Uzak Durulması Gereken “Edebiyatın Aykırı Çocukları”
Edebiyat insanı iyiye, güzele ve estetik olana yöneltmelidir. Sanatçı çağın karamsar, çirkin ve kaotik ortamını fark edip bunlara rağmen estetik olanın peşine düşendir. Yazarın topluma yön vermek gibi bir misyonu var mıdır tartışılır belki ama sanat eseri özgünlüğünü çirkine ayna tutarak değil çirkine rağmen güzelliğin var oluşunu fark ettirerek kazanmalı diye düşünüyorum. Elbet bunlar tartışmaya açık fikirlerdir. Bazı dönemlerde farklı bakış açıları yazara toplum karşısında büyük sorumluluklar yüklemiş, ondan belli misyonla hareket etmesini beklemiştir. Bazen de suya sabuna dokunmadan daha çok sanatsal kaygılar taşıyan eserler gündeme gelmiş ve hep bu mesele konuşulmuştur.
Sanatçının toplum karşısındaki tutumu tartışılırken elbette eserin müellifi olarak yaşamı da merak konusu olmuştur. Bu bağlamda biyografiler, örnek alınacak hayat hikâyeleri yazılmış, eserlerini okuduğumuz yazarların yaşamları da gözler önüne serilmiştir. Ben de biyografi okumayı seven biraz da yazarların yaşamlarına ilgi duyan biri olarak denk geldiğim "Edebiyatın Aykırı Çocukları" eserini almış bulundum. Ntv yayınlarınca Türkçeye çevrilmiş ve basılmış olan eser Andrew Shaffer'a ait. Eser farklı yazarların özellikle de kötü alışkanlıkları olan sanatçıların hayat hikâyelerini anlatıyor.
Giriş yazısında Andrew Shaffer bir anısından bahseder. Hayranı olduğu ve gözünde farklı olarak büyüttüğü sanatçılarla tanıştığında onların da bizler gibi sıradan insanlar olmasının kendisinde yarattığı hayal kırıklığını anlatır. Bu nedenle hayatları sıradan olmayan yazarların yaşamöykülerini derlediğinden bahseder. Eserde toplum kurallarıyla çatışmayan, belli değerlere göre yaşayan yazarları anlatmaz. Çünkü ona göre yazarlar "cool" olmalıdır "ana kuzusu" değil. Bu bakımdan ya alkol uyuşturucu gibi bağımlılıkları ya gayri meşru ilişkileri ya da sapkın alışkanlıkları olan yazarların genellikle erken yaşta ölüm veya intiharla sonuçlanan yaşamlarını sert bir gerçeklikle aktardığını söyler. Bu giriş yazısından sonra kitabı okuyup okumamakta tereddüt yaşasam da içindekiler kısmında Balzac, Flaubert, Rimbaud, Hemingway isimlerini görünce ister istemez okuma dürtüsü ağır bastı bende.
Marquiz de Sade'nin yaşamıyla başlayan eserde kötü alışkanlıklardan kastın ne olduğu, aykırı çocukların daha çok ayrıksı çocuk olduğu ilk seçimle anlaşılıyor. Sadizme adını veren her türlü toplumsal ahlakın, tabunun ve etiğin sınırlarını kaldırmakla övünen akıl hastası Sade'nin çirkin yaşamını kısaca aktarıyor yazarımız hemen kitabın başında. Belki de yazdığı hayat hikâyeleri içinde en uç yaşamı eserin başında anlatması benim gibi okurların tahammül gücünü zorlamak içindir, bilemiyorum.
"Edebiyatın Aykırı Çocukları" yazarların çirkin rekabetini, ihanetlerini, alkole ya da madde kullanmaya nasıl başladıklarını ve bunların sonunda yaşadıkları sefaleti gözler önüne seren bir eser. Önsözde sanki bu şekildeki yaşamları övercesine takınılan üslup neyse ki eserin devamında yok. Zaman zaman yazarın yaratıcı yönünü tetikleyici olarak madde kullanımı anlatılsa da hikâyeler hep hüsranla sonuçlanıyor. Bu noktada yazarların kötü alışkanlıklarının onlara özellikle edebiyat sahasında neler kaybettirdiğinin, bu alışkanlıkları olmasa nasıl daha başka yerlerde olacağının vurgusu keşke daha çok yapılsaydı eserde. Elbette haksızlık etmeyelim bazı bölümlerde kötü alışkanlıklarından pişman olan yazarlar da aktarılmıyor değil. Galiba sanatçıları yaşamlarındaki bu sert gerçekleri okumak bana ağır geldiğinden daha ince bir elekten geçirilmiş bir eser olsun isterdim.
"Edebiyatın Aykırı Çocukları"nda hayat hikâyelerinin arasına ufak bilgiler de sıkıştırılmış. Afyonun o dönemlerde hangi hastalıklarda kullanıldığı gibi. Ayrıca Afyon müptelası şair Samuel Taylor Coleridge'nin yaşamında pişmanlıklara da yer veren yazar uyuşturucuyu hem ilham kaynağı hem de bağımlılık olarak gösterir.
"Vücudum bağımlılığa teslim oluncaya kadar gerçeği göremedim"(s.31) diye kendini sorgulayan şairin yaşamını aktaran Shaffer "uyuşturucu sayesinde ulaştığı ilham" cümlesini de kullanmaktan çekinmez.
Eserde daha çok Amerikalı ve İngiliz yazarların anlatıldığı bölümlerde bu yazarların belli hırslara sahip kendilerinden daha iyilere karşı rekabet besleyen, bu duyguyla pek çok yanlışa yönelen isimler anlatılır. Norman Miler gibi eşini bıçaklayanlardan Truman Capote gibi madde bağımlılığından nöbet geçirenlerin içinde yaşadıkları rekabet duygusunun onlara neler yaptığını da detaylarıyla ve alıntılarla aktarır eser.
Kitabı elime aldığımda özellikle okumak istediğim bölüm Baudelaire'in anlatıldığı kısımdı. Bir dönemin yasaklı şairinin edebiyatın aykırı çocukları arasında bilmediğimiz hangi sapkın özelliği ile karşılaşacağım diye endişe de etmedim değil. Tıpkı anlatılan diğer yazarlarda olduğu gibi kadınlara olan zaafı ve ahlaksız ilişkileri nedeniyle yakalandığı hastalıklardan bahsedilen bölümde yazar Baudelaire'in uyuşturucuya nasıl başladığını ve Kötülük Çiçekleri'nin yasaklanma sürecini anlatır. Baudelaire'in alkolle, uyuşturucuyla neticelenen edebiyat hayatını aktarırken yazar, kötülüğün iyilikle yan yana durduğunu da okura söyler. Baudelaire'in sözleri de yazarı destekler gibidir:
"İnsan sürekli sarhoş olmalı, şarapla mı? Şiirle mi? Yoksa faziletle mi? Hangisiyle isterseniz. Baudelaire fazileti es geçip sarhoşluk hissi için şarabı ve Afyonu tercih etti."(s.87)
"Edebiyatın Aykırı Çocuklar"nda her bölüm bir epigrafla başlıyor. Özellikle de anlatılan yazardan alıntılar yapılarak ve bu yazarların madde bağımlılıklarına dair cümleleri kullanılarak konuya sert bir girişle okuru sarsıyor yazar Shaffer. Fransız Dekadanlar başlığında Victor Plarr'dan yapılan alıntıda 1890'larda herkesin Fransız olmak istemesi yazıyor. Ve bu girişle birlikte Victorya döneminden kısaca bahsedildikten sonra dekadanlar kelimesinin çıkışı anlatılıyor. Malumunuz Türk Edebiyatında Serveti Fünun yazarlarına yapılan eleştirilerde onları Fransız dekadanlarına benzetmişlerdi. Dönemin dekadan şairi Arthur Rimbaud'dan bahsedilirken özellikle çocukluk yıllarının mutsuzluğu, günümüz tabiri ile travmalarının gelecekte onu nasıl etkilediği de yazarın üstünde durduğu noktalardan biri. Verlaine ile Rimbaud arasındaki gayri ahlaki ilişki, sonunda yine yaralama hapis ve sefaletle biten hayat hikâyesi de örnek alınacak değil ibret alınacak kadar kötüdür.
Kitabı okurken Türk Edebiyatının her ne kadar eleştirsek de özellikle etik ve rekabet ortamı bakımından ne kadar temiz olduğunu fark ettim. Kadim kültürün getirdiği güzeli, iyiyi yüceltme öğretisi ile yetişen yazarlar bizim edebiyatımızın temel taşları olduğu için belki de bizde çirkin rekabet ve sapkın hayat hikâyeleri yok denecek kadar az. Her ne kadar modernleşmeyle birlikte bazı esnemeler, kırılmalar yaşansa da Anadolu medeniyetinin kuşatıcı, yardımsever ve İslam kültürü ile harmanlanan atmosferi Türk Edebiyatını eserde anlatılan hayatlar kadar uç noktalardan koruyor diye düşünüyorum.
Son olarak bu eser Türkçeye çevrilmeseydi edebiyatımız bir şey kaybeder miydi bilemiyorum. Burada anlatılan bazı yazarların eserlerine karşı bundan sonra önyargı taşır mıyım onu da kendime soruyorum.
Edebiyatın Aykırı Çocukları
Andrew SHAFFER
Çeviri: Çetin Soy
Ntv Yayınları
2014, İstanbul
296 sayfa
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 03.02.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.01.2023 22:25