Faydasız Kitaplar 13: ❝Çarpıtılan Atatürkçülük❞, Düşünce, Salih BORA

Faydasız Kitaplar 13: ❝Çarpıtılan Atatürkçülük❞ yazısını ve Salih BORA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz

Faydasız Kitaplar 13: ❝Çarpıtılan Atatürkçülük❞

03.10.2025 09:00 - Salih BORA
Faydasız Kitaplar 13: ❝Çarpıtılan Atatürkçülük❞

(Tarık Zafer Tunaya'nın kitabını okurken insanın başına gelenler)

Tarık Zafer Tunaya'nın "Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük" kitabını elinize alınca başta bir sevinç geliyor insana: "Demek ki bir bilim adamı, Atatürk'ü sistematik olarak ele alacak." Gibisinden bir nevi umut oluşuyor. Fransız devriminden girip Bolşevik devrimden çıkacak, sonra da 1923 devrimine gelecek diye bekliyorsunuz. Fakat kısa süren bir fakir umudu bu. Sayfaları çevirdikçe o umut tıs tıs uzaklaşıyor, yavaş yavaş yerini baş dönmesine ve mide kramplarına bırakıyor. Çünkü Tarık Zafer Tunaya öyle bir Atatürk resmi çiziyor ki, resim değil, başka bir şey. Belki bir tablo ve soyut resim. Bir cümlesinde bakıyorsunuz halk önderi, ötekinde Michelangelo, bir sonrakinde laikliğin kalkanı, ardından Türk köylüsünün harman yeri… Sanki Atatürk değil, bir "çoklu kişilik vakası."

Paşalarla Bitmeyen Hesaplaşma

İlk bölümde Osmanlı paşalarına laf çakıyor ve salâsız, yasinsiz, mevlidsiz gömüyor: "Atatürk hiçbir Osmanlı Paşası'na benzemez." (s.125). Evet, biliyoruz, benzemiyor. Ön kabul gereği Atatürk Osmanlı paşalarıyla ya da padişahlarıyla bir-benzer-eş-dost-denk-müsavi tutulamaz… Fakat aynı Tunaya kitabın başka bir yerinde "Atatürk bir II. Mahmut değildir." (s.199) diye yeni bir kıyas açıyor. Yahu hani paşalarla, padişahlarla kıyaslamayacaktık? Osmanlı'yla bağ kopmuştu? Hatta kopartılmıştı. Yeni bir devlet, yeni bir vatan, yeni bir millet idik. Demek ki kopmamış, değilmiş. Bu, bir nevi eski sevgiliyi her fırsatta anıp "Ben onun gibi değilim" demeye benziyor. Eğer gerçekten unutmuş olsaydınız, adı hiç geçmezdi değil mi?

Halk Hareketi mi, Mermer Heykeli mi?

Bir bakıyorsunuz, "Türk Kurtuluş Hareketi bir halk hareketidir, bir köylü hareketidir. Türkiye Türklerindir" (s.113). Bakın Tunaya ne derece bir faşizan cümle kurmuş? Gayet net, gayet coşkulu. Ama birkaç sayfa sonra hop: "Atatürkçülük ne ırkçıdır, ne ümmetçidir, ne enternasyonalisttir" (s.160). Yani Türkiye Türklerindir diyorsun ama Türk olmayanlar da alınmasın istiyorsun. Peki bu iş nasıl olacak? Hem "Türkiye Türklerindir" tabelası kapıda asılı, hem de içeri giren herkese "Buyurun, biz kimseyi dışlamayız" deniyor. İşte Tunaya'nın Atatürkçülük'ten anladığı bu. Aslında anlamamış. Hadi buyrun; bu tür insanlar Atatürkçülük kalkanının arkasına saklanarak Türk milletini yönetip yönlendirirken dışarıya tam da şöyle yaklaşır: kapıda aslan, içeride kedi.

Asıl trajikomik olanı ise Michelangelo benzetmesi (s.31). Atatürk'ü, mermerde saklı Venüs'ü ortaya çıkaran sanatçıya benzetiyor. Yani biz halk olarak koca bir kaya parçasıyız, Atatürk de elinde çekiciyle bize şekil veriyor. Bu mu halkçılık? Demek ki "halk hareketi" dediği şey aslında mermerin heykeltıraşın eline düşmesinden ibaret. Halk tek başına taş, Atatürk var olunca heykel. "Köylü hareketi" diye başlayan cümle, sonunda "usta sanatçı"ya methiyeye dönüşüyor.

Laiklik: Çanlı İnek Teorisi

Laiklik meselesinde Tunaya daha da şiirsel bir noktaya geliyor: Laiklik devletin "koruyucu unsuru"ymuş (s.161). Ne demekse! İnsan sanki devletin boynuna çan asılmış bir inek olduğunu hayal ediyor. Çan çaldıkça devlet kaybolmuyor! Bir de laikliği "dinin elden gitmesi" sananları topa tutuyor: Onların asıl kaygısı çıkarlarının elden gitmesiymiş. Ne kadar basit bir analiz! Dini samimiyetle yaşayanları görmüyor, herkes çıkarcı. Bu fikirleri Falih Rıfkı'dan aşırdığına yemin etsem başım ağrımaz. Bu mantıkla dinî duygu taşıyan herkes potansiyel tüccar oluyor. Böyle sosyolojiye ne gerek var, kahvedeki dayıya sor "Bu millet saf, kandırıyorlar" de, aynı sonuca varıyorsun.

"Herkes Atatürkçü, Ama Aslında Hiç Kimse"

En eğlenceli tezlerinden biri de şu: "Sonra da herkes Atatürkçü… Ellerinde olsa bir kaşık suda boğarlar" (s.27). Yani sahte Atatürkçüler memleketi doldurmuş. Fakat birkaç bölüm sonra "Atatürkçüler çağdaş kafanın taşıyıcılarıdır, savaşmak zorundadırlar" (s.130) diyor. Hani nerede o sahte kalabalık? Bu çelişkinin tek mantıklı açıklaması şu: Gerçek Atatürkçü sadece Tarık Zafer Tunaya'nın kendisi. Gerisi figüran. Kitabı okuyanlar da doğal olarak "gerçek Atatürkçü" kategorisine terfi ediyor. Yılmaz Özdil'in Atatürk kitabı aksiyonunun da kaynağını bulmuş olduk iyi mi? Demek ki bunlara göre Atatürkçülük, biraz da bir okur kulübü üyeliği.

Dinci Çevreler ve Sonsuz Tehdit Masalı

"Dinci çevrelerin politikaya karışması memleketi yıkacak derecede tehlikeliydi" (s.45). Bunu söylemek için akademisyen olmaya gerek var mıydı? Zaten her kahvede söylenen cümle bu. Tunaya'nın farkı, aynı şeyi yazıp altına dipnot koyması. Ama bakın mesele şu: Bu tespiti yaparken halkı da küçümsemekten geri kalmıyor: "Her zaman dini duygularını sömürenlerin peşinden gidebilecek geniş bir kitle vardır." Yani halk zaten kandırılmaya hazır. Bir yanda "halk hareketi", öte yanda "kandırılmaya müsait kitle." Bu nasıl olacak? Hem kahraman, hem safdil köylü… İkisi aynı anda olmaz ki.

Tapınak Olmayan Tapınak

Tunaya bir noktada çok cesur bir cümle kuruyor: "Atatürk bir tapınak değildir" (s.31). İşte budur, diyorsunuz, gerçekçi yaklaşım geliyor! Ama hayır. Hemen ardından öyle methiyeler düzüyor ki, yüklediği anlamla Atatürk artık sadece bir tapınak değil, külliye oluyor. Avlusu var, kubbesi var, minaresi var. Yani "tapınak değildir" derken aslında tapınağı büyütüyor. İnsan ister istemez gülüyor: Hani tapınak değildi? Hani putlaştırmaya karşıydık? Tunaya'nın yazdıklarıyla Atatürk resmen Michelangelo'nun müzayedelik mermer heykeline dönüyor.

Sonuç: Sloganlardan İnşa Edilmiş Bir Atatürk

Kitabı bitirdiğinizde ortada tek bir sonuç kalıyor: Tunaya'nın Atatürk'ü, tarihsel gerçeklerden çok yazarın kendi sloganlarının toplamı. Bir gün halkçı, ertesi gün sanatçı, bir başka gün laikliğin bekçisi, sonra birden Michelangelo. Ama bütün bu kimliklerin içinde gerçek Atatürk giderek silikleşiyor. O Atatürk'ü kendi düşüncelerinin dayanağı, hareketlerinin kalkanı haline getirmiş. Geriye kalan ise bir dizi nakarat: "Halk hareketi, çağdaş kafa, dinci tehlike, çıkarcılar…"

Tunaya aslında Atatürk'ü anlatmıyor. Atatürk üzerinden kendi takıntılarını, kendi korkularını anlatıyor. O yüzden kitabı kapatınca akılda şu soru kalıyor:

Acaba Atatürk gerçekten böyle mi konuşurdu, Tunaya'nın diliyle, yoksa başka türlü mü?
Asıl soruya gelelim mi? Asıl soru şu: Atatürk bu kitabı okusaydı, gülerek "Hocam, ben devrim yaptım, siz beni Venüs heykeline çevirdiniz" demez miydi?

NOT: Bu metin, Tarık Zafer Tunaya'nın Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük adlı eserine yönelik edebi ve ideolojik bir eleştiri denemesidir. Amacı, Tunaya'nın anlatım biçimine ve yorumlarına dair bir düşünsel sorgulama yürütmektir. Yazı boyunca kullanılan ironik, mizahi ve performatif dil; bilimsel ve edebi eleştiri sınırları içinde kalmayı hedefler.


Yazar: Salih BORA - Yayın Tarihi: 03.10.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.09.2025 14:32
166

Salih BORA Hakkında

Salih BORA

Yazar, Eleştirmen, Dergici

Salih BORA ismine kayıtlı 58 yazı bulunmaktadır.