Zübeyde Andıç’tan D/Okunan Öyküler

Hayrettin DURMUŞ yazdı...
Nakışı Anadolu, rengi bahar, kokusu buhur, mevsimi çocukluğumuz, sözleri içten söylenmiş, insana d/okunan metinler Zübeyde Andıç'ın öyküleri.[1] Bir şiir güzelliğinde, bir türkü sıcaklığında sarıp sarmalıyor sizi.
Siyah Beyaz Güvercin öyküsünde yağmuru ne güzel anlatmış. O haziran ikindisini yaşatıyor size. Mazlumun duasıyla rahmete dönen yağmur. Yağmurun yıkamadığı kir olur mu? Sezai Karakoç'un "İyi ki bilmiyor kalabalıklar/Yağmura bakmayı cam arkasından" mısraları döküldü dilimize ve öykü şaşırtıcı bir sonla bitti. Otistik çocuklar geçti gözümüzün önünden…
"Kahkahaların bir güvercin ürkekliğinde asılı kalırdı dallarda hep." cümlesi bile Eylül Sancısı'nı anlatmaya yetiyor aslında. Gülbeyaz'ın "Kara bir leke olup göğsüne yerleşen yara" fena halde tanıdık geldi bize. "Bir tespih tanesi gibi evin dört bir yanına dağılmış hatıralardan" bize de pay düştü. Hepimizin kavuşmak istediği biri var öte tarafta.
Bağ Bozumu'ndaki "Kadının çığlığıyla yer gök inledi birden. Karıncalar durdu, yılanlar kıvrıldı, kuşlar tünedi, güneş karardı" ne müthiş bir anlatım. "Bir Of Çeksem karşı ki dağlar yıkılır" diyen ozanın söyleyişi gibi bir şey bu.
"Bulduğu her kutuya diktiği kuru dalların dahi elinin şifası ve bereketiyle yeşerdiği" Fatma ablayla tanışmak istiyorsunuz Tutça Çiçeği'ni okuyunca. Odanıza mor çiçekler doluyor.
Ayva Kokusu ve Nakışlı Yün Çorap öyküsünü okurken Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan "Sihirli Testi" olayı canlandı gözümde. Askere giderken yavuklusuna hediye olsun diye verdiği güllü çorap şehidin bağrından çıkmıştı. Yazarımız Anadolu'daki o soğuk kış gecelerini ne güzel anlatmış. Bahar sevincini ne güzel betimlemiş. Kayısı ağacının dibine sadece sizin değil, bizim de ninemizin cennet kokusu yayıldı…
Araf çok katmanlı ve derinliği olan bir öykü. İlhan Berk, Sezai Karakoç, Attila İlhan ve Cemal Süreya'nın şiirleriyle öyküye konuk olmaları da yazarın beslendiği kaynakları göstermesi açısından önemli.
Kuşlar, Pıtıraklar ve Tıraş Sandığı kitaba adını veren öykü. Öyküden bahsetmeden belirtmeliyiz ki sobanın üstünde kaynayan çaydanlığı "göbeğini hoplata hoplata gülen bir ihtiyara" benzetmesi, dolukmak gibi, kirman gibi bir kelimeyi kanatlandırması zaten öykünün güzelliğini gözler önüne seriyor. Babasının tıraş olmadan önceki yüzünün halini "ütüsüz bir gömleğe" benzetmesi de ilginç geldi bana. Ah o yüzlerdeki kırışıklıklar, çizgiler neler anlatır okuyabilene.
Size "babanızı bir cümleyle anlatın" desem ne cevap verirsiniz? İşte yazarımızın soruya verdiği cevap; "Ömrünü sözlerine gizlediği bir türküdür babam", "Kalbimin üstünde taşıdığım bir Pıtrak izidir babam", "Burnumun ucundan gitmeyen keskin bir tütün kolonyasıdır babam", "Vişneçürüğü bir tıraş sandığıdır babam", "Kanadı kırık yaralı bir kuştur babam", "Hikâyesini geç öğrendiğim bir türküdür babam." Bu sözleri okuduktan sonra "eğer babanız hayattaysa hikâyesini öğrenmek için yılların geçmesini bekleyin." demek geçiyor içinizden.
Fikriye'nin Cımbız Hikâyesi, hayatın yorgunluğunu çekip alır mı bilmiyorum. Vazgeçmenin Ertesinde; yaşlanmanın hüznü, şaşırmanın enteresanlığı, unutulmanın acısı, hatırlamanın garipliği, ölümün vakitsizliği karşılayacak sizi.
Hesaplaşma Anadolu'da birçok evde yaşanan aile dramını gözler önüne seriyor. Kadınların bitmeyen çilesi resmediliyor bu öyküde. "Akşam olur karanlığa kalırsın/ Derin derin sevdalara dalarsın/ Oy gelin gelin/ Sevdalı gelin…" türküsü dökülüyor dudaklarınıza. Türkü demişken öyküde güzel bir Malatya türküsü (Arguvan ağzı) de yer alıyor. "Gülüm seni alır dağa kaçarım." Belki de yazarımız bir gün "Yol Üstüne Yuva Yapmış Karınca" ya da "Şu Akkuş'un Gürgenleri Yıkılmadı mı?" türkülerinin eşliğinde de bir öyküye kapı aralar.
Ben Derdimi Söyleyemem öyküsü yine hayatın içinden, karakterler tanıdık. Öyküde Neşet Ertaş'ın içinizde ince bir hüzün bırakan türküsü de yer alıyor. Öyküyü okurken nedense ben de Âşık Mahzuni'nin "Kimse bilmez gizli gizli yananı / Vay derdini dökemeyen kullar oy" türküsünü mırıldanıp durdum.
Fotoğraf pederşahi bir babanın anlatıldığı, daha doğrusu fotoğrafının çekildiği bir öykü. Aslında "Görgülü kuşlar gördüğünü işler" sözü her şeyi özetliyor. Sanki kötü bir miras devralmışçasına sevgisiz bir dünya. Dışarda ele güne karşı kibar, yardımsever, sevgi dolu ama evin içinde ailesini kırıp geçiren "aşılmayan dağlar, geçilmeyen denizler, duyulmayan sesler" misali mesafeli bir baba. Dışardan bakınca süslü püslü görünen evlerin dört duvarı arasında neler yaşanıyor kim bilir?
Kesişme öyküsünü okurken gözleriniz yaşaracak. Gün görmeyen, muradına ermeyen ömürler geçecek gözünüzün önünden. Sözleriniz eskiyecek, türküler acıyacak, yaralar kanayacak hep. "Suyu kesilmiş bir ağaç dalı gibi kurumuş eller" ne söyle size? "Umudunu rüzgârın ıslığında kaybetmiş, istemediği tenlerden bir kan pıhtısına hayat vermiş diğer kadınlarla aynı yolu yürümek" nasıl bir şeydir? Sevgisi yarım kalanın her şeyi yarım mı kalır? Yazar "Annemin geçmeyen yarasıydım ben, her baktığında kanayan" derken kaç ana kızın mutsuzluğuna işaret ediyordu acaba?
Züleyha'nın Köşeleri neresiydi, neredeydi? Züleyha'nın hayatı "kırk yamalı" bir örtüydü. "Elindeki yazmanın asma yaprakları arasında ezberlediği bir yolculuğa çıktı." İşlediği yazmaların kenarında karanfiller, menekşeler açardı. Kır çiçeklerinin kokusu yayılırdı odaya. Önceleri bütün köşeler çıkmaz sokaklara uğrardı. Bir gün o köşelerin önünden geçip yüzünü başka bir yöne çevirdi. "Yarım bıraktığı yazmanın kenarları çiçeklenmeye başlamıştı birden." Züleyha köşeyi dönmüş müydü acaba? Artık çıkmaz sokaklara uğramayacak mıydı yolu? Aydınlık, ferah bir bulvar onu mu bekliyordu? Bu sorulara da okuyucu cevap versin.
Acıdan Kalma Uyuşukluk Üzerine Edilebilecek Lafların Toplamı kitabın son öyküsü. Sait Faik "Yazmasaydım deli olacaktım" demişti. Yazarımız da "Söylemeseydim deli olacaktım" diyor. Kelimeleri toplayıp, gönlüne yük olanları ayırıyor. Bakmayın öyle dediğine "Ellerin elime değdiği zaman, ister ölüm olsun ister ayrılık" türküsünü dinlerken yüklerin en ağırına talip oluyor aslında. Hangi şair, hangi öykücü, hangi insan yüksüz yaşayabilir ki?
Başka söze ne hacet?
[1] ANDIÇ, ZÜBEYDE (2023) Kuşlar, Pıtıraklar ve Tıraş Sandığı. Hece yy., Ankara.
Yazar: Hayrettin DURMUŞ - Yayın Tarihi: 03.07.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 04.10.2023 23:20