024 yıllarında yayınlanan şiirlerimden bir karma ya da seçkidir bu eser. Değerlendirmek için bu süreç iyi incelenmeli ve parametreleri alenen ortaya konmalıdır. 28 Şubat sürecinden ve 15 Temmuz'dan süzülen her şey, esasen bizi biz olduğumuz için yoran ve uğraştıran meselelerden dolayı içlenmelerimizin dile gelmesi üzerine oluşan metinler bu şiirler. Bize bizden olmayanlar kadar bizden saydıklarımız da ayak bağı olur ne hikmetse. Bizden olmayanların bizimle kurduğu iletişime yeter miktar mukabele hakkımız ve mücadele azmimiz var. Bunun hikâyesi bizde saklı. Bizden olanlarla ilgili mesele ise bir hayli boğucudur. Bizimkiler denilebilecek kişilerin bizim değil menfaatinin kişileri olduğunu fark etmek hem zaman hem enerji israfı. Oysa bizler 90'lı yıllarda her koalisyon hükümeti zamanında pozisyonunu koruyan figürleri görmüştük. Her devrin adamı sözü o zamanlar meşhur olmuştu. Bu tecrübe maalesef yeterli olmadı. Figür ve tipler bu devrin de adamı olurken karakterler yeniden ama daha zor bir mücadelenin ortasında buluyor kendini. Buna kaynaklık eden bir meseleye kısaca değinmek gerekir sanırım burada: Popüler kültür… Özellikle 1987 sonrası temeli atılan 1989'da Sezen Aksu'nun "Hadi Bakalım Kolay Gelsin" şarkısı basitliğinde ve eğlenceli halinde başlayan bir süreç bu. 1990 sonrasında etkilerini çok net gördüğümüz popüler kültür içinde bulunduğumuz çağın baskın kültürü olarak kabul ediliyor. Bu kültür, iktidar ilişkilerinin oluşturulduğu, korunduğu, görece kültürel estetik formlara uyarlanarak devletin abus yüzünün yumuşatıldığı, karşıtlıkların inceltildiği kısacası erkin ve hayat tarzının kutsandığı bir kültür endüstrisidir. Ne yazık ki bir davanın yükü popüler kültürün ürettiği figürlere teslim edildi. Şiire dönersek o şiir son dönem şiirlerimden. Hayat tarzımızın popülerleştirilmeye çalışılmasına, hayat ve ölüm temelli bir karşı duruşun dile gelmiş halidir. Bu şiir yüksek sesle yapılan bir itirazdır. Esasen lirizm ön plandadır. Ses uyumları ve tekrarlar bu yüksek ses için tasarlanmıştır. Dolayısıyla sizin gözlemlerinizdeki "şiir düzeninin mısra düzeninden koptuğunu, ifadelerde de didaktiklikle birlikte anlam genişlemesine uğrayan kelimelerle şiiri ördüğünüz" ifadelerinizin bir kısmını kabul diğer kısmını reddetmek zorundayım. Esasen şiir düzeni şairin kurduğu mısra düzenidir. Şairin ilk 11 seçme hakkı kutsaldır. Kopukluk ifadeniz bu bağlamı oluşturuyor. Öte yandan şiirin sanat işlevi ile dil ötesi işlev kesişiyor ve içrek hale geliyor. Anlam genişlemesi kadar anlamın çoğaltılmasına da bakmalıyız diye düşünüyorum. Haddizatında anlamı söze indirmek oldukça büyük bir mesele. Bahse konu şiirin adı "Hengame"… Yaşadığımız bütün gelgitlerin üzerine, üzerimize pislik sıçramaması adına giyindiğimiz bir haysiyet elbisesini anlatıyor.

B.C. Şiirlerinizde gözlemlediğim kadarıyla belirli bir itiraz, hayat sorgusu, rahatsızlanışlar, tepkiler mevcut. Şiirin tüm olanaklara imkân sağlaması onun neyin sesi olduğunu gösterir. Şiir bir tür yayın organı mıdır?

E.E. Şiir ilk adımda bir iletişimdir. Özneyle nesnenin aynı noktada buluşması ve bilişmesidir. Bunun için de sosyal alanda oluşan kısır döngülere tepki vermek gerekir. Hatta bir adım daha atalım: sosyal alandan ilham alınmadan şiir yazılamayacağı da açıktır. Hemen her sanat alanında durum budur. Şiiriyeti dile yükleme yeteneğine sahip olmak, belli bir vasatın üstünde donanıma sahip olmayı şart koşuyor olsa bile sosyal alandan rahatsız olma ameliyesi gerekir. O alandan rahatsız olmayan, ilham almayan şiirler eciş bütün metinler olarak kalmaya mahkumdur. Burada üstadın kuralını hatırlayalım: "Dış dünya, sanat eserine, kimlik değiştirerek, hatta kimi zaman kimliğini tamamen yitirerek girer. Sanat kapısından içeri ayak basan her realite görüntüsü, ayrı ve yeni bir dünyanın malı olmuştur." (Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I). Sorunuza karşı bir soru: Karac'oğlan, Yunus Emre ya da Süleyman Çelebi'nin yazdıkları şiirdir ve asırlardır bize mesaj vermeye devam etmektedir. Bir şiir okunduğunda, şairin bu şiiri neden yazdığı düşünülmelidir. Şairin hangi muharrik güçle harekete geçtiğini anlamaya çalışmak gerekir. Bunu gördüğümüzde manzara şairin de o toplumdan bir fert olduğu gerçeğidir.

Şiir bildiğiniz üzere belli bir yörünge takip etmez, ilerlemeci bir rota çizmez. Onun özge bir yolu ve tavrı vardır. Şiir tamamlanmamış bir söylemdir. Alımlayıcı şiirin anlamını kendince tamamlar. Örneğin Haşim'in Merdiven şiirinin hayatın dönemlerine dair gönderme olduğunu ortaya koyanlar, şiiri alımlayanlardır. Benim şiirimle ilgili de alımlayıcının anlamlandırmaları son kerteye kadar kabuldür.

657869707 B.C. Son dönem şiirinde pek az konuşulan "şiirin sınıfsallığı" konusunda neler söylersiniz. Şiir sınıfsal mıdır? Belirli bir sınıf tarafından yazılan belirli bir sınıf tarafından okunan ve belirli bir sınıfa hitap eden şiirin durumunu nasıl değerlendirirsiniz? Türk edebiyatında Nazım-Necip Fazıl ikilisinin durumu buna bir örnek olarak veriliyor. Bu iki şair neden iki zıt kutupmuş gibi yansıtılıyor? Şiirin sınıfsallığı ele aldığı konular bağlamında da değerlendirilebilir mi?

B.C. Sınıfsallık gibi arka planda siyasi bagajlara sahip olan kelimeler doğal olarak bizi bir köşeye doğru itiyor. Biz o köşeye gitmeyi tercih etmemeye talibiz aslında. Kelimenin özelinden sonrası şudur benim açımdan: sınıfsallık bir realitedir, olmaması tercih edilmesi gereken. Sınıflar artık sosyalizmin tanımladığı noktadan da çok öteye geçmiştir. İç içe girmiştir. Şiire bu bağlamda baktığımızda ise üzgünüm ama olması gerekenin dışına taşan bir garabetin bizi beklediğini görüyorum. Yunus herkes içindir. Karac'oğlan da. Böyle kurucu vasfı olanlar dışında özellikle günümüzde hem isimler hem de şiir bizatihi kendisi neredeyse küçük bir azınlığın ilgi gösterdiği bir fenomene dönüşmüş durumda. Bu azınlık yine şairlerin kendileri ve onların halelerinden oluşuyor. Daha kötüsü şairlerin birbirini okumuyor oluşu. Arızi aktörler gibi ve kadar geçici meselelerle şiiriyeti harcamaları da cabası. Burada bahsettiğimiz şairler meselesi edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanan şairler. Müteşair tayfası ve internet, sosyal medya şuarasından bahsetmiyorum bile.

Şiiri belli bir zümreye indirgemek nereden bakarsanız bakın şiiriyete vurulan bir köstek, şiire ihanettir. Bu durum şeytanın iğvalarına uyarak cenneti çöplükte aramaya benzer. Diğer yandan saf değiştirip öteki jargonu metne uygulayanların oluşu. Bir tarihte muhafazakâr bir dergide kendini gösteren çeviriler de yapan bir şair hatırlıyorum. Saf değiştirip içinde sin kaflı küfürler olan şiirimsiler yazmıştı.

Belli bir zümrenin gönlünü almaya dönük şiirimsiler şiirin yanında yok hükmündedir. İşin ilginci bu yola girenlerin çoğu, şiir bazında yaptıklarının yanlış olduğunu bilir. O ekol ya da gelenek içinde o zümreye rüşvet olan metinler karşısında maddi ya da manevi bir kazançları vardır. Bu kazanca yöneliktir mesele. Spesifik bir örnek verelim. 90'lı yıllarda konservatuvar mezunu bazı tipler yaptıkları müziğin yapmamaları gereken müzik olduğunun bilincinde idiler. Günümüzde örneğin önemli bazı şairlerin iktidar ya da muhalefet partileri için metin yazdığı, reklam ürettiği gibi gerçekler var elimizde.

Necip Fazıl ile Nazım Hikmet meselesi ilginçtir. Buna Atsız'ı da, S. Ali'yi de, Kemal Tahir'i de ekleyelim. Başka aydınları da ekleyebilirsiniz. Benim için bu üç şahsiyet karakterdir. 1940'lı yılların zulüm ortamında mücadele eden büyük karakterlerdir. Her birinin ülkenin kurtuluşu için farklı fikirleri vardır. Ama yönetim farklı fikirlere açık değildir hatta düşmandır. Üstenci bir açıdan bakar. Zımnen "siz kim oluyorsunuz da fikir sunuyorsunuz" kafasındadır. Bu karakterleri sundukları fikirlerden dolayı hapislerde çürütür, süründürür. Necip Fazıl ile Nazım Hikmet'in faşizme karşı mücadelesi kardeştir. Oysa Kaldırımlar ve Çile'yi herkes sever. Memleketimden İnsan Manzaralarını da. Hatta Atsız'ın Geri Gelen Mektup şiiri ve Z Vitamini hikâyesi çok kıymetlidir. Kemal Tahir romanları özellikle Esir Şehir üçlemesi okunması şart olan eserlerdendir. Dolayısıyla 1960'larda gelişen siyasi yelpazenin sağı-solu meselesinin bu şair ve yazarlar için bir şey ifade ettiğini sanmıyorum.

Sanatçının eserinde hangi konuyu işleyeceği, hangi fikre gönderi olarak okura sunacağı sadece onun meselesidir aslında. Bizde malum doğu toplumlarına has bazı hastalıklar var. Etnisiteye, inanca, dünya görüşüne, siyasi anlayışına göre tasnif edilir edebiyat taifesi. Oysa söylem gücü ve çeşidine göre tasnif etmek gerekir. Örnek vermek gerekirse lisede cumhuriyet dönemi edebiyatı öz şiir, toplumcu şiir, İslami duyarlılık şiiri vb şeklinde yıllarca öğretildi. Öz şiir şablonundaki bir şair bu toplumun hiçbir meselesini mesele etmedi mi? Ya da toplumcu şiir içindeki şairlerden kimse bireysel bir meseleyi mesela aşkı tema olarak işlemedi mi? Şiiri şairin bir-iki şiiri üzerinden işlemek olsa olsa kalp eğitimdir.

Arzumuz şiirin herkes için olması, herkesin şiir okuması hatta yazmasıdır. Şiir enflasyonu alım gücünü düşürmez.

görseller: caspar david friedrich

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 24.10.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 16.10.2024 23:43
904

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

- Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.
- Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.
- Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)
- İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.
- Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.
- Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 363 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com