Şiir Ezber mi Bozacak Rahatsız mı Edecek?
Şiire dair sözlerin semayı doldurduğu ancak hayatı kuşatmadığı gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu sık sık düşünüyorum. Semayı dolduranın hayatı da doldurması gerekir. Aksi halde dolu bir hayat muhaldir. Semayı yere kavuşturmak demeli belki de. Peki, nasıl olacak? Şiire dair her mesele önce şaire dair sonra insanlara dairdir. Bu konu bütün edebi disiplinler bazında dile getirilmeli elbette.
Şiirle ünsiyeti olanlar garip şekilde birbirlerini bulur. Bunu kişilerin marifetinden sayamasak da şiirin aurasından addedebiliriz. Üniversite yıllarında yurtlarda, öğrenci evlerinde, parklarda, çay ocaklarında şiirin aurası tarafından kuşatılan insanlar uzun yıllar o yapıştırıcı ile (şiir) birbirlerine bağlanır, dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik hukuku oluştururlar. Bu hukuk sebebiyledir ki şiirler havaya uçuşur, semada yekûn tutar. Bu hukukun içinde, yanında yöresinde olan herkes uzun yıllar bu hukuka riayet eder. Kalan anılar hep şiir etrafındadır. Günümüzden bakıldığında o dönemin izlerini de görmek mümkündür oysa.
Metin Önal Mengüşoğlu'nun Cahit Koytak'a Mektuplar kitabını okudum en son. Mektupların odağında bulunan iki mesele bu yazıya sebep oldu. İlki şiir, ikincisi de söz ettiğimiz hukuk. Kitap "Okur Kitaplığı" etiketiyle 2024 yılının Aralık ayında çıkmış. Oldukça hacimli görünen kitap kapağındaki görselle uyumlu bir eser olmuş.
Edebi mektupların sosyal hayat ve sanat camiası açısından önemine birkaç klişe ile değinmek gerekiyor burada. Edebi mektuplar, şair-yazarların birbirlerine veya diğer insanlara gönderdikleri bir mektup türüdür. Bu metinler belge vasfına ulaşabilir. Ancak malumunuz modern bilim teorileri bu yargıyı kabul etmez. Edebiyatçıların sanata dair görüşlerini aktarma açısından çok önemli işlevleri vardır. Pek çok ünlü edebiyatçının birbirlerine yazdığı mektuplar literatüre girmiş durumdadır. Bazılarını mesela bahsinde zikredelim: Necip Fazıl Kısakürek-Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı - Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet - Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar - Mehmet Kaplan, Mehmet Kaplan - Ahmet Kabaklı… Bir de mektuplaşmanın edebi gelişim yönünden katkısından söz etmeliyiz: Mektup, yazı geleneğinde hep var olagelen önemli bir iletişim aracı. İnsanın temel özelliği iletişim kurmak, iletişimin en kıymetli argümanlarından biri de mektuptur. Mektupla haber iletme, bilgi verme, duygu ve düşünceleri aktarma vb. pek çok etkinlik yapılır.
Kitabın tanıtımında kullanılan bir bölüm, mektupların geneline şamil olan üslup ve duygu atmosferi üzerinden şiire yaklaşımı görmemize yarayabilir. "Cahit Koytak ile İstanbul'da tanışır tanışmaz yıldızlarımız barışınca birbirimizi bir daha asla bırakmamacasına tamı tamına yarım yüz yılı aştık. Aile dostu olmanın yanında kardeşlik hukukumuzu en ileri boyuta taşıyacak beraberlikler, anlayış ve idrakler paylaştık."
Bu satırlar, mektupların da benzer bir samimiyetle ve duygusal yoğunlukla yazıldığının göstergesi elbette. Buna şu cümleyi de eklemeliyiz: Sadece arkadaş değil; "kardeşlik hukuku", "beraberlik", "anlayış" ve "idrak" ifadeleriyle entelektüel bir dostluk ve ruhsal bir boyuta da dikkat çekilmiş. Zaten ervahı ezelde ruhları yakın duranların dünyada yakın oldukları gibi bir gerçeklikten de söz edilebilir.
Mektupların hemen hepsinde hem Türk şiiri, hem genel olarak şiir hem de Cahit Koytak şiiri üzerine tespitler ve değerlendirmeler mevcut. Bunlardan bir kaçını –ilk işaretlediklerimi- alıntılayacağım. "Senin şiirinde birkaç dilin birden zenginliği var. Mesela ben lügate bakmadan okuyamıyorum şiirlerini. Ayıp değil ya! En önemlisi doğu-batı, hak-batıl, var olan tüm zıtlıklardan haberli bir zihnin ve kalbin, kimsenin ezberini bozmaya heves etmeden, ama birilerinin bulundukları yerde rahatını kaçırmaktan geri durmayan diskurlarından başka ne ki senin şiirin?" (Mengüşoğlu, 2024, s. 20)
"Tek bir dil, tek bir folk ve bütün tek bir kültürün şiirini değil adeta uluslararası entelejansiyanın doğrudan gönüllerine göndermeler yapıyorsun. Bunu öyle belirle yapıyorsun ki üstelik mahalli bir kimlikte mahpus olmasına rağmen, hücresinde azıcık deprenen, bunu göze alan ahaliyi de kuşatıyor bu dil, çekim alanını alıyor ona da tutuşturucu kıvılcımından sunuyor, bir Ateş küreğiyle." (Mengüşoğlu, 2024, s. 22)
Metin Önel Mengüşoğlu mektuplarında şiirin nasıl olması gerektiğine dair bilgiler, öneriler de sunuyor. Bunlar günümüzde özellikle edebiyat atölyesi, yazarlık okulu vb çalışmalar için de kıymetli şeylerdir. Bu duruma da bir örnek alıntı yapalım: "Cenaze Arabası"ndaki kelam sarrafı sıfatı şairlere çok yakışmış. Nitekim "Kapanmayan Yara" bana bir sözü hatırlattı, ne diyordu, dil ağrıyan dişe gider. Aslında haykırabilseydim sesimin ulaştığı en son noktaya kadar, derdim ki, ey insan, oku, işte bu senin en hayati hikâyendir, oku, çünkü hikâyeler kıssalar masallar olmasa, nasıl nereden ibret alarak kendimizi değiştirecektik? Hatırıma şöyle bir söz, terane düşürdü "seviyor sevmiyor / seviyor sevmiyor" adlı şiir; ben de dedim ki ne kadar şiir o kadar insan, ne kadar insan o kadar şiir; bizi işte böyle gerçekçi yakalıyor tırtıl kılığına girmekten korkmaya şair."
Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirleriyle ilgili genel düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: "Daha önce de söyledim ama yeniden değinmeden edemeyeceğim: bu şiirler, ne edip edip sürüklediği her kavşakta, hiç alakasızmış gibi görünen kelimeler arasından bile bizi Allah ile buluşturup tanıştırıyor; bunu nasıl yapıyorsun?"
Bu bölümde Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirlerinin insanı bir yerden alıp başka bir yere götürdüğünü, bu anlamda ilahi-ruhani bir işlev taşıdığını vurguluyor. Şiirlerin, beklenmedik kelimelerle bile okuyucuya manevi bir yolculuk vaat ettiğini ifade ediyor.
Koytak'ın "Dağ Keçileri" şiirinden hareketle kaleme aldığı değerlendirmesinde Mengüşoğlu şöyle diyor: "Niçin 'keçiyolu' diyen varsa derim ki, keçiler yüksekleri severler; düşünme, beşerin en yüksek işi değil midir?" Ve ardından vurguluyor: "Sevgili Cahit, kardeşim, sakın topukları üzerine geri dönme. Ve sakın bıkıp usanma; yola devam. Bugün olmasa yarın, ektiğin tohumların yeşereceğine inancım tamdır."
Burada fikri bir metafor kurarak iki anlamı öne çıkarıyor Mengüşoğlu. İlki şiir yolunun zorluklarla ve engellerle dolu olduğu, ikincisi de bu yolun yüksek kavrayışlarla ve ideallerle gerçekleşen bir çaba olduğu. Aynı zamanda dostane bir cesaretlendirme tonu da mevcut.
Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirlerinin edebiyat çevrelerinde yeterince değerlendirilmediğine dair içten bir durumu mektuplara yansıtıyor. Bu şikayetlenmenin Koytak özelindeki haline girmek istemem elbette. Bütün bir okuryazar camianın aynı durumda olduğu notunu düşmekten de kendimi alamıyorum. Hadi biraz somutlayalım: bir eser yayınlandığında çoğunlukla görmezden geliniyor, görüp değerlendiren ve sürekli kitap yazıları yayınlayan kişi sayısı da pek az. Onlar bile görülmüyor. Görülmesi gerekiyor ya o zaman da eş-dost-ahbap kayırmacılığı devreye giriyor. Eserin gerçek değeri muallakta kalıyor. Mengüşoğlu bu konuyu gündem ediyor: "Senin şiirine karşı bu kör ve sağır tutumun bir sahih açıklaması illaki vardır. Bir gün bunu da keşfederim inşallah." Bu anlamda eseri nisyan kuyularına atan duyarsız çevreleri şöyle eleştiriyor: "Sanat tapınağının kadrolu rahipleri…" Fakat iş bitmiş değil elbette. Bir umut ekliyor: "Bugünün yarını var. Kendilerince öteki saydıkları, görmezden geldikleri kimseleri, temelli göremez olacakları bir gün belki hakikati kavrayacaklar." Bu ifadelerin yalnızca edebi eleştiri sayılamayacağını; aynı zamanda kanona karşı bir tepki havası taşıdığı da açık.
Sonuç olarak Metin Önel Mengüşoğlu'nun Cahit Koytak'a Mektuplar kitabını, iki dost şairin edebi ve samimi yazışmaları saymak yanılgı olur. Kitap aynı zamanda şiirin bugünkü anlam ve işlevine dair derin sorgulamalar ve çıkarımlarla dolu. Şiirin insanı sarsan, rahatsız eden ama aynı zamanda onaran, inşa eden bir yönü vardır ya bu kitap onu ortaya koyma cehdinde. Mengüşoğlu kitabı oluşturan mektuplarda, şiirin yalnızca estetik bir ifade ve iletişim şeklinden ibaret olmadığı buna mukabil bir hukuk, bir dostluk, bir ahlak ve hatta bir direniş olduğu anlatılıyor.
Mektuplarda dile getirilen eleştiriler, öneriler ve gözlemler, şiirin bugünkü seyrine dair geniş bir perspektif sunuyor. Bu perspektif esasen bir birikimi okura aktarma çabasıdır. Cahit Koytak'ın şiirinden yola çıkılarak şiir anlayışına, şiir birikimin
Şiir Ezber mi Bozacak Rahatsız mı Edecek?
Şiire dair sözlerin semayı doldurduğu ancak hayatı kuşatmadığı gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu sık sık düşünüyorum. Semayı dolduranın hayatı da doldurması gerekir. Aksi halde dolu bir hayat muhaldir. Semayı yere kavuşturmak demeli belki de. Peki, nasıl olacak? Şiire dair her mesele önce şaire dair sonra insanlara dairdir. Bu konu bütün edebi disiplinler bazında dile getirilmeli elbette.
Şiirle ünsiyeti olanlar garip şekilde birbirlerini bulur. Bunu kişilerin marifetinden sayamasak da şiirin aurasından addedebiliriz. Üniversite yıllarında yurtlarda, öğrenci evlerinde, parklarda, çay ocaklarında şiirin aurası tarafından kuşatılan insanlar uzun yıllar o yapıştırıcı ile (şiir) birbirlerine bağlanır, dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik hukuku oluştururlar. Bu hukuk sebebiyledir ki şiirler havaya uçuşur, semada yekûn tutar. Bu hukukun içinde, yanında yöresinde olan herkes uzun yıllar bu hukuka riayet eder. Kalan anılar hep şiir etrafındadır. Günümüzden bakıldığında o dönemin izlerini de görmek mümkündür oysa.
Metin Önel Mengüşoğlu'nun Cahit Koytak'a Mektuplar kitabını okudum en son. Mektupların odağında bulunan iki mesele bu yazıya sebep oldu. İlki şiir, ikincisi de söz ettiğimiz hukuk. Kitap "Okur Kitap" etiketiyle 2024 yılının Aralık ayında çıkmış. Oldukça hacimli görünen kitap kapağındaki görselle uyumlu bir eser olmuş.
Edebi mektupların sosyal hayat ve sanat camiası açısından önemine birkaç klişe ile değinmek gerekiyor burada. Edebi mektuplar, şair-yazarların birbirlerine veya diğer insanlara gönderdikleri bir mektup türüdür. Bu metinler belge vasfına ulaşabilir. Ancak malumunuz modern bilim teorileri bu yargıyı kabul etmez. Edebiyatçıların sanata dair görüşlerini aktarma açısından çok önemli işlevleri vardır. Pek çok ünlü edebiyatçının birbirlerine yazdığı mektuplar literatüre girmiş durumdadır. Bazılarını mesela bahsinde zikredelim: Necip Fazıl Kısakürek-Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı - Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet - Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar - Mehmet Kaplan, Mehmet Kaplan - Ahmet Kabaklı… Bir de mektuplaşmanın edebi gelişim yönünden katkısından söz etmeliyiz: Mektup, yazı geleneğinde hep var olagelen önemli bir iletişim aracı. İnsanın temel özelliği iletişim kurmak, iletişimin en kıymetli argümanlarından biri de mektuptur. Mektupla haber iletme, bilgi verme, duygu ve düşünceleri aktarma vb. pek çok etkinlik yapılır.
Kitabın tanıtımında kullanılan bir bölüm, mektupların geneline şamil olan üslup ve duygu atmosferi üzerinden şiire yaklaşımı görmemize yarayabilir. "Cahit Koytak ile İstanbul'da tanışır tanışmaz yıldızlarımız barışınca birbirimizi bir daha asla bırakmamacasına tamı tamına yarım yüz yılı aştık. Aile dostu olmanın yanında kardeşlik hukukumuzu en ileri boyuta taşıyacak beraberlikler, anlayış ve idrakler paylaştık."
Bu satırlar, mektupların da benzer bir samimiyetle ve duygusal yoğunlukla yazıldığının göstergesi elbette. Buna şu cümleyi de eklemeliyiz: Sadece arkadaş değil; "kardeşlik hukuku", "beraberlik", "anlayış" ve "idrak" ifadeleriyle entelektüel bir dostluk ve ruhsal bir boyuta da dikkat çekilmiş. Zaten ervahı ezelde ruhları yakın duranların dünyada yakın oldukları gibi bir gerçeklikten de söz edilebilir.
Mektupların hemen hepsinde hem Türk şiiri, hem genel olarak şiir hem de Cahit Koytak şiiri üzerine tespitler ve değerlendirmeler mevcut. Bunlardan bir kaçını –ilk işaretlediklerimi- alıntılayacağım. "Senin şiirinde birkaç dilin birden zenginliği var. Mesela ben lügate bakmadan okuyamıyorum şiirlerini. Ayıp değil ya! En önemlisi doğu-batı, hak-batıl, var olan tüm zıtlıklardan haberli bir zihnin ve kalbin, kimsenin ezberini bozmaya heves etmeden, ama birilerinin bulundukları yerde rahatını kaçırmaktan geri durmayan diskurlarından başka ne ki senin şiirin?" (Mengüşoğlu, 2024, s. 20)
"Tek bir dil, tek bir folk ve bütün tek bir kültürün şiirini değil adeta uluslararası entelejansiyanın doğrudan gönüllerine göndermeler yapıyorsun. Bunu öyle belirle yapıyorsun ki üstelik mahalli bir kimlikte mahpus olmasına rağmen, hücresinde azıcık deprenen, bunu göze alan ahaliyi de kuşatıyor bu dil, çekim alanını alıyor ona da tutuşturucu kıvılcımından sunuyor, bir Ateş küreğiyle." (Mengüşoğlu, 2024, s. 22)
Metin Önel Mengüşoğlu mektuplarında şiirin nasıl olması gerektiğine dair bilgiler, öneriler de sunuyor. Bunlar günümüzde özellikle edebiyat atölyesi, yazarlık okulu vb çalışmalar için de kıymetli şeylerdir. Bu duruma da bir örnek alıntı yapalım: "Cenaze Arabası"ndaki kelam sarrafı sıfatı şairlere çok yakışmış. Nitekim "Kapanmayan Yara" bana bir sözü hatırlattı, ne diyordu, dil ağrıyan dişe gider. Aslında haykırabilseydim sesimin ulaştığı en son noktaya kadar, derdim ki, ey insan, oku, işte bu senin en hayati hikâyendir, oku, çünkü hikâyeler kıssalar masallar olmasa, nasıl nereden ibret alarak kendimizi değiştirecektik? Hatırıma şöyle bir söz, terane düşürdü "seviyor sevmiyor / seviyor sevmiyor" adlı şiir; ben de dedim ki ne kadar şiir o kadar insan, ne kadar insan o kadar şiir; bizi işte böyle gerçekçi yakalıyor tırtıl kılığına girmekten korkmaya şair."
Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirleriyle ilgili genel düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: "Daha önce de söyledim ama yeniden değinmeden edemeyeceğim: bu şiirler, ne edip edip sürüklediği her kavşakta, hiç alakasızmış gibi görünen kelimeler arasından bile bizi Allah ile buluşturup tanıştırıyor; bunu nasıl yapıyorsun?"
Bu bölümde Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirlerinin insanı bir yerden alıp başka bir yere götürdüğünü, bu anlamda ilahi-ruhani bir işlev taşıdığını vurguluyor. Şiirlerin, beklenmedik kelimelerle bile okuyucuya manevi bir yolculuk vaat ettiğini ifade ediyor.
Koytak'ın "Dağ Keçileri" şiirinden hareketle kaleme aldığı değerlendirmesinde Mengüşoğlu şöyle diyor: "Niçin 'keçiyolu' diyen varsa derim ki, keçiler yüksekleri severler; düşünme, beşerin en yüksek işi değil midir?" Ve ardından vurguluyor: "Sevgili Cahit, kardeşim, sakın topukları üzerine geri dönme. Ve sakın bıkıp usanma; yola devam. Bugün olmasa yarın, ektiğin tohumların yeşereceğine inancım tamdır."
Burada fikri bir metafor kurarak iki anlamı öne çıkarıyor Mengüşoğlu. İlki şiir yolunun zorluklarla ve engellerle dolu olduğu, ikincisi de bu yolun yüksek kavrayışlarla ve ideallerle gerçekleşen bir çaba olduğu. Aynı zamanda dostane bir cesaretlendirme tonu da mevcut.
Mengüşoğlu, Koytak'ın şiirlerinin edebiyat çevrelerinde yeterince değerlendirilmediğine dair içten bir durumu mektuplara yansıtıyor. Bu şikayetlenmenin Koytak özelindeki haline girmek istemem elbette. Bütün bir okuryazar camianın aynı durumda olduğu notunu düşmekten de kendimi alamıyorum. Hadi biraz somutlayalım: bir eser yayınlandığında çoğunlukla görmezden geliniyor, görüp değerlendiren ve sürekli kitap yazıları yayınlayan kişi sayısı da pek az. Onlar bile görülmüyor. Görülmesi gerekiyor ya o zaman da eş-dost-ahbap kayırmacılığı devreye giriyor. Eserin gerçek değeri muallakta kalıyor. Mengüşoğlu bu konuyu gündem ediyor: "Senin şiirine karşı bu kör ve sağır tutumun bir sahih açıklaması illaki vardır. Bir gün bunu da keşfederim inşallah." Bu anlamda eseri nisyan kuyularına atan duyarsız çevreleri şöyle eleştiriyor: "Sanat tapınağının kadrolu rahipleri…" Fakat iş bitmiş değil elbette. Bir umut ekliyor: "Bugünün yarını var. Kendilerince öteki saydıkları, görmezden geldikleri kimseleri, temelli göremez olacakları bir gün belki hakikati kavrayacaklar." Bu ifadelerin yalnızca edebi eleştiri sayılamayacağını; aynı zamanda kanona karşı bir tepki havası taşıdığı da açık.
Sonuç olarak Metin Önel Mengüşoğlu'nun Cahit Koytak'a Mektuplar kitabını, iki dost şairin edebi ve samimi yazışmaları saymak yanılgı olur. Kitap aynı zamanda şiirin bugünkü anlam ve işlevine dair derin sorgulamalar ve çıkarımlarla dolu. Şiirin insanı sarsan, rahatsız eden ama aynı zamanda onaran, inşa eden bir yönü vardır ya bu kitap onu ortaya koyma cehdinde. Mengüşoğlu kitabı oluşturan mektuplarda, şiirin yalnızca estetik bir ifade ve iletişim şeklinden ibaret olmadığı buna mukabil bir hukuk, bir dostluk, bir ahlak ve hatta bir direniş olduğu anlatılıyor.
Mektuplarda dile getirilen eleştiriler, öneriler ve gözlemler, şiirin bugünkü seyrine dair geniş bir perspektif sunuyor. Bu perspektif esasen bir birikimi okura aktarma çabasıdır. Cahit Koytak'ın şiirinden yola çıkılarak şiir anlayışına, şiir birikimine, şiir çevresine ve edebi dostluklarına da ışık tutuyor. Kimi zaman sitemle, kimi zaman umutla, ama daima bir inançla yazılmış satırlar, okuru yalnızca şiire değil, aynı zamanda kendi edebi duruşuna da bakmaya davet ediyor.
O halde soruyu yeniden soralım: Şiir ezber bozacak mı, yoksa sadece rahatsız mı edecek? Cevap..? Mengüşoğlu'nun bu kitabında. Ama gizli. Ben bu kadarına mezunum.
Mengüşoğlu, M. Ö. (2024). Cahit Koytak'a Mektuplar. İstanbul: Okur Kitaplığı.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 08.09.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.09.2025 09:26
