Yeni Kitap Söyleşisi: Davut Bayraklı
Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?
Okurun Masası Yazarın Masası kitabını yazarken yazarların günlük rutinleri üzerine çok okumalar yapmıştım. Bu okumalar sırasında sonradan kendi rutinimle ilgili bazı detaylar fark ettim. Çünkü ilk başlarda bu rutinlerin yazmak için gerekli olan şeyler olduğunu düşünmeden yapıyordum. Türk Sanat Musikisi dinlemeden ya da alt fonda siyah beyaz bir Yeşilçam filmi olmadan genelde yazmıyorum. Klasik müzik olmalı en azından ama sıfır sessizlik olmamalı. Uzun zaman bu bahsettiğim şekilde yazdım. Fakat son yıllarda nasıl yazıyorsunuz derseniz inanın hiç dikkat etmiyorum buna. Son üç belki dört yıldır eskiye oranla daha çok yazıyorum bu nedenle rutinlerim var mı, onları takip ediyor muyum diye bakmıyorum. Eskiden olsa gece yarısını beklerdim yazmak için. Sonra bir Sadri Alışık ya da İzzet Günay filmi açardım. Demli çay ve farklı renklerdeki kalemlerimi alırdım, kullanmasam bile önümde dururdu. Şimdi ise yazmam gerekiyorsa yazmaya çalışıyorum. Mesela şu an klasik Türk musikisi altta çalıyor ve ben de soruları cevaplıyorum.
Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?
Ben, bir derdin ifadesi olarak görüyorum yazmayı. Bir şeyler paylaşmak, ortak noktalar üzerinde buluşmak ve daha derinleşmek… Derdi olmaya adam yazamaz da demiyorum. Benim kişisel yazı serüvenim bir derdimin olması ve bunu ifade etmeye çalışmamdır. Gördüğüm ve sevdiğim şeyleri takdir etmek; gördüğüm ve nefret ettiğim şeyleri eleştirmek için bir araç yazı. Mesela edebiyat ve tarih aracılığıyla geçmişin kadim değerlerini keşfetmek ya da İsrail'in terör üretmesini eleştirmek, lanetlemek.
Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Neydi yazmalıyım dediğiniz ilk olay yahut durum? Sizi özellikle teşvik eden biri oldu mu?
Yazar olmalıyım diye düşünmedim hiç. Halen de yazar mıyım tam net bir cevap vermem bu soruya. Bunu biraz da okur cevaplamalı aslında. Ama ilk yazı denemelerimi hatırlıyorum da neredeyse hepsi "Misyonerlik, Kilise, İncil, Tevrat" eleştirisi üzerineydi. Uzun zaman da böyle devam etti.
Yazar olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben, iyi metinlerin kaleme alınabilmesi için öncelikle iyi ve nitelikli bir okur olunması gerektiğine inanıyorum. O nedenle yazar olmayı düşünen herkesin ilk olarak iyi bir okur olması gerektiğine inanıyorum. Bunun yanında Türkçeye iyi derecede hâkim olmaları, klasik eserlerimizi okuyarak dil zevkine varmaları gerekmekte. Böyle yaptıkları takdirde kısa sürede başarılı yazılar kaleme alacaklardır.
Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?
Yok, yazmayınca çıldıracak birisi değilim. Bunu nereden biliyorum, denedim çünkü. Bazen yazarsam çıldıracağımı düşündüğüm oldu ama aksi bir düşünce olmadı. Yazmasam herhalde şimdi konuştuğumdan daha fazla konuşurdum.
Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şiir var mıdır?
Yakın bulmak değil ama Üstat Necip Fazıl'ın Bir Adam Yaratmak piyesindeki Hüsrev karakteri, Reisbey'deki Reisbey karakteri beni çok etkiler. Oğlumun adı Necip Fazıl mesela ama bir ara ciddi ciddi düşünmüştüm "Reisbey mi olsa?" diye. Goethe'nin Genç Werter'deki Werter karakteri ve Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza"daki "Raskolnikov" ve "İnsancıklar" isimli kitabındaki yaşlı kâtip Makar Alekseyeviç kendime yakın bulduğum karakterlerdir.
Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir?
Ben bir dert sahibi olma sevdasındayım ve bunu genelde böyle dile getiriyorum ama kendi içimde kendime döndüğüm zaman dert sahibi olmaktan ziyade "bir derdin müptelasıyım" ifadesini kullanıyorum. Ne olduğu meselesi ise çok uzun ve çok meşakkatli, anlatılması ise çok güç. En azından şimdilik…
Malcom X, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi isimlerin sizin için önemli olduğunu biliyoruz. Özellikle gençlere model olması bakımından günümüz yazar/düşünürlerinden mutlaka tanımalısınız, okumalısınız dediğiniz isim var mı?
Bugün için verebileceğim isimler yakından tanıdığım ya da eserlerini sıklıkla okuduğum isimler olabilir ancak. Mesela Mehmed Niyazi Özdemir, Sulhi Ceylan, Okay Tiryakioğlu bu isimlerden bazıları. Bir de ben herkese ortalama bir yazar ve ya ortalama bir kitap listesi verilmesini çok doğru bulmuyorum. Kişiden kişiye değişecek bir durum bu zira muhatabınızın ihtiyaçlarına, zihnî yapısına göre tavsiyelerde bulunmak gerekiyor.
Öncelikle yeni çıkan "Kutsalın Buharlaşması" eseriniz hayırlı olsun. Eserde Kitab-ı Mukaddes'e yapılan müdahaleleri bilimin ışığında masaya yatırıyorsunuz diyebiliriz. Biraz ezber bozan biraz da bildiklerimizi temellendiren bir eser. Siz okurun bu kitapla neleri fark etmesini arzuladınız?
KDY'den çıkan "Kutsalın Buharlaşması" ile arzu ettiğim ilk şey Türkiye'de lise ve üniversite düzeyindeki okur kitlesine ulaşmak ve onların misyonerlerin hedefinde olduğunu onlara izah etmek ve belli bir ön hazırlık yapmalarına imkân sağlayacak anlaşılır, sadede bir metin vermekti. Belli bir fikri sabit olması, bunun oluşmasına katkı sağlamak en büyük arzum. O nedenle bu kitap akademik kaygı taşıyan ya da illa ki yeni bir şeyler söylemeyi amaç edinen bir eser değil. Bizim buradaki muradımız farklı. Misyonerlerin kurduğu tuzakları fark edilmesini sağlamak, onların iddiaları ile onların metinlerine ve kutsallarına yaklaşmak. Böyle olunca okur fark edecek ki kendisine yalan yanlış bilgiler aktarılıyor ve bunlar onu düşünenler tarafından yapılmıyor. Bunu yapanların ana amacı hedef kitleyi kendi davasına "her ne olursa olsun" kazandırmak.
Kutsalın Buharlaşması'nda yakaladığınız çelişkilere dair karşıt eleştiriler geldi mi? Tepkileri merak ediyorum.
Kitap henüz çok yeni, doğal olarak olumlu ya da olumsuz eleştiriler bundan sonra zaman içerisinde gelecek. Daha önce bazı yazılarımız yayımlanmıştı ancak o zaman eleştiriler genelde olumluydu ve okur "böyle olduğunu bilmiyorduk" tarzında geri dönüşler yapmıştı. Ancak o yazıların neredeyse %70'i bu kitapta yok. Kutsalın Buharlaşması çalışmamızda akademik yaklaşım ve bilgiler kullandık ancak kitabın dilini mümkün olduğunca basit ve sade tuttuk. Çünkü amacımız okurun eserle ilk okuma anında bağ kurması ve metne ağır, akademik bir dil nedeniyle uzak düşmemesi. Kolay okunan ve kolay anlaşılan bir çalışma olmasını istedik kısacası.
Özellikle son zamanlarda transhümanizmle alakalı kalem oynattığınız için bir yazınızdan hareketle burada yeniden sormak istiyorum. Gelecek yüzyıl modern insana ne vaat ediyor?
Gelecek yüzyılın bizim gibi sıradan insanlara vaat ettiği her hangi bir şey yok aslında. Zira Transhümanizm akımının ortaya koyduğu düşünce, gelecek tasavvuru ve teknoloji belli seçkin bir zümreye hitap ediyor. Bunu transhümanist ve posthümanist düşüncenin öncüleri olarak gösterilen isimlerin eserlerinde görüyorsunuz. Elbette çok açık yazmıyorlar ama satır aralarında bu iddiamızı okuyanlar görecektir. Bunun dışında transhümanizmin tasarladığı gelecek hakkında daha uzun açıklamalarda bulunmak gerekir. Bu düşüncenin felsefesi ve bu felsefe ile bağlantılı olan öjeni düşüncesi de ciddi olarak düşünülmeli. Transhümanizm size geleceğin insanı olarak sinema filmlerinden çıkmış bir nevi "yarı Tanrı yarı insan" vaat ediyor. Çünkü bu felsefeye göre insan bedeni, onu ölümlü kılan şeydir ve bu nedenle de bedenin ortadan kaldırılması gerekmekte. Beden ortadan kalkınca ve insan zihni bir server'a kopyalanınca ya da farklı bir alternatif teknoloji geliştirilince insan da doğal olarak ölümlü olmayacak ve böylece bir tür modern-teknolojik bir tanrı olacaksınız. Size ulaşmayı vaat ettiği teknolojinin arkasında da bu fikir yatıyor kısacası.
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 15.12.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.12.2023 11:05