Şairlerle Şiir Soruşturması: Can Ülgen
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Can Ülgen'den bahseder misiniz?
Tabii ki bahsedebilirim. 5 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz'da doğdum. İlkokulu Çengelköy'de, liseyi Beykoz'da, üniversiteyi Üsküdar'da tamamladım. Doğma büyüme İstanbul, aslen Ağrı- Doğubeyazıt'lıyım. Görünmemeyi ve sessizliği seviyorum fakat her olgunun zıttı var olduğunda güzelleştiğinin farkındayım. Bu yüzden şu sıralar sesim daha gür çıkıyor diyebilirim.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Hayatı herkesin anlamlandırdığı kadar ve yüklerinden kaçabildiği kadar yaşayabildiğine inanıyorum. Çocukluktan bu yana takındığım sessiz tavır, dinlediğim müzikler ve ısındığım her ses yokluğun getirdiği şeylerden ibaretti. Ben bu yokluklardan şiirle tanışarak çıktım. Eğer şiir yazmasaydım daha da yoksul olacağım için şiir benim kulağıma geldi sanırım.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Çok sevdiğim bir ağabeyimin bu konuda bana bazı demeçleri vardı. Şiiri yazmak için yazmamayı, şiiri duyup onu söylemem gerektiğini ve hayatımda yaşadığım şeyleri bizzat şiirle iliştirmem gerektiğini söylemişti. Bu bağlamda hayatımın direkt şiirle bağlantılı olduğunu ve şiiri hayatımdan çekerseniz zaten yoksul birini daha da yoksul edeceğinizi bilmelisiniz. Şiir artık hayatımın tek odak noktası olmuş durumda. Fakat şiir olsun diye yazmıyorum, şiiri söylemeye ve klişeden, arabeskten uzakta tutmaya çalışıyorum. Umarım başarabiliyorumdur.
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
Ben öyle çok ustacı değilimdir elbette şiir yazmaya teşvik eden şairleri tanıdım ve şiiri bu bağlamda sevdim fakat çağ olarak da eskide kaldıkları için pek usta-çırak ilişkisi de olmadı benim için. Sadece Ahmet Erhan ve Turgut Uyar için bir parantez açmam gerekirse iki şairin de yaşantıları ve şiir matematiklerinde kendime yakın şeyleri buldum. Kendileri hayata bakış açıma bir renk kattılar. Fakat şiirin gelecek nesillere daha iyi aktarılabilmesi için usta olarak görmedim iki şairi de. Zaten usta diye de bir şey olmamalı bence. Türk Edebiyatı yıllandıkça daha iyi şairlerini barındırabilmeli içinde. Ahmet Erhan'ın da dediği gibi 'Tabutlar ışık geçirmiyor'
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Yani aslında şöyle şiirin şair tarafından yapıldığını ve belli bir bilinç ile söylendiğinin kanaatindeyim. Kelime köklerinde zaten birbiriyle bağlamı olan üç kelime şiir-şuur- şiar sizin de bildiğiniz üzere. Vücudunuzdaki doğma izi gibi kendinizden bir parçayı belli eden bilincin ortaya çıkmasıdır aslında şiir. Yine boğazınızdaki gıcık gibi rahatsızlık vermelidir. Bilincinizdekiler çıkmadan, kendi yapısallığınızla ses bulmadan rahat etmemelisiniz. Yani şuurunuz açık olmalı ki şiiri duyabilesiniz. Bu üçlünün arasındaki bağlantıyı da kendimce böyle tarif edebilirim.
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Ya bence önce şiir için bulunmak gerekiyor. Bir yerde bulunmayı fark ettiğinizde çevrenizi kuşatarak şiirin size etraftaki diğer seslerden koruyan bir kalkan gibi geleceğini düşünebilirsiniz. Şiir söylenen bir eylem olduğu için mekân ayırt etmeksizin bulunabilmek şiiri kılan şeylerden biri bu yüzden. Şiirimde ise bununla birlikte bir mekâna sığınmam çünkü daha çok bazı yerlere sığamamak sürekli konfor alanından kaçmaya çalışmak beni şiire itiyor.
Hatta size şöyle bir örnek vereyim kendi yaşantımdan; Bir gün, yağmurdan kaçarken ağaçların altına Asığınmış ve ağaçların Allah ile konuşabileceğini hayal etmiştim. Ertesi gün sahafa gidip rastgele bir kitap açtığımda Ahmet Güntan'ın bu yaşadığım olayı yazdığını görünce tüylerim ürpermişti. Ben de bu durumu şiire çevirdim. Yani ağaçların Allah ile konuşmasına inanmasam böyle bir şiir yazmazdım sanırım.
"sonra adım attığımız yerler kervansaray oldu
görmeyi yatıştırdı tek bir yöne bakakalmak
kimsenin anlayacağı iş değildi
Allah katından düşünce
dizin kanaması ve
kim inanırdı ağaçların rüzgar yoluyla Allah ile konuşmasını
kim bilebilirdi fıtığın ağacın gövdesinde son bulmasını
yoksa var mıydı dallarında yasak olan o elmalar
hani Adem aşkının hava'sını harama bulamıştı
ve ayrılık
o an bağışlanmıştı kurak suya
zaman dünyaya kürtçe güldüğü için küsmek
zaman eylemleri anlamlarda yitiren ötekileşmek"
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Pek bulabildiğim söylenemez. Çünkü her yüzyılda böyledir. Çünkü her zamanın kendine has gereksinimleri vardır. Ben gerçek sanatçıların kaybolmaya yüz tutmasının sosyolojik bir durum olduğunu düşünüyorum. Yenilikçi ve sanat adına bir şeyler söyleyen herkes toplumların duymak istediklerini yine toplumun algılayış biçimlerine uygun söylemediği için herkes tarafından görülmez ve benimsenmez. Fakat değerleri en azından birileri tarafından bilinir. Ölüm bunun için iyi bir sebeptir.
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?
Ya da… İnsan kendi mayasında ekşiye de tatlıyı da bilendir. Ona göre oluşturur şiirin denklemini. Elbette ilham ya da esinlenme durumu olabilir fakat öncesinde şiir için bir altyapı oluşturulmalıdır. Şiir şairin oluşturduğu yorgun yoldur bana göre. Yol yorgunu olmadığını ama yollarının yorulduğunu bilir şair. Ondan sonrasına isterseniz epik isterseniz lirik diyin. Şiir artık yolunu bulmuş ve sesini edinmiştir.
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Biz toplum olarak aşırı olmayı seven bir milletiz. Başarı ve başarısızlığı göklere çıkardığımız gibi bir kez iyi şiir yazanı da göklerde tutar ve tabiri caizse tapar dururuz o şaire. Oysa şair her şiirini iyi yazamayabilir ve kendi belediyesi etrafında döndüğü için şiirinin gittikçe çukura battığını ve artık eskisi gibi yazamadığını fark etmeyebilir. Çünkü gelişmedikçe, çalışmadıkça, şiiri hissetmedikçe şiir sizden uzaklaşır. Böyle birçok kişiyi kendini şair zannedenleri tanıyorum. Sırf birkaç dergi etrafında döndükleri için şair oldukları kanısına varıyorlar. Oysa şairlik başka bir sıfattır, minnetle ve pohpohlamayla şair olunmaz. Eğer eleştiri kültürümüz var olabilseydi bahsettiğim müteşairler de artık şiiri bırakıp belki de başka bir edebi metinde kendini geliştirecekti. Bir bakın etrafınıza sorsanız herkes şair, herkes iyi şiir yazıyor. Ama nerede biz neden duyamıyoruz? Egoist olduğumuz için mi? Elbette hayır! İyi şiir siz kulaklarınızı tıkasanız da gelir bulur sizi. Fakat yine de bu durumun aksine iyi şiir yazanları, kendini bir çatı üstünde görmeyenleri duyuyor ve Türk Edebiyatı için verdikleri çabayı takdire şayan buluyorum.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
Her şeyin bir ömrü olduğunu düşünürsek yayımcılığın da bir ömrü olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer sürekli yeniliyorsa kendini bu yayımcılığın ömrünü elbette hesaplamak güç. Fakat günümüzde toplumca bilinen edebiyatın artık bir rant malzemesi ve klişenin etrafında dönen sermaye olduğunu düşünüyorum. Çoğu edebiyat dergisi bir şeyler söylemek için değil de okuyucunun duymasını istediği şeyleri yazıyor ve bundan para alıyor.
Bizler bu durumun tamamen zıttında olup Türk Edebiyatı için gerekli olan çağdaş düşüncenin süregelmesi için çabalıyoruz. Nedir bu düşünce: Şöyle ki, şiirin ve edebi türlerin sadece yazınsal haline bakarak değil bütünüyle yeni bir imge yeni bir ses oluşturması ve bu işin klişeden ve ranttan uzak durması.
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Bu çok zor bir soru gerçekten samimi söylüyorum. Çünkü belirli bir şairde kalmak size tekrara düşmeyi gösterir ve şiiriniz artık ses halinde değildir. Ses, sürekli duyulan bir şey olacağı için duymak artık kısırlaşır bizzat kısır döngüye girer. Bundan dolayı sürekli değişkenlik gösteriyor okuduğum ve takıldığım şairler. Şu sıralarda; Enis Batur, Ergin Günçe ve Ahmet Güntan okuyorum.
Aynı şekilde şiir için de geçerli dediklerim. Çok iyi yazdığınız bir şiir olabilir ya da çok sevdiğiniz ve artık hatmettiğiniz bir şiir olabilir fakat sürekli aynı yerde kalmak bir süre sonra sizi sağır yapabilir. Bu bağlamda şu sıralarda en çok kulağıma hitap eden üç şiir: M. Burak Çelik "-"Abi Park Etme Buraya Demokrasi Gelecek", Kadir Tepe "Düşakabin" ve Deniz Schwarzwald "I Ölü II Dolu III Ev II Dolu".
Ek olarak Turgut Uyar'ın "Kavşakta" şiirini de eklemek istiyorum. Sevgiler …
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 02.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:41