Aile Söyleşisi: Doç. Dr. Erkan Çav, Söyleşi, Bilal CAN

Aile Söyleşisi: Doç. Dr. Erkan Çav yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Aile Söyleşisi: Doç. Dr. Erkan Çav

11.04.2025 09:00 - Bilal CAN

22

Aile kavramının çeşitli yaklaşım biçimlerine göre birçok tanımı mevcut. Siz aileyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Aile, insanın varoluşunu maddeten ve mânen belirleyen kozasıdır. Bu koza zamanla bazıları için çöl, bazıları için engin bir vaha olabilir. Aile, insanlığın ve toplumun devamlılığını sağlayan merkezi toplumsal birimdir. Belirli bir dengeye oturmuş dinamik madde bütünlüğü olan atom fizikte, kendi iç düzeni olan bir yaşam formunu temsil eden hücre biyolojide, insan ilişkilerine dayalı kendi varoluş düzenini sürdürebilen minimum sosyal yaşam formu aile sosyolojide "en küçük birim" olarak değerlendirilebilir. Peki aile olmazsa insanlık ölür mü? Bedenen insanlar olabilir, ancak aileden mahrum bir insanlığın hayvanlaşma eğiliminin artacağından şüphe yoktur. Geniş zaman aralığında bakıldığında, dünyadaki insan nüfusunun haddinden fazla olduğu, kaynakların son derece kıt insan isteklerinin ise son derece sınırsız olduğu, karbon salınımının veya iklim krizlerinin yaşamı tehdit ettiği gibi dönemsel iddiaların ortaya atıldığı görülmektedir. Ailenin ortadan kaldırılması dünya nüfusunun azaltılması gibi bir hedefin parçası olabilir mi, bunu zaman göstertecektir. Ama şunlar gerçektir: Aile kurması mümkün olmayan, soyunu doğal yollarla devam ettiremeyecek olan yapay aile üyeleri kurgusu verilen birey tipleri örnek insan, rol-model kişiler yapılmakta, modern sanat adı altında aile kurmak ve aile hayatı sürdürmek kötülenmekte, onların yerine haz, zevk ve eğlence üzere yaşayan birey tipleri yüceltilmektedir. Aile yok edilmesi gereken bir merkez olarak damgalanırken, bencilliğe, arzulara ve hazlara dayalı yaşamlar ise övülmektedir. Bunun "normal" olduğunu söylemek mümkün değildir, ama bunun "günün normali" olması için uğraşıldığından şüphe yoktur.

Gündelik yaşam pratiklerinin geçmişten devralınan ve şimdiki zaman içerisinde açığa çıkan yansımaları ailelerin yapısal ve fonksiyonel işlevlerini sürekli etkilemekte, değiştirmekte, günümüz paradigmasından bakarsak eğer eğilim olarak da durmaksızın yıpratmaktadır. Bu olguların toplamında, günümüz aile yapısını artık tek bir kesitte, düzlemde, boyutta, katmanda tanımlamak imkânsız hâle gelmiş, "birçok aile tanımı" ortaya çıkmıştır. Hatta Atilla İlhan'ın çok kullandığı tabirle söylersek şu soruyu sormalıyız: Hangi Aile? Bu sorunun tam cevabını verebilmek için, aileye farklı açılardan yaklaşan düşünürlerin ve sosyal bilimcilerin yaklaşımlarını dikkate almak gerekir.

Modernizm bireyselleştirici rolü neticesinde aile kurumunun gittikçe yıpratıldığı bir süreçteyiz. Bununla birlikte aile birliktelikleri hususunda birçok etmen de etkili. Özellikle iletişim kanallarının etkisinin çok fazla olduğunu tahmin ediyoruz. TÜİK verilerine bakıldığında 2023 yılındaki istatistik oranlarında evlenen çiftlerin sayısız 2022 yılında 575.891 iken 2023 yılında 565.435 olarak görünüyor. Boşanan çiftlerin sayısı ise 2022 yılında 182.437 iken 2023 yılında 171.881, 2024 yılında ise 210.000 üzerine çıkmıştır. Soru şu: Aileyi kurmak, aile birliğini sürdürmek günümüzde daha mı zorlaştı? Bunun nedenleri neler olabilir?

30 Temmuz 2024 tarihinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Kütahya İl Müdürlüğü bünyesinde yaptığımız "Ailenin Toplumsal Geleceği" başlıklı programımızda; 1990-2023 yılları arasındaki 33 yılın istatistikleri üzerinden yaptığımız değerlendirmede şu eğilimlere ulaştığımızı açıklamıştık:

  • Genel nüfus içindeki çocuk oranındaki düşüş yaşlanan nüfusumuzun ve düşen doğum oranımızın en net göstergesidir.
  • Doğurganlık hızı %1,51'e düşerek Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyelerine gelmiştir.
  • Evlilik sayısı ve oranı düşmekte, boşanma sayısı ve oranı artmakta; yani evlilik sayı ve oran olarak azalırken, boşanma sayı ve oran olarak artmaktadır.
  • İlk evlilikte erkek ve kadınların ortalama yaşları yükselmektedir. Bu yükselme bireylerin eğitim, ekonomik sebepler ve diğer tercihleri ile evliliği ötelediklerini, daha az çocuk doğurma eğilimi gösterdiklerini ve daha fazla yalnız yaşama yöneliminde olduklarını ortaya koymaktadır.
  • Hanelerde çocuk sayısı azalmakta, parçalanmış aile yüzdesi artmakta, yalnız yaşayan bireylerin oranında yükseliş olmaktadır.
  • Çekirdek aile oranından düşüş olmakta ve bu durum evliliklerdeki düşüşle ilişkili görülmektedir.
  • Sevindirici olan yön ise "aile içinde olmaktan dolayı" yaşam memnuniyeti bulunan ve mutlu olan bireylerde düşüş eğilimi yoktur. Bu durum aile kurumunun mefhum olarak dahi olsa henüz etkisini kaybetmediğini göstermekte, "ailenin mutluluk kaynağı olarak görülmesi ve yaşanması" olgusunun güçlü biçimde toplumumuzda mevcut olduğuna işaret etmektedir. Bu durum, toplumumuzdaki aile varlığı ve birliği için çok önemli ve olumlu bir olgudur.

Bununla birlikte tüm istatistikler "aile birliğinin" çözülme eğilimi gösterdiğini net biçimde ortaya koymaktadır.

Benzer durumlar tüm dünyada görülmektedir. Örneğin ABD'deki PEW Araştırma Merkezi'nin çalışmasına göre, 40-54 yaş arası yetişkinler arasında bekarlık oranı 1990'da %24 iken, bu oran 2019'da %31'e yükselmiş durumdadır (Cumhuriyet Gazetesi, 26 Temmuz 2024). Bu durumda, Amerikalı uzmanlar geleneksel aile yapısından uzaklaşıp bireyselliğe yönelen toplumsal yapıda "Amerikalı her 4 kişiden biri 'sonsuza kadar' bekâr olarak yaşayacak" sonucuna ulaşıyorlar. Bu değişim aynı zamanda özgürlük, kendi kararlarını alma ve kendi kendine yeterlilik peşinde koşan ve toplamda bireysel gelişimine önem veren bireylerin yükselişini ortaya oymaktadır. Aynı durum ülkemizde de benzer eğilimleri gösterir.

Bireyleşmenin/bireyselleşmenin, bireyci perspektifin ve bireyci yaşam hedefinin toplumda yükselişte olması, eğitim, çalışma hayatı ve kariyer planlarının birey odaklı alanla sınırlı kalmaya başlaması, aileyi geri plana, hatta erişilmez uzak bir hayale itmektedir.

Toplumun dokusundaki olumsuz yönlü değişimler burayı güvenli liman bilen ailelerin ontolojik güvensizlikle yüzleşmesiyle sonuçlandı. Aile artık daha az güvende bulunuyor. Bilinçaltından bilinç üstüne gelen bu olgu; aile kurumunun zayıflamasını besleyen kötücül bir damar olmuştur. Mevcut toplumsal dinamikte güvenlik şemsiyesi zayıflayan aile yapısının birey üzerindeki güvenlik şemsiyesi rolü de bağlantısal olarak zayıflar. Bireye güvenlik alanı sağlayan aile ve aileye güvenlik alanı sağlayan toplum dinamiklerinin olumsuz yönlü güncel etkilenimlerinin sonuçları "evlilik dışı" istatistikleri her geçen gün yükseltmektedir. Birey ile toplumun ortak harcı olan aile sistemindeki zayıflamanın etkileri aile ve toplum bağlantılı tüm katmanlarda farklı zayıflama belirtileri getirir.

Geleneksel toplum yapısında bireyin varoluş alanlarının hemen tamamı aile zeminine bir şekilde yaslanırken ve aile toplumun temel bir yapı taşı iken; günümüz insan varoluşu dinamiklerinde birey, aile ve toplum adeta iç içe olan varoluş paradigmasından giderek uzaklaşmış ve onun yerine bunların kesişiminden bir başka insan yaşamı dinamiği ortaya çıkmıştır. Bugün bireysel alana itilen varoluş dinamikleri; farklı bireyselliklerin inşa alanı olarak aileyi aile olmaktan, toplumu da kolektif varoluş bilinciyle dolu olmak bağlamında toplum olmaktan uzaklaştırmaktadır.

Bireylerin alkol, sanal bahis, uyuşturucu vd. bağımlıklarındaki artış, duygu ve düşünce bağımlılığı getiren aile kurumunu kurmak için gerekli bağımsız karar alma kapasitesini düşürmektedir. Bunu üzerine bağımlılıkların oluşturduğu maddi ve manevi yıkımlar da eklendiğinde bu bireylerin aile kurması neredeyse imkânsızlaşmakta, evliyken bağımlı olanlarınsa ailelerini kaybetmeleri ihtimali yükselmektedir.

Özellikle 2013 Gezi Parkı olaylarından itibaren adım adım yürütülen Türkiye'ye yönelik ekonomik ve siyasi müdahaleler ülkemizin ekonomisini doğrudan etkiledi. Diğer tüm gelişmelerle birlikte, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında etkisi daha derinden hissedilmeye başlanan ekonomik daralmaların, 2020'den itibaren yükselmesi ve günümüzde kısmen azalmış olsa da halen enflasyonist bir ekonomik sürecin olması evlilik gibi maddi temeller isteyen kararları olumsuz etkilemiştir. Bireylerin ekonomik duruma yönelik kırılgan güvenleri aile kurmak gibi çok ciddi boyutları olan karar alma süreçlerini engellemektedir. Bu ortamda, söz, nişan ve düğün gibi aşamaları olan, çeyiz ve ev kurma boyutları bulunan maddi kapsamlı kararlarda düşüşün olması kaçınılmazdır.

Modernlik bireyciliği, birey-merkezli ve birey-merkezci yaşamı bir seçenek gibi sunsa da gerçekte dayatmaktadır. Bu dayatma, çeşitli baskılama, zorbalama ve uygulama pratikleri ile günümüzde her bakımdan had safhaya çıkmıştır ("Aileye Modern Tehdit" başlıklı TV programımızda bu konuyu detaylı biçimde ele almıştık. "Aileye Modern Tehdit", Rehber TV, Pergel Programı, 21 Ocak 2019. Program videosu için bkz. YouTube / Erkan Çav / "Aileye Modern Tehdit" başlıklı video). Modernleşme, çağdaşlaşma, özgürlük, refaha ve zenginliğe ulaşmak isteği, kariyer beklentileri ve birçok paralel beklenti varken bireyleri aile sistemi içinde yer almaya yönlendirmek giderek zorlaşmaktadır.

Aile dinamiklerini olumsuz etkileyen bazı temel süreçler şunlardır:

  • Aile-Dışı Yaşam Propagandası: Ailesiz olmanın, bencilliğin, bireyselliğin, LGBT'li olmanın ve evlilik-dışı ilişkilerin teşvik edilmesi, desteklenmesi ve örnek olarak sunulması: Çizgi filmlerden itibaren çoğunluk dizilerin, filmlerin, medyada kullanılan fotoğraf, afiş, video kliplerin, film, kısa film vs. aklınıza gelebilecek tüm görsel uygulamaların aile-dışı yaşamı desteklemek üzere içeriklendirilmesi ile karşı karşıyayız. Çocuklar ve gençler bunları temsil eden çizgi film karakterleri ve rol-modeller ile biçimlendiriliyor. Reklamlarda kullanılan imgeler, imajlar ve görseller, konular ve olaylar, yaklaşımlar, dünyanın en büyük video platformu YouTube'ta görülen aile-dışı ve çarpık ilişkileri öneren çocuklara yönelik videolar, Netflix, Disney+, Amazon Prime Video, Apple TV gibi küresel dizi, film ve eğlence programı platformlarındaki içerikler, bilgisayardan cep telefonuna her dijital ekranda oynanabilen oyunlarda yer alan imgeler, simgeler ve yönlendirmeler, hepsi bu amaçla kullanılıyor. Aynı şekilde dünyada çok izlenen programların ve ünlü kişilerin bunlar için kullanılması da söz konusudur. Aynı anda milyarlarca insanın izlediği 2024 Paris Olimpiyatları Açılış Programı'ndaki LGBT teması bunun sadece son örneklerinden bir tanesidir. Hiçbir ahlâk anlayışı olmayan roller, ilişkiler, görseller ve ifadeler her yerde karşımıza çıkıyor. Şarkıların sözleri, klipleri, şarkıcıların yaşamları ile ahlâksızlık meşrulaştırılıyor ve normalleştiriliyor. Reklamlarla, sloganlarla, aşırı davranışlarla "aşırılıkların normalleştirilmesi" gerçekleştiriliyor.
  • Aile Hayatının Alaya Alınması, Küçültülmesi ve Değersizleştirilmesi: Dünyada; aile birliği, ahlâkî yaşam, evlilik-içi geleneksel ve dinî anlamdaki ilişkilerin, hem erkek hem kadın için namuslu olmanın, ahlâkını ve edebini sürdürme isteğinin, erkek ve kadın bireylerin kendilerini içki, uyuşturucu, evlilik-dışı cinsellik gibi süreçlerden "korumak isteklerinin" alçaltılması, küçültülmesi ve alaya alınması ile adım adım yok edilmeye çabalanması hedefli bilinçli yerel/küresel politikalarla karşı karşıya kalınan bir dönem yaşanıyor.
  • Aile Yaşamı Yerine "Bireysel Cinselliğin" Empoze Edilmesi: Cinselliği öne çıkaran bir yaşam tasarımı ve bunun olabilmesi için de "aile-dışı" ilişkilerin her türlüsünün normalleştirilmesi küresel politika ve uygulamaları yaşanmaktadır. Geleneksel ve yerleşik aile yapılarına ve birey tiplerine göre çarpıklıklar desteklenirken nesli ortadan kaldıran yaşamların normalleştirilmesi istenmektedir. "Evlenmek zorlaştı, evlilik-dışı ilişkiler kolaylaştı" dahi demek artık yeterli olmuyor; bunun çok ötesine geçildi: Evlilik-dışı ilişkiler teşvik edilen, paylaşılan ve benimsenen bir ilişki türü olmaya başladı. Cinselliği, bedenini, arzularını ve hazzı hayatının merkezi yapan bireyler, aile değerlerinden hızla uzaklaştıkları için; bu türlü yaklaşımlar ve uygulamalar bireyleri merkeze alan küresel sistem ve yerel destekleyici unsurlar tarafından kullanılarak her alanda karşımıza çıkar.
  • Erkek ile Kadın Arasındaki İletişim, İlişki ve Etkileşimlerde Değerler Yitiminin Yaşanması: Erkek ve kadınlar, birbirlerini; kolay elde edilebilir, herhangi bir ilke, kural ve ahlâkî değere dayanmadan ilişki kurabilir, sıkıldığında kolayca değiştirebilir ve yeni biriyle ilişkiye geçebilir, bazen elde edilmesi gereken bir hedef bazen bir av bazen bir evlilik-dışı ilişki partneri olarak tanımlayan bir meta, bir nesne olarak görmeye başladıkça "Aile kurmak, çocuklara sahip olmak, aile birliğini sürdürmek ve yaşatmak" gibi değerler, sorumluluklar ve istekler kaçınılmaz olarak azalacaktır. Zira, bu koşullarda aile kurmak artık maddî ve manevî bir yük, kariyer için ağırlık, rahat ve sorumsuz yaşam için engel, bireysellik ve bencil yaşamlar için gereksiz, şahsi keyfini yaşayabilmeye sorun çıkaran anlamsız bir yapı, eş olarak görülen kişilere manevî ve hatta maddî yatırım yapmak alınmaması gereken büyük bir risk, en önemlisi evlenmek akılsızlık olarak görülecektir. Bu koşullarda flört, sevgililik, cinsellik ve evlilik gibi olgularla bireysel duygusal-fiziksel bağların ve bağlılıkların dönüşüm geçirmesi, erkek ve kadın gençlerin değişen ve dönüşen beklentilerinin uyumdan fazla gerilimi, çatışmayı ve kırılmaları beslemesi kaçınılmazdır. Bu, çok boyutlu derin krizlere işaret eden bir değerler yitimi sürecidir. Değerlerini yitiren toplumun ailelerini yitirmesi kaçınılmazdır. Tüm toplumsal değerleri "aile" üzerinden okumuyoruz, ancak ailenin göz ardı edildiği değerler sisteminin bir gün bireyleri de göz ardı edeceğinden asla kuşku duymuyoruz.
  • Cinsiyetsizleştirme: Transhümanizm, insan nüfusunun azaltılması ve insanlığın zayıflatılması politikaları açık ve gizli uygulamalarla yürütülmektedir. Yapay zekâ, robotlar ve diğer teknolojik gelişmeler insan türünün zayıflığını giderek belirgin hale getirmekte, entelektüel ve fizikî olarak insanların yerini robotların aldığı bir dünya hızla inşa edilmektedir. Böyle bir dünyada insanın neslini çoğaltarak devam ettirmesini, hangi moral motivasyon sağlayabilir?
  • Bireylerin "Bencilleştirilmesi": Bireylerin ailesi, toplumu ve devleti için kendini adaması, aileyi ve toplumu koruyan inançları, idealleri ve hayalleri için fedakârlık yapma duyguları, arzuları ve inançları yok ediliyor. Bencil, bireysel ve sadece kendisine odaklanan, kendisiyle meşgul olan ve kendisini hayatın merkezine koyan haz, zevk ve eğlence odaklı bireylerin varoluşları adeta kutsanıyor. Bencillik, ailenin ve toplumun önüne geçmiştir. Aile bireylerden oluşurken, bireylerin bencilliğinden, narsistliğinden, kendini beğenmişliğinden dolayı ailesi ve toplumu için "bir şeyler yapma" istek ve hedefinin olmayışı; önce aile bağlarını ardından da toplumsal bağları ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir birey tipi ile sadece aile değil toplumlar da ayakta kalamazlar. Ziya Gökalp'in (ö.1924) bir zamanlar söylediği "Sen, ben yok biz varız!" ifadesi artık etkisini yitirmiş "Biz yok; ben, sen varız!" şekline dönüşmüştür. Bu, toplumsal çözülmeyi hızlandırır.

Bu süreçler aile açısından toplumumuzu kısırlaştırmaktadır. "Yeni Aile Formları/Tipleri" ortaya çıkmakta ve yaygınlaşmakta, sosyal ve kültürel olarak, yaşam biçimleri karışmakta, yeni yeni süreçler önümüze gelmektedir. Anne veya babasız çocuklar, evlilik dışı çocuklar, tek ebeveynli veya ikiden fazla ebeveynli çocuklar vd. farklı "ailemsi yapılar" sadece dünyada değil Türkiye'de de görülmeye başlanmıştır. Bu süreçleri engelleyen, dengeleyen ve düzenleyen politika ve uygulamalar ulusal düzeyde geliştirilmediği müddetçe bireyde, ailede ve toplumda yıpranma, çözülme ve yıkım kaçınılmazdır.

Dolayısıyla bu gelişmeler karşısında acı bir soruyla karşı karşıyayız: Bugün aile kurabilmek, yürütebilmek ve ilerletebilmek için kadın ve erkek iki tarafı da bireysel pozisyonlarından, taleplerinden, isteklerinden ve beklentilerinden fedakârlık yapmaya iten zorunlu süreçler içerdiği için adeta "ölü yatırım" gibi gösterilmeye çalışılan evlilik ve aile hayatı nasıl yeniden çekici, öncelikli ve belirleyici hâle getirilebilir?

Günümüzde aile olgusuna bakıldığında gittikçe aşındırılmış bir anlama bürünmesi söz konusu. Tehlike çanları çalınması durumu da başka bir boyuttan söz konusu. Aile olgusunun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aile gittikçe çözülüyor mu? Bu duruma ne gibi önlemler alınmalı?

Kuşkusuz ki bireyin merkezliği yaşamın içinde artırıldıkça, yoğunlaştırıldıkça ve katılaştırıldıkça, ailenin merkezliğini yitirmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ancak bireyin pozisyonu "artırılmış gerçek" diyebileceğimiz yapay malzemelerle dolgu yapılarak oluşturulmakta, bu oluşum geleneksel ve hatta modern dönemin uzun süredir egemen olan varoluşsal temellerinden ayrışmakta ne kendi bir temel olabilmekte ne de temel olabilecek bir paradigma üretebilmektedir. Bu yapay dolgu malzemelerinin haz, zevk, eğlence, tüketim, bencillik, sahip olma gibi aşamalardan geçerek "küçük tanrı olma" basamaklarını hızla tırmandıran doğası, fizikî varoluşun sınırlı gerçekleri ile yüzleşen "artırılmış gerçeklik bireyi" için büyük bir yıkımdır. Bu artırılmış gerçeklik veya yanılsama içine hapseden hayat tercihleri, bazen modernleşme, bazen özgürleşme, bazen kariyercilik, bazen ideolojik iddialar, bazen yaşam tarzı altında kendine yol bulur ve bireyleri hem içinde doğduğu koşullarda hem de kendi kuracağı süreçte "ailesiz" olmaya yönlendirir, onun içine sıkıştırır, hapseder ve o büyük aydınlanma ânı geldiğinde bireyler çaresizliğin kollarında son nefesini vermekle baş başa kalırlar.

56 yaşındaki İngiliz feminist kadın yazar Petronella Wyatt, geçen yıl bir yazı paylaşarak bu konuyu doğrudan ilgilendiren "aile olmak" konusundaki pişmanlığını şöyle ortaya koymuştur: "Bekârım, çocuğum yok ve yalnızım. Feminist hareket beni hayal kırıklığına uğrattı, benimle birlikte bütün bir nesli de. Her pazartesi Londra'daki bir restoranda, pencereden yakın bir masada oturup hayatlarımızı tartıştığımız bir grup arkadaşla buluşuyorum. Hepimizin ortak noktası çok; ellili yaşlarımızın ortasındayız, iyi eğitim almış çalışan kadınlarız. Ama hayatlarımızda bir boşluk var. Hepimiz bekarız ve çocuğumuz yok. Yakın arkadaşlarım gibi ben de giderek artan bir şekilde feminist hareketin bizim neslimizi hayal kırıklığına uğrattığını hissediyorum. Bazen, arkadaşlarım gibi, Batı'nın feminist felsefeyi geride bıraktığını ve onun artık zararlı hale geldiğini düşünüyorum. Peki, bu dünyada nasıl olur da biz kadınlar böyle bir durumda kalırız? Elli yaşlarımızın ortasına geldiğimizde kendimizi yalnız buluyoruz. Biliyor musunuz, Britanya'daki ellili yaşlarındaki kadınlardan her on kişiden biri hiç evlenmedi ve yalnız yaşıyor. Bu acı verici ve sağlıksız bir durum" (Petronella Wyatt, "I'm single, childless and alone. Feminism has failed me and my generation", 20 Mayıs 2024, https://www.dailymail.co.uk/femail/article-13435575/PETRONELLA-WYATT-single-childless-Feminism-failed-generation.html). Bu "derin duygusal kırılmalar" içeren Wyatt'ın bu sözlerini 55 yaşındaki arkadaşı Sally şu sözlerle destekler: "Bir kadın olarak hep istenmeyen biri olduğumu hissettim çünkü feminist hareket bize geleneksel kadının erkeklerin bizi kontrol altında tutmak için uydurduğu bir klişe olduğunu öğretti. Bu yüzden erkeklere karşı bir düşmanlık geliştirdim ve onları kendimden uzaklaştırdım. Şimdi bunun bedelini ödüyorum. Açıkça söylüyorum: Bu kültürü yeniden gözden geçirmenin ve geleneksel kültüre dönmenin zamanı geldi. Belki benim ve arkadaşlarım için artık çok geç, ama feminist hareketin gelecek nesillerin hayatını da mahvetmesine izin vermemeliyiz."

Bu 50'li yaşlarının ortasındaki feminist kadınların açıklamalarının benzerlerini bu yaşa gelmiş ve saydığımız farklı sebeplerle evlilikten uzak durmuş, evliliği "kendisi için yük olarak görmüş" birçok bireyin açıklamalarında görmek, şahit olmak ve öğrenmek mümkündür. Bir nesil maddi ve manevî koşulları uygun olmasına rağmen "ailesiz olmanın hazzı, rahatlığı, kolaycılığı ve sözde özgürlük iddiası" ile dolarken ölüm sularına yaklaştıkça bu dünyadan sonsuz bir yok oluşla kaybolup gideceğinin farkına varmaya başladı. İşte en büyük aydınlanma bu "sonsuz yok oluş" anının verdiği bilinç değişimidir.

Aile çözülmüyor, belki de çözüldü. Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK'in önceki günlerde açıkladığı veriye göre Türkiye'de evlenme yaşında olup bekâr olan insan sayısı 19 milyon 485 bin 977 kişidir. Toplam nüfusun %23'ü olan bu rakamın ne denli büyük bir oran olduğundan şüphe yoktur. Bizim gibi inancının ve hayatının merkezine aileyi koyan toplumlarda bile ailenin "tutunamaması" artık onun yıprandığının, çözülmekte olduğunun değil, belki de en kötü haliyle topyekûn bir çözülmüş olma hâlinin şemsiyesi altına girdiğinin göstergesi olabilir. Umuyoruz yanılıyoruzdur.

20'li yaşlardaki gençlerimiz için evlenmek ve aile kurmak artık bir öncelik, amaç, hedef, bulunulması gereken bir konum, bu dünyada var olmanın zemini yükselten bir kapsam olmaktan büyük ölçekte çıkmış durumda. Bunda kuşkusuz son 10 yılda şiddetini artıran iç-dış müdahaleler sebebiyle oluşan siyasi problemler, bunlara bağlı olarak Asya ekonomik krizi, Koronavirüs süreci ve Ukrayna savaşı gibi sebeplerle küresel etkilerini ve şiddetini artıran ve bazı alanlarda yoğun olarak yaşadığımız ekonomik problemler oldukça etkili olmaktadır. Zira aile oluşturmaya karar vermenin ekonomik dinamikleri büyük yara almış durumda.

Günümüzde evlilik birçok bakımdan artık iki gönlün, ruhun, manevi dünyanın birleşmesi değil; iki ekonomik pozisyonun birleşmesine dönmüştür: Erkek açısından eğitime bağlı olan veya olmayan maddi zenginlik, meslek, iş, ev, araba ve şişkin banka hesabı olmak ile kadın açısından gençlik, güzellik, beden olarak değişim değeri üzerinden yürüyen bir süreç. Bu demek değildir ki aşk evlilikleri sonlandı, ama artık aşk-meşk birliktelikleri, evlilikleri ve hayat yoldaşlıkları öncelik değil, bunun yerine aileyi ortadan kaldıran paradigmaların inşa ettiği "bireysel çıkarlar dinamiklerinin denkliği, uyumu, örtüşmesi ve paylaşılması" üzerine inşa edilen evlilikler oluşmaya başladı. Mekanik, kurgusal ve üçte biri ilk birkaç yılda yaşanan ilk "eşler arası tartışmalar" veya "aile içi çatışmalar" krizini atlatamayarak boşanma ile sonuçlanan, sabrın, direncin, dayanışmanın, paylaşmanın, fedakârlığın, kendini adamanın neredeyse artık öneminin olmadığı evlilikler.

Sonuç: Aile olan her şey buharlaşıyor!

Modernleşme bireyselliği "tanrı insan" noktasında zirveye çıkartarak hedefine ulaşmak üzere, artık herkes tanrı, ama hiç kimse tanrının gücüne sahip değil! Zira giderek artan biçimde insanların ortalaması "bir aile birliğini, beraberliğini ve dinamiğini bile yürütebilecek tecrübî, deneyimsel ve görgüsel bilgi ve birikime, arzu ve ideale, inanç ve maneviyata sahip birey olma" içerik, kapasite ve potansiyelini günden güne kaybetmektedir. "Yaşasın özgürlük!" çığlıkları içinde kaybolan "aile huzurunun sessizliği"...

İlk önlem, modernleşmenin engellenemez paradigması karşısına bu süreğenliği olumlu yönde etkileyebilecek olgular, ilkeler, değerler, içerikler, yaşam örnekleri, varoluş pratikleri üretebilecek dinamikleri ortaya koyabilmektir. Günümüz modernleşmesinde, hatta post-Truth (Hakikat ötesi) çağını aşan post-Liears (Yalanlar ötesi) çağında önemli olan olgu bunu ters-yüz edebilecek öncelikle "sahici" olan, içini "iyi", "doğru" ve "güzel" olanın doldurduğu ve biçimlendirdiği "Hakikatli bir yaşamı" inşa edebilme zeminini oluşturabilmektir. Zira belirli değerler sistemine sahip bireyler, onlardan oluşan aileler ve bu ailelerin taşıdığı bir topluma ulaşmak istiyorsak bu zeminden başlamak zorunludur. Bugün önerilen birçok çözüm bu zemine dair olmadığı için günümüz çağdaş varoluş pratiklerinin yapılan bu önerileri silip süpürmesi rüzgârın sonbahar yapraklarını savurması kadar kolaydır. Aile sonbaharını yaşarken savrulup gitmemesi için rüzgârın esmemesini değil, aile ağacının sağlamlaştırılması için toprağının verimli hâle getirilmesi gerekir. İşte bu zemin faaliyeti bazı pratik uygulamalarla şöyle desteklenebilir:

  • Bireylerin aile kurmanın önemini anlamalarını sağlayacak "genç örnek aileler" ile daha fazla tanışmasını sağlamak.
  • Ailenin bir değer olarak neleri sağladığını, inşa ettiğini ve koruduğunu bu toprakların maddî ve manevî birikimi ile bütünleşik olarak aktarmak.
  • Ailenin bireyin hayatına getirdiği kazanımların yük olarak gösterilen olgulara göre nasıl katbekat üstünde olduğunu hem kadın hem erkek açısından anlaşılır ve uygulanabilir bir sadelikle açıklamak.
  • Aile kurabilmek için gerekli maddi koşullarda her türlü desteği artırmak, bu desteklerin istismarını engelleyecek içten, samimi ve gerçek ilişkilerden oluşan ailelere yol açmak, rehberlik etmek ve yuva kurmalarını tüm imkânlarla desteklemek.
  • Örgün eğitimin okul-öncesi çağından üniversite çağına değin tüm aşamalarında derslerde, etkinliklerde, eğlencelerde, bilgi aktarma süreçlerinde, ahlâk örnekliği oluşturmada ve eğitime bağlı gündelik yaşamın aşamalarında ve bireysel varoluş alanlarını inşa etmede aile olgusunu bazen açıktan bazen bilinçaltından çok boyutlu vurgulayacak bir eğitim modelinin inşa edilmesi.
  • Olumsuz aile örneklerini filtresiz ve abartılı biçimde topluma boca eden haberlerin, dizilerin, sinema filmlerinin, sosyal medya paylaşımlarının, aile bağlamındaki çatışmalı durumların ve süreçlerin aktarılmasını değil; örnek aile oluşumlarının, yapılarının ve yaşamlarının aktarılmasını esas alan bir "Medya Millî Politika Belgesi"nin oluşturulması, bunun yasal ve gündelik gereklerinin yerine getirilmesi, "kötü paranın iyi parayı kovduğu" gibi, "kötü aile örneklerinin/dinamiklerinin iyi aile örneklerini/dinamiklerini kovması" durumuna engel olunması, bu süreçte örnek olarak, özendirerek ve hakikatle bağını kurarak aile politikalarının bireysel ve toplumsal istek, talep ve beklentilerle örtüşmesini sağlayacak bir devlet politikası ve uygulamaları sürecini inşa etmek.
  • Kariyer oluşumunda sağlanacak pozitif ayrımcılıklarla, teşviklerle ve politikalarla evliliğin ve ailenin özendirilmesi sağlanabilir, ailesi olan bireylere iş hayatında çeşitli öncelikler ve destekler verilebilir.
  • Günümüz genç bireylerinin hayattan beklentilerinin makul olmasının ve aile kurumunun önceliğinin "yıkıcı çağdaş anlayışlara karşı direnebilecek" şekilde yeniden kurulabilmesinin imkânları geliştirilmelidir: Evlilik-dışı ilişkilerin maddî ve manevî sayısız olumsuzlukları dahil neslin küçülmesinin, ülke nüfusunun yaşlanmasının, genç ve dinamik nüfusun azalmasının, fiziki ve beyin gücü olarak iş gücünün zayıflamasının olumsuz sonuçları; Anadolu'daki bin yıllık varlığımızın birçok sınamalara tabi tutulduğu bu dönemde insana ve insan gücüne olan ihtiyacımızla birlikte doğru aktarılarak neslin en sağlıklı biçimde varlığını, oluşumunu ve gelişimini sağlayan "Aile/Yuva" olgusunun yeniden tüm yönleriyle canlandırılması sağlanmalıdır.
  • Bireyci ve birey-merkezli yönleri aileci, toplumcu ve devletçi yönlerle dengelenmiş, "Tanrı-insan" merkezli günümüz "modernizmin seküler zorbalığı"na karşı direnebilecek değerler sistemi odaklı bir örgün eğitim, konvansiyonel ve sosyal medya düzeni, aile, eğitim ve devlet politikası oluşturulmalı, savunulmalı ve uygulanmalıdır (Kavramsal olarak bizim oluşturduğumuz "modernizmin seküler zorbalığı" kavramıyla ilgili geniş bilgi için bkz. Erkan Çav, Türkiye'de Din ve Sekülarizm: Cahit Tanyol ile Şerif Mardin'in Yaklaşımlarının Karşılaştırmalı İncelemesi", Turkish Studies – Comparative Religious Studies, Volume 14, Issue 1, 2019, p. 17-95).
  • Kadın-Erkek eşitliği temel bir değer olarak sunulurken ve hatta ilişkilerde kadının egemenliği öne çıkarılırken evlilikte erkeğe yüklenen mevcut maddî ve manevî sorumlulukları günümüz genç erkeklerinin taşıması neredeyse imkânsızdır. Buna kendi evlilik dönemlerinde maddi zorluklarla, bir göz odaya girerek evlenenlerin kız çocukları için "işi, evi, arabası, zenginliği olan erkek tipi" önceliğini dayatması da eklendiğinde süreç oldukça karmaşık hâle gelmekte, evlilik bir huzur, mutluluk, paylaşma yeri değil, adeta maddî ve manevî yıkımın adresi olmaktadır. Erkek ve kadın için beklentilerin "birlikte var olma" zemini ile biçimlendirilmesi gerekir.
  • Evlilik masraflarını düşürülmesini sağlayacak yeni uygulamalar, yaklaşımlar ve kültürel dönüşümler gündeme daha fazla gelmelidir: Gösterişin ve gösterişli evliliğin değil "aile kurmanın", "aile birliğinin" ve "aile hayatının" özendirilmesine dayalı "daha dengeli" evlilik törenlerinin özendirilmesi evlilikler ve aile kurumu için büyüyen "maddi engelleri" azaltabilir. Bu bağlamda söz, nişan ve düğün uygulamalarındaki maddi temelli kapsamın daraltılması en azından bugünkü ekonomik koşullarda toplumsal olarak teşvik edilebilir.
  • Yeni evlenecek ailelere her ilde düşük kiralı evler tahsis edilebilir. Aynı şekilde devlet eliyle yürütülen projelerde düşük fiyatlı evlerin satışında ailelere, hatta yeni evli ailelere öncelik tanınabilir.
  • Birçok dünya ülkesi her doğan çocuğa daha yüksek devlet desteği vererek genç nüfuslarını korumak ve aile dinamiklerini güçlendirmek hedefini güden ulusal politikalar yürütmektedir. Türkiye'nin bu politikayı açık ve örtük biçimde uyguladığını gözlemlemekle birlikte bu konuda daha teşvik edici yaklaşımlar geliştirilebilir.
  • Mevcut ailelerin korunması için Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş'ın 26 Temmuz 2024 tarihinde yaptığı "Her hanenin bir aile danışmanı olacak. Çalışmamızı başlattık" açıklaması bağlamında her ailenin ulaşabileceği aile danışmanlığı uygulaması ile evliliklerin güçlenmesi, zayıflarının kurtarılması ve aile içi sorunların azaltılması hedefi için doğrudan bireyler ile çalışmak ve daha etkili olmak mümkün olacağından bu uygulamanın en kısa sürede tüm ülkede hayata geçmesi sağlanmalıdır.
  • Aile birliğinin ve öneminin örneklendirilmesi: Tüm medya platformlarında çizgi filmlerden dizilere, videolardan imajlara kadar bunu hayata geçirmek gerekiyor.
  • Her yeni doğan çocuğa artan maddi destek, anne ve babaya ücretli izinler, evden ve esnek çalışma imkânlarının yasalarla genişletilmesi, süt izinlerinin artırılması ve diğerleri gibi çok katmanlı desteklerle ailelerin aile bütünlüğü içinde hem çocuklarını büyütmesini hem de iş yaşamlarını yani kariyerlerini en verimli şekilde yürütebilmelerini sağlayacak yeni yaklaşımlar oluşturulmalıdır.
  • Evliliğe ilişkin psikolojik ve sosyolojik temellerde ilerleyen maddî ve manevî boyutları bilerek oluşturulan politika ve uygulamaların geliştirilmesi zorunlu hale gelmiş, sadece eş adaylarına değil özellikle anne ve babaların kaygılarını da dikkate alan yeni toplumsal eğitim ve bilinçlenme süreçlerine daha fazla eğilmek zorunluluk olmuştur.

Bildiğiniz üzere 2025 yılı Aile yılı ilan edildi. Devlet bünyesinde böylesi bir kararın alınmasını nasıl karşılıyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?

2525

Yıllar önce alınması gereken bir karardı. Zira aile ile ilgili evlilik, boşanma, çocuk sayısı gibi temel istatistikler en az 10 yıldır bazı istisnai yükselişler hariç genel olarak düşme eğilimindeydi. Bunu öngörerek daha erken bu konuda "Aile Millî Politika Belgesi" destekli tüm kamu ve kuruluşlarına ve oradan da toplumun tüm paydaşlarına yansıyacak bir çerçeve politika üretimi ve uygulamalar dizini oluşturulmalıydı. Ancak her durumda biraz geç olsa da çok, ama çok doğru, yerinde ve önemli bir adım. Devletin sadece 2025 yılında değil, sonraki yıllarda da bu yıl kazanılan duygu ve düşünce, bilgi ve deneyim, politika ve uygulama, zihniyet ve faaliyet birikimi ile hareket etmeye devam etmesi ailenin önemini ve varlığını korumadaki başarıyı artıracaktır. İstisnai bir politika olarak "Aile Yılı Uygulaması" değil, standart bir politika ve prosedür olarak "Aile Yılı Uygulaması" süreci devam ettirilmelidir. Bunun için hukuken korunmaya alınmış, düzenli, sistemli, istikrarlı ve somut olgulara dayanan ve tüm devlet kamu ve kuruluşlarınca hem kurumsal hem bireysel düzeyde içselleştirilmiş bir "Millî Aile Politikası" oluşturulması, bunun uygulanması ve sürdürülmesi için seçilmiş ve atanmış irade ve iktidarda kararlılık ve istikrar olması ihtiyaçtır, vazgeçilmez hayati bir toplumsal zorunluluktur.

Türkiye'de Aile politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan iktibas yoluyla kabul edilen Türk Medeni Kanunu, aileyi kadın erkek eşitliğiyle benimsemiş, hukuk sisteminde aile, devleti ilgilendiren sosyal bir kurum olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda da 1989 yılında Aile Araştırma Kurumu, 2004 yılında Aile ve sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2011 yılında da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. 2018 yılında bir dönem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak çalışsa da bu daha sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı şeklinde döndürülmüştür. Aile bireylerinin tümünü odak noktasına alan bu bakanlığın aile üzerine yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Daha başka neler yapılmalıdır?

Türk Medeni Kanunu Avrupa ülkelerinden alınan maddeleriyle özünde binlerce yıllık "Türk" töresini ve Türklerin 1200 yılı aşan İslâm bağlamında oluşan toplumsal değerlerini ve geleneksel kodlarını taşımaz. Bu açıdan Türk Medeni Kanunu isminde "Türk" ibaresi bulunmasına rağmen ne Türk ne de İslâm hukuku olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla özü itibariyle Roma hukuku temelinde seküler ve Avrupa-merkezli ve Avrupa-merkezci bir tarihsel ve toplumsal derinlik taşıyan İsviçre Medeni Kanunu'ndan kopyalama olan Türk Medeni Kanunu, Anadolu topraklarının 1000 yıla yaklaşan egemen gücünün ve toplumunun değerlerini içermez. Elbette tümüyle bu değerlerden ilişkisiz, bağımsız ve ayrışıktır demek de doğru olmaz, ancak bu köksüzlük, bağlantısızlık ve ayrışıklık; Türkiye'deki mevcut aile yapısının değişimini doğru anlamlandırabilmek için bir tespit olarak ortaya konulmalıdır. Bu farkın getirdiği tarihsel, psikolojik ve sosyolojik kırılmaların yaşanması kaçınılmazdır. Bir toplumun; kendi tarihsel ve geleneksel değerleriyle bağdaşık olmayan bir kanun düzenlemesi içinde var olmaya zorlanmasının çeşitli olumsuz sonuçlarının olması şaşırtıcı değildir.

Türkiye'de aile kurumu eğer ayakta kalamıyorsa kurulan ve dağıtılan hiçbir kurumsal yapı bunun çözümü olamamış demektir. Bununla birlikte Türkiye'de ailenin önemine dikkati çeken, bu konuda harekete geçen ve faaliyetleri ile ailenin korunmasını ve desteklemesini hedefleyen önemli girişimler olmuştur. Bunlardan bir tanesi 1989 yılında kurulan Aile Araştırma Kurumu'dur. Bu kurum devlet örgütlenmesi ve organizasyonu içinde aile konusunda çok önemli hizmetler yapmış ve altyapı oluşturmuştur. Aile Araştırma Kurumu'nun kuruluş süreci ve faaliyetleri ile ilgili önceki bir çalışmamızdan öne çıkan önemli bilgileri aktarıyoruz:

" '[S]osyal bilimlerde o zamana kadar yaşanan kopukluğu ve dağınıklığı sona erdirmek, resmî kuruluşlar için temel ve uygulamalı sosyal araştırmalar gerçekleştirme[k]' için Türkiye'de 'aileyi tanımak, onun özelliklerini ortaya koymak, toplum hakkında en sağlıklı teşhis ve tedbirlere ulaşmak', 'kamusal ve özel aştırma kurumları arasında iş birliği' yapmak, 'bizi bizden öğrenerek Türk toplumu ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki bilimsel göbek bağını' kurmak ve nihayetinde 'hem temel araştırmaların, hem uygulamalı araştırmaların devlet tarafından desteklenmesi' imkânını sağlamak amacıyla 29 Aralık 1989 tarihinde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu kurulur: 'Başbakanlığa bağlı olan AAK, Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'yla toplumumuz arasındaki bağı kurmak amacıyla plüridisipliner sosyal araştırma projelerine başladı, seksen kadar bilimsel yayın yaptı, ayrıca film ve kasetlerle bilimsel verileri popülarize ederek halka ulaştırdı. Amaç kurumun bilimsel verilere dayalı kararlar üretmesi, objektif olması ve kamuoyunda saygınlık uyandırabilmesiydi. (...) AAK, aile problemini yüklenerek temel politikalara zemin teşkil edecek araştırma ve uygulama projeleri hazırlamak ve eğitim programları geliştirmek amacıyla ilk defa kurulan aileye yönelik bir devlet kuruluşudur. Böylece aileye yönelik çalışmalar, devlete bağlı bir kurumda merkezîleşerek bilgi birikimi oluşacak, bu da devlet politikalarının bilinçle sürdürülmesini sağlayacaktır' (Ümit Meriç, 'Kamu ve Özel Araştırma Kurumları Arasında İşbirliği İmkânına Bir Örnek: Aile Araştırma Kurumu', Arap Ülkeleri ve Türkiye'de Araştırma Kurumları ve Sosyal ve Beşeri Bilimlere Katkıları Sempozyumu, FTERSI -eski adı CEROMDI-, Tunus, 27 Mart 1995).

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'ndan sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek'in 4 Mart 1991 tarihinde gönderdiği bir yazı; kurumu, amacını ve faaliyetlerini açıklaması bakımından önemlidir: 'Bilindiği üzere 29 Aralık 1989 tarihinde kurulan Aile Araştırma Kurumu ile ülkemizde aile konusunda yeni araştırma imkânları sağlanmış bulunmaktadır. Fert ve toplum arasında bir köprü olan 'aile olgusunun' sosyal, kültürel, iktisadî ve benzeri problemlerine yönelik gerçekçi çözümler getirilebilmesi, problemin doğru teşhisine bağlıdır. Bu ise ancak ilmî araştırmalarla sağlanabilir. Sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı, 'ben' ve 'biz' dengesini kurabilen, yaratıcı ve sağlıklı ilişkileri yaşatan ve yansıtan bir aile modelinin kurulabilmesi, ancak bilim çevrelerinin katkılarıyla mümkündür. Ayrıca, demokratik ülkelerde sosyal politikaların kaynaklarından biri de ilmî çalışmalardır. Aile Araştırma Kurumu üstlendiği bu sorumluluğu, siz saygıdeğer bilim adamları ve araştırmacılarla paylaşmak arzusundadır. Bilim adamlarının, araştırmacıların ve kültür çevrelerinin bu konuya sahip çıkması ve katılımları, toplum olarak yaşadığımız sosyo-kültürel gelişme ve değişme adına en sağlıklı yol kabul edilmelidir. Bu düşünceden hareketle Aile Araştırma Kurumu, araştırma tekliflerini sizlere ulaştırırken; sizlerden gelecek her türlü araştırma, proje ve bilimsel toplantı tekliflerini Aile Araştırma Kurumu'na katkılarınız olarak değerlendirecek ve bu işbirliğinin mutluluğunu duyacaktır. Saygılarımla.'

Aile Araştırma Kurumu Başkanı Necmettin Türinay, kurumun kuruluşu ve faaliyetleri ile ilgili olarak şu bilgileri verir: Aile Araştırma Kurumu, resmi olarak 16 Mart 1990 tarihinde faaliyete başlar. Bir yıl içinde teşkilatlanma tamamlanmış, yönetim-bilim ve uzmanlık kadroları oluşturulmuş, hizmet planlamaları gerçekleştirilmiş, kapsamlı araştırma yayın ve eğitim programları yürürlüğe girerek 7'si kurum dışı, 3'ü kurum içi olmak üzere 10 ulusal proje hayata geçirilmiş, Aile Yazıları (7 cilt), Karşılaştırmalı Ülkeler Panoraması, Avrupa Topluluğu Ülkelerinde Aile Politikaları, Türkiye Aile Yıllığı, Aile Kodu (3 cilt) (Meri mevzuatın bütünü), Bizim Dünyamız Aile Eğitim Seti (40 kitap-40 kaset), Aile Ansiklopedisi (3 Cilt) olmak üzere 100'ün üstünde yayın gerçekleştirilmiş, I. Aile Şurası ile ülkemizdeki farklı aile yaklaşımlarını bir araya getirerek ortak bir vizyon sunmaya yönelmiş ve bu çalışmaları Raporlar, Bildiriler ve Kararlar olarak metinlerini oluşturmuş, ulusal ve uluslararası aile ve aile bireylerine yönelik çeşitli organizasyonlar ile işbirlikleri kurulmuş, merkezi Paris'te olan Uluslararası Aile Organizasyonları Birliği'ne Türkiye'nin üyeliği gerçekleştirilmiş, devletin bilinen kurumlarının dışında aktif, sahada olan ve yoğun bir tempo içinde kapsamlı bir faaliyet yürütülmüştür (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 4-5).

Aile Araştırma Kurumu'nun amacı, görevleri ve daire başkanlıkları incelendiğinde, kurumun ne kadar kapsamlı olarak tasarlandığı ve modern ve post-modern dönemde sürekli artan biçimde karşımıza gelen sorunların kaynağı ve çözüm merkezi olarak görebileceğimiz temel toplumsal kurumlardan 'aile' konusunda faydalı işler yapabilecek resmi bir araştırma merkezi olduğu görülür.

Aile Araştırma Kurumu Kurulması Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname'ye göre Kurum'un amacı "Türk ailesinin bütünlüğünün, güçlendirilmesi ve sosyal refahın arttırılması için gerekli araştırmaları yapmak ve projeler geliştirmek bunların uygulamaya konulmasını sağlamak, aile ile ilgili milli politikaların oluşumuna yardımcı olmak" olarak tanımlanır. Kurumun görevleri ise şöyle sıralanır:

a) Ailenin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının arttırılması için araştırma yapmak veya yaptırmak, bu konuda projeler geliştirerek, uygulamaya konulmasını sağlamak.

b) Mevcut aile yapısını, ana, baba, eş ve çocuklar ile akraba ilişkilerinden kaynaklanan problemleri ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin aile üzerindeki etkilerini araştırmak, bu konularda eğitim programları hazırlamak veya hazırlatmak.

c) Aile geçimsizliğini, çocuk suçlarını ve kötü alışkanlıkları doğuran sebepleri incelemek ve bunların önlenmesi maksadına dönük eğitici programlar hazırlamak veya hazırlatmak.

d) Ailenin maddi kaynaklarının rasyonel kullanılmasını temin maksadıyla çalışmalar yapmak, bu konuda Millî Eğitim Bakanlığı ile koordineli olarak eğitim programları hazırlamak veya hazırlatmak.

e) Ailedeki kültürel değişimleri, iç ve dış göçün aile yapısına etkilerini araştırmak.

f) Sosyal amaçlı vakıf, dernek, federasyon ve benzeri gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapmak, bunların aileye dönük çalışmalarına destek sağlamak.

g) Nüfus ve aile planlamasının toplumsal etki ve sonuçlarını araştırmak, millî bir politikanın geliştirilmesine yardımcı olmak.

h) Aile sorunları konusundan kamuoyundaki eğilim ve istekleri tespit etmek amacıyla, özel ve kamu kurum ve kuruluşlarıyla ortak çalışmalar düzenlemek ve uygun görülenleri desteklemek.

i) Yurt dışında çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 7-8).

Daire başkanlıklarında bu görevler detaylandırılır:

Araştırma Dairesi Başkanlığı;

a) Aile bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahın artırılması için araştırma yapmak veya yaptırmak,

b) Araştırma projelerini değerlendirmek,

c) Nüfus ve aile planlamasının toplumsal etki ve sonuçlarını araştırmak,

d) Aile konusunda kamuoyundaki eğilimi ve istekleri tespit etmek,

Koordinasyon Dairesi Başkanlığı,

a) Aile sorunları konusunda faaliyette bulunan özel ve kamu kurum ve kuruluşları ile ortak çalışmalar düzenlemek,

b) Hazırlanan projeleri uygulamak,

c) Sosyal amaçlı vakıf, dernek, federasyon ve gönüllü kuruluşlarla ilgili çalışmaları yapmak ve işbirliği yapacak olanların tespiti için Kurula teklifte bulunmak,

Aile Eğitimi Dairesi Başkanlığı;

a) Kırsal bölgelerde, gecekondu alanlarında ve kent merkezlerinde aile müessesesi birliğinin sağlanması amacıyla aile bütçesi, akraba evlilikleri, yaşlıların ve düşkünlerin toplumda ve ailedeki yeri, çocuk bakım ve sağlığı gibi konularda kurs, seminer, konferans ve benzeri eğitim faaliyetleri düzenlemek,

b) Aile ile ilgili her türlü kitap, dergi, broşür ve benzeri yayınları hazırlamak ve hazırlatmak,

c) Aile ile ilgili film, slayt, video, sinema ve eğitici programları hazırlamak veya hazırlatmak,

şeklindeki görevleri, Kurumun aile çalışmalarındaki kapsamını, yetkilerini, derinliğini ve çok yönlülüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 10-11). Daire başkanlıklarına bağlı şube müdürlüklerinin görevleri detaylı olarak 'Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönergesi' kapsamında belirlenmiştir (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 16-26).

Aile Araştırma Kurumu, 1990'nın Aralık ayında toplanan I. Aile Şurası'nda tanımlanan Türk aile modelini benimser: 'Türk Aile Modeli, sevgi ve saygıya dayanan, yaratıcı kişiliğin gelişmesine imkân veren, hak ve görev dengesini kurabilmiş, ben-merkezci olmadığı gibi bağımlı kitle insanı da olmayan, ben ve biz kavramlarını uzlaştırabilen kişiler yetiştiren bir model[dir]' (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 34). 'Ülkemizde araştırma ve politika ilişkisinin başlaması ve sağlıklı bir biçimde kurulması' ile devlet örgütlenmesi içinde 'sosyal bilimlerde ilk araştırma kurumu olması' iki ayırıcı vasıf verir (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 36). Kurum, toplumun tüm birikimini yansıtacak bir bilgi bankası kurmayı amaçlar (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 37). Aile Araştırma Kurumu'na, üniversite, dernek, vakıf ile diğer kurum ve kuruluşlardan bir yıl içinde 1000'ün üzerinde proje önerisi gelmiştir (Kuruluş Hizmet Program, 1991: 36). Kurumun 1992 yılında yapılması planlanan faaliyetleri de ayrıntılı olarak verilir (Kuruluş Hizmet Program, 1991). (…) Türkiye'de, kuruluşu, yapısı, faaliyetleri ve içeriği ile devlet kurumları açısından bir ilk olan Kurum, "aile kurumunu" öncelikli bir mesele olarak görmeyen iktidar ve politikacılar tarafından çalışmaz hâle getirilir. (…) 1989'un Aralık ayında Anavatan Partisi iktidarı döneminde kurulan, alanında önemli akademisyenleri ve uzmanları barındıran, Türkiye'de ilk kez I. Aile Şurası'nı yapan Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu adım adım işlevsiz hâle getirilir. 22 Şubat 1992 ile 27 Temmuz 1994 arasında iki kez kurulan DYP-SHP koalisyon hükümetleri döneminde, SHP'li Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Türkan Akyol yönetiminde önce kaynakları kısılır, faaliyetleri etkisiz hale getirilir ve nihayetinde kadroları azaltılarak ve değiştirilerek pasifize edilir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun yaşadığı bu süreç; ilgili siyasi geleneklerin, Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisini devam ettiren Anavatan Partisi ile CHP çizgisini devam ettiren Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin 'Aile' hakkındaki yaklaşımları, politikaları ve uygulamaları için önemli bir örnek olaydır" (Erkan Çav, Türkiye Sosyolojisi Temsilcisi Ümit Meriç, Kopernik Yayınları, İstanbul, 2021, s. 238-245).

1989 yılında kurulan Aile Araştırma Kurumu'nun akıbeti, Türkiye'deki "Aile Kurumu" hakkındaki siyasi ve toplumsal yapımızda yer alan iki temel ve farklı yaklaşımın ayrışıklığının, geriliminin ve çatışmasının etkileri içinde bir tarafın salt gündelik siyaset odaklı bakışının kurbanı olmuştur. Oysa "Aile" bir toplumun varoluş dinamiğinin merkezinde yer alan ve kesinlikle politika-üstü olarak değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (2004), Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (2011) kurulmuştur. Daha sonra Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (2018) olan ve nihayet bugün Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak ilerleyen kurumsal yapılanmanın, çok partinin seçime girdiği bir süreçte son 7 yılı hariç fiilen Hükümeti kuran tek parti iktidarı döneminin Aile Politikalarını içermesinin, taşımasının ve ortaya koymasının, politika ve uygulama sürekliliği göstermesi bakımından tarihsel ve kurumsal bir önemi vardır. 20 yılı aşan süreçte gelen Hükümetlerin, ortaya konulan politikaların ve yapılan uygulamaların eleştirilecek birçok yönü ve boyutu vardır. Ancak bu 23 yıllık süreçte Türkiye'nin gündemini belirleyen temel olgunun siyaset ve dış müdahale dinamikleri olması içe bakışta, iç yapıyı düzenlemede ve yapısal problemleri çözmede iktidarı zayıflattığı da bir gerçektir (Türkiye'nin küresel müdahaleler altındaki 2002-2017 yılları arasındaki varoluş mücadelesini incelediğimiz kitabımızda bu süreçleri detaylı olarak ortaya koymuştuk. Bunun için bkz. Küresel Kuşatmaya Direnen Türkiye: Vesayet-Operasyonlar-FETÖ-15 Temmuz-İstiklâl Mücadelesi, Piya Yayınları, İstanbul, 2017).

Kurumsal yapının ve kadroların bakandan alt-kadrolara sürekli değişim dalgası ve baskısı altında olmasının getirdiği inişli-çıkışlı süreçlerle birlikte bakıldığında her durumda 23 yıllık süreçte belirli bir istikrarın sağlandığını görüyoruz. Bu istikrarın 2017 yılında referandumla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi ile daha dengeli bir hâl aldığını, Aile Kurumu konusunda birçok temel olgunun kurumların ve toplumun önüne geldiğini, bu konuda bir bilinç, zihniyet ve politika değişikliğine gidildiğini görüyoruz. Bununla birlikte günümüz aile yapısında mevcutların sağlıklı biçimde korunması ve yeni ailelerin sağlıklı biçimde kurulabilmesi için daha kuşatıcı, etkili ve nokta atışı politikaların geliştirilmesine, bunların ekonomik ve sosyal koşulları dikkate almasına, yeni neslin ve bireylerin istek, ihtiyaç, talep, umut ve hayalleri ile örtüşmesine, yeni aile politikalarının gençlere, yeni nesle, yeni bireylere sorularak geliştirilen politika ve uygulamalarla yürütülmesine ihtiyaç vardır. Bu konuda sadece Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın değil, Millî Eğitim ile Gençlik ve Spor bakanlıklarının da aynı içerikle hareket etmesi, koordineli ve işbirliği içinde politikalar geliştirmesi ve uygulamalar üretmesi zorunludur. "Aile Kurumu"nun sağlıklı, dayanıklı ve dinamik varlığı millî bir sorun olduğu için çözümler de devletin tüm kurum ve kuruluşlarını kapsayan millî çözümlerle ancak sağlanabilir.

Ailenin korunması, sağlıklı bir nesil ve sağlıklı bağların kurulması noktasında hukuksal açıdan yeterli durumda mıyız?

Hukuki yönden ailenin ve yeni nesillerin korunması noktasında eksikliklerimiz olduğu açıktır. Bu konuda özellikle hemen tümüyle kadınlar açısından konuşulduğu ve tartışıldığı için biz burada erkeklerin konumuna dikkati çekelim. Yasalarımızdaki mevcut kadın haklarını koruma odaklı politika ve uygulamaların aile bütünlüğünün sürdürülmesi ve erkeklerin "onurlu biçimde aile içinde var olmasını sağlayabilmesi" noktasında çeşitli aksaklıklar içerdiği görülüyor. Neden? "Kadının beyanı esastır" ilkesini istismar eden kadınlara karşı erkeklerin korunmadığı, bu konuda kadınların beyanına dayalı olarak yanlış mahkeme kararlarının verilmesi, erkek bireylerin bu sebeple psikolojik ve fiziksel travmalar yaşaması ve hatta intihar etmesi, yine bu bağlamda "yalan beyanlarla" erkek bireylerin yalan beyan veren kadınların yakınları tarafından linçlenerek dayak yemesi, hatta öldürülmesi gibi sayısız vaka ortaya çıkmıştır. Bunu engellemek için kocanın "kadının beyanı esastır" ilkesiyle "ilk ve tek şikayetle" eşine, çocuklarına, ailesine ve topluma karşı "kötü eş ve baba" olduğu imajının oluşmasına engel olacak "uzlaştırma" gibi alt-sistemlerin yeniden düzenlenmesi gerekir: Şiddete sıfır tolerans için verilen bir hakkın aynı şekilde istismar edilmesine karşı da "sıfır tolerans" içeren bir hukuki yaptırım sağlanmalıdır.

Evden uzaklaştırma uygulamasının da bazı yansımalarını değerlendirmemiz gerekiyor. 2021 yılında 87 bin, 2022'de 67 bin erkek uzaklaştırma alıyor. Bu konuda derli toplu bir istatistik kaynağa tüm çabalarımıza rağmen ulaşamamakla birlikte, bu rakamın her yıl on binlerce kişiyi kapsadığı kesindir. Uzaklaştırma sürecinde özellikle bir tarafın değerlendirmesine göre yürütülen süreçte bu çatışmalı duruma rağmen tarafların pişman olup yeniden aile birliğini tesis etme isteklerine engel olan çeşitli psikolojik kırılmalar getiren katı ve geri dönüşsüz hukuki süreçler yaşanmaktadır. Bunun üstesinden ne kadın ne de erkek gelemeyerek kimi ailelerde yaşanan daha "ilk kriz" sonrasında aile birliğini tümüyle sonlandırılmaktadır. Bu açıdan "uzlaşma sistemini" ortadan kaldıran mevcut yasal düzenleme; kadın ve erkeğin fiziksel şiddet dışındaki iyileştirilebilir çatışmalı durumları tamir etmesi yumuşaklığını engellemiş, başka bir ifadeyle eşler arasındaki fiziksel şiddet dışı gerilimleri, tartışmaları ve çatışmaları olumlu bir çözümle ortadan kaldırabilecek tampon mekanizmaların da yok edilmesini getirmiş, yüzbinlerce kadın ve erkeğin "ilk kriz anında" geri dönüşsüz olarak aile birliğini ve beraberliğini bozmasını desteklemiştir. Bu bağlamda 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve diğer ilgili yasalarda değişiklik yapılması ve tüm tarafların kendini daha güvende hissedebileceği ve daha etkili biçimde birlikte çözüm arayışlarına yönelebileceği süreçlerin geliştirilmesi zorunludur. Örneğin ailenin parçalanması sürecini dengeleyebilecek, tarafların en azından son bir kez daha duygu ve düşüncelerini, tavır, tutum ve davranışlarını, söylem ve eylemlerini gözden geçirerek kontrol edebilecekleri, düzeltme imkân ve kabiliyetleri olursa düzeltebilecekleri uzmanların yönetiminde ve gözetiminde "arabuluculuk mekanizmasının" uygulanması, bu açından önemli bir katkı sağlayabilir. Bu durumu verdiğimiz "Aile İçi İletişim" başlıklı programlarımızda ele alırken eşler arası iletişim, ilişki ve etkileşimin kalitesinin, derinliğinin ve karşılıklı rıza ve onaya dayalı yapısının ne denli önemli ve temel olduğunu her zaman vurguladık [İlgili programlarımız için bkz. "Aile ve İletişim", 15. Aile Okulu, Maltepe Üniversitesi-Sancaktepe Belediyesi, İstanbul, 22 Mart 2018; "Aile İçi İletişim", Zümrütevler İlkokulu (Maltepe/İstanbul), İstanbul Marmara Eğitim Vakfı (İMEV), 11 Mayıs 2017 (8-14 Mayıs 2017 Vakıflar Haftası Kapsamında); "Aileiçi İletişim", Atatürk İlkokulu (Maltepe/İstanbul), 21 Mart 2017 (20-25 Mart Maltepe Üniversitesi Aile Okulu Programı Kapsamında); "Küreselleşme Kıskacında Değişen Birey ve Aile: Hızlı Değişimin Taşıdığı Riskler ve Önlemler", Çapa Fen Lisesi, İstanbul, 18 Mayıs 2016]. Bunu daha yumuşak şekilde yürütebilecek, kadının ve erkeğin güvenli varlığını, aile birlik ve beraberliğini destekleyecek hukuki mekanizmaların kurulması sadece ihtiyaç değil, aynı zamanda toplumsal yapımızın geleceği için bir zorunluluktur.

Bunların yanında "1 gün" dahi evli kalsalar sonsuz biçimde nafaka verilmesine hükmeden yasal süreçlerle erkeklerin evlilik istek ve kararlılığını sürdürebilmeleri mümkün değildir. Aile Kurumu bir tarafın diğerini istediği gibi istismar edebileceği bir alan olarak sürdürülemez. Bu, hem kadın hem de erkek için temel bir olgudur. Bu konuda uygulamada birçok zafiyet görülmekte, haklar bazındaki koruma ilkeleri istismarları ortadan kaldırmadığı sürece parçalanmış ailelerin oranının ve parçalanma hızının azaltılması mümkün görünmemektedir.

Bu konuyu, İstanbul Sözleşmesi'nin oluşturduğu politikanın getirdiği olumsuz etkileri tartıştığımız kapsamlı programlarımızdan birinde ele alırken, bir genel politikanın, Batı-merkezli ve Batı-merkezci birey, aile ve toplum tipinin bize uymayan, uyamayacak ve bizim uymamız durumunda 1000 yıllık Anadolu varlığımızı ve hatta dünyadaki etkinliğimizi ortadan kaldırabilecek yönlerinde dikkati çekmiştik (İlgili programın detayları için bkz. "İstanbul Sözleşmesi'nin Aile ve Eğitim Dünyamıza Etkileri" Paneli, Şuurlu Öğretmenler Derneği, Yunus Emre Kültür Merkezi, Kocaeli, 27 Kasım 2019). Aynı noktadayız, Türkiye'deki toplumun kendi tarihsel, geleneksel ve dinî birikiminden gelen değerler sisteminden uzaklaşması; önce "beyin ölümü" sonrasında ise kaçınılmaz olarak "beden ölümü" demektir.

Boşanmaların sebeplerinden size göre ilk 3 tanesini değerlendirebilir misiniz?

Görünen istatistikler ilk sırada ekonomik sebepleri öne sürmekle birlikte, ekonomi iyiyken de boşanmaların olmasının birçok sorunun ekonomik problemlerle kamufle edildiğini de gösterir. Bu sebeple ekonomi dışındaki ilk üç boşanma sebebini dile getirmek daha zenginleştirici bir yaklaşım olur. Bu bağlamda günümüzde; eşler arasındaki karşılıklı saygının korunamamasının, eşlerin kişilik haklarının tek taraflı veya çift taraflı olarak ihlal edilmesinin ve üçüncü olarak hem aile kurumu içinde bireysel hem de bütünsel olarak aile mahremiyetinin eşlerden biri veya her ikisi tarafından sürdürülmemesinin aileleri yıkıma götüren, gerilimleri, tartışmaları, kırılmaları, çatışmaları ve nihayetinde yıkımları artıran ekonomi-dışı temel etkenler olduğunu değerlendiriyoruz.

Bu açıdan bakıldığında; eşlerin ve buna bağlı olarak çocukların istek, ihtiyaç ve gelecek beklentilerini de içeren karşılıklı kişilik ve varoluş alanına saygının güçlü biçimde sürdürülmesi, kişinin kimliğini sağlayan benliğinin ve varoluşunun korunması ile aile içindeki bireyin ve bütünüyle aile mahremiyetinin aile üyeleri tarafından yeter ve uygun biçimde savulmaması boşanmaların azalmasında etkili olacaktır.

Sosyal medya hesaplarına sahip olmak eşlerin birbirlerine yönelik tavırlarını nasıl etkilemektedir?

Sosyal Medyanın "gösterme" üzerine kurulu sisteminde eşler ve çocuklar üzerinden yapılan paylaşımların aile mahremiyetini önce yıpratan, akabinde zayıflatan ve nihayetinde ortadan kaldıran geçirgenliğinin "eşler arası rızaya ve onaya dayalı" olmadan yapılması aile bütünlüğüne güçlü biçimde hasar vermekte, sosyal medya paylaşımlarında eşlerin karşılıklı rızası olsa bile bu paylaşımlar kıskançlığı beslemesi, karşı cinsle yeni etkileşimler getirmesi, gerçek hayattaki aile/eş odaklılıktan çıkarak sosyal medya odaklı olmaya yöneltmesi, eşinin ne dediğinin, istediğinin ve beklediğinin öneminin giderek zayıfladığı ve sosyal medya dünyasının ne dediğinin, istediğinin ve beklediğinin öne çıkması, ailenin yaşam dinamiğinde önce güveni, akabinde saygıyı, toplamda ise sevgiyi ortadan kaldıran çatlakların, uyuşmazlıkların, gerilimlerin, tartışmaların, çatışmaların, kırılmaların ve nihayetinde yıkımların gelmesini neredeyse kaçınılmaz hâle getirmektedir.

Sosyal medya, kadın ve erkeğin, modern dönemin insana daha baskılayıcı, zorbalayıcı ve biçimlendirici biçimde getirdiği "maddî değişim değeri" odaklı dünyevî bakışlarını yükseltirken "manevî değerleri" giderek hiçleştirmekte, birey bu hiçleşmenin yıkıcı tesiri altında sarsılan aile birliğinin ve beraberliğinin çatırdamasını duyamamakta, bir süre sonra bu aileyi sürdürmenin bir ihtiyaç ve gereklilik olmadığını düşünebilmektedir. Eşler, çağın yeni değerler sisteminin saldırıları altında aile içinden oluşması gereken kalkanlara sahip olmadığı müddetçe, özellikle sosyal medya dinamiğinde "aile olmanın değerini" koruyabilme dayanıklılığına ve direncine sahip değildirler. Bu etkileşim, kaçınılmaz olarak her geçen gün eşler ve aileler aleyhine artmaktadır.

Sağlıklı bir aile ortamının tesisi nasıl sağlanabilir? Devlet eliyle ve bireysel anlamda neler yapılabilir?

Saydığımız tüm olguları birleştirecek, uygulanmasını sağlayacak ve tüm devlet kurumlarınca istisnasız biçimde savunulmasını sağlayacak olan bir "Aile Millî Politika Belgesi" ve buna uygun hukuki ve gündelik uygulama alanlarının geliştirilmesi ile zemin için çok önemli ve belirleyici bir adım atılmış olur. Bununla birlikte hukukun belirleyici olmadığı bireysel ve toplumsal bilinçlenmeyi sağlayacak yukarıda dile getirdiğimiz hususlar gerçekleşmediği sürece bunların etkisi, kalıcılığı ve sürdürülebilirliği yine de şüpheli olacaktır. Dolayısıyla, ele aldığımız konu ve onu etkileyen süreçlerin karmaşıklığı, bu karmaşıklığı yönetmeyi mümkün kılacak kadar güçlü siyasi, sosyal ve kültürel yaklaşımlar geliştirmeyi, politikalar üretmeyi ve uygulamalar yapmayı gerektirmektedir.

Günümüz aile tipini nasıl değerlendiriyorsunuz, Türk Aile yapısı nasıldır, bundan ne derece uzağız? Nasıl olmalı?

Bıçak sırtı bir noktadayız. Ya tümüyle uçurumdan yuvarlanacağız ya da süreci değiştirebilecek, yeniden toplumsal bir atılım getirebilecek ve bunun içine bireyleri de dahil edebilecek bir değişim, dönüşüm ve öze-dönüş sürecini yaşayacağız. Öze-dönüş nedir? 200 yılı bulan modern yaşam deneyimimizin bizi getirdiği noktanın eksiklerini tamir edebileceğimiz hem binlerce yıllık Türk tarihinden hem de Türklerin İslâm'a girişinin ilk günlerinden bugüne 1200 yılı bulan ve her daim Türkleri dünyanın oyun kurucu, belirleyici ve lider toplumu yapan tarihsel, toplumsal ve dinî değerlerinden gelen kadim ve geleneksel -elbette çeşitli eksiklikleri ve yetersizlikleri olmakla birlikte- bizi bugünlere getiren birey tipini, aile sistemini ve toplum yapısını güncelleyici bir içerikle geri-çağırmak, bu birikimden alabileceklerimizi almak ve nihayetinde bu temele de yaslanarak tüm gücümüzle ailenin "toplumun yapı taşı aile" olma fonksiyonunu daha güçlü biçimde öne çıkarabilmektir.

*Doç. Dr. Erkan Çav

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 11.04.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.04.2025 12:03
1.088

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

- Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.
- Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.
- Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)
- İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.
- Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.
- Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 369 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com
Yorumlar
  • M.Ali sargın 2025.04.11 20:39

    gerçekten çok güzel ve çok doğruları gördüm (1990) ve (2025) şe kadar tamamen yaşadıklarımızı hepsini yazmıs