Yeni Kitap Söyleşisi: Ethem Erdoğan, Edebiyat, Tuba YAVUZ

Yeni Kitap Söyleşisi: Ethem Erdoğan yazısını ve Tuba YAVUZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Yeni Kitap Söyleşisi: Ethem Erdoğan

31.07.2024 09:00 - Tuba YAVUZ
Yeni Kitap Söyleşisi: Ethem Erdoğan

Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?

Dağınık. Tıpkı zihnim gibi. Belki de memleket gibi. Yaşadığınız kadar yazıyorsunuz nihayet. Rahatlıkla beraber rahat ve gevşek, rahatsızlıklarınız kadar yoğun oluyor ve yoğun yazıyorsunuz. Bu durum, bizim yazı-yazmak hususunda profesyonel olamayışımızdan kaynaklanıyor sanırım. Şu gün şu kadar yazmalıyım gibi bir cümlenin karşılığı yok bizde. Dolayısıyla yazdığımız metin parçaları mutlaka bir süre demleniyor.

Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur; yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?

Yazmakla ilgili kurduğunuz iki soru cümlesinin bileşkesi "hayal". Bu da bize gösteriyor ki yazı muhakkak bir hayalin ürünü ya da parçası. Ancak tamamen hayal ürünü demek zor, çünkü yaşıyoruz ve gerçekler balyoz gibi suratımıza patlayıveriyor. Dolayısıyla yazmayı bir tür sentez sayabiliriz. Çeşitli duygu durumlarını ve insanı buraya getiren, bu köşede sıkıştıran… Bana göre yazmak yaşıyor olmanın tabii bir sonucu. Yaşamak yazmaktır, yazmamak yaşamamak!

Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Neydi yazmalıyım dediğiniz ilk olay yahut durum? Sizi özellikle teşvik eden biri oldu mu?

Bilirsiniz, orta ikide Türkçe öğretmeni yazdığınız bir metni ciddiye alır, aslında kimse yazmadığı için sizin yazdığınızı önemsemiştir. Bu önemsenme durumu itici bir kuvvettir. Devamında lise birde edebiyat öğretmeni sizi x yarışmasına zorla sokar. Etraf sizi yazar görmeye başlar. Siz de kendinizi enikonu yazar tasnifinde görürsünüz. Ta ki okuduğunuz bir metin size başka bir şey öğretene kadar. O öğrenme çok şedittir işte.

Bendeniz akranlarıma göre kitap okumak zorunda olan / hisseden biriydim. Bu zorunluluğa girmeyeceğim elbette. Okudukça çok şedit öğrenme yöntemleri olduğunu gördüm. O şiddet sonucu yazmanın sandığım kadar zor olmadığını fark ettim. Çünkü okuduğum şiirlerde de hikâye ve romanlarda da hep bir yönün eksik olduğunu düşünmeye başladım. Az buçuk okuyan, okuduğunu düşündüğüm kişilere buna benzer konuları açtım. Her seferinde geçiştirme ile karşılaştım. İş bendeydi o zaman. Eksik olmayanı kendim yazacakmışım hissine kapılıyordum. Oysa tam ve mükemmel olanı yazmak âdemoğluna yazılmamıştır.

Yazar olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Yazmak bir zorunluluksa onlar için okumayı öncelemek durumundalar. Bunu hem "dolmak" hem de o alanın durumunu tespit edebilmek için yapmalılar. Çünkü yazmak alanla kalemin bütünlüklü birlikteliğinden gelişen bir durum. Alanı bilmek, oradaki açıkları görmek ve o açıklardan alana sızmak gerekiyor. Günümüz eleştirisinin en temel meselesi budur. Alanı bilmeden, alanın gittiği yönü fark etmeden yazmak. Bağlamsız kalmak bu anlamda yazarın sorunu oluyor.

Günümüzde bu işe bir şekilde bulaşan herkes önemli öncüleri okumak ve bilmek zorundadır. Akif'i, Nazım'ı, Necip Fazıl'ı, Sezai Karakoç'u, İsmet Özel'i vb… Yazar ya da şair, öncülü olan herkesi bilmeli ve usta bellemeli. Bunun altını çizmek gerekir. Çünkü izleyebildiğim kadarıyla 30 yılın bütün yanlışları tekerrür ediyor çünkü.

Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?

Bu konuyu çok düşündüm. Bu soruya verilen cevaplara baktım. Tam kararsız kalıyordum ki Yunus'un "Ya ben öleyim mi söylemeyince…" mısraına angaje oldum. Yazmasam çıldırmazdım belki, ölmezdim de ama sanırım yaşıyor da olmazdım. Bu noktada aşk ile buyurun yaşamayı tanımlayın…

Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şiir/şair var mıdır?

Bana benzeyen roman kahramanı yok. Yazmayanların kabahati.

"Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben / Üç ayakla seken topal köpeğim!" mısralarıyla "Hâlbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar" mısralarının bileşkesi gibiyim. Oysa bendeniz Sezai Karakoç'a yalnız bir yönden bile olsa benzeyebilmeyi, benzetilmeyi şeref sayarım.

Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir?

Derdim çoktur hangisini diyeyim!

Farlı türlerde yazan biri olarak en çok hangi metinleri yazmayı seversiniz? Kendinizi şair, romancı, eleştirmen sıfatlarından hangisine yakın görürsünüz?

book_anlatiya-giris-roman-hikaye-oyku-incelemeleri_aeerrMetinlerimin bir türü hariç (şiir) tamamını alanda ihtiyaç gördüğüm için yazdım. Bunu bir zorunluluk addettim. Ama şiiri kendilik açısından değerlendirdim. Ben şairim. Hatta bir dostum "hiç şiir yazmasan da şairsin", der sürekli.

Yeni eseriniz "Anlatıya Giriş" çıktı, hayırlı olsun. Eser roman ve hikâye tahlillerini içeriyor, şiir ya da farklı türlerdeki kitap incelemeleri için devamı gelecek mi bu eserin?

Şiir üzerine üç dosya yaptım, iki dosya kitap olarak yayınlandı. Şiirden Şuura ve Şiirden Şaire. "Cari Şiir" adlı dosya ise kaderin takdirini bekliyor. Bendeniz Anlatıya Giriş'i sadece kitap incelemesi olarak görmüyorum. Anlatı türlerinin bir noktasında duran herkes için kaynak özelliğinde olduğunu düşünüyorum. Ancak böyle düşünmemin pek bir anlamlı olduğunu söyleyemem. Çünkü okuma özürlüyüz. Konunun merkezindeki yazarlar dâhil geniş kesimlere yayılan bir gevşeklik hatta sarhoşluk hali var.

Anlatının son on yılda pop olmasına rağmen kuram yönüne eğilim olmaması ve artülkesinin oluşmaması üzerine Anlatıya Giriş çıktı. Gelişme ve sonucunu başkalarına bırakma taraftarıyım. Dediğim gibi asıl alanım şiir. Muhtemelen şiiri temel alan metinlerle devam ederim. Bu işin bir ayağında malum dergiler var. Onlar da daha çok şiir / şair ekseninde duruyorlar. Talep edilen metinler de o yönde oluyor. Dolayısıyla dergiler lokomotif olarak bir yere çekiyor vagonları. Bu da geleneksel.

Türk Edebiyatını eleştiri bakımından yetersiz bulanlar oluyor. Siz eleştiri metinleri de yazan biri olarak ne söylemek istersiniz?

Doğru söze ne denir. Hikâye incelemelerini, hikâyecilerin birbirleri için yazdığı metinleri okuyunca yapmak zorunda hissettim, şiir incelemelerini de şairlerin birbiri için yazdığı metinleri okuyunca. "Keller, körler, yağırlar…" ya da "ahbap çavuş" güzellemeleri bir noktada dayanılmaz oluyor.

Ayrı bir kalem olarak "eleştirmen" neredeyse kalmadı.

Anlatıya Giriş'te roman ve öykü incelemeleriniz var. İncelemelerinizi yazarken eserlerin farklı metinlerle ya da başka yazarlarla bağını da yakalıyorsunuz. Bu bağlamda inceleme yazısı yazmak için ciddi bir edebi birikim şart mıdır? Sadece iyi bir okur olmak yetmez mi?

İyi bir okur olmak gerek şart ama yeter şart değil. Bu bir gelenek ve alışkanlık meselesi olmak zorunda. Yukarıda değindiğimiz üzere, 12 yaşından 24 yaşına kadar çilesini çekmediğiniz hiçbir şeyin ekmeğini yiyemezsiniz. Ekmekten kastım da iki kapak arasındaki kitap. Bir yazarın, mesela Peyami Safa'nın, Kafka'nın, Dostoyevski'nin serisini okuyup diğerine geçmeyi planlı bir iş haline dönüştürmek gerekir. Mesela bir gün Patasana diğer gün Yalnızız okuyamazsınız. Hem Orhan Veli şiirini hem de Turgut Uyar veya Sezai Karakoç şiirini aynı zamanda sevemezsiniz. Her gün akşam ana haber bültenlerini takip etmek, futbolla yatıp siyasetle kalkmak safralara sarınmak demektir. Hem sanat müziği hem de rap sevmeniz imkân dışıdır, doğal değildir. Zaten edebiyat ortamımız bunları yapabilenlerin çokluğundan kinaye bu halde olmalı. Bunları, yazmak için kendini arındırmak anlamında alın lütfen.

Metnin başka metinlerle bağı ayrı ve daha önemli bir husus. Bağımsız eser bağlamını "Bağımsız Şiir" metniyle oluşturmuştuk. Başka bir eser / metin dayanağına ihtiyaç duymamak… Eğer yazar kendisi açık atıf yapmamışsa bunun başka bir ismi olur doğal olarak. Diğer yandan bir yazar saygı ve selam gönderiyorsa, pastiş veya alıntı yapıyorsa başka bir yazardan bu saygındır tabi.

Birikim dediğimiz şey de Kafdağı değil. Burada. Ulaşılabilir. Sultanın üçüncü oğlu olmanız da gerekmiyor masallardaki gibi. Ayrıca o bir paye ise de tahsisli değil. Hepsi birlikte özetle. Komplike bir yapıdan söz ediyoruz. Kendi alanının dışında bir şeyler var, mesele görmek ve ifade edebilmek.

Cevaplarınız için teşekkür ederim.


Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 31.07.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 26.07.2024 11:00
454

Tuba YAVUZ Hakkında

Tuba YAVUZ

1982 yılında Erzincan’da doğdu. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra Ankara’da çeşitli kurumlarda çalıştı. 2008’den bu yana Edirne’de Milli Eğitimde öğretmen olarak görev yapmakta. İki çocuk annesi.

Türk Edebiyatı, Hece Öykü, Ihlamur, Balkan Türküsü, Poyraz gibi çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı.

Yayınlanmış Kitapları

- Sitare, Meserret Yayınları, 2014

Tuba YAVUZ ismine kayıtlı 51 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram