Yaşarken Ölmek; Ölmekteyken Yaşamaya Çalışmak
Hayatın uzun serencamı içerisinde birçok travmatik olayla karşılaşmak mümkündür. Tek düze olmayan bir yolun labirentimsi kıvrımlarında nefeslenmeye çalışırken geriye bakınca, hiç de kolay olmayan nice badirelerle karşılaştığımızı fark ederiz. Bunlardan güçlü çıkarak, gelecekte karşılaşılacak olası tehlikelere karşı da mukavemet kazanırız. Bütün bu sürecin en ilginç olan tarafı, vereceğimiz tepkinin bütün bu olayları yorumlarken bize kazanım veyahut kaybetme olarak geri dönmesidir.
Yakınlarımızın sağlığında yaşadığı olası bozulmalar, kendi bünyemizde karşılaştığımız sağlık problemlerinden bizi daha fazla düşündürür ve yıpratır. Bu diğerkâmlık sadece empati sonucu kazanılmış bir edim değil, vicdani bir duruşun dışavurumudur. İnsan ölürken bile başkasına rahmet kazandıran bir varlıktır.
Susan Sontag kendi hastalığının histerisi içinde boğulmadan, bir arkadaşının rahatsızlığı üzerine kaleme aldığı "Böyle Yaşıyoruz Artık" isimli novellası ile farklı bir açıdan hasta ve hastalığa bakmaya çalışmaktadır. Yirmi altı sayfası kısa roman/novella olan eserin, kalan on altı sayfası ise daha önce kaleme aldığı "AIDS ve Metaforları" adlı çalışmasından alınan iki bölümden oluşmaktadır.
Susan Sontag tepkileri anlık yansıtabilmek, düşünceleri tek düze ve dinamik şekilde aktarabilmek için eseri düz yazı modelinde kurgulamaktadır. Uzun ve belki de bazen sıkıcı cümleler kurarak farklı kişilerin konu hakkındaki görüşlerini detaylıca aktarmayı tercih ederken, okurların anlam dünyalarını düşünmediğini belirtmeliyiz. Zira sık sık konu bütünlüğü zedelenmekte ve tekrar konuya dönmek ancak yeni bir okumayla mümkün olmaktadır.
İsmi hiç eserde açıklanmayan, New York'da yaşayan bir adamın yine ismi açıklanmasa da HIV pozitif olduğu ve AIDS hastalığına yakalandığını anlamaktayız. Eserde ana konu bu olsa da, epizot olarak hastanın yakın çevresinin bu sayede kendi içlerine dönük düşünsel bir süreci başlatmaları anlatılmaktadır. Bu süreci şu sözler beliğ bir biçimde ortaya koymaktadır: "Çünkü ciddi bir şekilde hastalanmak ancak başka insanların başına gelen bir şeydi. (S.10)"
Hastalığın ciddiyeti kadar hasta yakınlarının ciddiyeti de önemlidir. Hastalık süreci hastaya meşakkat olduğu için bu meşakkatin büyük bölümü de yakınları ve dostlarına kalmaktadır. O yüzden hangi hastalık olursa olsun, hastalığı yaşayan ile kurulan ilişki empati temelli olmalıdır. Hasta Olmaya Dair adlı bir eser ortaya koyan Virginia Woolf'ün annesi Julia Stephen: "Hastaya refakat eden herkesin uyması gereken tek bir ödev vardır: Güleryüzlü olmak. Varlıklarını yapmacık, zorlama bir güler yüzlülük değil, sakin huzurlu bir aydınlık, eziyet olmaktan çıkarıp keyfe dönüştürür. (S.12)" şeklinde ifade etmektedir.
Eser bu bilinçle, hastanın dostlarının hasta ve hastalık hakkındaki düşünceleri, hasta yanındaki değerleri, hastanede ve dışında davranış şekilleri ile hastalığın bulaşabilme ihtimaline kadar geniş bir ölçekte birbirleri ile düşüncelerini paylaşmaktadırlar. Tanrısal bir anlatım metodunu bilinçli bir şekilde seçen Sontag, düşüncelerin savruluşunu kişilerin karakter analizleriyle değil, anlık durumlar karşısındaki tepkileri ile ortaya koymaya çalışmaktadır.
Eser hasta bir adam etrafında kurulan ilişkilerin "samimiyet" boyutunu irdeliyor, bu ilişkilerin hastalığa bakan penceresini bir ayna olarak birbirlerine yansıtıyor ve hasta olma sırasının kendilerine gelebileceği endişesini analiz etmelerini istiyor. Hastayla kurulan ilişkinin zamanla kendilerine dönüp, bu hastalığa düşebileceklerine dair bir varsayımı ciddi bir şekilde temellendirmelerini istiyor.
Hastanın yanında ne söyleyeceğini bilmeyen ve bu yüzden onu ziyarete gitmeyen Aileen, her aşamasında yanında olan ve grubun bilgi merkezi konumundaki Stephen, "herkes, herkes için endişeleniyor artık" diyen Betsy, "ondan bahsederken geçmiş zaman kullanmaya başladıklarını" arkadaşlarına hatırlatan Kate, ince ve narin ruhlu Ira, evde yanında olan Quentin ve Greg, Max, Paolo gibi birçok karakterin etrafında şekilleniyor eser. Her bir karakter ya bir konudaki düşüncesi, ya duyduklarını yorumlaması, ya da hastanın nasıl olduğunu aktarmasıyla okurlara birkaç cümlecik üzerinden tanımlanıyor. Derin karakter analizlerinin yapılmaması eseri bu yönden daha güçlü ve gizemli kılmaktadır.
İnsanın dostlarını en çok görmek istediği anlar genellikle en mutlu veya en hüzünlü olduğu zaman dilimleridir. Eserde hasta kendisini en çok ziyaret edenleri en sık anıyor, gelen kişilerin neredeyse çetelesini tutuyor ve Lewis'e göre çevresinde insanların olması onu mutlu ediyordu. Hastanedeyken günlük tutuyor, günlükle geleceğe dair bir iz bırakıyor ve belki de her şey yitip gittiğinde acısının bir günlükle tazeliğini koruyacağına inanıyordu. Mesele bir günlük tutmaktan ziyade insanın geleceğe güvenle bakacak bir düşünce yapısına sahip olmasıydı.
Metafor Olarak Hastalık eseriyle de hastalıkların bazı metaforlar üzerinden tanımlandığını aktaran yazar Sontag, karakterlerin düşünce dünyalarına yine bu metaforlar penceresinden usulca girmektedir. Karşılaştıkları her durumu bir metafor üzerinden tanımlayan karakterler, hastalıktan çok kendilerine dönük bir dil oluşturmaktadırlar. "Her şey de bir yan etki değil mi, biz bile yan etkiyiz" diyen Ira, yaşam için savaşmayı hatırlatan Stephen, "her şeye kokusunu ve rengini veren korkunun" izini süren hasta…
Eser sonlanırken "nasıl ölündüğünü öğreniyoruz" diyen Hilda, bir gerçeğe dikkat çekmek istiyordu: "Hastanın başında ölülerin konuştuğuna…" Son sözlerden çok, hastanın tuttuğu son günlüklerdeki sözcüklerin yitip gitmesine hüzünleniyordu herkes. Sözcükler yitip giderdi belki, belki de fotoğraflardan izler de silinirdi, ama şöyle düşünüyordu yazar: "bir öyküyle bir resim veya fotoğraf arasındaki farkın, öyküde, hala yaşıyor diye yazılabilmesiydi. (S.35)" Hala yaşıyor diyen Stephen, belki de ölenin kendi ruhları olduğunu bir kez daha fısıldayarak sonlandırıyordu eseri.
Böyle Yaşıyoruz Artık
Susan Sontag
Can Yayınları
51 Sayfa
Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 25.05.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.05.2022 13:45