Kudret Denizinde Bir Su Kuşu: Hallâc-ı Mansûr’a Dair
Hallâc-ı Mansur'un hayatına dair kesin bilgilere ulaşmak zor olsa da çeşitli kaynaklar ve rivayetlerden edinilen bilgilere göre asıl adının Ebû Mugîs el-Hüseyin bin Mansur el Hallâc ez Zâhid el-Meşhûr olduğu bilinmektedir. Cünayd-i Bağdâdî gibi büyük zatların sohbetlerine katılmış, hocası Amr bin Osman el Mekkî'dir. Lakabı olan Hallâc'ın ona verilme olayı da yaşadığı bir olaya binaen gerçekleşmiştir. Bilindiği üzere hallâc; pamuk veya yünü tokmakla kabartan, pamuk atıcısına denir. Dostlarından bir hallâcın dükkânına gitmiş, dükkân sahibini bir işini halletmek için göndermiş. O sırada dükkânda bulunan pamuklara eliyle işaret edince ortada bulunan pamukların çekirdekleri bir tarafa ayırmış, saf pamuklarda diğer tarafa. Bu münasebetle "Hallâc" adıyla tanınmıştır.
Hallâc-ı Mansûr Nasıl İdam Edildi?
Abbasi Halifesi Muktedir Billah'ın veziri Hamid bin el-Abbas'ın bulunduğu meclisin birinde Hallâc-ı Mansûr'un bahsi geçince onu meclise getirttiler. Kadı idamı hakkında fetva verdi ve kendi eliyle bir de kâğıt yazıp imzaladılar. Oradaki fakihler de kadıyı tasdik edip fetva kâğıdını imzaladılar. Mansûr onlara hitaben: "Ben Müslümanım, Ehl-i Sünnet mezhebindenim. Hulefâ-yı Râşidîn'i ve Aşere-i Mübeşşere'nin sâir ashabdan üstün bilirim, yani Şiî ve Hâricî değilim. Hadis ilmine dair kitaplarım vardır. Benim kanımı dökmek helal olmaz, Allah'tan korkun!" dediyse de dinlemediler ve onu zindana attılar.
Vezir ulemanın verdiği fetvayı halifeye gönderdi. Gelen cevapta, "Mademki ulema katline fetva vermiş, zâbıta nazırına teslim edilsin, evvela bin değnek vurulsun, ölmediği takdirde bin değnek daha vurulsun sonra da başı kesilsin!" denilmiştir. Vezir zabıta memurunu çağırtmış, halifenin emrini anlattıktan sonra; "Eğer iki bin değnekle ölmezse ellerini, ayaklarını, en nihayetinde başını kesersin, cesedini de yakarsın. Sana Dicle'yi altın ve gümüş olarak akıtırım diye vaade kalkışsa bile sözüne kulak vermezsin" diye de tembihte bulundu.
Hicri 309 (26 Mart 922) sabahı Hallâc'ı zindandan çıkarıp Bağdat'ın Babut-Tak denilen mevkiine götürdüler. Seyreden kalabalık halka bakarak Hakk! Hakk! Ene'l Hakk! diyordu. Kalabalık arasından bir derviş ona "Aşk Nedir?" diye sordu. "Aşkın ne olduğunu bugün, yarın ve öbür gün göreceksin" dedi. O gün katlettiler, ertesi gün ateşe atıp yaktılar. Üçüncü günde ise külünü Dicle'ye attılar. Aşk işte budur. O haldeyken kendisinden bir nasihat isteyen hizmetçiye, "Nefsi yapması gereken bir şeyle meşgul et, yoksa yapılmaması gereken bir şeyle o seni meşgul eder" dedi. Yere yatırıp bin değnek vurdular. "Ah" bile etmedi. Yalnız değnekler altı yüzü bulunca zabıta nazırına: "Beni yanına getir, sana Kostantiniyye fethine eş bir nasihat vereyim" dedi. Nazır onu dinlemedi. Değnekler iki bini bulduktan sonra daracığına götürdüler. Daracığına çıkarken merdivenlerini öptü. Bu ne hal diye soranlara "Darağacı erenlerin miracı!" dedi. Ellerini semaya doğru kaldırdı, yüzünü kıbleye çevirdi, niyazda bulundu. Yanına yaklaşan müritleri "Mürit olan bizlerle, seni inkar edip taşa tutacak insanlara hakkında ne dersin?" "Size bir, onlara iki sevap var! Zira sizin yaptığınız şey hakkımda iyi niyet beslemekten fazla bir şey değildir. Onlar ise tevhidden kuvvet alarak şeriata bağlılıkla harekete geçiyorlar ve şeriatta aslolan tevhittir, iyi niyet sonra gelir."
Ona yaklaşan Şiblî sordu: "Tasavvuf nedir, ya Hallâc?" "En aşağısı şu gördüğün manzara (idam)! En yüksek derecesini senin anlaman imkansız!" Herkes ona taş attı. Şiblî de (şeriatın fetvasına) uymuş olmak için ona bir gül atınca Hallâc, bir "Ah" çekti. Atılan güle ah etmen ne içindir diye soranlara, "Çünkü onlar bilmiyorlar, bu yüzden de mazurdurlar. Onun yaptığı gücüme gitti zira o bildiği halde yaptı." Önce ellerini vücudundan ayırdılar, sonra da ayağını kestiler. Hala gülümsüyordu. Gözlerini oyup, dilini kestiler. Başını bedeninden kopardıklarında da gülümseyerek can verdi. Parçalara ayrılan tüm organlarından Ene'l Hakk! diye ses geliyordu. Ertesi gün halkın galeyanına gelmesini engellemek için onu yaktılar, küllerinden hala Ene'l Hakk! diye ses geliyordu. Üçüncü gün küllerini alıp Dicle'ye attılar sudan hala Ene'l Hakk diye ses geliyordu ırmağın suyu taşmış coşarak akıyordu. Bunun olacağına bilen Hallâc'ın hizmetçisine vasiyeti üzerine hırkası getirilip Dicle'ye atıldıktan sonra su durulmuş, ses de kesilmişti.
Hallâc-ı Mansûr Hakkında Yazılanlar
Gazzâlî- Mişkatü'l-Envâr
Arifler hakikat göğüne yükseldikten sonra, varlıkta Gerçek Bir'den başkasını göremedikleri hususunda müttefiktirler. Ancak bu durum bir kısmında ilmi bilgi düzeyinde iken bir kısmında tecrübi hale dönüşür. Artık onlarda çokluk fikri kalmaz, sırf tekliğe (ferdâniyet) dalıp giderler Bu sırada akılları başlarından gider, afallamış gibi kalakalırlar. Onların kalbinde ne kendisine ne de Allah'tan başkasına artık yer yoktur. Onların nezdinde Allah'tan başkası yoktur. Öyle sarhoş olmuşlardır ki, artık akılları hükümranlığını yitirmiştir. İşte bu durumda bazı arifler "Ben hakkım", bir başkası "Kendimi tenzih ederim, şanım ne kadar büyük!" ve bir diğeri "Cübbemin altından Allah'tan başkası yok" der. Âşıkların sarhoşken söyledikleri, anlatılmaz gizlenir. Sarhoşluk (sekr) hali hafifleyip Allah'ın yeryüzündeki terazisi olan akıl tekrar hükümran olunca, bu halin gerçek bir birlik olmayıp sadece birliğe benzer bir durum olduğu anlaşılır
Feridüddin Attar- Tezkiretü-l Evliyâ
Hallâc mürşidi Amr bin Osman'ın saklanmasını istediği eserini gün yüzüne çıkardığı için mürşidi ondan incinmişti. O da Bağdat'a Cüneyd'in yanına geldi. Cüneyd'in sohbetlerine katıldı ona sorular sordu. Cüneyd sorularına cevap vermedi ve "Bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman galiba yakındır" dedi. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi, katledilmesine dair imamların verdiği fetvaya tasavvuf kisvesi altında imza vermedi. Halife Cüneyd'in imzası gerek diye emretti. Bunun üzerine malum tarzda sarığını sardı ve cübbesini giydi medreseye gitti ve, "Biz zahire göre hükmederiz yani katil zahir hale göredir, fetva zahir hale göredir. Ancak batını Hudâ bilir" diyerek meselenin fetvasını yazdı. Ancak bu naklin bir uydurma olduğuna sonradan ulaşılmıştır. Nitekim Cüneyd Bağdadi, Hallâc'ın vefatından 12 sene evvel vefat etmiştir.
Hallâc birçok şehir ve diyar gezdi. Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı ve iki yıl burada ikame etti. Döndüğünde ahvali değişti ve hal ilmiyle ilgili halkın vakıf olmadığı konularda sohbetler etmeye başladı. Bu sebepten elli şehirden ihraç edildiği nakledilir.
Hallâc'ın bir gecede dört yüz rekât namaz kıldığı bilinirdi. Bunu kendine farz kılmıştı. Bir abası vardı ve yirmi yıldır üzerinden çıkarmamıştı. Bir gün haksız yere abasını çıkardıklarında çok miktarda bit düştüğünü gördüler. Nakledilir ki boynunda dolaşan bir akrep gördüler ve onu öldürmek istediler ama o elinizi ondan çekin zira o on iki yıldır ahbabımızdır demiştir.
Nakledilir ki, Şiblî şunu anlatmıştı: "O gece mezarının başına gittim. Sabaha kadar namaz kıldım. Seher vakti olunca münacatta bulundum. Bu sırada bana uyku galebe çalındı. Rüyamda kıyamet kopmuştu orada Hakk'ın şu hitabını işittim: "Sırrımızı bizden olmayanlar arasında yaydığından bu belayı onun başına getirdik."
Abdurahman Câmî-Nefahâtü-l Üns
Cüneyd Bağdadi'nin, Hallâc'ın katline fetva verdiği yolundaki kıssaların tamamı uydurmadır. Bunların uydurma olduğu tarihçiler tarafından açık bir biçimde ortaya konmuştur. Çünkü Cüneyd'in vefatı Hallâc-ı Mansûr'un şehadetinden on iki yıl evveldir.
Bütün sonraki sufiler Hallâc'ı kabul ederler. Eski sufilerin bazıları da din anlayışını kötüleyerek onu terk etmememişlerdir. Sadece davranışını kötüleyip, reddetmişlerdir. Nitekim devrinde onun gibi birisi ne doğu ne de batı da vardı.
Hallâc'ın uğradığı musibet, üstadı Amr b. Osman Mekkî'nin bedduasıyla olmuştu: Amr b. Osman, tevhid ve tasavvuf ilmi konularında bir risale telif etmişti. Mansûr onu alıp açığa çıkardı, halka söyleyerek yaydı. Bunlar ince ve derin anlamlı sözlerdi. Halk bunları anlayamadı. Onları inkâr ettiler ve Hallâc'tan uzaklaştılar. Amr b. Osman bu sebeple Mansûr'a beddua etti.
Kudret Denizinde Bir Su Kuşu Hallâc-ı Mansûr'a Dâir
Tâhirül-Mevlevî
Haz. Mustafa Kirenci
Büyüyenay Yayınları
1.Baskı-2018
Yazar: Enes CAN - Yayın Tarihi: 14.08.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.08.2024 17:00