Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Bağcivan İle Konuştu, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Bağcivan İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden o

Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Bağcivan İle Konuştuk

27.07.2023 15:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Bağcivan İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Sorunun cevabı her ne kadar kişiden kişiye değişse de değişmeyen ve yazmakta en etkili olan sebep bana göre kişinin baş edemediği duygularını bir bakıma dışa vurma isteği, hiçlikten varlığa ulaşma çabası ile birlikte varlığın ruha nükseden sancıları, ruhun bu devinimdeki nidalarıdır. Ve fakat elbette gelişen şartlar da bir bakıma önemli bir etken.

Bende etkisini gösteren en önemli etken ya da öykü yazmanın beni cezbeden yanı özgürlük hissi ile birlikte dinamizmi. Her çağdaki hareketliliği ve durmaksızın insanlıkla birlikte konularının gelişmesi. Biraz daha açacak olursak, dinamizmini, en önemli malzemesi olan insanın duygularından ve yaşantısından alması. İnsanı etkileyen ya da olgunlaştıran ya da aksi olarak aczini açığa çıkaran her eylemini yine insanın sahip olduğu tüm renklerle birlikte dışa vurması. İnsanı sadece yaşayan sosyal bir varlık olarak ele almaması tüm duygularını, duyguların insan üzerindeki tüm etkilerini ortaya koyarak ele alması. Kısacası anlatmanın anlamlandırmaya olan etkisi.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Anlatmak ilk insan ve peygamber olan Hz. Âdemden günümüze kadar insanın yaşadıklarıyla gelişerek, duygu dünyasında biriktirdikleriyle sürekli kendini yenileyerek gelen eylemlerden belki de en önemlisi. İnsana ciddi bir değer ve önem atfeden Allah, anlatmak fiilini ilk insan Hz. Âdem ile başlatır. Kur'an'da geçen bir ayetle de örneklendirmek gerekirse Bakara suresi otuz birde "Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti." ayeti yazar. Yani hayvanların, eşyanın, bitkinin ve görebildiği her nesnenin ismini öğretti. Hz. Âdem öğrendiği bu isimlerle, gördüklerini, etrafında olup biteni, kendini duygu ve düşüncelerini ifade etti. Yine öğrendiği bu isimlerle cennetten dünyaya ilk düşüşte pişmanlığını hikâye etti. Hz. Âdem'den çoğalan insanoğlu onun Rabbi tarafından öğrendiği isimleri yaşantısıyla birlikte geliştirdi. Duygularını, günlük yaşamlarını bu kelimelerle ifade etti. Hatta ilk çağlarda dahi insan kendisine yük olan ya da içinde taşıyamadığı her sevinci anlatmak için edebîleştirme yoluna gitti: Olanı ya da olmasını istediklerini -hayalleri, arzuları, bazen de içten içe eriten bir hüznü,- bazen tiyatral bazen şifahi gelenek ile anlattılar. Yine Hristiyanların kutsal kitabı Yuhanna İncili de "Başlangıçta söz vardı." şeklinde başlar. Her ne kadar Söz'den kasıt Hz. İsa olsa da vahyin yani kelimenin kendisini Hz. İsa olarak gören inanırların, peygamberlerini maddi hâline ulaşmadan önce onu kelime-söz olarak gördüklerini özellikle belirtmek isterim. Yani buradaki durum bizim kitabımızda geçen Allah'ın Hz. Âdem'e kelimeleri öğretmesi gibi değil. Bu bağlamdan yola çıkarsak evet, bir bakıma anlatmak fiilini menşei açısından 'kutsal' kabul edebiliriz. Ben her ne kadar dini terimlerin gündeliğe ve eylemlere indirilmesini hoş karşılamasam da belki kökeni itibariyle kutsaldır diyebiliriz. Yani evet, elbette anlatmak, insanı ve yaşadıklarını hikâye etmek oldukça kıymetli ve önemli ancak bunun için 'kutsal' kelimesi ne kadar doğru bir tabir olur emin değilim. Bundan dolayı ilk çıkış yeri olarak belki kutsaldır denebilir.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Evet, Hece Öykü dergisinde yazıyorum. Edebiyat dergileri duvarsız okullardır. Yeni yazmaya başlayanlar için öğretmen, yazmanın büyüsüne kapılmış yazarlarımız için de kalemini her okuyuşunda açan ve şekillendiren birer atölyedir. Edebiyat gündemini takip edebilmek adına önemli olduğunu düşünmenin yanı sıra gelecek kuşaklara da dönem hakkında detaylı bilgiler sunan arşivler olarak görüyorum. Tıpkı Türk Edebiyatını, dönemin edebiyat dergilerinden en güzel şekilde takip ettiğimiz gibi gelecek kuşakların da bizim dönemimizdeki ayrıntıları bulabilecekleri önemli arşivler olduğunu düşünüyorum. Dönemin önemli olaylarını, bilimsel ya da sanatsal bir gelişmenin insanlar üzerindeki etkilerini en güzel şekilde yansıtan süreli yayınlardır. Çünkü gelişen ya da değişen herhangi bir olgu önce insanın duygu dünyasında daha sonra hareketlerinde kendini gösterir. İnsanı ve duygularını gözlemleyen her yazar da bu duruma mutlaka eserinde bir şekilde yer verir. Nitekim Tanzimat Dönemi ve Servet-i Fünun Dönemi dergilerini yakından incelediğimizde bunu görmekteyiz.

pb193323-1 Yine bunun yanı sıra her gün gelişen ve anlattığı konular ve yöntem bakımından değişen edebiyatımızın yakından takipçisi olma fırsatı da veriyor. Meselâ yazım dünyasına yeni giren kalemleri ve o kalemlerin gözlemleyip ruh ve zihin süzgecinden geçirerek özenle yazdıkları her bir metnin ilk okurları arasına katması gibi.

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınız

Genellikle muhatabım karakterin tam olarak kendisi oluyor. Karşımda değil nefesini hissedecek kadar yanımda oluyor. Bir olay çerçevesinde birini anlatmak şüphesiz o karakterle tam olarak bir olmayı, aynı düşünceye sahip olmayı bazen de direkt karakterin ruhuna girmeyi gerektiriyor. Sonuçta ele aldığınız karakterin olaylara karşı tavrını ve hissiyatını bilmezseniz kurgunuz gerçeklikten ve histen uzak bir anlatıya dönüşebiliyor. Gerçeklikten ayrılmadan bir kurmaca yazabilmek için ele aldığınız karakterin en sevdiği renkten gözlerini uzaklara daldıran düşüncelerine kadar her duygu ve eylemine vâkıf olmanız gerekir. Ben de tüm bu sebeplerden ötürü bizzat yazacağım karakterin tamamen ruhuna bürünebilmek onu eksiksiz ve tam bir karakter görünümüne sahip kılmak için tamamen o karakterin ruhuna bürünmeye çalışıyorum. Ki zaten bu bürünme tam olarak gerçekleştiğinde yazacağınız karakter de kendini size bir şekilde anlatıyor. Biraz önce de dediğim gibi nefesini hissettirecek kadar yanınızda oluyor. Kalp atışlarının melodisinden hüznünü ya da sevincini yakalayabiliyorsunuz. Elbette kurmaca bir yakınlık ama ne var ki kurmacayı yazarken siz kurmacanın içine girebiliyorsanız yazdığınız öykü kendi manasına bürünebiliyor. Yazacağım karaktere sadece zihnimdeki kurgunun getirisi olan kişilik özelliklerini yükleyemem bu karaktere haksızlık, kaleme de sadece yük olur. O karakteri sadece kendi zihin dünyamdaki hâliyle de besleyemem. Onu gerçek hüviyetine dönüştürmeden onunla tam bir uyum sağlayamam.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Hani karanlıkta yalnız başınıza başka bir karanlığa doğru ilerlerken ve korkunuz tüm damarlarınızda sizi titretirken küçük bir mumun ışığı karanlığınıza yol olur ya ben de zihnimi aydınlatan ve rahatlatan bir yol olarak gördüm öyküyü. Şüphesiz yazmasam da hayat kendi akışı içinde yine devam eder. Ne dünya dönmekten ne de gece siyahı yırtıp gündüze dönmekten vazgeçer. Her şey olması gerektiği gibi kendi düzeninde işleyişine devam eder.

Ben sadece kendi özelimde değil her edebiyat ya da daha genel bir ifade ile sanatla uğraşan her yaşam emekçisinin haklı nedenleri olduğunu düşünüyorum. Ve evet, haklı nedenlerim var: Var olmak gibi bazen de hiç olmak gibi. Ama sanırım en haklı nedenim gördüklerimin, kalbimi terleten her bir şeyin, sokakta gördüğüm naif bir güzelliğin sadece bende saklı kalmasını istemeyişim. Ya da bir rüya olan bu dünya âleminden asıl gerçeğe uyanıp payıma düşenleri paylaşmak bir nevi. Şüphesiz yazmasam da hayatın içinde yer almaya, yaşamaya devam ederdim. Ancak yazan, anlatan, kurgulayan ve karakter oluşturan biri olarak yazdıkça sanki daha fazla yaşıyorum. Yazdıkça sabit bir yerdeyken birden fazla hayatta dolanabiliyorum. İnsanlar, gördüğüm nesneler ve evren daha bir anlamlı oluyor. Her şey kalemime girmek için bekleyen birer objeye dönüşüyor. Ve cansızından canlısına her bir varlığın tüm dokusunu hissetme ve anlama imkânı veriyor yazmak. Yani yazmak sadece anlatmak ya da yaşatmak değil bir anlamda anlamaktır da öyle bir anlamak ki anladıklarınızın içinde kaybolmadan, hapsolmadan dışa aktarıp anlatabilmek. Kimi zaman anladıkları, insanı kendi içine hapseder: iç dünyasında yaşadığı hesaplaşmada sorularının ağırlığında hapsolur. İşte yazmak bana göre o hesaplaşma hapsinden sıyrılıp kelimelere tutunarak iç dünyasını özgürleştirmesidir insanın. İçinde olanı ve içini boğanı dışa vurmaktır. Üstelik apaçık anlatmadan, yazanın kendi anlayabileceği okurun da kendini bulabileceği, kendiyle örtüştürebileceği bir dille…

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Ben daha çok kaderimizi etkileyen olayların kurguya dönüştüğünü gördüm. Böyle bir deneyim yaşamadım.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Açıkçası ben yaşamımın hiçbir alanında yarış ya da birini geçme kaygısı taşımadım. Gerek içinde bulunduğum derginin kıymetli yazarlarını gerek tüm çağdaşım olan kıymetli yazarları sanatlarının emekçisi ve muhteremi olarak görüyorum. Fakat çağdaşlarımdan geçmek demeyelim de hani aynı kulvarda dahi olsam onur duyacağım bir isim elbette var: Hocam Vural Kaya. Onun gibi olmayı çok isterdim. Bu isteği uyandıran en önemli etken Vural Hocanın, sanatın hemen her dalına hâkim olan ender edebiyatçılarımızdan oluşudur. Ve çağının gerek problemlerine gerek yeniliklerine gerekse yeni çıkmış her yapıtına son derece hâkim ve bilgi-fikir sahibidir. Konuşmasından oturmasına kadar her eyleminde sanatını icra eden ve edebiyatı sadece yaptığı iş olarak değil yaşam şekli olarak gören bir edebiyatçımız olduğu için çok samimi bir itirafla ben onunla aynı kulvarda olmayı çok isterdim. Fakat bu sadece olması çok istenilen bir hayal. Yoksa Vural hoca ile aynı kulvarda olamayacağımın gayet farkındayım. Yani bir kalem düşünün ilhamın gelmesine gerek duymadan size teknik ve duygusal anlamda etkileyici bir anlatı ya da şiir çıkarsın. Ve sahip olduğu donanımla yetinmeyen sürekli okuyan ama durmaksızın okumaya ve izlemeye ve üretmeye devam eden biri. Sürekli en yeninin peşinde, sürekli araştıran ve yazmaktan, okumaktan asla yorulmayan bir kalem. Onun gibi sadece kendi alanıma değil sanatın tüm alanlarına vakıf olmayı ve edebiyatın tüm türlerini yakından takip edebilmeyi isterdim. Bir de onun gibi kısacık cümlelere uzun manalar yükleyebilmek isterdim. Evet, kesinlikle aynı kulvarda olmayı çok istediğim kişi Vural Kaya.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Hikâye, her ne kadar Türk edebiyatına, Tanzimat Dönemi'nde girmiş olsa da Türk toplumu, anlatı türüne yabancı değildi. Şamanların, meddahların anlattığı hikâyeleri ilgi ile takip etmiştir. Ancak Tanzimat Dönemi ve sonrası değişen ve gelişen yaşam şekli, okur-yazar oranı, halkın içinde bulunduğu siyasi ve sosyal ortam, batıda hızla gelişen eğitim-öğretim, bilim-sanattaki yenilikler gibi unsurların da etkisiyle zaten yüzyıllardır var olan bir edebi tür yepyeni ve daha çarpıcı daha şekillenmiş daha teknikleşmiş bir anlamda edebiyatımıza girdi. Her ne kadar ilk dönemler hikâye- öykü olarak adlandırılsalar da daha sonraları sanki biraz da mecburi bir ayrıma gidildi.

Bana göre de bu iki anlatı türü çok ince ve keskin farklarla birbirinden ayrılıyor. Hikâye daha geleneksel, kısmen okuru şaşırtma hedefi bulunan, bir başlangıcı ve sonu olan anlatı türlerinin genel adı. Öykü ise şaşırtma amacı gütmeyen, bir başlangıca ve sona bağlı kalmayan daha gerçekçi, daha modernist, modern bir kılıfı bulunan anlatı türü. Elbette kurgu her iki tür için de önemli olmakla birlikte öyküde daha esnekleştirilebilir. Direkt giriş bölümünden değil de gelişmeden başlayabilir bir öykü. Ya da hiç giriş ve gelişme olmadan sadece sonuç bölümünden başlar ve ilerler. Meselâ bir adamın içinde bulunduğu buhranı anlatırken öncesini kurcalamaya çok fazla ihtiyaç hissetmez öykü. Adamın o buhrana düşünceye kadarki evrelerinden bahsetmeden, direkt içinde bulunduğu anı yazabilir. Hatta tüm bunları da adamın sadece bir eliyle ince belli çay bardağını ağzına doğru götürürken diğer eliyle de sigarasını kül tablasına basarken anlatır. Küçücük bir zaman aralığına bir insanın en büyük ruhsal sıkıntılarını sığdırır. Ve olayı tam olarak bitirmeyi de kendisine görev bilmez. Öykünün sonunu okura bırakabildiği gibi karakterin üzerinde de noktalayabilir. Nitekim olay öykülerinde de yazar için durum çok farklı değildir. Ele aldığı karakterin duygularını, davranışlarını gerçeğe en yakın şekilde ele aldıktan sonra sonunu okura bırakabilir.

Yani hikâye daha çok kendi içinde kalıpsal bir anlatı türüyken öykü daha modernist ve daha özgür anlatım yollarını yazarına sunuyor.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

Açıkçası son zamanlarda iyi bir okur değilim. Her ne kadar eskisi kadar fazla okuyamasam da okumak için tüm fırsatları kolluyorum, vakit buldukça okuyorum. Okuduğum öykülerin paragraflarında gezinmeyi seviyorum.

Elimden geldiği kadar dergileri takip ediyorum. Hatta özellikle bir sonraki öykülerini merakla beklediğim, teknik anlamda takdir ettiğim öykücüler var. Yine ilk öykülerini dergide yayınlayan yazarları da özellikle takip ediyorum. Ve çoğunu da başarılı buluyorum.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 27.07.2023 15:00 - Güncelleme Tarihi: 27.07.2023 16:00
664
Yorumlar
  • Şule Funda Polat 2023.07.28 16:30

    Dergilerin her daim duvarsız okullar olarak gündemde tutulması için yazmanın sürekliliğini sağlayan yazarlara güzel yollar açılması temennisiyle Ayşe hanıma teşekkürlerimi iletiyorum

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Nasiruddin Tusi, 2020, Kaşif Çocuk Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları
Akşemseddin, 2021, Diyanet Vakfı Yayınları
Kudüs’e Yolculuk, 2022, Mecaz Çocuk Yayınları
Mutlu Dinozor Tontinosoruz, 2023, Tulu Kitap

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 86 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 7 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com