ÜSTAD SEZAİ KARAKOÇ’UN SANATÇIYA / ŞAİRE BAKIŞI - 1
Giriş
Üstad Sezai Karakoç, edebiyat ve düşünce anlamında son yüzyılın en önemli şahsiyetlerinden biridir. Bütün aksiyonu programlı, sistematik bir öğretilemeye yöneliktir. İnsanımızın şuur sahibi olması ve özüne dönmesi adına "Diriliş" sistemini geliştirmiştir. "Diriliş" sisteminde edebiyatın farklı bir önemi ve yeri vardır. Çünkü edebiyat, üstadın "Diriliş" sisteminin başı, onun düşünce disiplinine göre, kendini inşa etmenin bir yöntemidir. Edebiyat bağlamında şair de, üstadın özellikle üzerine eğildiği, çeşitli tanımlarla sınırını çizdiği ve sonunda diriliş sisteminin şairini gösterdiği bir fenomendir. Biz bu yazıda üstadın "Edebiyat Yazıları 1" kitabında yer alan, sanatkârın / şairin, "Diriliş" sistemi için, arz ettiği önemi anlamaya çalışacağız. Bu kapsamın bir uzaması olarak da, üstadın uygarlık, kültür, sanat, edebiyat konularına dair fikirleri, ideali ve bakış açısına eğilmeye çalışacağız.
Sezai Karakoç'a Göre Sanat ve Aksiyon
Sezai Karakoç'a göre "sanat metafizik bir zemin"dir. Sanatın soyutlamadan başladığına dair bu açıklamadan uçlanan ise metafiziğin açıklamasıdır. Üstada göre soyutlama bir ilkedir. Soyutlama bir nevi şekil arayışı ve daimilik / kalıcılık çabası içerir. Tabiattan model almak da bu çabanın özüdür. Metafizik ve soyutlama yoluyla sanat "Tanrı'nın yaratışını taklide yeltenme cinsinden bir iş olmakla birlikte, O'nun gibi yoktan var edici değildir elbet." Bu açıklamalar asıl yaratıcının izni ve icazeti iledir. Bu icazet de yine üstada göre O'nun önünde eğilmekten geçmektedir. Bu noktada üstadın metafizik açıklamasına bakalım: "Bizim metafiziğimiz, Tanrı ve âhiret inançlarıyla şahdamarında gürül gürül canlı bir kan, akan bir metafiziktir: İslam uygarlığının temel ilkesi olan bir mutlaklık âleminin bu dünya penceresinden görülen manzarasıdır. Bu dünya, aslında o dünya metnine bir çıkma, bir dipnottur." (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997)
Üstad Sezai Karakoç sanatın zeminini metafizik olarak açıklarken o zemini "Tanrı ve âhiret inancı"yla tasarlar ve dünyayı "o metin için bir çıkma" şeklinde ifade eder. Zeminin metafizik oluşu tamamıyla içe dönüklük olmadığı gibi eylemsizlik anlamı da taşımaz. Hatta esasen bir "aksiyon"dur. Üstad bu aksiyonu açıklarken "gerçek" sıfatını da ekler. "Gerçek aksiyon inanç, ahlak, düşünce, bilim ve sanat planında ortaya konan, uzun çalışmaların ve sürekli sabırların yemişi eserler, durumlar ve oluşumlardır. Asıl aksiyon, çok bilinçli, bilgiyle yüklü, kültürle güçlenmiş, disiplinli ve uzak görüşlü davranışlardan doğar." (Karakoç, Varolma Savaşı 1, 2013). Üstad bu noktada aksiyonun çerçevesini çizmekte ve olası yanlış anlaşılmalardan korunmak için sanatı ve eseri aksiyon tanımının nirengi noktası olarak ifade etmektedir. Hatta devamında meseleyi kati olarak açıklayan şu cümleleri söyler: "Dirilişin aksiyondan anladığı; inanç, düşünce, ahlak ve kültürdür. İnanç ve medeniyet ideasına bağlı sanat ve edebiyat aksiyonudur." (Karakoç, Varolma Savaşı 1, 2013, s. 22)
Edebiyat Yazıları 1'de Sanatçı / Şair Diriliş düşüncesinin temeli aksiyona bağlıdır, aksiyon da sanat ve edebiyata. Bu şekilde aksiyonun temellendirildiği bir bağ dünyadaki hiçbir aksiyon hareketinde yoktur. Aksiyonun edebiyata yansıyan yanına baktığımızda görünen ise şu: Eserde olguların akışıdır. Tanımlama, düşünce ve moral bölümlerinin çıkarılmasından sonra kalan, eserin temasını geliştiren başlıca olay. Üstad bu açıklamada belirtildiği üzere aksiyon tanımını onun en önemli eseri olan "Diriliş düşüncesi"ne uygulamıştır. Bu noktadan itibaren sanatçı / şair açısından Edebiyat Yazıları 1'de ifade edilenlere odaklanmak gerekiyor. İkinci bölüm adı, bariz şekilde üstadın sanatçıya bakışını gösteriyor. Başlık şu: "Fizikötesi ve Sanatçı"… Bu metnin ilk cümlesinde de sanatçı "… bir kaza sonucu dünyamıza düşmüş../.. fizikötesi yaşantılı bir kazazede" olarak belirtiliyor. Bir kazazede oluşu, dünyadaki varlığı açısından, yabancılıktan kurtulma serüvenidir. Yukarıda aktarılan ontolojik meseleden, varlığının esbabı mucibesini sorgulamaktan itibaren şairlerin arayışına değinir üstad. Çağlar boyunca hakikat ve ebediliği, Tanrı'yı aramaktadır onlar.(Asli olan Tanrıdır.). Bu arayış onu gerçekliğe götürür. 'Şair, gerçeklikle bağını koparmamalıdır'. "Mutlak"la teması canlı olmalıdır. Şiirin hikmet çizgisinde olması çok önemlidir. Bu çizgiden çıkması demek "şeytanın dil sürçmesi" demektir.
Üstad, şairlerin arayışı ve sonuçta bulduğu çizgiye getirir sözü. Fizikötesi ile bağlarının her zaman olduğunu hiçbir çağda şairin bu durumdan uzak olmadığını anlatır. "Yunus Emre'de buram buram tüten metafizik…" şeklindeki anlatımı dikkat çekici şekilde o hayat tarzının "somut bir metafizik hayat" olduğunu ifade eder. Somut ve metafizik ifadeleri sadece anlamı kuvvetlendirme amacına yönelik bir tezat değildir. O hayat tarzının tam olarak nasıl yaşandığına dair bir göndericiliktir. Üstad son çağ şiirimizle ilgili olarak da "metafizik arayış"ın sürdürüldüğünü anlatır. (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 29,30)
Üstad, sanat eserini oluşturan bağların olaylar arasında ve "sihirli" bir bağ olduğunu anlatırken, oluşturulan bu bağın "sanat adamının iç realitesiyle ilgili" olduğunu aktarır. Sanat eserinin realitesinin "dış realite" ile güçlü ilişkisinden söz eder ve bu ilginin "eserin dış gerçekliğe esir oluşu" olmadığını anlatır üstad. Eserin realiteyi hangi şekillere sokup değiştirdiğini ifade eder. Ancak bütün bu aksiyon yine sanatçının / şairin eylemidir. Üstada göre eser "sanatçının tabiat ve realiteyle" ilişkisinden çıkar / üretilir. Bu bir yaratış da değildir. Çünkü sanat eseri "yaratışın taklididir". (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 31,32). Yaratış olmaması, o sürecin devingenliğiyle açıklanabilir: Çünkü "yaratma devam etmektedir". (Kuran, s. rahman 29) Üstad bu açımlamadan sonra "sanattan önce sanatçı vardı" düşüncesine yaklaşır. Bu düşünceyi "yaratılan her şeyden önce Allah'ın varlığı" ile açıklayabiliriz.
Sanatçının kendine malzeme olarak "dış realiteyi" aldığını, "yeniliğini koruyabilmek için de dikkatini yitirmemesi" gerektiğini ifade eder ve üç merhale sonunda eser verme aşamasına geldiğini anlatır. (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 38,39). "Sanatçı ve Realizm" yazısının IV numaralı bölümünde şairin nesne ile hesaplaşmasını işler üstad. Nesnenin, şairin özeliğini ve hükümranlığını kolayca kabul etmeyeceğini, "direnç göstereceğini" ve "itiraz edeceğini" hatta şairi "ret edeceğini" ifade eder. Bu mücadele sonunda "nesne, sanatçıya teslim olur; yıkayıcısının ellerine düşen ölü gibi." Sanatçının bu noktada önemli ve yüce bir amaca yöneliktir eylemi. Bu yüce amaç diriliştir. "Onu (ölüyü) yıkıyorsa diriltmek içindir." (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 40).
Nesnelerin bilgisi üstada göre "gelen" (apriori?) bilgilerdendir. Bunları denetleme imkanı da yoktur. Ayrıca "standartçı bir toplum ve depo edilmiş kitle bilgileri" de söz konusudur. Şairi meşgul eden bu gereksiz bilgi bombardımanından kurtulma yolu da şudur: "Kendi trajedisinin yüksek fırınına atmak, onları yakmak, küle çevirmek". Bu eylemlilik hali şairin şiiriyetine dahildir, hatta şiiriyet bizzat budur: "Sanatçı, eşyayla savaşacak, döğüşecek, uzlaşacak, barışacaktır". Şairin nesne ile ilişkisini, seyr-i süluk içindeki dervişin mâlâ yani ile imtihanına benzetebiliriz. Şair kendi özneliğine nazaran nesne olan insanın da ifadesidir. "Şair, hepimizin çilesini yüklenmiştir". Bu durumda üstada göre şair kendi özneliğini de nesne gibi işlemiştir. Onun dünyasının genişliği ve derinliğiyle açıklar bunu Sezai Karakoç. (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 42).
Eserin nesnelleşmesiyle ilgili olarak da iş dönüp dolaşıp şaire geliyor. Şairin şiire karşı tavrı bu durumu belirgin hale getiriyor. Şair kendini ileri sürerse eserde öznellik, eseri öne çıkarıp kendini geri çekiyorsa nesnellik hakim oluyor. Şair tanımlarından biri de şöyle başlıyor üstadın: "Halkın içinde parlayan ve doğan…". Bu tanımlamada esas nokta şairin halkın içinden biri oluşuna vurgu yapılıyor oluşu. Bu durumu avangart bir kasılmanın olumsuz yönlerine bakarak düşünmek gerekiyor. Çünkü üstad bir süre sonra şaire yüklenen misyona gelir. "Cansız toplumu harekete geçirir onu diriltir" ilk vuruş. Sonra bu misyonu açıklar: "Şair bir toplulukta, insanların içinde, kırık dökük, bin mühürle mühürlü ahenkleri derler, toplar, demetler, buket haline getirir ve onu toprağın içine uzanan zengin maden damarları gibi edebiyat alanına uzatır". (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 47,48).
Şiirin sadece kendisi olmadığı bahsinde üstad, onun manevi bir alem olarak insanın dünyasını zenginleştirme işlevine şu şekilde değinir. "Şiirsiz bir manevi alem, manevi aleme pencere açmamış bir şiir dünyası olabilir; ama yoksul dünyalar olarak". Çünkü üstada göre şair süfli olanı değil ulvi olanı aramaktadır zaten. Dolayısıyla "o aleme yakışan bir ahlakın da peşindedir. Estetik damgalı ve mühürlü bir ahlakın". Bundan sonra bu şair sorumluluğunun yöntem bulunması halinde sapma ve çılgınlıklardan korunabileceğini belirtiyor. Bu bağlamı fazlaca önemli kılan hususu da açıklıyor üstad: "Şairler, güneşten ışık alanlar, kimi zaman bu ışıkla milletlerini aydınlatırlar; kimi zaman da, belki de bilmeyerek ve istemeyerek, onları yakarlar". (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 52, 53).
Şairin sosyal misyonu üzerinde duruyor üstad. "Umut ve müjde" veren bir kimliğin adamı oluşunu öne çıkarıyor. Bu kapsamda milletinin önüne düşeceğini, kurtuluşa ya da felakete götürebileceğini ifade ediyor. Bu eylemler için sanırım en gerekli olan değer de samimi oluşudur. Üstad şaire yüklediği misyonu açmaya devam eder: 'milletinin sözcüsü, yorumcusu ve gerekirse yol göstereni, milletinin kalbi, atan nabzı çarpan yüreği' der. Bu durumu da özellikle bizim milletimizde karşılık bulmuş şu ifade ile karşılar: "şiir sanatı kadar millet sanatı olan bir sanat yoktur". Bu husustaki ifadeleri Akif'in İstiklal mücadelesinde yaptıklarını ve Üstad Necip Fazıl'ın tek parti dönemindeki mücadelesini hatırlatıyor: "Şair, sadece, felakete uğramış ulusu için ağıt yakan, ağlayan biri değildir; onu ayağa kaldırmak için başını yükselten, toplum mimberine çıkan kahramandır da". Şaire yüklenen bu misyon; şairin olmayışı durumunda milletin varlığının ne olabileceğini de ortaya koyar: "Şairi olmayan millet yok demektir". (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 53, 54).
Şairin varlığının, milletin varlığının da bir göstergesi olduğunu ifade ettikten sonra üstad; şairle millet arasındaki bağa eğiliyor. Bu bağ en temelde, şairin milletini anlaması ve onun değerlerinin sözcüsü oluşu kadar, milletin de şairi anlaması, bağlamına oturuyor. Milleti anlamanın kolaylığına rağmen üstada göre şairi anlamak zor ve çetrefillidir. Bunun için biyografi türü eserlere ve şairin asıl derdinin de iletisini topluma ulaştırmak olmasına rağmen şairin bu kapsamdaki her aksiyonunun yeni bir anlaşılmazlık oluşuna değinir üstad. Bu aksiyonlarının toplumda acilen karşılık bulmaması da ona cehennem azabıdır, der. (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 55). Oysa bu durum ve özne-nesne arasındaki kopukluk; toplum aksiyonunun şair aksiyonundan çok daha yavaş oluşundandır. Esasen aksiyonu yavaş olan kurumsal yapılar ve mesela siyaset topluma daha hızlı nüfuz ederler. Bunun sebebi de; şairin estetiği siyasetin ise retoriği kullanıyor oluşudur. Şair siyaset bağlamında konuştuğunda da estetiktir. Dolayısıyla üstad, toplumun, şairin estetize ettiği siyasi söyleme yaklaşamamasını eleştirir. "Onun politik ya da toplumsal bir girişimini yadırgar onun ahlakı şiir yazma ahlakından ibaret kalmalıdır". (Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, 1997, s. 56)
SONUÇ
Diriliş düşüncesine dair fikirler Üstad Sezai Karakoç'un her eserinde peyderpey anlatılır. Pek çok eserde şair ve şiir üzerine değinmiştir üstad. Ancak "Edebiyat Yazıları 1" kitabında söz konusu fikirler, diğer eserlerinde olan düşüncelerden daha açıktır ve doğrudan verilmiştir. "Edebiyat Yazıları 1" kitabında açık, net bir dille konuşur üstad. Sanatın amacı, sanatkârın kimliği gibi konular açık ve seçik olarak öne çıkarılır. "Diriliş" düşüncesinde edebiyatın yeri ve önemi dikkate alındığında (aksiyon ve temel) bu mesele üzerine eğilmek, üstadın sanata ve sanatçıya yüklediği anlamın ve görevin ortaya konması önem arz etmektedir. Bu sınırlı yazıda "Edebiyat Yazıları 1" kitabındaki sanatçı / şair ve şiire bakışla ilgili bazı düşüncelerini aktarmaya çalıştık. Bu hususun önemine binaen bu anlama çalışmasını sürdüreceğiz.
Kaynakça
Karakoç, S. (1997). Edebiyat Yazıları 1. İstanbul: Diriliş.
Karakoç, S. (2013). Varolma Savaşı 1. İstanbul: Diriliş. Kuran. DİB.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 16.12.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.12.2021 02:13