Yeni Kitap Söyleşisi: Şafak Çelik, Söyleşi, Tuba YAVUZ

Yeni Kitap Söyleşisi: Şafak Çelik yazısını ve Tuba YAVUZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Yeni Kitap Söyleşisi: Şafak Çelik

30.05.2025 09:00 - Tuba YAVUZ
Yeni Kitap Söyleşisi: Şafak Çelik

Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?

Merhaba, maalesef benim böyle ritüellerim ya da alışkanlıklarım yok. Örneklere bakarsak dünya yüzeyinden gelmiş geçmiş milyonlarca yazar arasında böyle aşırı uç alışkanlıklar çok fazla yazarda görülmüyor. Buradan bir sonuç çıkarmak gerekirse aslında yazarlığın vasat bir yaşam düzeninden eser çıkarmak durumunda olduğu sonucuna varabiliriz. Bu tip alışkanlıklar düşünceyi berraklaştırmak, bir konuya yoğunlaşmak, bir nevi sıçrama tahtası olarak kullanmak için geçerli olabilir. Bana gelecek olursak ben sadece gün içinde gözüme takılan, duyduğum ya da düşüncemde sıçrama yaptıran şeyleri not alıyorum. Eskiden defter kullanırdım, şimdi telefona yazıyorum. Bazen başlı başına bir dize ya da bent olarak o an kurabiliyorum, bazen de bir cümle olarak kaydettiğim o notu günler sonra yaza boza bir metnin içine yedirebiliyorum. Yani yerini bulması her zaman kolay olmuyor.

Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nedir yazmak size göre?

Soruda beni düşündüren kelime "hayal" oldu. Çünkü ben yazmayı hiçbir zaman hayaller âlemine dalmak, esriklik, çılgın bir yaşamın uç noktalarında gezinme gibi görmedim. Yani elimde sigara, uzaklara dalmış hülyalı bir şair havasında hiç olmadım. Sorunuzun ikinci seçeneğini böylece elemiş olduk. İlk seçeneğe dönersek de hayal kırıklığı için bir beklenti içinde olmak gerekir. Ben şiirde her ne kadar toplumsal konular işledimse ya da ne kadar içe dönük bireysel konulara eğildimse hep beklentiden uzak konuları yazdım. Benim için şiir yazmak, imge kurmak gördüğüm ya da yaşadığım bir durumda beni rahatsız eden bir çarpıklığı, yanlışlığı, haksızlığı işaret etmekti. Tabii bu işaret doğrudan değil, estetik bir zeminde ve mevcut bağdaşıklığı bozarak, yeni ilgiler ve bağlantılar kurarak yeni bir resim/imaj/imge oluşturmak şeklinde oldu. Bu resim bazen iki kelimenin yan yana gelmesiyle bazen de yazılan metnin tamamına bakarak görülebiliyor. Burada da şiirin yapısından bahsetmek gerek sanırım ama sizin sorunuzu çok dağıtmış olacağım. Toparlayacak olursak yazmak bana göre işaret etmektir; doğruyu, yanlışlığı, haksızlığı, adaleti; kısaca insani olanı işaret etmek.

Ben yazar olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Neydi yazmalıyım dediğiniz ilk olay yahut durum? Sizi özellikle teşvik eden biri oldu mu?

Evimizde çok kitap olduğunu söyleyemem. Kur'an ve ilmihal dışında çok fazla kitap yoktu. Ama ansiklopediler vardı. Gazetelerin ek olarak dağıttığı ansiklopediler. Özellikle Karagöz Tarih Ansiklopedisi'ni hatırlıyorum. Ağabeyimle oradan bakarak bir satranç tahtasını ve oyun taşlarını kâğıda çizerek ve oyunun kurallarını da o ansiklopediden okuyarak satranç oynamayı öğrenmiştik. Ortaokulda edebiyat öğretmenim beni bir şiir okuma yarışmasına hazırlamıştı. Ağabeyimle radyoda şiir programları dinlerdik. O zamanlar şairlerin isimlerini bilmiyorduk, programcı da söylemiyordu ama şiirler bizi çok etkiliyordu. Daha sonra o şiirlerin; Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, İsmet Özel, Sezai Karakoç gibi önemli şairlere ait olduklarını gördük. Böylece bu isimlerin kitaplarına ulaşma hevesimiz doğdu. Ağabeyimle Kadıköy'e gider sahaflarda ya da kitapçılarda kitap arardık. Bir kitap bizi başka onlarca kitaba götürürdü. Ağabeyim ara sıra bu "Kitap tam senlik," diyerek elinde bir kitapla gelirdi. Dergiler takip etmeye çalışırdık. Ve tabii antolojiler. Antolojide gördüğümüz isimlerle dergilerde karşılaşır, şiirlerinde ne gibi değişiklikler yaptıklarını, hangi konuları ele aldıklarını konuşurduk. Kısacası spesifik olarak "şu an" ya da "şu olay" üzerine, "Ben de yazmalıyım, şair olmalıyım," gibi bir düşünce hatırlamıyorum. Ancak şairlerin toplumu etkileyen güçleri, şiirin ya da daha geniş hâliyle sözün insanı etkileyen o gücü beni onlar gibi olmam yönünde heveslendirmiştir. Bu da taklit dönemini doğurdu, Sezai Bey'in de "Genç şair taklit dönemini kısa tutmalı, kendi sesini bulmalı," dediği dönem. Okuyor ve ustalarımız olarak gördüğümüz şairlerin şiirlerine hem benzeyen hem de benzemeyen, onlardan farklı olacak şiirler yazmaya çalışıyorduk.

Şair olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Bu işe gönül verenlere siz neler tavsiye edersiniz, kül ve buhar arasından nasıl seslenirdiniz?

467644_1d557ffa-b999-4495-bee4-6c5e38e6165c

Usta seçmek, sadece yaşayan bir şair bulup önünde diz kırmakla olmuyor. Böylesini bulmuşsanız ne mutlu, büyük nasip. Ancak zaten okuduğumuz Türk ve dünya klasiklerinden şairler, yazarlar bizim ustamız. Elbet onların yazdıkları bize yol gösterici olacaktır. Özellikle yazmak üzerine teorik, kuramsal metinleri ve eleştiri metinleri de çok ufuk açıcı olabilir. Günümüzde teknolojik imkânların da artmasıyla artık yaşayan şair ve yazarlara da ulaşmak çok zor değil. Üstelik nitelikli atölyeler de var. Ben de böylesi bir atölyede A. Ali Ural hocamla tanıştım ve bunun bende çok büyük etkileri oldu. Genç şairin tarafsız ve işinin ehli bir eleştirmene denk gelmesi bence büyük nasip. A. Ali Ural hocam hem yayıncı hem editör hem dergici hem eleştirmen ama en çok da şair. Atölyelerde bize nitelikli okuma, Türk ve dünya klasikleri, şiir ve yazma teorisi gibi teknik konuların dışında yazdığımız metinlerin eleştirilmesi yönünde çok büyük katkıları var. Bu sebeple bu işe gönül verenlere hem nitelikli ve seçkin okuma yapmaları hem de ustaları -yaşayan ya da hayatta olmayan- dikkatle takip etmelerini söyleyebilirim.

Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız ya da yazmadığınız vakitlerde neler yapıyorsunuz?

Yazmayı hayatımızın neresine koyduğumuzla ilgili sanırım bu. Hepimizin medarımaişeti, yani geçim derdi var. Yazmaksa hayatın içinde bir şeyden arta kalan zamanda, boş vakitlerde, keyifle ve refah içinde yapılan bir şey değil. Pek çok durumda uykumuzdan, ailemizden, gezmekten, kısaca kendimize ayıracağımız vakitlerden çalarak yazmaya çalışıyoruz. Peki bu zorlamayı yapmasam, yazmasam ne yapardım? Sanırım yazarak yapmaya çalıştığım şeyi eylemle, yaşayışımla yapmaya çalışırdım. Yine yanlış gördüğüm, hakkaniyete uymayan bir durumda bunu değiştirmek için elimle, dilimle, kalbimle müdahale ederdim. İnsan yaşayışı ve tavrıyla da sanat eseri üretebilir düşüncesindeyim. Picasso'nun Guernica tablosu kadar Alman subaya verdiği yanıt da bir sanat eseri değildir diyebilir miyiz?

Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı, bir şiir yahut bir mısra var mıdır?

Sanırım bu zaman zaman değişen bir şey. Lise yıllarında Cemal Süreya, Necip Fazıl, Nazım Hikmet şiirlerinden pasajlar dilimde dolaşırdı, kendimi Attila İlhan'ın şiir kişisi gibi görürdüm. Âşık ama dava için aşkında da vazgeçebilecek biri. Sonraları Yer Altından Notlar'ı okuyunca daha içe döndüm, Cemal Süreya'nın ifadesiyle "Huzurum kalmadı.". Elbet üniversite yıllarında hepimiz Turgut Özben'dik. Daha sonraları Hayri İrdal olduk sanırım. Yine üniversite zamanı "Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü"nü taşıdım uzun süre. Çok sonraları Ahmet Erhan ya da Refik Durbaş şiirlerindeki karakterlere kendimi yakın hissetmişliğim vardır. Sanırım kaybeden tarafta olmakla ilgili bir şeydi bu da. Yine sonraları Ali hocamın şu dizesi, "hiç hesapta yokken -akılda var bir- hazırlıksızdım" uzun süre aklımda ve dilimdeydi.

Sizin için sadece şair demek eksik kalır. Aynı zamanda işin mutfağında da bulunuyorsunuz. Editör Şafak Çelik olarak yayın dünyasının günümüzde yaşadığı sıkıntılar malumunuz, siz ne öngörüyorsunuz özellikle yapay zekâ ve değişen dünya düzeninin edebiyata etkisi bağlamında?

Evet, yayıncılık ekonomik olarak hemen her zaman zorlu süreçlerden geçmiştir. Fakat toplumdaki sanat üretimi temel olarak hiç azalmamaktadır. Sanat, yapısı itibariyle farklılık ve karşıtlığı -özellikle haksızlığa karşı- taşıdığı için dünya var oldukça üretilmeye devam edecektir. Değişen teknolojiyle farklı alanlarda görünmesi, yayımlanıyor olması çok bir şey değiştirmeyecek bence. Yani bu noktada eserin görünürlüğü, ulaşımı, erişimi üzerinde durdum, bunun sanat eserinin ortaya çıkışı ya da sanatçının eserle arasında bir mesafe ya da değişiklik getireceğini sanmıyorum. Buna mukabil yapay zekânın Hollywood'da senaryo alanını ele geçirmek üzere olduğu, senaristlerin grev yaptıkları yönünde haberleri duymuşuzdur. Ya da yapay zekâya yazdırılan şiirleri görmüşüzdür. Şimdi en çok ve kolay olarak yapay zekâya yaptırılan videolar, müzikler ya da tablolar hayatımızda. Fakat Philip K. Dick'in kült romanı Androdiler Elektrikli Koyun Düşler mi?'yi hatırlayalım. İnsanla androidi ayıran en önemli şey empati, dolayısıyla sanat üretimi yapabilmesi. Yani ben yapay zekânın üretimini bir sanat eseri olarak göremiyorum. Yapay zekânın öğrenme biçimleri var. Bu öğrenme insan bilincinin öğrenmesi gibi değil, daha çok veri toplama ve analizi şeklinde. Dolayısıyla daha öncekilerden yararlanarak bir üretim yapabiliyor. Peki insan sanat eseri üretirken daha öncekilerden, akımlardan, ustalardan etkilenmiyor mu diyebilirsiniz. Elbet etkileniyor ve hatta besleniyor ancak bunu çoğu zaman bilinçli olarak yapmıyor. Bir algoritması yok denecek kadar her seferinde değişen bir algoritmayla yapıyor. Hatta bazen algoritmanın farkında olmadan bunu aynı eserin içinde bile değiştirebiliyor. Yani her eseri kendi çalışmaları içinde diğerlerinden farklı ve tekil. Peki durum böyleyse tehlike nerede diyebilirsiniz. O zaman da çokluk ve kolay üretime dikkat etmenizi rica ederim. Yapay zekâ ürünleri çok ve her yerde. Böyle bir çokluk içinde nitelikli olanı bulmak sizce kolay olabilir mi?

Poetika da yazan biri olarak İsmet Özel Şiir Okuma Kılavuzu'nda "Şiir kendisini besleyenlere hizmet eder," der. Sizin şiiriniz neye hizmet ediyor ya da etsin isterdiniz?

Sorunuzu iki bölüm olarak anlıyorum. "Hizmet etmek" ortak bir ifade olsa da sorunuzda iki farklı şekilde kullanılmış. Şiirin kendini besleyene hizmetiyle, yazılmış herhangi bir şiirin bir şeye hizmet etmesi aynı şey değildir. Şiirin kendini besleyene (şaire) hizmet etmesini; şaire yeni kapılar, alan açması, ifade imkânı oluşturması, ikram etmesi olarak anlıyorum. Yazılmış olan şiirin bir şeye hizmet etmesi ise başka bir konu. İsmet Özel, şiiri "millet hayatında vazgeçilmez şey" olarak görür. Şair de bunu dile getiren kişidir. Dolayısıyla şair millet hayatında vazgeçilmez olanı bulup bunu ifade edendir. Biraz tekerleme gibi oldu ama tekrar şiire getirirsek bunu, şiirin millet hayatında vazgeçilmez olanı söylüyor olması lazım. Bizim hayatımızda vazgeçilmez olan nedir diye düşündüğümüzde hemen aklımıza namus, inanç, bağımsızlık, özgürlük, vatan gibi kavramlar geliyor. En azından benim aklıma bunlar geliyor. Sonuç olarak ben şiirimin millete hizmet etmesini dilerim.

0002031394001-1 Az evvelki soruyla ilişkili olarak İsmet Özel'i de sormak isterim. İsmet Özel'in sizin şiir dünyanıza etkisi nedir?

Ustalarla ilgili sorunuzda yaşayan ya da dünyamızda olmayan ustalardan bahsetmiştik, ustayla ilgili ilişkimiz de onunla birebir temas içinde olmamız, yanında yakınında olmamız şeklinde gerçekleşmeyebilir. Eserleri üzerinden bir irtibat kurup kendimizi besleyebiliriz. Elbet İsmet Özel Türk şiirinin ve düşünce dünyasının önemli bir kilometre taşı. Şiirde ses, ahenk, imge, söyleyiş rahatlığı, sehl-i mümteni, kelime seçiminin önemi, şiirin okunması gibi konuların yanı sıra konu seçimi, fikrin şiirde ifade edilişi de ondan, onun şiirinden öğrenilebilecek başlıklar. Bununla birlikte İsmet Özel, fikir insanı olarak da çağın önemli sorunlarını düzyazılarında masaya yatırmış, çözüm önerileri getirmese de sorunu deşmiş, tahlil etmiş, göz önüne sermiştir. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki İsmet Özel'in düzyazılarının günümüz sağ görüşlü yazarlarının düşüncelerinde, eserlerinde, tartışmalarında etkisi yadsınamaz. İsmet Özel'in 47 yıl önce ortaya attığı başlıkların hâlâ net bir cevabı yok sağ cenahta. Ya da şöyle söyleyebiliriz, zaman değiştikçe bu başlıklara yeni cevaplar bulmakta zorlanıyorlar. Aslında bu meselelere bakışı da çözüm için çizdiği çerçeve de nettir Özel'in. Fakat günümüzde onun kadar dik söyleyebilen yok denecek kadar. Üstelik Özel bu meseleleri yalnızca düzyazılarında söylemiyor, ortaya atıp çekilmiyor; bir de şiire taşıyor, imge dünyamızda da karşılık bulmasını bekliyor. Sorunuza dönersek, Özel'in şiiri benim yalnız şiir düşüncemi değil, düşünce dünyamın çoğunluğunu etkilemiş durumda. Peki bu etkiyi somut olarak benim şiirimde görebilir misiniz, biçem ve estetik olarak göremezsiniz belki ama taşıdığı ruhla akrabalığını hemen fark edersiniz diye düşünüyorum.

Saçını ters yöne tarayan adam ifadesi geçiyor şiirinizde. Kimdir saçını ters yöne tarayan adam sizce?

Bu kendinin farkında olmayan biri için kurulmuş bir imge. Çoğu zaman hayat bizi şaşırtır. Beklemediğimiz, farkına varmadığımız, hatta kendimizde olduğu bilmediğimiz huylarımız, karakter ve davranışlarımız -belki de yaşlandıkça- ortaya çıkar. Tabii zamanın da etkisini yadsımıyorum. Resul abinin bir sorusu var, "Yaşlanınca Nedir Akılda Kalan?". Bu sorunun bir de karşı tarafı var aslında. Biz sırlandığımızda ne kalır karşımızdakinin aklında! Saç bir erkek için önemli bir görünüş aracı. Ergenlikle birlikte hemen saçlara bir şekil verme gayreti başlar. Çünkü karşımızdakiyle ilk kez yüz yüze geleceğizdir. Mesela kılık değiştirmek için hemen herkesin aklına ilk önce şapka takmak gelir ya da ileri yaşlarda tanıdığınız birinin ilk gençlik fotoğraflarına baktığınızda benzetemezsiniz ona. Sanırım saça yüklediğim görev anlaşıldı, peki şimdi belli bir yaşa kadar saçını ne yöne yatıracağını yanlış seçmiş birini düşünelim. Buraya kadar karşımızdakinin gözünde nasıl bir imaj oluşturduğumuzla ilgili konuştuk. Oysa her sabah bir ayna vasıtasıyla karşımızda kendimizi görüyoruz. Kendimiz için yanlış yöne taranmış saçlarımızı fark etmek ya da hep alıştığımız yönün tersine taramak kolay mı? Bir de zaman faktörü var tabii. Kırk yaşınızda hayatın bizi şaşırtan, farkına varmadığımız huylarımızı çıkarttığı bir zaman yani.

Şiirlerinizi İkinci Yeni şiirlerine yakın görüyor musunuz? Türk şiirinde İkinci Yeni sizce nerede duruyor, etkisi hâlâ devam ediyor mu?

İkinci Yeni etkisini ikiye ayırmak gerekir sanırım. Çünkü ben bu etkinin bir poetik, bir de politik -politik iki anlamıyla da kullanılmıştır- yönü olduğunu düşünüyorum. Poetik yönü; yoğun imge, konu değişimi, bireysel şiir, yapının bozulması gibi hemen sıralanabilir ve belli ölçülerde günümüz şiirinde etkisi olduğu aşikârdır. Bu yönüyle sorunuzun ilk kısmı olan "yakın"lığı şiirlerimde görebilirsiniz. Ancak politik yönüne geçtiğimizde Sezai Karakoç da kendisini İkinci Yeni'den ayırmıştı. Sorunuzun diğer kısmı olan Türk şiirinde nerede durduğu konusu da bir nebze cevaplanmış oluyor sanırım. Biçem olarak bir yenilikti ve orada duruyor. Ancak düşünce olarak bakarsak etkisi daha büyük ve günümüze kadar da uzanıyor. İkinci Yeni şairleri her ne kadar yakın görünseler de birbirlerinden çok farklı şiirler yazmışlardır. Fakat bu şairlerin ortak yönü topluma alternatif bir birey prototipi sunuyor olmalarıdır. Her biri birbirinden farklılaştığı oranda önerdikleri ortak prototip bireyin bir yönünü tamamlamaya çalışır gibilerdir. Bu bireyin kültürü, tarihi, aşkı, yalnızlığı, zenginliği, kentliliği, inancı hep bu şiirlerde kendini göstermektedir. Bu yönüyle kendimi İkinci Yeni'ye yakın görmem mümkün değil tabii. Çünkü İkinci Yeni'nin önerdiği model, kültür, inançla ortak noktalarımız yok.

Peki sorunuzun son bölümüne gelirsek etkisi hâlâ devam ediyor mu, kimi şair bilerek kimi de bilmeyerek bu etkiyi taşıyorlar bence. Günümüz şiirine bakarsak bireysel, yalnız, kentli insanın şiiri olduğu görülüyor. Küreselleşmenin de etkisiyle bu "kent" hep metropol, Türkiye için hep İstanbul oluyor. Konya'yı da Bursa'yı da Erzurum'u da yazsa İstanbul'dan yazıyor gibi geliyor bana. Bunu sadece sınırların belirsizliği olarak algılayamıyorum; bu kentli insanın yemek kültürü, evlenmeden yaşıyor oluşu, giyim zevki, tarihle (geçmişle) kurduğu bağ, aşkı tanımlama şekli, çocuklara bakışı, inancı, ötekine bakışı; hepsi kentli, İstanbullu, Avrupalı, Amerikalı. Bunu da İkinci Yeni etkisi olarak görmek bence mümkün.

Cevaplarınız için teşekkür ederim.

İlginiz ve nitelikli sorularınız için ben teşekkür ederim.


Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 30.05.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.05.2025 14:11
234
Yorumlar
  • Bünyamin Demirci 2025.05.31 08:13

    Çok kıymetli cevaplar. Şafak Çelik önemli bir şair olmanın yanında, poetik çözümlemeleriyle de iyi bir eleştirmen.

Tuba YAVUZ Hakkında

Tuba YAVUZ

1982 yılında Erzincan’da doğdu. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra Ankara’da çeşitli kurumlarda çalıştı. 2008’den bu yana Edirne’de Milli Eğitimde öğretmen olarak görev yapmakta. İki çocuk annesi.

Türk Edebiyatı, Hece Öykü, Ihlamur, Balkan Türküsü, Poyraz gibi çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı.

Yayınlanmış Kitapları

- Sitare, Meserret Yayınları, 2014

Tuba YAVUZ ismine kayıtlı 58 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram