Veba Geceleri Üzerine-3
Salgın ve Arkaz Adası
İki yazı ile girizgâh yaptığımız Veba Geceleri adlı eser, Arkaz Adası'nda geçmektedir. Arkaz adası eserde, yarısı Müslüman ve diğer yarısı gayrimüslimlerden olan Türk, Rum ve sonradan göçmen olarak gelen Yunanlıların oluşturduğu ve seksen bin kişinin yaşadığı tahmin edilen bir sosyo-demografik yapıya sahip bir adadır. Bu ada valilikle yönetilen, Akdeniz'de yer alan ve Osmanlı idaresinde olan bir yapıya sahiptir.
Adanın salgın hastalıkla karşılaştığını duyan Padişah, İzmir'de karşılaşılan bir salgından alnının akı ile çıkan ünlü Başkimyager Bunkowski Paşa ve yardımcısını Çin'e giden Aziziye adlı gemiye dâhil eder. Emri Arkaz adasında karşılaşılan salgın hastalık durumu için tedbir alınmasıdır. Arkaz adasının esere dâhil olması ile salgın hastalığın ortaya çıkışına geçiş yapılarak hastalığın zihinlerde tam olarak oturması sağlanır ve hastalık teması etrafında eser detaylandırılarak polisiye kurguya destek verilir.
Bu aşamada salgın-birey etrafındaki anlatımdan salgın-iktidar-toplum denklemine dönüş yapılarak iktidarın ve toplumun yapısı, salgın hastalık karşısındaki tutumları ve daha önce yaşanmış bir salgına atıf yapılarak toplumun tecrübesi ve geleneksel duruşu ortaya konulmaktadır. Vali Sami Paşa nezdinde iktidarın temsiliyeti sağlanırken, sonradan kurulacak Karantina heyeti ile de sağlık politikaları tek yerden yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Vebanın ölü fareler göründükten sonra artması, Albert Camus'un Veba adlı eserinden mülhem olarak eserde detaylandırılırken, Bunkowski Paşa'nın İzmir tecrübesinden de alıntılarla desteklenerek salgına karşı planlamanın Arkaz adası için de aynı şekilde gerçekleşmesi istenmektedir. Vali'nin salgını küçümsemesi ve bu hastalığın büyütülmeden meselenin kapatılması için çalışması, Reşat Nuri'nin "Salgın" öyküsünde yazılan bir dilekçeye karşı kayıtsız kalan Kaymakam'ın durumuna benzemektedir.
Adada hastalık iyice yayıldıktan ve karantinanın başlayacağı duyurulduktan sonra imkânı olanlar adayı terk ederek, başka yerlerdeki evlerine veya tanıdıklarına gitmişlerdir. Eser, "Decameron" ve "Veba yılı Günlüğünde" yoğunlaşılan durumun aksine, kaçanlara/uzaklaşanlara değil daha çok kalanlara ve mücadele edenlere odaklanmaktadır. Bu da eserin kent-kırsal ekseninde değerlendirmeye olan ihtiyacını zindan/kule-kent olarak yeniden yorumlamaya imkân tanımaktadır.
Salgın başladıktan sonra aktarılan tarihlere göre hasta-ölü rakamlarının verilmesi, karantina mahalleleri ve ölü çıkan evlerin işaretlenmesi, ek olarak gazete manşetlerinin takip edilmesi "Veba Yılı Günlüğünde"ki gibi ayrıntılı bir şekilde aktarılmaktadır. Bu da salgın hastalığın seyrinin bütün detaylarına vukufiyeti kolaylaştırmaktadır.
Salgın ve Toplum
Salgın eserlerinde genellikle birey-hastalık-salgın üçgeninde, salgın hastalığın ortaya çıkış süreci, belirtileri ve insan üzerindeki evrimsel süreci detaylandırılmaktadır. Veba Geceleri'nde Bekçi Bayram Efendi üzerinden hastalık tanımı ortaya konulmaktadır. Virüsün insan bedeniyle bu ilk sayılabilecek birlikteliğinin acı belirtiler eşliğinde bekçinin hayatına mal olmasından sonra, başka insanlarda da bu tarz belirtilerin ortaya çıkması, hastalık durumunu salgın olarak değerlendirmeyi mecbur kılmaktadır.
Salgının tespitinden sonra birey-hastalık-salgın üçlüsü toplum-salgın ikilisine dönüşmekte olup; toplumun sosyolojik durumu, salgının kabullenilmesi, salgın ile mücadeleye destek olunması, karantina ilanına toplumun yaklaşımı, geçmiş salgın tecrübeleri/hikayeleri, hastalığın fizyolojik bağlamdan koparılmadan anlaşılması, tedavi arayışları, geleneksel/dini tedavi yöntemleri ve hastalığın kaderci yorumu bu ikilinin detaylarını oluşturmaktadır.
Salgın hastalıkla ilgili karantina kararları, valilik tarafından oluşturulan Karantina Heyeti tarafından alınmaktadır. Bu heyet günlük vaka sayısını ve bulundukları mahalleleri bir Minger haritası üzerinde işaretleyerek salgının yayılma hızını kontrol etmeye çalışmaktadırlar. Hastanelerin yetersizlikleri, ölülerin gömülme yöntemleri, toplumun hijyen kurallarına uyma-uymama durumları, iktidarın yer yer topluma göre hareket etmesinin olumsuzlukları, adadan kaçış için gizli insan kaçakçıları, karantinanın gizlice delinmesi, kırsaldakilerin karantina ve hastalıktan habersiz yaşamaları… Bütün bu süreçler eserde Karantina Heyeti üzerinden alınan kararlarla topluma yansıtılmaktaydı.
Eserde toplumun çok katmanlı yapısında kadrajı özellikle kaderci çizgiye ve karantina karşıtlığına hamletmek, burada da özellikle tarikatlar üzerinden adada yaşayan Müslümanları bir tarafgirliğe toptancı bir bakış açısıyla hapsetmek öncelikle batılı salgın eserlerine haksızlık olmaktadır. Albert Camus'un Veba eseri, Jack London'un Kızıl Veba'sı ve Philip Roth'un Nemesis'inde karantinaya karşı olan ve hastalığa inanmayanların, salgın hastalığı kaderci çizgiyle değerlendiren Hristiyanların ve kaostan beslenerek zevk ve sefa içinde hastalığı umursamayanların örneklerini fazlasıyla görebilmek mümkündür. Orhan Pamuk bu örneklerin her ırk ve dini grup içinde olabileceği, bunların da toplumda karşıtlık üzerinden yeni bir grup olarak ortaya çıktığını nedense beş yüz küsür sayfa içinde değinmeye değer sosyolojik bir zemin olarak görmemektedir.
Toplumun din ile ilişkisindeki temelleri ilkeler üzerinden okumak yerine, kaderci çizgiye teslim olan bir anlayışın temsilcileri olarak önyargıyla okumak elbette bütüncül resme bakmamak demektir. Hangi dine mensup olursa olsun, hastalıkların Allah'ın veya Tanrı'nın bir cezası olarak okumak geleneksel bir bakış açısını ifade eder. Toplumsal hastalıkların insanların kalplerini ve vicdanlarını bozarak kötülüğü yaygınlaştırma boyutuna gelmesi dinlere göre Tanrı'yı öfkelendiren şeydir. Tanrı öfkelendiği zaman, insanlara bireysel değil toplumsal bir cezayı uygun görmektedir. Oysa Müslümanlığın temelinde bu suçlama zemini bir "rahmet" olarak okunmaktadır.
Hakikatin izini sürmeye çalışan tarikatların usulünde de yine bu rahmet anlayışının izleri vardır. Tarikat içinde veya dışında kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanlar başlarına bir musibet geldiğinde Allah'ın kendilerini hatırladıklarını düşünmektedirler. Böylece Kendisini kuluna hatırlatan Allah'ın, insanın Yaratıcısına yüz çevirmeden yaşaması için bir rahmet kapısı sunduğunu bilirler. Müslümanın bütün hayatının, Yaratıcının sürekli huzurundaymış gibi geçtiğine inanması, külli kader içindeki cüzi kaderi görmeden, sadece kadercilik anlayışına mahkûm olduğunu göstermemektedir. Müslüman tedbir alır ve teslimiyete böyle kavuşur. Tedbirsiz teslimiyet İslam'da mümkün değildir.
Toplumdaki "algısal İslam'ın" eserde özellikle "tarikat, kadercilik ve iktidar" üzerinden ele alınması, eserin yazıldığı ve okunduğu toplumdaki İslami kavramların imgesel izlerinin toplumun belleğinde olumsuz olarak kodlandığını maalesef akla getirmektedir. Bütün İslami olumsuzlukları ise tek başına taşıyan tarikat kavramı üzerinden, bir İslami yapı inşa etmek ve bu yapıyı politik bir kurguya çekmek, yıllarca bunun altında ezilen toplumu bir kez daha ezmek demektir. Bunun bilinçsiz bir hamle olduğunu düşünemiyoruz.
ı. yazı: Veba Geceleri Üzerine-1 - Edebiyat - Mustafa ATALAY (kitaphaber.com.tr)
ıı. yazı: Veba Geceleri Üzerine-2 - Düşünce - Mustafa ATALAY (kitaphaber.com.tr)
Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 15.03.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.03.2022 22:50