Yunus Emre’nin Risalat Al- Nushiyye ve Divan Eserinde İman Kavramı
Oytun Efe KURU yazdı...
''Vücutlar bir dönüşle erir sonsuz sudur kayboluş pelerinleri…''
Yunus Emre'nin Risalat Al-Nushiyye ve Divan eserinde iman kavramı, Hakk'ın kişioğlunun canı ile muhabbeti içerisinde, tüm bir tasavvufi sistemin, -şeriatın, dinin, hakikatin, tarikatın, müridin, mürşidin- aşıkın ve maşukun ve dahi kâmilin; özel itibarla seyri sülûk'un, genel itibarla tüm bir hayat yolunun belkemiği kavramı olarak cana kendi leduni muvazenesini sağlayan yekta kutub olması vurgusuyla işlenmiştir.
Yunus Emre için iman kavramı, tasavvufi terminoloji içerisinde detaylandığı şekilde, üzerinde durduğu kavramın ne kadar ciddi bir mesele olduğunu teşkil etmesi bakımından, eserin girişinde aklın mahiyeti örneğine nispetle üçe ayrılır: İlm' ûl – Yakıyn (akıldaki iman), Ayn'ül- Yakıyn (gönüldeki iman) ve Hakk'ul Yakıyn (candaki iman). Bu ayrımlar önemlidir çünkü eserin farklı yerlerinde Yunus, şiirlerinde türlü insani durumları eleştirirken yahut methederken, hangi iman türünün eksikliği yahut hangi iman türünün gücüyle nelerin olabileceğine dair bize örtük bir sezgi sağlar. Buradaki kilit nokta, Hakk'ul Yakıyn'ın mertebe olarak en derin iman biçimi olması, canla geldiğinin ve canla nihayete ereceğinin teminat altında olduğunun vurgulanmasıdır. Bir kilit taşı olarak, sufinin Hakk'ul Yakıyn içerisindeki imanını en net biçimde tehdit eden unsurun eserde kibir üzerinden: Uyarsan kibre ıraga düşersin/ Irak düşenlerin imanı yoktur/ Ki zira suretinde canı yoktur. (Emre, Risalat Al Nushiyye syf. 7) biçiminde ifade edilmesi iman ve kibir arasındaki dirimsel zıtlığı ifade etmesi bakımından dikkat çekicidir.
İman, Yunus'un bahsi geçen eserinin ve tüm bir alınyazısının merkezi noktası olduğu için; imanın üzerinde yürüdüğü yolun nihayetini temellendiren, başlangıçları sonun sonlarıyla örtüştüren, uzaklık ve yakınlığın merhalelerini mevzilendiren, kişioğlunun fıtri kibrini söndüren hatta tüm ayrılıkları ve aykırılıkları mutlak visalde cem ettiren, doğru ve yanlışı ayırma gücünü sağlayan Furkan'ı müjdeleyen biricik göz aydınlığı olarak: Çırak dedüğüm iman nur- mutlak/ İmanlıya didarın gösterir Hak (syf 37 a.g.e) dizeleriyle, Hakk'ın yüzündeki sonsuz gizem peçesini kaldıran mucize olduğunu söylemesi bakımından her şeyi özetler niteliktedir. İronik bir biçimde (belki de tüm ironiyi reddiyeleyecek şekilde) metnin ilerleyen kısmında Yunus tüm bu iman ciddiyeti anlayışına, küfür-iman zıtlığı üzerinden şu dizelerle bir çelme de takar: İmdi Yunus'a ne gam aşık melamet bed-nam/ Küfrüm imana şoldem anda değişüp geldüm (syf. 89 a.g.e), fakat bu çelme, göründüğünden daha farklı bir noktayı da imler; küfür, zıtlıklar üzerinden imana sıçrayışın en mümkün ve somutlaşmış dehlizidir de.
Küfrün ve imanın avam ve havass/hakk nezdinde nasıl farklı manalar muhteva ettiği Yunus gibi bir erenin dizelerinde keskin bir tarizle karşımıza çıkmaktadır: Dahı aceb aşıklara ıkrar u din iman oldum/ Halkun gönlinde küfrile islamıla iman benem. (syf.93, a.g.e) İlerleyen kısımda ise Yunus, küfrün varlığı ikilediğini, imanın ise kişioğlunu içinde varlığı vahdete yükselten dinamik olduğunu belirtir: Birisen birlige gel ikiyi bırak elden/ Bütün ma'ni bulasın sıdk u iman içinde (syf 120 a.g.e)
Görüldüğü gibi, kişioğlu, küfür-iman ikililiğiyle, nefs-can ve kesret vahdet arasında dalgalanıp durulmaktadır. Nefsin mahiyeti, tasavvufun kendi doktrinini temellendirdiği başat noktalardan birisiyken, Yunus'un Divan'ında iman ile birlikte anlatılmaması düşünülemez. Nefs ve iman arasındaki daimî mücadele, Yunus'un yürüdüğü manevi kıvılcımlar girdabının dibidir. Yunus, nefsin bitmek bilmez arzularının can'a kara çalma tehlikesini şu dizelerle nakşeder: İman aldagucları bilün çokdur bu yolda/ Nefsine uyanlarun gitmez yüzi karası / Yüzbin riya çerisi bilün vardur nu yolda/ Nefs öldürmiş er gerek ol çeriyi kırası (syf. 143 a.g.e) Hakk'a varmak isteyen er, nefsini öldürmek zorundadır, yoksa nefsi onun imanını söndürür. İman ise Yunus için, ancak aşk ile mülhem ve kaimdir. Aşk, imanın kan kardeşidir: iman ve aşkın çocuğu meşktir. Bu cümle alem sevdügi şu din ile imandurur/ Işksız gerekmez vallahi şol diniyle imanı (syf. 203 a.g.e).
Bilindiği üzere, Yunus'un karşısına, onun haleti ruhiyesinden ve rezonansından geri planda kalmış çok kimseler çıkmıştır ve onu sapkınlıkla suçlamışlardır, kendisinin Rabbe duyduğu aşkı bir küfür olarak yorumlamışlar ve onu kafirlikle itham etmişlerdir, zaten varlığın içrek kısmıyla hemhal olan bir garip Yunus'un ayrılıkçı ve ayrımcı zihinler tarafından düşman ilan edilmesi gayet beklenen bir durumdur. Çünkü onu düşman ilan eden ve yaratıcıya duyduğu dolaysız aşkın a'sına vakıf olamayan kimseler, varlığın en dış katmanı olan zahirilik tarafından kuşatılmışlardır. Yunus ise ayrımlara inanmaz- onun nezdinde, bir abdal, ''yol ayrımlarından hiçbir şey anlamaz''- ne dini farklılıklara ne de kimlik farklılıklarına, ilginçtir ki Anadolu Moğol istilası altındayken, Divan kitabında da görebileceğimiz gibi, kendi şiirlerinde eski Türklerin ve Moğolların Tanrı için kullandıkları isim olan ''Çalap'' kelimesini kullanabilme cesaretini göstermiştir. Buradan da onun ne kadar geniş gönüllü ve kısır tartışmaların ötesinde yaşayan bir zat olduğunu anlayabiliyoruz. Bu genişlik ve hoşgörü, elbet onun engin imanındandır. O yekta bir seyyahtır ve gezileriyle kendi aşk kabesini sonsuz kez tavaf etmiştir. Yüzü ise Divan'ı gibi mukaddestir. Dertli bir dolaptır, Çalap da onun kendi derdini bir beyaz bal eylemiştir. Mutmain bir beyyine ise, Yunus gibilere özgüdür. Can-u canan, aşk ve meşkin kesiştiği ruh kavşağında köprücük kemiklerinden taşar…
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 23.08.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.09.2024 12:12