Yine LACAN
Jacques Lacan, arzu ile bilgi arasındaki ilişkiyi odağına aldığı bu seminer boyunca, beden ve cinsel ilişki, ruh ve aşk, erkekle karşıtlığı içinde kadın, Öteki ve Tanrı gibi önemli konu başlıklarını kendine özgü düşünce tarzı ve üslubuyla irdeliyor. Aristoteles’ten Marx’a çeşitli düşünürlerle, dinle, matematikle ve elbette Freud’un teorisiyle tartışarak ilerleyen metinde, felsefeyle hesaplaşırken, eleştirmekten geri durmadığı bilimsel söylem ile psikanaliz arasındaki ilişkiye dair ipuçları da veriyor.
Analitik söylemin ancak "cinsel ilişki yoktur" sözcesi üzerinde ayakta durduğunu söyleyen Lacan, özne olarak değil de "konuşan varlık" olarak her birimizde cinsel ilişkiden sürgünümüzün izini bırakan karşılaşmaların peşine düşüyor ve soruyor: "Varlığın ancak birbirini ıskalayarak ayakta duran bir şeye dönüşmesine neden olan şey, varlığa aşk yoluyla yaklaşmakta ortaya çıkmaz mı?"
İçindekiler
I. Jouissance Üzerine...
II. Jakobson’a
III. Yazılmış Olanın İşlevi
IV. Aşk ve Gösteren
V. Aristoteles ve Freud: Öteki Tatmin
VI. Tanrı ve Kadının Jouissance’ı
VII. Bir Ruh-Aşk Mektubu
VIII. Bilgi ve Hakikat
IX. Barok Üzerine
X. İp Halkaları
XI. Labirentteki Fare
Notlar
Okuma Parçası
"1
Geçen yıl, size söyleyebileceğimi düşündüklerime şu adı verdim:... ou pire (... ya da daha beteri), derken şu: Ça s’oupire. [3] Bunun ben ya da sen ile uzaktan yakından ilgisi yok – je ne t’oupire pas, ni tu ne m’oupires (Ben seni ya-da-daha-beter-etmem, sen de beni ya-da-daha-beter-etmezsin). Tuttuğumuz yol, analitik söylemin yolu, ancak bu dar sınırdan, bu bıçak sırtından geçerek ilerleyebilir; bu yüzden de başka yerlerde ancak iç çekilebilir / “ya-da-daha-beter-olunur”.
Beni bu söylem ayakta tutuyor, bu yıl da tekrar başlarken ilk iş olarak sizin yatakta olduğunuzu varsayacağım; tam istihdama ulaşmış iki kişilik bir yatak.
Söylemimi sorup soruşturma nezaketi göstermiş birine, bir hukukçuya –bu söylemin temelini, yani dilin konuşan varlık olmadığını hissettirmek için– şöyle cevap verebileceğimi düşündüm: Bir hukuk fakültesinde konuştuğum için kendimi yanlış yerde hissetmiyordum, çünkü tam da bu fakültede kodların / yasaların varlığı çağlar boyunca kurulan dilin burada teşekkül etmekte olduğunu, ayrı olduğunu gösteriyor; insan dediğimiz konuşan varlıksa bambaşka bir şeydir. Öyleyse, sizin yatakta olduğunuzu varsayarak başlamak, ondan özür dilememi gerektiriyor.
Bugün bu yataktan çıkmayacağım ve hukukçuya, hukukun da aslında size birazdan bahsedeceğim şeyden –jouissance’tan [4]– bahsettiğini hatırlatacağım.
Hukuk yatağı bilmez değildir hani – örneğin “beraber yatmak” demek olan nikâhsız birliktelik âdetinin temeli durumundaki şu malum örf ve âdet hukukunu düşünün. Ben kendi adıma hukukta örtülü kalmış olandan, yatakta ne yaptığımızdan yola çıkacağım – kucaklaşıp sarılmaktan. Sınırdan yola çıkıyorum, nitekim ciddi olmak istiyorsak, yani bu sınıra yaklaşan şeyler dizisini tesis etmek istiyorsak, sınırdan yola çıkmak gerekir.
Hukuk ile jouissance arasındaki ilişkiyi bir kelimeyle aydınlatacağım. Yararlanma/intifa hakkı (usufruit) –bu bir hukuk kavramı, öyle değil mi?– etik hakkındaki seminerimde anlatmış olduğum şeyi, yani yararlı ile jouissance arasında bulunan farkı tek kelimede bir araya getirir. Yararlı olan, neye yarar? Konuşan varlığın –dil dolayısıyla– araca duyduğu olağanüstü saygı yüzünden, asla tam olarak tanımlanamamış şeydir bu. Yararlanma hakkı, kişinin elindeki olanaklardan yararlanabileceği (jouir) ama onları israf etmemesi gerektiği anlamına gelir. Bir miras için yararlanma hakkı varsa, kişi ancak gereğinden fazla kullanmamak koşuluyla yararlanabilir mirastan. Hukukun özü işte budur – jouissance’a dair ne varsa paylaştırmak, dağıtmak, hakkını vermek.
Jouissance nedir? Bu noktada olumsuz bir merciden ibarettir. Jouissance hiçbir işe yaramayandır.
Burada jouissance hakkı diyebileceğimiz alanın içerdiği ihtiyat payının yanına bir mim koyuyorum. Hak ödev değildir. Üstben dışında hiçbir şey kimseyi zevk almaya zorlamaz. Üstben jouissance buyruğu demektir: Zevk al!
Analitik söylemin sorguladığı dönüm noktası işte burada bulunur. Bu yolda ilerlerken geçip gitmesine izin verdiğim önden buyurun zamanı boyunca, analizin –tabii ki hürmetle– çıkış noktası yaptığım şeye, yani Aristoteles’in etiğine bağlı kalmamıza müsaade etmediğini göstermeye çalıştım. Çağlar içinde bir kayma, “ilerleme” değil de “etrafında dönme” diyebileceğimiz bir kayma meydana gelmiştir: Aristoteles’in varlık görüşünden Bentham’ın yararcılığına, yani kurmaca teorisine doğru. Bu da dilin kullanım değerini, yani araçsal statüsünü gözler önüne sermiştir. Ben işte buradan, eskiden insanların üzerine bir etik bina edebileceklerine inandıkları, bir tefekkür nesnesi olarak en üstün iyinin, varlığın mahiyetini sorgulamaya geri döndüm.
Dolayısıyla sizi bu yatakta esinlenmelerinizle baş başa bırakıyorum. Çıkıyorum, ama kapıya bir kez daha bir şeyler yazacağım ki bu yatakta peşine düşeceğiniz rüyaları, çıkarken bir ihtimal, yeniden hatırlayabilesiniz. Şu cümleyi yazacağım: Ötekinin, [5] büyük Ö ile yazılan Ötekinin, Ötekini simgeleyen Ötekinin bedeninin jouissance’ı, aşkın göstergesi değildir."
Yazar: Yeni Çıkanlar - Yayın Tarihi: 22.01.2020 08:59 - Güncelleme Tarihi: 22.01.2020 08:59