Üç Farklı Zaman Anlayışı İçerisinde Zamanın Kokusunu Almak
Zamanında ölmeyi beceremeyen kişi, uygunsuz zamanda yok olmak zorundadır. (s-11)
Giriş
Herkes günümüzde zamanın hızlandığından, günlerin ayları, ayların yılları hızla kovalayıp geçtiğinden bahsediyor. Hâlbuki Güney Koreli Filozof Byung Chul Han böyle düşünmüyor. Ona göre bir zaman hızlanmasıyla değil tam anlamıyla bir zaman kriziyle (diskroni) karşı karşıyayız. Zamanın krizi hızlanma değil, zamanın atomlaşması, birbirinden kopuk noktalara ayrılması, bir süremden ve anlatıdan uzaklaşmasıdır. Bir başlangıcı ve bitişi, takip ettiği bir istikameti olmayan, hiçbir zaman tamamlanmayan ve sürekli parçalı ve bütünlükten yoksun bir zamanın yaşandığı dünyayla karşı karşıyayız. Byung Chul Han buna noktasal zaman adını veriyor.
Üç Farklı Zaman Anlayışı
Peki, nasıl oldu da insanlık böyle bir zaman kriziyle karşı karşıya kaldı? Bu durumu anlamak için Byung Chul Han'ın üzerinde durduğu üç farklı zaman anlayışını karşılaştırmamız gerekiyor. Han, insanlığın yaşadığı üç farklı zaman anlayışını şu şekilde sınıflandırır: 1. Mitolojik Zaman 2. Tarihsel Zaman 3.Noktasal Zaman.
Mitolojik Zaman: İnsanlığın tarih öncesi çağlarda yaşadığı mitik zamanı anlatır. Mitik ya da mitolojik zaman döngüsel bir zamandır. Tanrı zamanın efendisidir. Tanrı zamanı dengeleyen unsurdur. Süremi olan, sonsuz bir şimdiyi sağlar. Mitolojik zamanda anlatısal bir gerilim vardır. Tanrı insana bir anlatı sağlar, onu çepeçevre kuşatır. İnsan bu anlatı sayesinde hayatına bir anlam katar. O yüzden zamanın geçişi ve ölüm insan için çok da korkunç değildir. Hayat döngüsel bir şekilde kendini yenileyecektir.
Tarihsel Zaman: Aydınlanmayla beraber mitolojik zaman yerini tarihsel zamana bırakır. Artık Tanrı zamanın efendisi değildir. İnsandır tarihin efendisi artık. Tarihsel zaman, eskatolojik (döngüsel) zamandan farklı olarak, belli bir hedefe doğru, düz bir hat şeklinde ilerleyen doğrusal bir zamandır. İnsan Aydınlanmayla beraber Tanrı'nın yerine kendisini koyarak zaman anlayışında devrim yapmıştır. O, aklı ve özgürlüğü sayesinde terakki ve ilerleme sağlayacaktır: ''Tarihi canlandıran şey özgürlük fikridir, "insan aklının ilerlemesi" fikridir. Zamanın öznesi artık düzen veren bir Tanrı değil kendini geleceğe yönelerek tasarlayan insandır.''( S- 26)
Noktasal Zaman: Bu zaman diliminde ise Tanrı'nın yerini alan, akıllı ve özgür bir varlık olarak kabul edilen insan da ortadan kalkmıştır. Büyük anlatılar iflas etmiş, tarihin sonu gelmiştir. Artık noktasal, süremsiz ve enformasyonun ağır bastığı bir zaman hüküm sürmektedir. Ama bu zaman amaçtan yoksun ve merkezsizdir, dolayısıyla anlamsızdır: ''Mitolojik zaman bir tablo gibi kendi içinde dinlenir. Tarihsel zaman ise, bir hedefe doğru ilerleyen veya atılan bir hat biçimindedir. Bu hat anlatısını veya teleolojik gerilimini yitirdiğinde, amaçsızca vınlayıp duran noktalar halinde çözülür. Tarihin sonu, zamanı atomlaştırarak noktasal zamana dönüştürür. (S-27-28)
Modernitede yani tarihsel zamanın hüküm sürdüğü dönemde sekülerleşme yüzünden dini anlatılar ortadan kalkmıştır, fakat seküler de olsa anlatısallık devam eder. İlerleme ve gelişme yeni bir anlatısallık biçimi olarak ortaya çıkar bu dönemde. Yalnız burada beklenti aşkın bir dünyaya değil bizzat bu dünyaya dairdir. İnsanoğlu akıl ve bilim sayesinde gelişerek ve ilerleyerek gelecekte kurtuluşa erecektir. Dolayısıyla Tanrısal kurtuluşun yerini dünyevi kurtuluş alır. Bu seküler anlatı, seküler olmasına rağmen zamana bir anlam ve anlamlılık bahşeder. Hızlanma, teknoloji ve ilerleme de bir anlam kazanır: ''Kurtuluş tarihi olarak tarih, dünyevi bir ilerleme hikâyesi biçimini alarak sekülerleşmeden sağ kalmıştır. Dünyevi mutluluk ve özgürlük umudu ilahi kurtuluş beklentilerinin yerini alır.'' (S-41)
Fakat modernite sonrasında ya da şimdiki adlandırmayla postmoderniteyle beraber bu seküler anlatı da (ilerleme ve gelişme) önemini yitirdi. Artık tarihin bir teleolojisi (amacı) yok. Her şeyi kapsayan bir ufuk, her yeri saran ve her şeye düzen veren büyük bir anlatı olmayınca avarelik ve aylaklık ortaya çıkar. Ama bu avarelik ve aylaklık rahatlık ve huzur getirmez. Tam aksine insan önceki dönemlerden daha telaşlı, sinirli ve huzursuzdur.
Kokusunu Yitirmiş Zaman
Büyük anlatıların ve tarihin sonuyla beraber tarihsel zaman ortadan kalkmış, bir hedefe doğru ilerlemeyen, atomlara ayrılarak kendi içinde amaçsızca dönenip duran, birbirinden kopuk, derinlikten yoksun, kokusuz (noktasal) bir zaman ortaya çıkmıştır. Mitolojik ve tarihsel zamanda anlatısal bir gerilim olduğu için bunların bir kokusu varken noktasal zamanın bütünlük ve derinlikten yoksun olduğu için bir kokusu yoktur:
''Mitolojik zamanın da tarihsel zamanın da anlatısal bir gerilimi vardır. Zaman olayları özgül bir şekilde birbiriyle bağlantılandırır. Anlatı zamana bir koku verir. Nokta-zaman ise kokusu olmayan zamandır. Zaman, sürem kazandığında, bir anlatı gerilimi veya bir derinlik gerilimi elde ettiğinde, derinlik ve enginlik, yani bir uzam kazandığında bir koku yaymaya başlar. Zaman bütün derin yapısından veya anlamından koparıldığında, atomlaştığında, düzleştiğinde, cılızlaştığında veya kısaldığında kokusunu kaybeder. (S-29)
Atomlaşmış zaman süreksiz zamandır. Olayları birbirine bağlayacak bir bağlam olmadığı için yani bir sürem olmadığı için her şey birbirinden kopar ve dağılır. Böylece bilinç de kaygı üreten beklenmedik ani olaylarla karşı karşıya bırakılmış olur. Bu da tabii olarak şiddeti ortaya çıkarıyor. Toplumdaki süreklilik ve sürem üreten yapılır da ortadan kalkınca tam anlamıyla atomlaşma ve yalıtılmışlık toplumu ele geçiriyor. Halbuki yazara göre bizi özgür kılan şey bu yalıtılmış ve bağların yokluğu değil birbirimize bağlı olmaktır. Aramızda birbirimizi bağlayan dayanaklar olmazsa özgürlük de olmaz:
''Bizi özgür kılan şey bağların yokluğu değil, bağlı olmaktır. Özgürlük, en mükemmel haliyle, ilişkilere mahsus bir sözcüktür. Dayanak olmadan özgürlük olmaz. Günümüzde, tam da dayanak eksikliği nedeniyle hayatın dizginlerini ele almak kolay değil. Zamansal çözülme hayatın dengesini bozuyor. Hayat amaçsızca dönüp duruyor. Bireyin zaman idaresinin yükünü azaltacak istikrarlı toplumsal ritimler veya devirler yok.''( S- 42)
Uygunsuz Zamanda Ölüm
Noktasal zaman aynı zamanda bir uygunsuz zamandır, insanı olgunlaştırmaz, anlama ve bütünlüğe götürmez. Burada bir hikâyenin yarım kalması söz konusu değildir, çünkü ortada bir hikâye yoktur. Bu yüzden insan zamanında ölmez. Çünkü böyle bir zamanda insan yaşadığını hissetmez. O yüzden ölüm de aniden ve davetsizce gelir tıpkı bir hırsız gibi: ''İnsan doğru zaman anlayışını tamamen yitirmiş durumda. Doğru zaman uygunsuz zamana boyun eğdi. Ölüm de bir hırsız gibi uygunsuz-zamanda geliyor.''(S- 12) Ölüm yaşamı uygunsuz bir zamanda sonlandırır. İnsan hep vaktinden önce öldüğü hissine kapılır. Başı ve sonu olmayan, hedeften yoksun anlamsız bir zaman diliminde kısacık insan yaşamı bir hiçtir.
Yaşamın atomlaşması onu radikal şekilde ölümlü yapar. İnsan hep huzursuz ve telaşlıdır. Hedefsiz, hercai, rastgele ama bir o kadar da girift ve hummalı bir koşturmaca ortaya çıkar. İnsan artık daha streslidir. Hep bir şeyleri yetiştirmenin telaşı içindedir. Hayatında bir bütünlük olmadığı için boş bir şimdiki zamanın içinde debelenip durur. Deneyimden ve gerçek anlamda yaşantıdan uzak, sürekli tekrar eden bir şimdiki zamandır bu. Bu yüzden insan hiç olgunlaşmaz, olgunlaşmadan yaşlanır. Zamanın dağılması bireyin dağılmasını da beraberinde getirir:
''Zaman da dağılmış olduğundan, düzenleyici bir güç teşkil etmez. Böylece yaşamda şekil veren veya nihai dönüm noktaları meydana gelmez. Yaşam süresi artık bölümlere, bitimlere, eşiklere ve geçişlere bölünmez. Aksine, bir şimdiden diğerine aceleyle geçip durulur. İnsan yaşlanmadan yaş alır. Nihayetinde, uygunsuz bir zamanda yok olur gider. İşte bu yüzden ölmek hiç olmadığı kadar zordur bugün.'' (S- 20-21)
Uzamın Ortadan Kalkması
İnternetin ortaya çıkmasıyla beraber uzam kavramı da ortadan kalkar. Çünkü internet uzamı gerçek uzamdan birçok yönden farklıdır. Gerçek uzamın bir yönü varken internet uzamı yönsüz bir uzamdır. Birbirinin aynısı bağlantılardan ve linklerden oluşur. Seçenekler arasında bir öncelik ve ardışıklık yoktur. Bağlamdan kopuktur. Her şey yüzer gezer durumda tutulur. Belli bir istikamet olmadığı için belli bir hareket formu da yoktur. Yani gerçek bir mekân değildir. Burada sadece rastgele sörf veya tarama yapılır. Bir anlamda otlanma mekânıdır.
İnternet uzamında gerçek anlamda bir uzam olmadığı için süreklilik de yoktur. Bu yüzden geçiş aşamalarından değil, süreksiz olaylar veya olgulardan oluşur. Böylece bu uzamda bir ilerleme veya bir gelişme olmaz. Tarih dışı bir uzamdır burası. Yani sanal dünyadır. Buraya süreksiz, noktalı şimdiki zaman ve kaos hakimdir:
''İnternet uzamının zamanı süreksiz ve noktalı bir Şimdi Zamandır. Bir linkten diğerine, bir Şimdi'den diğerine hareket edilir. Şimdinin bir süremi yoktur. Hiçbir şey bir Şimdi noktasında uzun süre bulunmayı teşvik etmez. Sayısız olasılık ve alternatif nedeniyle belirli bir yerde bulunma zorlaması veya gerekliliği yoktur.''(S-51)
Burası imgelerin ve içi boş enformasyonların mekânıdır. Gerçek anlamda bilgi, düşünce ve deneyim sağlamaz insana. Kalıcı ve derin bir etki bırakmaz insan üzerinde. İmgeler art arda hızlıca gelir, retinaya çarpar, sönümlenip gider:
''İmgelerin dur durak tanımadan art arda gelmesi bulunan bir düşünmeye izin vermez. Retinaya sadece bir anlığına temas eden imgeler dikkati sürekli üzerinde tutamaz. Görsel uyaranlarını hızla boca ettikten sonra sönüp giderler. Vurgulu anlamıyla bilgi ve deneyimden farklı olarak, enformasyon ve yaşantılar kalıcı veya derin bir etki bırakmaz.'' (S- 51)
Hâlbuki geleneksel zamanlarda böyle miydi? Hayır. Mekân önceden başlangıcı ve sonu ve belli bir menzili olan, insana gerçek deneyimler sunan bir aralıktı. Semantik açıdan zengindi. Yol da böyleydi. Yer gibi o da semantik açıdan zengindi. Örneğin Hac yolu, olabildiğince hızlı kat edilmesi gereken bir boş mekân değildir. Oradan bir turist gibi geçilmez. Bu anlamda turist yolda değildir ama hacı yoldadır; çünkü kutsal bir amaç uğruna yürür hac yolunu:
''Hedefe götüren yolda olmak bu bağlamda anlam yüklüdür. Yürümek nedamet getirmek, şifa bulmak veya minnettarlık anlamına gelir. Bir duadır. Hac yolu salt bir geçit değil, bir Orada'ya geçiştir. Zaman bakımından, hacı, kurtuluş getirmesi beklenen geleceğe giden yoldadır. Bu bakımdan, bir turist değildir. Turist için geçiş yoktur. Onun için her yer, Burada ve Şimdi'dir. Bir turist tam anlamıyla yolda değildir. Patikalar kısırlaşarak görmeye değer olmayan içi boş geçitlere dönüşmüştür.'' (S-48)
Hızlanmış noktasal zaman, mekânsal aralığı olabildiğince hızla aşılması gereken bir engel olarak görür. Ondaki semantik zenginliği yok ederek içini boşaltır ve kendi başına değeri olmayan bir koridora çevirir: ''Mekânsal aralığı aşmak için gerekli olan zamansal aralığın tamamen ortadan kaldırılması girişimidir hızlanma. Yolun zengin semantiği ortadan kalkar. Yolun bir kokusu yoktur artık. Hatta yol da ortadan kalkar. Hızlanma dünyanın semantik açıdan kısırlaşmasına yol açar. Mekân ve zaman artık çok da anlamlı değildir.'' (S- 48)
Sonuç
Byung Chul Han, kitabını yine bir çözüm önerisi sunarak bitiriyor. O vita activa dediği eylem teorisi yerine vita contemplativa dediği derin düşünceyi önerir. Ona göre, bizim tasavvufta tefekkür dediğimiz, derin düşünceli yaşam, insanı boş eylemli yaşamdan kurtarır. Kapitalist düzen, insanı sürekli koşturan ve çalıştıran bir hayvana (animal laborans) dönüştürür. Bu, düşünceden yoksun bir nevi boşu boşuna bir koşturmacadır. Böylesi sürekli eylemlilik halinden yaratıcılık veya yeni bir keşif ortaya çıkmaz. Otomatikleşmiş seri üretim içinde insan sadece bir makinadır artık. Halbuki yeni şeyler keşfetmek ve yaratmak sahici insana mahsustur: ''Bugün düşünce, iş sürecine uyarlanmış durumdadır. Oysa animal laborans'ın düşünme yetisi yoktur. Kati anlamıyla düşünme için, derin derin düşünme için, iş olmayan bir şey zorunludur.'' (S-117)
''Yaşam bütün derin düşünme anlarından mahrum kaldığında yoksullaşarak salt işe dönüşür.'' der Byung Chul Han. Yani salt emeğe… Hâlbuki insan sadece bir animal laborans değildir. İnsan toplumsal bir varlıktır aynı zamanda. Durup ara vermesi ve diğeriyle ilişki kurması gereklidir. Ancak bu şekilde bir deneyim sahibi olabilir. Vita activanın mutlaklaşması deneyim kaybına yol açar. Hep aynı olanın devam etmesi bir süre sonra psikolojik rahatsızlıklara sebep olur. Bu yüzden katıksız ve derin düşünceden yoksun eylem yaşamı içinde boğulan insanı özgürleştirmenin yolu vita contemplativayı yani derin düşünceli yaşamı yeniden canlandırmaktır:
''İnsanları emek zorlamasından özgürleştirme kapasitesi ancak vita contemplativa'nın yeniden canlandırılmasıyla elde edilebilir. Buna ek olarak, animal laborans, animal rationale'yle akrabadır. Katıksız anlama yetisini çalıştırmak da emektir. Ama insanın salt bir animal'den, hayvansal canlıdan fazlası olmasının nedeni de, sürem sahibi olan ama bir tür teşkil etmeyen şeylerle iletişim kurma yetisine sahip olmasıdır.'' (S-118)
Derin düşünce boyutu eksik aktif bir yaşamda, huzur ve mutluluk da yoktur. Hızlandırılmış üretim hızlandırılmış yaşamı beraberinde getirir. İnsan böyle bir yaşantıda boş zamanında bile çalışmaktadır. Bu da ölümcül bir hiperaktiviteye sebep olur. İnsan kendi yapıp ettiklerinde boğulur, nefes alamaz hale gelir. Bu durum insanlık için çok tehlikelidir. Yazar, bir zamanlar Nietzsche'nin Avrupa için yaptığı uyarıyı günümüz toplumu için yaparak kitabını sonlandırır:
"Huzur eksikliğinden dolayı uygarlığımız yeni bir barbarlığa doğru gidiyor. Aktif, yani huzursuz insanlar hiçbir çağda bu kadar revaçta değildi. Dolayısıyla, tefekkür unsurunu büyük ölçüde güçlendirmek için insanlığın karakterinde zorunlu değişiklikleri yapmak gerekiyor.'' (S-121)
Zamanın Kokusu
Byung Chul Han
Çev: Şeyda Öztürk
Metis Yayınları
İstanbul 2020
132 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 09.01.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2023 16:54