Yitiğinin Peşinde Bir Kalp Direnişi
Şule DAL yazdı...[1]
Belli bir yaşta olup okuma kültürüne sahip olanlarımız kişisel gelişim furyasının doğduğu dönemi hatırlayacaklardır. Ülkemizde 90'larda kendinden söz ettirmeye başlayan bu alan 2000'lere gelindiğinde, tüm ithal düşünceler gibi, çarpıcı şekilde yükselme yapmıştı. Hemen her yerde kişisel gelişimciler konuşuyor, kişisel gelişim kitapları çok satanlar listesinde ilk sıraları zorluyordu.
Bizim dünyamıza başka dünyalardan girdiği için konuya "doğmak" kelimesi ile giriş yapıldı. İthal edilen düşünceler ile sorunlarımızın ortadan kalkacağına olan inanç, bizi bu kelimenin eşiğine götürür. "Doğmak", esasen olumlu anlamda bir kelime olsa bile, burada olduğu gibi, bazı çevrelerce mal bulmuş mağribi misali ithal her düşünceye can havliyle sarılma alışkanlığını da karşılayabilmektedir. Karanlıktan kurtulmak için kişisel gelişim canlı ve taze bir umuttur. Şengül ve Acar, "Çünkü kişisel gelişim alanı incelendiğinde darbe, ekonomik kriz gibi bunalımlı dönemler, insanları yeni arayışlar, eylemler peşine sürüklemiştir. Ve çözümün kişisel gelişim ile sağlanabileceğine inanan önemli bir kesimin olduğu görülmüştür"[2] diyerek doğru bir tespitte bulunur.
Sue Knight'ın "Başarı ve başarılı bir geleceğin anahtarı insanların içinde saklıdır."[3] cümlesi ve benzer ifadelerle kendini ortaya koyan bu akım 'içindeki cevheri keşfetme ve ortaya çıkarma' yarışı başlatır adeta. Meğerse hiçbirimiz sahip olduğumuz hazinenin farkında değilmişiz. Önce ne kadar güçlü ve yetenekli olduğumuzu fark etmeli, sonra bu gücü ve yetenekleri işlemeyi öğrenmeli, sonra da…. İşte işler bu "sonra da" kısmında karışır.
Herkes, içindeki güçle bir an önce üst sıralara doğru yükselmeyi ve bir yerlerde yönetici, lider vs. olmayı hayal eder. Zira kişisel gelişim ilk etapta ve aciliyetli bir şekilde bu konuları ele alır. Hatta kitapların isimleri doğrudan bu kavramlardan seçilir: "Yeni Liderler, İçindeki Devi Uyandır, Sınırsız Güç…." Bu isim listesi uzayıp gider. "Türkiye'de kişisel gelişim alanında ağır basan hususun, 'kişisel kurtuluş savaşı' olması nedeniyle hedef belirleme, motivasyon ve başarı odaklı eğitim ve kitapların daha baskın olması sonucunu doğurmuştur… İnsanların yoğun olarak rağbet gösterdiği eğitimlerin de yine hedef belirleme, motivasyon ve başarı üzerine yapılan seminer ve eğitimler olduğu söylenebilir."[4] Alanın popülaritesinin artması hızlı ve seri üretime geçişi de beraberinde getirmiştir. Fakat "Kişisel gelişim alanının insanlar tarafından kabul görmüş ve hızlı talep alan bir alan olması arzı da çoğaltmıştır. Fazlaca yazar tarafından alelade bir biçimde eser yazılmış olmasının, alanın gelişmekten çok genişleme eğilimi göstermesine neden olduğu söylenebilir."[5]
Liderlik Yarışı
Yirmi birinci yüzyıl, silahlı işgallerin yanında kültürel işgallerin görünür olduğu, kültür coğrafyasında ciddi renk değişimlerinin yaşandığı bir yüzyıldır. Maddeden beslenen, maddeyle büyüyen ve büyümek için tüketmek zorunda olanların ürettiği bir medeniyette daha çok tüketime liderlik yapacak öncülere ihtiyaç vardır. Dünyevi hırslarını besleyerek bu liderliği elde edenler mükemmel liderlik yapacaklardır. Hırs yedikçe acıkan bir canavar gibidir. Ne kadar beslerseniz o kadar isteyecektir. Kişisel gelişim çalışmaları veya kitapları olarak ortaya çıkan ürünlerin nerdeyse tamamı bu hırs canavarını uyandırır. Bülent Akyürek, "Modern insan sabah evden çıkınca gördüğü her şeyin sahibi olmak istiyor. Kadın, araba, mevki, güç… O, her şeyin sahibi olabilecek kapasitededir çünkü."[6] diyerek yaşanan tehlikeyi gösterir.
İnsanlar, şimdilerde modern psikolojiye aynı iştah ve hevesle sarılmış durumdadır. Modern psikoloji güçlü bir akım şeklinde giriş yaptı. Bizim için yeni olan akımın, kişisel gelişim furyasının eksilerini iyi yakaladığı görülmektedir. Kişisel gelişim herkesin içindeki lideri ortaya çıkarmaya kalkışınca ortada liderler yığını oluşur: Herkes liderse tebaa kim olacak, herkes yönetecekse yönetilmeye kim razı gelecek, herkes zengin olursa parayı kim yönetecek…? Kişisel gelişimin açmaza düştüğü en büyük sorun budur. Üstelik ne kadar çabalarsa çabalasın istediği performansı bir türlü yakalayamayanlar var. O halde buna bir çözüm bulunmalıdır. Çözüm sorunun içinde saklı: Bir grubu yönetici olmaya teşvik ederken çoğunluğu yönetilen olmaya ikna etmek. Bunu başarabilmek için insana insanı sundular. Tebaa kılınmak istenen insanların önüne yem olarak insanî zafiyetlerini attılar. Mal bulan mağribi şöyle bir silkelendi ve önünde hazır bulduğu modern psikolojiye can havliyle sarıldı. Mağribiler son üç yüzyıldır bu tavrı sürdürdükleri için arpa boyu yol alamadıklarının farkında değiller. Slogan yine aynı; içindekini fark et! Ama bu defa içindeki kendini; kendini tanı, kendini keşfet, kendine gel, kendini sev, kendini kabul et, kendinle barış… etkili bir yöntem; güçlü hırsları olanlar kişisel gelişim yolunda hırslarını beslemeye devam ederken, beslense dahi diğerlerinin hırsına yetişemeyecek olanlar insan yığını olmaya razı gelecektir böylelikle:
"İnsanın incinebilirliğine yapılan vurgu insanları şartların çaresiz kurbanları kılmaktadır. Batı dünyasında 1970'lerden sonra başlayan ve kendinizle 'barışık olmak', kendiniz hakkında iyi hissetmek, kendinizi olduğunuz gibi kabullenebilmek gibi düsturlarla ilerleyen popüler yaklaşımlar; din, gelenek ve ahlakın geri çekilmesiyle ortalığı dolduran 'terapi kültürünün' ürünüdürler."[7]
Kendini Fark Et
Kendini fark etmesine fark edecektir ama burada kastedilen yine fıtrata uygun olan değildir. Zira fıtratını tanıyanı yaratılışına uygun olandan başkasını kabule ikna etmek mümkün değildir. Öyleyse madde temelli bir medeniyetten doğan modern psikoloji ilmi insanı farklı bir fıtratla tanıştıracaktır.
Halk kitlelerinin tanıyacağı bu fıtrat doyurulması gereken bir fıtrat olacaktır ve beslenme alanları olarak önlerine "üç F" konulacaktır; "Fato, Fiesta, Futbol". İtalyan lider Salvador'un ifadesinde yankı bulan bu üç kavram esasında Roma medeniyetinden beri uygulanan pratiklerin sistemleştirilmiş halidir. Yakın geçmişte dünyaya gelenlerin çoğunun tercihi bu yöndedir. Yaşam tarzı olarak istekleri daha kolay(!), beslenme alanları ise kulağa daha hoş gelir.
Enformasyon
Son yıllarda bu iki akımla birlikte büyüyen bir üçüncü gerçek daha vardı ki adı enformasyondur. Enformasyon, nesilleri etkilemekte her iki akımdan geri kalmaz. Hatta belki daha etkili olduğu söylenebilir. Artık her evde bilgi-sayarların, enformasyona araç olmak anlamında bilgisayardan daha etkili olan akıllı telefonların bulunduğu bir yüzyıla erdik. Bu yüzyılın en bilindik özelliği ise herkesin her bilgiye çok çabuk ulaşabiliyor olmasıdır. En yaygın ifadesiyle bilgi çöplüğünün ortasında kaldı insan.
Doğru bilgi ile yanlış bilgiyi ayırt edebilmesini sağlayan bir ayraca sahip olmayan veya gündeminde böyle bir ayrımı taşımayan bir kısım, bilgi yığını arasına gömülmektedir. Başka bir kısım bu kadar bilgiden usanç geldiğini söyleyerek kendisine gösterilen üç F'ye sığınır. Bir başka kısım ise, ki onlar dünyaya hırsları güçlü olarak gelenlerdir, var güçleriyle çalışmaya devam ederler. Hangi kısımdan olursa olsun ortak özellikleri ise; herkesin her konuda söyleyecek bir sözünün olmasıdır. Söz söylemek dediysek bir sanat olan ve hakikati işaret eden söz değil. Eksik kalmayalım kabilinden…
Eskiler dinlemeye değer sözü tanır, söylemeyi bilen birisini bulduğunda önünde diz büküp oturur, kendisi sözü söyleme kıvamına gelinceye kadar dinlerdi. Şimdikilerin ise ne sözü dinlemeye tahammülü ne dinlenir söz söylemeye meyli var, ne de hangi sözün dinlenmesi gerektiği ile ilgisi.
Satılan Sözler
Mağribîlerin yüzlerini başka yöne çevirmeye, ellerini başka umutlara açmaya ihtiyaçları yoktur hâlbuki. Üstünde bulundukları köklere kafalarını çevirip bir baksalar, insanın eşref-i mahlûkat olduğunu, hangi donanımda yaratıldığını, güçlü yönlerini, zayıflıklarını, o zayıflıklarını nasıl kontrol edeceğini ona öğretecek ilkeler ve tecrübeler orda durmaktadır. Esasen içine düşülen sıkıntılar tam olarak köklerinden uzağa düşmüş olmanın bizzat kendisidir.
"Sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak" ilkesini unutan mağribîler, söz söyleyen olmak telaşına kapıldığından beridir hem huzuru yitirir hem sözün sahibi olma kudretini... Söz sahipleri arasında yaşananlardan nasibini almış; tek söz sahibi kendisiymiş hissiyatına kapılmış olanları var. Oysa söz sahipleri alçak gönüllülükleri ile söze muhtaç olanlara eğilmeli, sahip olduklarından pay etmeli, kendi verecekleri bittiğinde muhataplarının alacak yeri kaldıysa bir diğer söz sahibine yönlendirebilmeliydiler. Kabiliyetler doğru tespit edilebilmeli, herkese kendi kabiliyetince yol gösterilmeli, hem enerji hem zaman boşa harcanmamalıydı.
Sonuç değil süreç önemli olmalı, yolda olmanın bizzat kendisi kıymetli olmalı, bilgi ile elde edilecekler değil bilgiye önem verilmeli, bilginin bizi ulaştıracağı mertebeler değil bilgiyi bir adım öteye taşıma hedeflenmeliydi. İşte meselenin tıkandığı yer burasıdır: sözü dinleyen insan yetiştirmek yerine sözü dinlenen insan olmak hedef olarak öne çıktığında söyleyecek sözü olmayanlardan çok ses çıkmaya başlar. Görünür olmak endişesi de işin içine girince ortalık duyduğu her kelimeyi satmaya çalışan bezirgânlarla dolar. Sosyal medya mecraları tezgâh açmak için yeterince uygun pazar olunca çarşının çivisi çıkar.
Mecralar
Kişisel gelişim peşinde gidenler ayrı mecralarda, psikoloji deryasında çırpınanlar ayrı mecralarda, enformasyonun ağına takılanlar apayrı âlemlerdedir. Olan biteni görüp hakikatin farkında olanlar bunca hengâmenin arasında nerdeyse seçilmiyor.
Söz'e teslim olmanın verdiği kuvvetle huzurun aydınlığını yayma zamanı oysaki. Elinde kandil "adam arıyorum" diyerek cadde cadde sokak sokak dolanan divane misali sözü dinleyen insan aramaya çıkmalı… İlm-i kâl devri sona erdi; şimdi ilm-i hâl devri. Sözlerin en güzeline teslim olmuşların hâlinden anlayacak, hâlini düzeltecek, hâlleşecek birisi bulunduğunda işte can havliyle ona sarılmalı.
Ne güzel söylemiş Hüseyin Atlansoy:
"gönül ki boşluğumuzdur bulunmaz batı göğünde".[8]
Kökler
Mesele üstüne, kendi köklerinden beslenerek ciddi şekilde kafa yoranların insan fıtratına uygun kapıları aralayabildikleri görülmektedir. Farklı bir pencere aralayan Mehmet Yılmaz, Şiir ve Mistisizm kitabında şöyle diyor:
"…toplumu derinden etkileyen olayların, savaş ve kargaşaların, insanların kendini güvende hissetmediği kaos ortamlarının arttığı zamanlarda tasavvufi meselelere daha fazla ilgi gösterildiği bir gerçektir… 1990'lardan sonra modern yaşamın kapitalist hesaplara dayalı karışık ilişkilerine tasavvufun sunduğu hayat, bir sükûnet ve huzur ortamı yaratma adına bireyi rahatlatmaktadır. Kentin sınırlarını çizdiği insan ilişkileri, kişinin sadece statüsüne yıllık gelirine göre itibar kazandığı bir bireyciliği öne sürer. Oysa tasavvufun sosyal hayatı şekillendirmesi bireyin kendini bir topluluğa ait hissetmesi ile başlar. Bütünün içinde birey kendini güvenli bir alan içinde bulacaktır. Bu durum modern hayatın meydana getirdiği parçalanmışlık duygusuna karşı savunmadır.[9]
Haydar Ergülen'in "Çarşı abdaldan sorulmaz!" sözünü aktaran Yılmaz, şunları ekliyor: "Abdalın tam tersi istikamette ilerleyen toplum hayatı abdalın nazarında ahlaki ilkelerin ve Allah sevgisinin kalplerden tamamen silindiği, paranın gücüne sahip olan her türlü oluşumun güçsüzü sildiği bir yaşama biçimi doğuracaktır."[10]
Çözüm
Yılmaz'ın da dikkat çektiği gibi, bu olumsuz yaşama biçiminin ortaya çıkmaması için eskiden beri süregelen bir disiplin olarak tasavvuf çözüm önermektedir:
"Türk İslam Medeniyeti içerisinde önemli bir yer tutan, tasavvuf ve tarikat geleneğine kişisel gelişim ve insanın gelişimi açısından bakıldığında tasavvufta nefis ve nefsin ıslahı (kötü huyların ve süflî arzuların kaynağı olan nefsin isteklerinin ıslahı) önemli bir husustur… Nefis terbiye edilirse yani Allah Teâlâ ve Resulünün istediği bir hayat tarzını kendine rehber edinilirse enfes bir hale gelir ve bununla dünyada ve ahirette saadet huzur kazanılır bu da kişisel gelişimden daha farklı bir yöntem olarak kabul edilebilir…"[11]
Zeynep Merdan ise, kişisel gelişimin ikinci ayağı olarak karşımıza çıkan insan ilişkileri meselesine estetik ve sanat penceresini açarak bakar:
"Kısa vadeli insanlar var. Yaşamımıza katılmak için değil, bizi bir bilince ulaştırmak için girmiş insanlar… Kısa vadeli insanlar çoğu zaman bir tür fırsat vadeder. Fazla seçeneğin olduğu yerde 'fırsat' vardır. Seçenek fazlalığı mukayese yaptırır, rekabeti tetikler. Hunharca değersizleştirir. Estetize etme becerisi vermez…
Yaşamın estetiği, olağan dışılığı, saçmalığı vardır. Yaşama hedef/performans/başarı odaklı bakan tipler Steve Jobs tarzı yaşamın estetiğini ıskalayan tipleri hatırlatıyor. Zamanı, kendini, potansiyelini en verimli şekilde kullanmak elbette mühim ama hayat bazen saçmadır. Hayat bazen yenilgidir. Çünkü hayat böyle muhteşemdir… Yaşamın estetiği, yaşamın bilgeliği formüle edilemez çünkü."[12]
Söz tekrar Şengül ve Acar'da:
"Özüne bakıldığında Türk-İslam kültürü, kişisel gelişime karşı bir tutum sergilemediği söylenebilir zira sebat ile çalışma ve iki günü birbiri ile eşit olan bizden değildir (Hz. Muhammed S.A.V.) inancıyla yaşamak, kişisel gelişime ışık tutan esaslar olarak görülebilir. Değişim, gelişim ve daha iyiyi elde etmeye çalışma Türk-İslam kültürü için de önemli değerlerdir. Ancak aradaki tek fark kişisel gelişimin inancımızın, örf ve adetlerimizin, töremizin örtüşmediği Batı'da gelişip Türkiye'ye birebir aktarılmasından kaynaklı çatışmalar olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kişisel gelişimin söylemlerini Batı'dan birebir almak yerine benliği yükseltmenin peşinde koşmadan, hırs ve kibirden uzak bütünleştirici ve sevgi dolu söylemlerle yeni bir kişisel gelişim anlayışı ortaya koymanın Türk-İslam kültürü ile yaşanan çatışmayı ortadan kaldırabilecek bir durum olduğu kabul edilebilir."[13]
Kalbin Direnişi
"Milletçe kas geliştirir gibi kişilik geliştiriyoruz" diyor Kemal Sayar, Kalbin Direnişi kitabında. "'ben' kimliğine, insanları birbirine bağlayan şeyden, yani 'biz' kimliğinden daha fazla önem verilmiştir." diyerek güncel durumu özetleyen Sayar, "Ahlakilik bize doğru ve yanlış üzerine kurallar vazeder. Geleneksel görüşte ahlaki olmak bazı manevi amaçlara ulaşmak için olmazsa olmaz bir şeydi. Moderniteyle beraber ahlakilik de mevziini yitirdi." diye ekleyerek yaşanılan güncel problemlerin pek çoğunun temeline işaret ediyor.
"yirminci yüzyılda..... Baskıcı ahlakiliğe yönelik tepkiye, terapi üzerine kurulu bir insan ilişkileri anlayışı da eşlik ediyordu. Bu görüşe göre amaç insanları mutlu, sağlıklı ve uyumlu kılmaktı; doğru yanlış mefhumları görmezden gelinebilirdi;..." diyen Kemal Sayar'ın psikiyatrist kimliği ile yakaladığı tespitler, kişisel gelişim, terapi bağlamında olunması gereken merkezden ne kadar uzakta kalındığını çarpıcı şekilde göz önüne koymaktadır.
Kemal Sayar, ahlakiliğin, en üstün amaç olarak gösterilen kendini kabule boyun eğdirildiği gerçeğini ifade ederken hem soruna hem çözüme işaret etmektedir:
"Dinin, geleneksel ahlakın ve geleneğin kaybolması bir değer boşluğu meydana getirmiştir. Din insanlara toplumun diğer üyelerinin de paylaştığı bir kelime dağarcığıyla öznel içsel yaşantılarını anlamlandırma imkânı veriyordu. İnsan, hayatın gayesi hakkında berrak ve inandırıcı bir öyküye sahip olmazsa, ekonomik akılcılık onu kontrolü dışında, güçlü kuvvetlere boyun eğdirir...
Çağımızda kaybolan anlamı bireyin kendisinin icat etmesi gerekmekte ve bu yüzden de kişi kendi benliğine yönelmektedir. Ahlakilik her zaman çıkarları denetim almayı gerektirir ve erdem, benliği aşmayı vazeder...
Gelişmek, bir kitaba sığdırılmış sloganları ezberlemekle olmaz; hayatın duvarlarına çarpa çarpa, yaşayarak, tecrübe ederek, yaşadıklarından öğrenerek gerçekleşir. Mevlânâ'nın, Yunus'un yüzyıllardır birer ulu ırmak gibi suladığı bu toprakların insanı, kişisel gelişimi için bu yüzeysel kitapları rehber edinmemeli.
Ele geçirerek değil, ancak ele geçirmeyi reddederek gerçek manevi doyuma ulaşabiliriz."[14]
Gelinen bu noktada hangi sözün hangi yöne denk düştüğünü izaha lüzum yoktur. Yüzler batıya dönük bir şekilde güneşin batıdan doğuşunu beklemek yerine, "iki doğunun ve iki batının rabbinin" doğmak için tayin ettiği cihete çevrilmeli bakışlar. Doğu, güneşin ve insanlığın doğduğu yer; batı, güneşin ve insanlığın battığı yerdir. Güneşin batıdan doğmasının ne anlama geldiği ise herkesin malumudur.
Kaynakça
Akyürek, B. (2010). İçinizdeki Öküze Oha Deyin. Fincan Yayınları. Ağustos 42.baskı.
Atlansoy, Hüseyin. (2023). "Şapur", Muhit Ağustos-2023, s.11-12.
Merdan, Zeynep. "Hakiki Muhatabı Tanıma Rehberi"; Muhit Ağustos 2023. s.36-39.
Sayar, Kemal. Kalbin Direnişi, Kapı Yayınları, Şubat 2023. 6.baskı.
Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). "Türkiye'de Kişisel Gelişim Alanının Tarihçesi", Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 23(1), 219-235.
Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). Türkiye'de Kişisel Gelişim Alanının Özgünlüğü: Kişisel Gelişim Kitaplarının İçerikleri ve Alanın Türk İslam Medeniyeti Bağlamında Bir Değerlendirilmesi. Bartın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12 (24), 413-435
Yılmaz, Mehmet. Şiir ve Mistisizm, Çıra Yayınları, Şubat 2023. 1.baskı.
[1] Şule Dal: 1978 Elbistan doğumludur. Elbistan İmam Hatip Lisesi'ni 1995 yılında bitirmiş, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden 2002 yılında mezun olmuştur. Halen Antalya Anadolu İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni olarak görev yapmaktadır. 'okuyucu' olmayı sıfat olarak tercih eder ve 'yazının öğrencisiyim' der.
[2] Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). Türkiye'de Kişisel Gelişim Alanının Tarihçesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 23(1), s.220.
[3] Knight, 2001,s. 12: Şengül ve Acar, a.g.m., s.221'de alıntılandığı gibi.
[4] Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). Türkiye'de Kişisel Gelişim Alanının Özgünlüğü: Kişisel Gelişim Kitaplarının İçerikleri ve Alanın Türk İslam Medeniyeti Bağlamında Bir Değerlendirilmesi. Bartın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12 (24), s.414-415.
[5] Şengül ve Acar, Türkiye'de Kişisel Gelişim Alanının Tarihçesi, s.220.
[6] Akyürek, Bülent. (2010). İçinizdeki Öküze Oha Deyin. Fincan Yayınları.s.21.
[7] Sayar, Kemal. Kalbin Direnişi, Kapı Yayınları, 2023., s.130.
[8] Hüseyin Atlansoy, "Şapur", Muhit 44(Ağustos 2023), s.12.
[9] Yılmaz, Mehmet. Şiir ve Mistisizm, Çıra Yayınları,2023., s.16-17.
[10] Yılmaz, a.g.e., s.29.
[11] Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). Bartın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12 (24),s.421-422.
[12] Merdan, Zeynep. Hakiki muhatabı tanıma rehberi; Muhit 44, (Ağustos 2023), s.36-37.
[13] Şengül, S. ve Acar, O. K. (2021). A.g.m., s.430.
[14] Sayar, K. age., s 121-134
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 05.08.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 26.07.2024 14:51