Yeni Kitap Söyleşisi: Funda Özsoy E.

Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?
Evet, ben de okumuştum bu söylediğiniz ritüellerin bir kısmını. Hatta Hemingway'in ayakta yazdığını okuduğumda hayli şaşırmıştım. Benim yazma sürecimde o kadar orijinal ayrıntılar yok. Ama yine de ritüeller, yazma sürecinin verimliliğini artırıyor sanki. Yıllar içinde bu ritüellerimde değişmeler de oldu tabii. İlk üç kitabımın yazım sürecinde -kırklı yaşlarıma kadar demek ki- önce çizgili deftere yazıyordum, mutlaka siyah pilot kalem kullanarak. Hatta daha sonra ince ayarını yapabilmek için ikinci defa yeniden yazıyordum başka bir deftere. Sonra bir süre bekletiyordum yazdıklarımı. Mayalanma süreci diyebiliriz buna. Böylece yazdıklarımla arama bir mesafe koymuş oluyorum. Sağlıklı bir ince ayar yapabilmek için gereklidir bu mesafe. En son olarak da bilgisayara geçiriyordum. İğne ile kuyu kazmak gibi. Son üç kitabı ise doğrudan bilgisayarla yazdım. Önceleri çok zorlandım, klavye ile zihnim arasındaki bağlantıyı kurmakta. Ama alışınca daha bir özgürleştim yazarken. Elbette nöbetçi defterlerim her zaman var, yanımda taşıdığım ve yazacağım metinlerde kullanmayı düşündüğüm ayrıntıları not ettiğim. Bilgisayarın başına geçmeden evvel bu deftere mutlaka onlarca notun birikmiş olduğunu söyleyebilirim. Yine geçmiş yıllarımda öğleye kadar okuyup ancak öğleden sonraları yazabiliyorken ve de mutlaka bu sırada kurabiyelerim ve çayımla masamın başında olurken şimdi sabahtan yazmaya başlayabiliyorum. Üstelik artık masada yazmam da gerekmiyor, dizüstü bilgisayar sayesinde. Zaten artık saat 17.00'den sonra kolay kolay bir şey yemem ve içmem bile.
Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?
Ben bütün yazarların hüzün burcundan olduğunu düşünüyorum. Hatta mizah yazarları da dâhildir buna. V. Woolf der ya hani "Sanat otobiyografiktir." diye, çok haklı; zira insanız ve hepimizin hayata karşı öfkeleri, yenilmişlikleri, hayal kırıklıkları, kırgınlıkları var. Sanat ise ruhları şifalandırıcı bir güce sahiptir. Ben de yazarak şifa arayanlardan ve de bu şifayı çok şükür ki bulanlardan biriyim. Ama elbette sanatın otobiyografik oluşuna hayallerin dışavurumu da dâhildir. Yani yaşamak isteyip de yaşayamadığınız, ödeşmek istediğimiz halde ödeşemediğiniz durumlarda yazı, hayat kurtarıcıdır. Öyle hayaller kurarsınız ki, yazı ile hayalinizdeki ödeşmeyi mümkün kılarsınız. Tecrübeyle sabittir.
Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Neydi yazmalıyım dediğiniz ilk olay yahut durum? Sizi özellikle teşvik eden biri oldu mu?
Evet, çok net hatırlıyorum, yazar olmayı istediğim an'ı. Belki de hayatımda hakkını verdiğim en istikrarlı kararımdı bu. Sekizinci sınıftaydım. O yıl güzel konuşma ve yazma dersimize gelen öğretmenimiz Mehmet Dağıstanlı –ki, kendisi Kara Fatma romanının da yazarıdır aynı zamanda ama biz bilmiyorduk bunu- sınıfta bir hikâye yazdırmıştı. Daha doğrusu tahtaya hikâyenin planını yazdı ve bu çerçeveyi kullanarak bir hikâye yazmamızı istedi. Aradan onca zaman geçti, hala hatırlarım konusunu bu hikâyenin. O zamana kadar pek çok kompozisyon ödevimiz olmuştu ama ilk defa bir kurgu metin yazıyordum. Çok tuhaf bir duyguydu benim için, anlatması zor. Sanki şimdiye kadar beklediğim an buydu, sanki bir insanın kaderini oluşturuyordum elimde tuttuğum kalemle ve ruhumdan üflüyordum kurgu bir karakterin ruhuna… İşte o yılın yaz tatilinde yazar olmaya karar verdim. Hatta babamın daktilosunu odama taşıyarak –evlerde henüz bilgisayarların olmadığı yıllardı- ileride çok ünlü bir yazar olacağımı hayal ederek bütün yaz boyunca ergenlere özgü aşk hikâyeleri yazdım. Böylece Mehmet Dağıstanlı Hocam, benim yazı yolculuğuma erken başlamamı sağladı.
Yazar olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Usta seçmek önemlidir, evet. Kendinizi güvende hissedersiniz o zaman. Zaten yazmayı öğrenmenin en kolay yolu da seçtiğiniz ustayı taklit etmektir. Yazı ile yolculuğunuzun başında etkilenmekten korkmamalı. Bunu yazının mimesisi gibi düşünebiliriz. Zaman içinde kendi yolunu er geç buluyor yazar kişi. Benim de yazı yolculuğumun başında Mustafa Kutlu'nun "Bu Böyledir" kitabı başucu kitabım olmuştu. 19 yaşındaydım. Diğer kitaplarının hiçbiri beni o kitap kadar etkilemedi. Sanki bu kitabı Mustafa Kutlu benim için yazmıştı. Yıllar sonra tanıştığımızda bunu kendisine de söyledim zaman o bilge tavrı ile gülümsedi bana. Bu durumda belki de ilk ustam olarak Mustafa Kutlu yerine onun "Bu Böyledir" kitabını kabul etmeliyim. O kitabı defalarca, satırlarını çizerek okudum. Bir hikâyede fazlalık sözcük olmaması gerektiğini, süslü cümlelerin saçmalığını, esas olanın özü vermek olduğunu öğretti bana. Zaman içinde ustalarınız değişiyor. Ama bu seferki ustalarınız, hayata bakışlarıyla size kılavuzluk yapmaya başlıyorlar. Mesela Haldun Taner ki, her haziran ben bu muhteşem yazarı yeniden okurum, onun iyimserliği bana geçsin diye. Ve V. Woolf'un "Deniz Feneri" ile "Bayan Dalloway" romanlarını pek çok farklı çevirisinden okumuşumdur, onun eserlerine sinen hayat enerjisinden istifade edebilmek için. Bazı eleştirmenlerin aksine hiç de depresif değildir bu yazar, yaşama sevinciyle doludur. Hayatını kendi elleriyle sonlandırması yanıltmasın kimseyi. Işıklı insanlar, ışıkları kesilince yaşamayı gereksiz görebilirler ki, 2.Dünya Savaşı sırasında onun gibi pek çok yazar intihar etmiştir zaten. V. Woolf, işte o ışıklı anlatımıyla da benim ustalarımdan oldu. Yeni yeni yazarlar keşfetmeyi de seviyorum. Geçtiğimiz yaz tanıdığım Julian Barnes ve Annie Ernaux'nun Türkçeye çevrilen bütün kitaplarını okumaya çalıştım. Bu yıl mesela Tarık Buğra'nın bütün romanlarını yeniden okuyorum ve gerek söyleyiş gerekse romanlarındaki hayat felsefesi ile ellili yaşlarımda bana çok şey kattığını düşünüyorum. İyi ki yazmış o romanları Tarık Buğra. Mütefekkir bir yazar, bu ülkenin kazancıdır. Daha fazla okunmalı. Ölümünün 30. yılında onu rahmetle anıyorum bu söyleşi vesilesiyle de. Ve Tanpınar, romanlarıyla değil, denemeleriyle benim ustamdır. Çünkü benim için Tanpınar, kurgudan ziyade söyleyiş zenginliğidir, dil işçiliğidir. Ben de bu zenginliği en çok onun denmelerinde hissediyorum. Daha pek çok ustam var tabii ve eminim yazı yolculuğum sürecinde yeni yeni pek çok ustam olacak.
Yazar adaylarına en önemli tavsiyem, ilham perisinin tuzağına düşmesinler. Bu peri dediğimiz tuzak, sizin düzenli yazmanızı engeller. Oysa bir yazarın en önemli ritüeli, hep aynı saatlerde yazmaya oturmak olmalı, o ilham gelsin veya gelmesin. Yeni bir şey yazamasanız bile daha önce yazdıklarınızı düzeltin. Ve elbette yazdıklarından çok daha fazlasını okumak gerek. Yazmak, bir süreçtir ama okumak, bağımlılıktır yazar adayları için.
Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?
Yazmasaydım Sait Faik'in söylediği üzere deli olmazdım, ama mutsuz olurdum kesinlikle. Hep bir boşluk olurdu içimde, tamamlanamayış duygusu belki. Her insanın kendini gerçekleştirmeye ihtiyacı vardır; aksi takdirde, o boşluk hissi peşinizi bırakmaz. İşte ben, kendimi yazarak var ettiğimi düşünüyorum. Hani Cahit Sıtkı Tarancı "Gün Eksilmesin Penceremden" şiirinde altını çizer ya, her mihnet kabulümse işte yazdığım içindir, yaşadıklarım yazdıklarıma malzeme oldukları içindir… Ama yazmak da gerçek anlamda bir bedel istiyor yazar kişiden. İğne ile kuyular kazmaya gönüllü olmak cesaret gerektirir. Bu cesareti gösteremediği için çok yetenekli olduğu halde daha yolun başında bu yolculuktan vaz geçen kişiler gördüm ve hepsi de yazamadıkları için başka türlü mutsuz olan. İşte o yüzden, o mikrop kanınıza bulaştıysa eğer, yazmak mecburiyetindesiniz, iki ucu keskin bir bıçak…
Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şiir var mıdır?
Bayan Dalloway'i kendime yakın bulmakla kalmam, son romanım "Bugün Güzel Şeyler Olacak"ta ona bir selam da gönderdim hatta romanı dikkatli okuyanlar görecektir zaten. Yine V. Woolf'un "Deniz Feneri" romanının kadın kahramanlarından Bayan Ramsay de hayat karşısındaki duruşuyla beni etkilemiştir. Özellikle bütün sevdiklerini topladığı yemek masasındaki o sahnesiyle hafızama kaydettim Bayan Ramsay'i. Alev Alatlı'nın 4 kitaptan oluşan nehir romanı "Orda Kimse Var Mı" nın şair ruhlu kahramanı Günay Rodoplu ise otuzlu yaşlarıma girerken bana Kutup Yıldızı olmuştur. Bugün olaylara, durumlara at gözlüğü ile bakmıyorsam, önce insan olmak diyebiliyorsam bunu Günay Rodoplu'ya borçluyum. İyi ki tanıdım Günay Rodoplu'yu o yaşlarımda, ayrıntılara odaklanmışken bile resmin bütününü kaçırmayan o bilge ruhlu kadını. Keşke bunu Alev Alatlı'ya da söyleyebilseydim. Bana Günay Rodoplu karakterini armağan eden bu değerli mütefekkir insana rahmet diliyorum. Cahit Sıtkı'nın "Gün Eksilmesin Penceremden" ve Tanpınar'ın "Her Şey Yerli Yerinde" şiirlerini de çok seviyorum. Bu iki şiir hayatın bir mucize olduğunu hatırlatıyor bana.
Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir?
Benim derdim hep kendimleydi. Kendimi var etmek üzerineydi. Lisedeyken edebiyat öğretmenimiz bir kompozisyon ödevi vermişti, gelecek üzerine planlarımızdan bahsetmemizi isteyen. Ben zaten yazar olmaya karar vermiştim o yaşlarda. Ama bundan bahsetmek yerine sıradan biri olmak istemediğimi yazmıştım gelecekte. Demek ki, aslında yazma girişimi benim için sıradanlıktan kurtulmanın yoluydu. Zamanın kırk kilit vurulmuş çekmecesini ancak sözcüklerden vücut bulmuş bir anahtarla açabilirdim ve o çekmecede benim derdimin ilacı saklı idi. Sözcükleri seviyorum, evet; yazmak, her defasında kendimi yeniden inşa etmektir benim için. Böylece bilinçaltımın karanlıklarına bir fener tutmuş oluyorum. Hayatın şifresi sözcüklerde gizli, söz büyüdür zira. O büyü ile nasıl olmuşsa çocukluğumda büyülenmişim işte ve büyü bozumu denen kurgu metinler inşa ederek kendimi de keşfediyorum bir nevi.
Kitabınızın adından hareketle, güzel şeyler olacak mı? Siz gelecek için umutlu bakanlardan mısınız?
Ben her zaman iyimserim. İçimde hala gürül gürül akan bir hayat ırmağı var. Bizzat kendi hayatından, kendi çevresinden beslenen bir yazar olarak, şu an razılık makamındayım ve kendimi kutluyorum her sabah, hayatın bir mucize olduğunu fark edebildiğim için. Mevlana'nın dediği gibi "Nasıl bakarsan öyle görürsün." elbette ve etrafımdaki herkes de benim bu hayat enerjimden nasiplenir, cömerdimdir. Onlar da hayatlarını bana açmakta cömerttirler. Ne mutlu bana ki, böylece kitaplarımı okuyan her okur, aslında sadece benim bilinçaltımı değil, eşimi dostumu da tanımış oluyor.
"Bugün Güzel Şeyler Olacak" romanım üzerine olumlu değerlendirmeler yapıldı, çok değerli dergilerde. Fikirlerini önemsediğim yazar büyüklerimden romanı okuduktan sonra arayanlar oldu, beni onurlandıran sözleri için minnettarım onlara. Yine sevgili okurlarımdan roman üzerine duygu yüklü mailler geldi. Demek ki, romanın iyimser enerjisine okurların da ihtiyacı varmış. Çok zor dönemlerden geçtik ve geçiyoruz hala, tarihin her döneminde olduğu gibi; pandemi, savaşlar, doğal afetler… Zorluklar her zaman olacak; esas olan, bakış açısını değiştirmek. İşte "Bugün Güzel Şeyler Olacak" romanım ile bunu başarabildiysem, güzellik adına bir şeyler kotarabilmişim demektir.
Bugün Güzel Şeyler Olacak'ta kendinizi Tomris'e mi, Ayhan'a mı yakın hissediyorsunuz? Bu vesile ile biraz kahramanlarınızı ve onların eserde temsil ettikleri fikirleri de konuşalım isterim.
Aslında kurgu yazarları, oluşturdukları kahramanlara kendilerinden bir şeyleri hediye ederler. Yani Tomris de Ayhan da, hatta Fatma ve anne karakteri de benden izler taşıyor. Tomris'in kibri bende de vardır ama ondan farkım, bunu dönüştürebilecek güce ve farkındalığa sahip olabilmem. Böylece onun düştüğü kurban bilincinden sıyrılabilmişimdir. Ayhan ise sadece yazar oluşuyla değil, kendini gerçekleştirebilmiş biri olarak elbette bana daha yakındır. Çok acılar çekmiş olsa da bu acılardan kendini yeniden doğurabilmiş biri. Romandaki anne karakterini de konuşmak isterim. Kocasından onca şiddet görmüş olmasına, onca ezilmişliğine ve güçsüzlüğüne karşın, bunun acısını kızlarından çıkarmayışı, hatta onları güzel masallarla büyütmesiyle saygı duyulmayı hak ediyor düşüncesindeyim. Öyle çok var ki o annelerden güzel ülkemde, kocalarının despotluklarına rağmen, çocuklarına bir gün güzel şeyler olacağını, bu inancı anlattıkları masalların içine serpiştiren. Romanda yer alan akademisyen Tayfun, benim daldırma tekniğini kullanarak yazdığım "Öğrenilmiş Çaresizlik" kitabımdaki karakterlerden biridir. Onu "Bugün Güzel Şeyler Olacak" romanıma taşıyarak bütüncül bir akış da oluşturmaya çalıştım kitaplarım arasında.
Bugün Güzel Şeyler Olacak, metinler arasılık, bilinç akışı gibi post modern roman tekniklerinin kullanıldığı bir eser. Siz romanınızı nasıl tanımlarsınız?
Post modern teknikleri kullanmakla beraber kendimi daha ziyade modernist bir romancı olarak kabul ederim. Post modern ayrıntılar, söyleyiş zenginliğinden ziyade romanda okur için minik mnik oyunlar kurmamı sağlıyor. Sonuçta biz büyüsek de oyun oynamayı severiz. İşte post modern ayrıntılar, benim roman yazarken sayfaların içine serpiştirdiğim ve okurun bulmasını dilediğim minik oyunlar, oyuncaklardır. Ama esas olan romanda da, hikayede de söyleyiş şölenidir ve ben bunu modernist edebiyat anlayışını benimseyerek yaptığımı düşünüyorum. Yani zaman ve mekanı, hatta cümlenin yapısını parçalayarak ve bir yapbozun parçaları gibi o parçaları yeniden birleştirerek ki, bu birleştirme aşamasında okurla işbirliği yaptığımızı düşünüyorum.
Kadın bir roman yazarı olarak "kadın romancı", "erkek romancı" gibi bir ayrım yapıyor musunuz? Kadın olmanızın kaleminize etkisi olmuş mudur sizce?
Her zaman edebiyatta kadın duyarlılığını önemserim ve yazdıklarımda kadın karakterlerimi öne çıkarmayı tercih ederim. Bir kız çocuğu olarak doğduğu için ailesini mutlu mutlu olmuş şanslı biriyim. Üstelik ailemde çok güçlü kadınlar oldu her zaman. Ben de onları gözlemleyerek büyüdüm. Kadınlar onca naifliklerine rağmen çok güçlüler. Sadece bazıları bunun farkında değil. Dünyanın yarısı kadınken ve de okurların yarısından da çok daha fazlası kadınken, bir kadın duyarlılığından bahsetmeyi de seviyorum. Biz kadınların; bakışından gülüşüne, sözcükleri kullanışından tavırlarına kadar çok dilli bir dünyası vardır. Ben de bu dili bilen biri olarak eserlerimde kadın karakterlerime yakışan kıyafetler biçiyorum. Üstelik kadın olmamın kalemimi zenginleştirdiğini de düşünüyorum. Bu durumda bana "kadın yazar" denmesinden rahatsız olmam, kadın olmaktan onur duyan biri olarak. Hatta sadece yazdıklarımda değil, okumalarımda dahi bu kadın duyarlılığına ağırlık veririm.
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 03.04.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.03.2024 19:00