Vasconcelos’un Şeker Portakalı

Ben en güzel şarkılarımı içimde okudum. Başkaları yoktu. Başkalarının olmasına gerek yoktu. İçimde sadece şarkıcı kuşlarım vardı. Sütü kaynamış kelimelerle şarkılarımı okumaya başlardım, şarkıcı kuşlar da bana eşlik ederlerdi sessizlikleriyle, kanat çırpmalarıyla, minnacık kalp atışlarıyla, küçük dilleriyle.
Ben her şeyi kendim öğrendim. Her yerde beni bekleyen yeni bir şey vardı. Misal portakal fidanın kalbinde, taşların eskisinde, bir bastonun yaşlılığında, yıldızların boşluğunda, çocukların gözlerindeki ışıltıda, beni bekleyen sırrı gidip alıyordum ve mutlu oluyordum. Mutluluk dışarıdaki sırlarla içerideki sırları birbirine kavuşturmaktır. Mutluluk varlığın üzerindeki esrar perdesini bir çocuğun elleriyle kaldırmaktır. Ellerimde ne var? Beynimden taşıyanlar, kalbimden kalanlar. Başkalarına bakmadım. Başkalarından bir şey beklemedim. Sadece bana ayrılmış olanın hakkını veriyordum: İçimde taşıyarak. Suyun hakkı, suya hayat olma imkanını vermektir. Sırların hakkı, ortaya çıkmalarını sağlamaktır. Hangi sırlar? İnsanın kendine yaklaştıran sırlar. Korku yoktur. Günah ve sevap bitmiştir. Sadece akıl ve kalbin sır perdesinin önünde raksı vardır. Raksın hakkını vermekse, her şeyi yerli yerine oturtmaktır. Akıl bilmek içindir, kalp sevmek içindir. Sır ikisini birlemektir.
Bir başkasının hikayesinde açmıştım gözlerimi, bir başkasının hikayesinde gözlerimi kapatmak istemem. Şunu da biliyorum: İnsan başkalarının hikayelerini bilmeden kendi hikayesini yaratamaz. Her hikayede bir şey alır insan ve kendi kelimeleriyle başkalarının hikayelerini yeniden yazar. Hepimizin hikaye evleri vardır. Hepimizin hikaye evleri belki birbirine benzer taşlardan (kelimelerden) meydana getirilmiştir. Asıl olan kendi ellerimizle taşlarımızı dizmek, kendi gerçeğimize göre hikaye evimizi yükseltmek, kendi hakikatimize göre hikaye evini mekanın sahibine emanet etmektir. Bunu yapıyor muyuz? Hikaye evimizde biz mi oturuyoruz yoksa başkaları mı oturuyor? Acısını sevinçleriyle kutsayan, mutluluklarını hüznüyle tutan, umutlarını yalnızlığıyla taçlandıran, bunalımlarını yeni başlangıçlarla şahlandıran kendi hikaye evini oluşturur ve mekanın sahibine emanet eder.
Ben yaşlanacağım, sen Minguinho'n ile öylece kalacaksın anılarımın belleğinde. Ben ölüp gidersem sen arkamda mı kalacaksın? Hayır, Zezé. Ben ölüp gidersem seni ve Minguinho'muzu da beraberimizde götürürüm. Ben senin ellerinle Minguinho'muzu kalbime diktim. Ben ölürüm ama kalbim ölmez. Kalbimde sen ve Minguinho, hep var olacaksınız, yaşayacaksınız.
Yine aynı şeker portakalı fidanın altında sen bana akla hayale gelmedik hikayelerini anlatacaksın, ben de anlattığın hikayeleri kayıt altına alacağım. Bizim şeker portakalı fidanımız benzeme diğer ağaçlara; çünkü biz söz verdik birbirimize. Kelimelerle söz verdik. Kelimeler kutsaldır bizim için. Kelimelerimiz çoğalacaktı; ama biz hep aynı yerde olacaktık. Kalbimde sizden başkası olmayacaktı. Kelimeler aramızda gidip gelecekti.
Yürekten sevdiğin her şey seninle olacaktır. Yüreğini başkasına veremezsin Zezé. Sadece yüreğinin bir parçasını başkasına verebilirsin. Parçalanarak eksilmez yürek. Parçalandıkça çoğalır yürek. Başkasına giden her parça kendisiyle beraber yeni parçalar alıp geri dönecektir. İnsan yürek parçalarının yer değiştirmesinden başka bir şey değildir Zezé. Hepimiz yer değiştiren yürek parçalarıyla var oluruz, birbirimizde çoğalırız. Sen de hep yüreğini parçalı tut ve parçalarını başkalarına ver Zezé. Yürek parçalandıkça genişler, söz sahibi olur. İnsan yürek parçalarıyla içsel yolculuğunu yapar, hayat hikayesini yazar. Yürek parçacıkları şahitlerimizdir, tanıklarımızdır. Yüreği parçalanmayan insan yaşamamış demektir. Yaşamamış insanla hiçbir yere gidemezsin. Yaşamayan insan ne arkandan gelir ne önünde gider ne de yaran olur.
Biliyorum her şey unutulup gitse dahi senin gözlerinin hüznü hep yerinde kalacak. Gözlerinin hüznünde eksik bir geçmiş, çarpılmış bir gelecek hep yerini koruyacak. Beni burada, bu zamanda tutan gözlerinin hüznüdür. Her kesin yeri ayrıymış bu hayatta. Senin yerin ise bambaşka. Hüznümü hüznüne katıyorum, bir başka zamanın yolunu tutuyorum. Yine kendime yetmiyorum. Yine bütün kapılar yüzüme kapanıyor. İçeride beni tutan hüznün. Hüznün bir taş olup oturmuş göğüs kafesimin üzerine. Gözlerimle ölçüp biçiyorum hüzün taşını. Kıpırdatmak mümkün değil. Dışarı çıkmam mümkün değil. Başkasına açılmam mümkün değil.
Belki de içimdeki keşif kuşunu bırakmadığım için böyleyim Zezé. Sen de bırakmadın içindeki keşif kuşunu. Bizim gibiler keşif kuşu olmadan yaşayamazlar. İçimizdeki keşif kuşuna bağlı yaşarız. O bizi nereye götürürse oraya gideriz. Onun sözünü dinleriz. Keşif kuşu bizim ile yaratıcı arasındaki habercidir. O yaratıcıdan aldıklarını kalbimize bırakır. Keşif kuşuyla yeni başlangıçlar yaparız, yeni şehirler keşfederiz, başka hikayeler dinleriz. Keşif kuşu bizim içimizden dışarıya açılan penceredir. O pencereden dışarıya akarız, başka keşif kuşlarıyla irtibata geçeriz. Bizim için hayattaki en büyük mutluluk, yeni bir keşif kuşuyla tanışmaktır. Yeni bir keşif kuşu, her bir varlığa kendi benliğimizi katmaktır, her bir varlıkta kendimizi yeni keşif kuşunun gözleriyle görmektir.
Şiir atıma bindim Minguinho. Artık kelimelerim konuşacak, ben susacağım. Kendime ait vurgularla yola çıkacağım. Göndermelerim tam yerini bulacak. Sesimin yankısında kalacak. Kelimelerin ahengine süreceğim şiir atımı. Ben kendimden geri kalmayacağım Minguinho. En güzel ve en derin anlatı ormanlarına süreceğim şiir atımı, hep bir başıma, kendi yalnızlığımda.
Bir Portuga'nın arabasının arkasına takılıp yarasa olmak isteyenlerin bir şarkısı, bir sözü, bir hikayesi vardır hep. Bu başka bir şeydir. İçinde o yaramaz yarasa ya vardır ya da yoktur. Yaramaz yarasa varsa, kimse seni tutamaz. İlk fırsatta atılırsın bir Portuga'nın arabasının arkasına. Rüzgarla yarışırsın, toprakla konuşursun, ağaçlarla dans edersin, suyla sırlanırsın. Yaramaz yarasanın kanatlarının altındasındır. Bir başkasının gölgesi düşmez üzerine. Sen hep kendi dediğini yapacaksındır, kendi yolunda gideceksindir, kafana buyruk yaşayacaksındır.
Her şeyin bir çağı var Minguinho. Ben de kendi çağımı yaşayacağım. Kendi sözümü söyleyeceğim. Kendi çağımı yaşamak için buradayım. Dilimin ucunda sadece çağ yangınlarım ve çağ umutlarım olacak. Yangınlarla umutları birbirine katıştıracağım ve yeni bir dünya kuracağım kendime. Herkesle her şeyle konuşabilenler kendi çağlarını yakalarlar. Başkalarının yangınlarını görmeyenler, başkalarının umutlarını duymayanlar kendi çağını yakalayamazlar, yaşayamazlar Minguinho.
İç yaralarımızla büyürüz, başkalarına göstermeden, başkalarına duyurmadan. Her yerde iç yaralarımızın uzantıları, yansımaları, yankıları. Gidecek yerimiz yoktur ya da kaçış imkanımız. İç yaralarımızdan kendimize yeni bir kimlik yaratırız. Dışarıda soğuk damga yemiş, içeride kaynayıp duran. Başkalarının hikayeleriyle iç yaralarımızın üstünü kapatırız, acısını unuturuz; ama bir yere kadar. Sonra bakmışız ki bir meltem serpintisi, bir yol ayrımı şarkısı, bir kış güneşi üşümesi, bir kuş kanadı hafifliği, bir gece lambası titreyişi, bir uçurum uğultusu iç yaralarımızı deşmiş, başkalarının hikayelerini fırlatıp atmış. İç yaralarımızla baş başa kalmışızdır.
İyi insanları kalbimde tutarım, kötüleri kalbimin dışında tutarım. Biliyorum iyiler böyle ödüllendirir, kötüler böyle cezalandırılır. Bu benim küçük kalbimin yöntemi. Küçük kalbim böyle bir yol geliştirdi. Kalbimde bir ev yaptım Portuga ve bütün sevdiklerimi kalbimdeki evde tutuyorum. Her gün onları ziyaret ediyorum. Onları günaşırı yad etmek için farklı yollar arıyorum. Kötü insanlarla hiç işim olmadı Portuga. Kalbimin evinde onlara bir yer vermedim. Onların kalbimin evine girmesini yasakladım.
Karanlığa yenilmiş insanlar "yüreğinde ışıldayan güneşi" karartmak isteyeceklerdir Zezé. Sen onlara aldırmadan yüreğinde ışıldayan güneşi büyüteceksin. Öyle büyüteceksin ki onlar yüreğindeki onların da karanlığını yutsun, yok etsin. Bunu yaptığın gün kendini gerçekleştirmiş olacaksın Zezé. Başkalarının yüreğindeki kasvet ve karanlığı ortadan kaldıramayan yürekler, eksiktir, tamamlanmamıştır. Yüreğindeki güneşi tam doğuracaksın Zezé. Acılarını ve sevinçlerini dost kıldığın an, yüreğinde ışıldayan güneş tam doğacaktır, başkalarının yüreğindeki kasvet ve karanlığı dağıtacaktır, yok edecektir.
Acı olan nedir, biliyor musun Zezé? Acı olan ruh ikizlerinden birinin zamansız gidişidir. Bir ruh burada yolu gözler, diğeri de orada ikizinin gelmesini bekler. Acı olan ikizlerden birinin diğerine okumasını gerekenleri okuyamaması, söylemesi gerekenleri söyleyememesi, sırlaması gerekenleri sırlayamamasıdır. Bir sonsuzluğun iki kıyısına vurmuştur ruh ikizleri. Bu kıyıda kalan çakıl taşlarına ve deniz kabuklarına derdini dökecektir, oradaki kıyıda kalansa cennet kuşlarına ve aşk şehitlerine derdini anlatacaktır.
"Karmaşık sözcükler" yaşama sebebim oldu hep. Başkalarının cesetlerine bastım yeri geldiğinde, yeni doğan canlara selam oldum kimi zaman. Ben bir filozof olarak doğmuştum. Hep kendimle konuşacaktım, içimdeki filozofu yaşatacaktım. Bir insan kendiyle konuştuğu, ben'iyle muhabbet ettiği, benliğinin farkına vardığı zaman filozof olmaya başlıyor demektir. Ben filozoftum. Bu yüzden önce kendimle sonra başkalarıyla konuşacaktım.
Yaşamaya hükümlüyüz Zezé. İnsanca yaşamak ve yaşatmak için varız. Hayal etmek ve umut etmektir asıl bizi yaşatan ve insan kılan. Kelimelerim ve sözlerim vardı. Zaman atına biniyordum ve kelime yularını tutuyordum, sözlerimle yolumu buluyordum. Kimseler yoktu yanımda. Yolculuğumun bir gayesi vardı: Kendim olmak,, özüme sahip çıkmak, fıtratımı korumak, hakikatimi yüceltmek. Hiçbir zaman başkalarının cümlesinde yer almadım. Tek başına kalmış kelimelerimi –yalnızlık gibi- başkalarının süslü ve gösterişli cümlelerine tercih ettim hep. Tek kelimelerim bana yetiyordu. İnsan gibi, yaşamak gibi, sevmek gibi.
Şeker Portakalı
Vasconcelos
Çev. Emrah İmre
Can Yayınları
182 sayfa
İstanbul, 2019
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 12.05.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 12.05.2023 09:45