❝Dergiler hür düşüncenin değil, edebi cemaatleşmenin mekanları❞

Türkiye'de "dergicilik" konusunda çalışmalar yapan ve büyük bir dergi arşivine sahip -benim bildiğim- saygın isimlerdensiniz. Dergilerle olan serüveninizden başlamak isterim. Dergilerle ilişkiniz ne zaman ve nasıl başladı?
Bütün bu öykünün arka planında babamın kitaplığı var aslında. 1980 öncesinin politik dünyasına ilişkin kitaplar ve dergilerden oluşan bir kitaplığın önünde büyüdüm diyebilirim. 1960'ların Hayat dergisinin ciltleri gibi birçok süreli yayın vardı. Ve ben 80'lerde Karadeniz'in bir sahil kasabasından her gün bu dergi üzerinden geçmişe yolculuklar yapmaya başladım. Dolayısı ile benim son yıllarda sadece dergicilik değil, müzik ve siyaset üzerinden kültürel tarih okumaları yapmamın, bu okumaların kitap ve makalelere yansımasının temelinde kuşkusuz bu ilgi var.
Başka hangi dergiler vardı babanızın kitaplığında?
70'lerin sağcı politik yayınları ve yine edebiyat dergileri. Hisar, Türk Edebiyatı, Hareket dergisi mesela. Müzik işleri ile profesyonel biçimde ilgilenmeye başladığım üniversite yıllarımda ilk bestemin şarkı sözünü bu dergilerden bulmuştum. Türk Edebiyatı'nın 80'li sayılarının birinde şair Halil Soyuer'in "Başımdaki Duman"ı böyle çıktı ortaya. O yıllarda anlamıyor insan ama evlerinde kitaplığı olmayan arkadaşlarımdan farklı bir duyarlılığa evrildiğimi sonraları fark ettim. Ankara'ya üniversite okumaya gittiğim vakit sahaflarda önüme düşen eski dergileri, bunları ne yapacağımı bilmeden toplamaya başladım önce. Alıp o eski dergilerin, metinlerin dünyasına girmek çok ilgimi çekti. Muhtemelen "toplumsal bellek" meselesine yönelmemin temelinde de yine dergiler var. Bu ilgim mesela "Yüzleşmenin Kişisel Tarihi" kitabını çıkardı ortaya. Topladığım dergiler belli bir miktara ulaşınca artık bunlar üzerine bir şeyler yapmak gerekli fikri oluştu. 2000'lerin başında kapanmış dergiler üzerine inceleme makaleleri yazmaya başladım. Sonra bu dergileri yayınlayan isimlerin ve dergilerin öyküsüne merak saldım. Çoğunu hiç tanımadığım bu isimleri yıllar boyu teker teker bulmaya çalışarak neticelendirdim. "Edebiyat Dergileri Atlası" kitabı da böyle şekillendi.
Dergi nedir? Basın tarihi içerisinde yer almasına rağmen gazete kadar ilgi görmeyen dergi, neden önemlidir?
Ben tabi ağırlıklı edebiyat dergileri çalışıyorum ama müzik ve politik dergiler de ilgi alanımda oldu hep. Yani Ses, Hey, Roll dergisi başta olmak üzere. Türk sağının ve solunun dönem dergileri keza. Bunların çoğunu incelemiş, oturup günlerce göz gezdirmişimdir. Zaten arşivime girecek derginin önce bütün sayılarını baştan sona tararım. Çalıştığım alanlarla ilgili makale ya da görsel kaynak varsa onları not alırım.
Gazete daha güncel bir düzlem. Dergi doğal olarak geçmiş, şu an ve gelecekle ilgi kurabilen metinleri barındırdığı için okunması çok daha geniş bir alana yayılıyor. Aynı zamanda dergiler politik, kültürel, sanatsal itirazlar ya da bir araya gelmelerin mekânı. Toplanma merkezi. Ancak son yıllarda Türkiye'de süreli yayınlara yönelik ilgi hızla artıyor. Siyasal yayınlarla ilgili olarak Türk solunun temel dergilerini dijital ortama taşıyan TUSTAV, sonra İslamcı Dergiler Projesi ve ardından milliyetcidergiler.org internet sayfalarını burada anmam gerekli. Bireysel çalışmalar açısından ise Alişan Demirci'nin özel ilgisi takdire şayan. Alişan'ın dergilerimiz.com'u da çok kıymetli bir arşiv.
Türkiye'de dergicilik serüvenine baktığımızda ilkin isim noktasında bir karmaşa ya da tam oturmamışlık olduğunu söyleyebilir miyiz? Yabancı literatürde 3 aylık makale dergileri "quaterly", 1-2 aylık yayınlara "review", aylık yayınlara "montly review", genel konulu süreli yayınlara ise "magazine" ifadeleri kullanılır. Türkiye'de genel olarak "dergi" ifadesi tercih edilir, önceleri "mecmua" ifadesi kullanılsa da bundan da artık vazgeçildi. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir ayrım yapılmalı mı sizce?
Batı modernleşmesi tabi tasnif ve tanımlama üzerine kurulu. Standardizasyon meselesi. Dolayısı ile farklı dergi alanlarına ilişkin tasnif ve tanımlama Batı modernleşmesinin bakış açısı. Ben de şahsen buna yakınım. Hatta ben "literatür" kelimesinin bizde "edebiyat" biçiminde kullanılmasının da meseleyi tam karşılamadığı kanaatindeyim. Biz "edeb" kökünden hareketle mistifike edilen bir alan inşa ediyoruz. Bu büyük bir yük getiriyor yazdıklarımıza. Oysa kimi vakit estetik metin üzerinden verili olanı yıkmak, bozmak gerekiyor. Bu edeb'in dışında bir eylem. Batı'daki ayrım çok açıklayıcı. Yayınlanma süreleri ya da konularına göre tasnif edici tanım iyi lakin bizde bu saatten sonra olur mu emin değilim.
Yeni kitabınız Edebiyat Dergileri Atlası (1980'den 2000 sonrasına), eserinizde bir kapsam ve sınırlılık konulması, süreci iyi izlememiz adına ilgi çekici olmuştur. 80'leri bir miad olarak belirlemenizin nedeni nedir?
Farklı nedenleri var. Birincisi, bizatihi belli bir vakitten sonra benim tanık olduğum bir süreç, ikincisi 80'ler yeni bir dünyaya girişimizin kırılma noktası. Ama kitapta zaman zaman 70'lerin dergilerine atıflar var. Mesela Yazko Edebiyat için Adnan Özyalçıner Bey ya da Gergedan için Enis Batur Bey ile söyleşi yaparken onlara 70'lerde çıkardıkları dergileri de sordum. O dergilerin bilgileri de var kitapta. Türkiye tabi 80 ile beraber 70'lerin sert, kampçı politik ortamından hızla kopuyor. Edebiyat metnine bakış açısı değişiyor. Adnan Özer anlatıyor mesela: 70'lerde İlhan Berk bir dergiye şiir gönderdiği vakit onu yeterince Marksist bulmadıkları için yayınlayalım mı, yayınlamayalım mı diye oturup tartışıyorlar. Yani şunu demek istiyorum, 80 öncesi metnin estetik performansından ziyade siyasal içerik ve dili belirleyici idi. 80'lerin kurucu dergileri -kimdir bunlar: Yönelişler, Üç Çiçek, Şiir Atı mesela- ise metnin estetik seviyesi üzerinden bir yayın politikası geliştiriyorlar. Sosyalist kökenden gelen Adnan Özer'in Üç Çiçek dergisinde mesela Cahit Zarifoğlu var. Sonra Yönelişler'de Adnan Özer ürün yayınlıyor. Bunlar o yıllar için ilginç ve yeni durumlar. Bu "bir arada bulunma isteği"ni birincisi 1993 Sivas Katliamı, ikincisi Gezi Olayları ortadan kaldırdı.
80'li yıllar 12 Eylül Türk siyasi tarihinde kaotik bir süreç olarak okunur. Hem sosyal, hem siyasal, hem ekonomik alanda çeşitli zorlukları beraberinde getirdi. Ülkemizde belki de en son konuşulan konulardan biri olan "kültür" ayağı ise her zamanki gibi ilk vazgeçilen ve görmezden gelinen bir alan. Kültür, sanat alanında direnç gösterenler 80'li yıllarda ya tutuklandı ya yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ya da sustu. Bu süreçte dergilerin durumu nasıl oldu?
Yazko'nun varlığı çok önemli burada. Eylül'de asker darbe yapıyor, Kasım 1980'de Yazko büyük bir cesaretle çıkıyor. Sanki bir gövde gösterisi gibi. Türk solu ile organik ilişkileri olan kimi yazar, şair ve dergiciler evet yurt dışına gittiler güvenlik gerekçesiyle. Yayıncı İlhan Erdost askerlerce dövülerek öldürülüyor mesela. Henüz üniversite döneminde olup dergilerde ilk şiirlerini yayınlayan ülkücü şair ve yazarlar da aynı şekilde Mamak'ta ağır işkenceden geçiriliyorlar. Yazko gibi milliyetçi, ülkücü entelektüel kuşağı toplayan Doğuş Edebiyat dergisi de bir başkaldırı, varoluş zemini inşa etmiştir bence. Kitapta ikisi de var.
80'den günümüze değin birçok açıdan değişimler yaşandı. Nilüfer Göle özellikle 90'lı yıllardaki hızlı değişimi açıklamak için "bastırılmışın geri dönüşü" ifadesini kullanıyor. Dergilerin değişim ve dönüşümü nasıl gerçekleşti?
Evet. 90'larda inanılmaz bir dergi patlaması var. Konya'da mesela aynı anda birçok dergi çıkıyor. Bunlar tabi hep konuşma, ifade etme isteği ve toplanma merkezleri. 90'ların dergilerinin bizatihi tanığıyım. Hatta şunu da söyleyelim: 80'lerde hemen darbe sonrası çıkan süreli yayınlar -mevcut olağanüstü hal şartları gereği- metinlerini içe kapatarak yoğun metaforik, imgesel dile dalıyor. Göçebe 90'larda buna itiraz eden bir dergi mesela. Daha anlaşılır ve hatta daha arkaik zamana göndermede buluna bir şey söylüyor. Osman Çakmakçı'nın dili böyle. Ardından neo-epik arayış söz konusu. Atlılar ve devamında Fayrap.
Edebiyat Dergileri Atlası, dergicilik adına, basın-yayın tarihi açısından da çok önemli bir çalışma. Kapanan ve artık esamesi okunmayan dergilerin konuşulmasını sağlamak, geleceğe bu alanda yapılacak çalışmalara büyük veriler sunmakta. Ele aldığınız dergileri çıkartan isimlerle söyleşilerle hem derginin çıkışını, yaşadıklarını hem de çıkışındaki konjönktürel durumları irdeliyorsunuz. Bu tür çalışmalarınız devam edecek mi ve siz bu çalışmayla neyi hedeflediniz, hedeflediğinize ulaştınız mı?
Aslında benim dergi çalışmalarım iki dosya barındırıyor. Birisi şimdi yayınlanan ve dergilerin öykülerini merkez edinen söyleşiler kitabı. Diğeri de bu dergileri alıp incelediğim bir başka kitap. O kitap daha tamamlanmadı. Ama muhtelif dergilerde parça parça yayınlanıyor bu incelemeler. En son Mahalle Mektebi dergisinde yayınladım bunları. Edebiyat Dergileri Atlası bağlamında aşağı yukarı hedefime ulaştığım söylenebilir. Yani 80'den günümüze ana arteri temsil eden çoğu dergi var bu kitapta. Muhtemelen bundan sonra inceleme metinlerini tamamlayacağım. Tabi araya başka kitaplar giriyor. En son sinema kitabımı çalıştım. O da bir kaynak eser. 1970'lerde Devrimci Sinema, Milli Sinema arayışları varken ülkücüler ne yapıyordu sorusunun cevabı bu kitap. 300 sayfayı aşkın bir metinle orada da ilk kez kamuoyunun karşılaşacağı inanılmaz bilgi ve görseller söz konusu. Yine imkân olursa bu yaz dergilerde yayınlanmış akademik müzik yazılarımı kitaba dönüştüreceğim. 2018 yılında "Aşk ve Teselli" isimli bir müzik kitabım yayınlanmıştı ama bu ondan çok daha kapsamlı yeni bir çalışma olacak. Adeta müzik meseleleri üzerine bir Türk modernleşmesi, yakın dönem tarih okuması gibi.
Türkiye bir dergi çöplüğü müdür?
Bu çok doğal bir durum aslında. Kimi dergiler sadece bir şeyi söylemek, bir durumu tarihe kaydetmek için çıkar ve görevlerinden sonra kapanırlar. Konjonktürü karşılayan ve o zaman dilimi geçtiği vakit doğal olarak varlıkları anlamsızlaşan dergiler de söz konusu. Mesela sadece Türkiye'de değil dünya dergicilik tarihi açısından ilginç bir dergi var. 12 Eylül şartları biraz -göreceli- iyileşmeye başladığı zaman Bursa Kapalı Cezaevi'ndeki mahkumlar Bizim Dergah isimli bir dergi çıkarmaya başladılar. 1987 yılı. Bizim Dergah'ı yazdım ben. Hem politik makaleler hem edebi metinler yayınlanırdı. Özal affı ile beraber hapishanelerdeki mahkumların önemli kısmına af geldi ve dışarı çıktılar. Dolayısı ile dergi varlık gerekçesini tamamlamış oldu. Bizim Dergah'ın yönetimi ve editöryal çalışması hapisten yürütülüyordu. Bir başka hapishane dergisi ise Mahsus Mahal. O da tema olarak hapishanedeki mahkumların ürünlerini yayınlıyordu ama yönetimi dışarda idi. Mahsus Mahal edebiyat ağırlıklı bir dergi olduğu için kitabımda var.
Her derginin başlangıcı yeni bir devrin başlangıcı mıdır? Kapandığında bir dönemim kapanışı olarak görülebilir mi?
Kuşkusuz her dergi için bunu söyleyemeyiz. Pazar Postası'nda -gerçi o gazete- 2. Yeni'nin ürünleri yayınlanıyor mesela ama kanaatimce bu şiir hareketinin sosyolojik olarak karşılığını bulduğu dönem 80 sonrası. Bence devrinin çok öncesinde çıkmış ileri bir şiir yaklaşımı. Ama Üç Çiçek tam da insanların politik kamplaşmadan yorulduğu yıllardan sonra bir arada bulunma arayışını temsil etmesi bakımından zamanın ruhu ile uyuşuyor. Zaten şöyle bence, "zamanın ruhu" dediğimiz hâlin dili, estetiği ve hatta tasarım anlayışının dışında kalan dergiler yayınlarını sürdürseler de kapanmışlardır denilebilir. 70'lerin, edebiyatı önce politik kimlikle hegemonya altına almaya çalışan dergicilik anlayışını şimdilerde sürdürmeye çalışan bir dergi çıksa hiçbir karşılığı olmaz. 70'lerde de mesela Poetika gibi bir dergi "anlamsız" dururdu.
Türkiye'de dergiciliğin en büyük zorlukları nelerdir? Siz de bir dergicisiniz.
Bizde birkaç kişinin bir araya gelip bir işi birlikte kotarmasının tarihi çok güçlü değil. O yüzden dergilerimiz genel olarak tek adam yönetiminde varlıklarını sürdürürler. Kurumsallaşamama meselesi. Gerçi bazı dergiler zaten kurumsallaşmamak üzere çıkarlar. Bunu da söylemek lazım. Ekonomik zorluklar vs bunlar her daim konuşuldu. Cemal Süreya'nın arabasını satarak sermaye yapması, bir başka dergicinin eşinin altınlarını bozdurması ya da köydeki ineğini satan dergiciler gibi ilginç öyküler var.
"Hür tefekkürün kaleleri" dergiler ne kadar hür olabilmiştir Türkiye'de ve bizler dergileri neden önemsemeliyiz?
Ben şunu belirteyim evvela. Dergiler hür düşüncenin kaleleri değil. Tam tersi cemaatleşmenin (edebi anlamda), içe kapanmanın mekanları. Kadro, Büyük Doğu, Varlık vs. bunlar kendi dünya tasarılarının dışındaki metinlere kapalı bir yayın anlayışına sahiplerdir. Hemen bütün dergiler böyle aslında. Ben tabi bunu doğal ve önemli buluyorum. Bir derginin kimliği böyle oluşuyor. Yoksa her mahfilden gelen ürünü yayınlayan bir dergicilik zaten bir müddet sonra edebi kamu tarafından da ciddiye alınmaz. Çok az sayı çıkmış ama etkileri hâlâ süren, konuşulan süreli yayınların konu geldiği vakit konuşulması bu yüzden. Türkiye'de sadece edebi varoluşlar değil, siyasal çıkışlar ya da toplanmalar da dergiler üzerinden olmuştur yakın zamanlara kadar. Ancak internet ile beraber bunun bütünüyle artık böyle sürdüğünü söylemek güç. Zaman değişiyor çünkü.
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 24.03.2025 09:55 - Güncelleme Tarihi: 24.03.2025 09:59