Weimar Kültürü: Erken Doğan Bir Cumhuriyetin Hüzünlü , Düşünce, Mustafa BUĞAZ

Weimar Kültürü: Erken Doğan Bir Cumhuriyetin Hüzünlü Hikâyesi yazısını ve Mustafa BUĞAZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden o

Weimar Kültürü: Erken Doğan Bir Cumhuriyetin Hüzünlü Hikâyesi

22.04.2024 09:00 - Mustafa BUĞAZ
Weimar Kültürü: Erken Doğan Bir Cumhuriyetin Hüzünlü Hikâyesi

Weimar Cumhuriyeti gerçeğe dönüşmeye çabalayan bir fikirdi.(s.19)

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin başına gelenleri biliriz de müttefikimiz Almanların serencamını pek bilmeyiz. Büyük savaştan sonra Türkiye ve Almanya iki farklı yola savruldu. Türkiye, cumhuriyeti ilan etmesine rağmen çok partili hayata geçemedi, bu yüzden belli bir süre totaliter ve baskıcı yöntemlerle yönetildi. Almanya ise cumhuriyete geçti ve tarihte eşine az rastlanır demokrasi örneği göstererek adına 'Weimar Kültürü' denilen bir yaşam biçimi yaratarak bütün dünyayı kısa süre de olsa şaşırtmayı başardı. Kısa süreli diyorum çünkü 9 Kasım 1918 tarihinde kurulan bu parlak cumhuriyet pek yaşamayacak, 30 Ocak 1933'te Nasyonal Sosyalist partinin karizmatik lideri Adolf Hitler'in iktidara gelmesiyle son bulacaktı.

Weimar Cumhuriyeti'nin ömrü kısa olmasına karşın dünya siyasi tarihine çok derin izler bırakan etkileri oldu. Stefan Zweig'ın deyimiyle insanlığın yıldızının parladığı anlardan biriydi diyebiliriz. Alman sanatının ve kültürünün zirve yaptığı, Berlin'in dünyanın önemli kültür başkentlerinden biri haline geldiği, Alman bilim adamlarının dünya çapında tanındığı kısa bir altın çağ idi:

"Weimar Cumhuriyeti aynı zamanda tüm dünyanın dikkatini Alman dansına, Alman tiyatrosuna, Alman sinemasına, Alman kurgusuna, Alman sanatı ve müziğine çeken nefes kesici bir kültürel çiçeklenme çağıydı. Cumhuriyet kısa (on dört yıl) ömrüyle orantısız bir heyecan dalgası getirmişti." (s.9)

Weimar Cumhuriyeti'nin bu başarısının temel sebeplerinden biri, Peter Gay'ın "çemberin dışındakiler" dediği güruhun çemberin içine dâhil edilmeleridir. Çemberin dışındakiler (demokratlar, Yahudiler, avangart sanatçılar vb.) Weimar Cumhuriyeti'nde çemberin içine girmiş, müzelerde, orkestralarda, özel araştırma merkezlerinde karar alıcılara dönüşmüştü. Bir anlamda Weimar kültürü, çok sesliliğe, çok kültürlülüğe ve demokrasinin bütün renklerine söz hakkı vererek barışçıl bir dünya yaratmış, ortak akıl ve özgür düşüncenin enerjisiyle her alanda verimli üretimler gerçekleştirmiştir. Weimar kültürünün kozmopolitliğini ve karmaşıklığını ifade edebilmek için şu sözler yeterince anlamlı sanırım:

"Weimar deyince akla sanatta, edebiyatta, düşüncede modernite gelir; oğulların babalara, Dadacıların sanata, Berlinlilerin kaba saba kültürsüzlüğe, ahlak-dışı olanların eski moda ahlakçılara karşı isyanı gelir; Üç Kuruşluk Opera, Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, Büyülü Dağ, Bauhaus, Marlene Dietrich gelir. Hepsinden önemlisi akla Weimar kültürünü bütün dünyaya ihraç eden sürgünler gelir."(s.15)

Burada Alman Yahudilerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor bence. Daha sonraları günah keçisi seçilip Nazilerin büyük katliamına maruz kalan bu milletin Weimar Kültürü içinde büyük bir yeri olduğu söylenebilir. 1918'den önce çemberin dışında görülüp sürekli dışlanan Yahudiler tarihte ilk defa Weimar Cumhuriyeti'nde çemberin içine girmiş ve harika işler başarmıştı. Şair Gottfried Benn otobiyografisinde Yahudiler hakkında yazarken, ırksal hassasiyetlerini de gözeterek şöyle der:

"1918 ile 1933 arasında Berlin'i Paris'in klasına taşıyan sanatsal, bilimsel, ticari yaratıların yol açtığı uyaran bolluğu esas itibarıyla nüfusun bu kesiminin maharetlerinden, uluslararası bağlantılarından, duyarlı kabına sığmazlığından ve en önemlisi onun kaliteye ilişkin sahip olduğu mutlak (totsicher) içgüdüden kaynaklanıyordu. (s.172)

Fakat bu güzel günler uzun sürmedi. Çünkü Weimar Cumhuriyeti'nin büyük zaafı, ömrünün kısa oluşunun çok önemli bir sebebi vardı: Birinci dünya savaşından ağır bir yenilgiyle çıkması ve Versay Barış anlaşmasının Almanları küçük düşüren kabul edilemez koşulları:

"…Weimar Cumhuriyeti küçük düşürücü bir yenilginin evladıydı ve bununla baş etmek zorunda kaldı. Cumhuriyet'in sona ermesinin önemli nedenlerinden biri de kesinlikle bu denli travmatik bir başlangıca sahip olup en başından beri ondan kurtulmaktan başka bir şey istemeyen düşmanlarla sarılı olmasıydı." (s.12)

Anlaşmanın yapılması Almanlar için telafisi mümkün olmayan, kasıtlı bir utanç kaynağı oldu, Naziler bunu propagandalarının başlıca temalarından biri haline getirdiler. Sürekli, anlaşmayı imzalayanları vatan hainliği ile suçlayıp zorla kabul ettirilen barışın feshedilmesini gündemde tutmayı başardılar. Weimar devriminin sorunları bununla sınırlı değildi. Devrimin ve cumhuriyetin sonunu getiren başka sebepler de vardı. Bunların en başında politik, ekonomik ve etik alanda istenen reformların gerçekleştirilemeyişi gelir. Ayrıca, eski imparatorluktan kalan, demokratik kültürü ve cumhuriyet değerlerini küçümseyen askeri, bürokratik ve elit sınıfın tasfiye edilmeyişi, geleneksel-otoriter yapının olduğu gibi devam etmesi, patlayan ekonomik krizler, yaşanan siyasi çalkantılar, büyük işsizlik oranları ve en önemlisi de demokratik ve akılcı siyasetin ihtiyaç duyduğu yeni kurumların yaratılamaması gibi etkenler neden oldu. Parlak bir politik gazeteci olan Carl von Ossietzky, bu durumu daha Haziran 1919 gibi erken bir tarihte şöyle özetliyordu:

"Eski yöntemlerden mutlak bir kopuş ve yeniden yapılanma bekleme hakkımızın olduğu üç alan vardı: salt politik, iktisadi ve ruhsal-etik alan." Fakat "devrim neyi başardı? Verilecek cevap gerçekten üzücüdür. On yıllar önce emanet sandığına kaldırılmış olması gereken şöhretler iç ve dış siyasette kasılarak ortalıkta dolanıyor. İktisadi yeniden yapılanma durmadan ertelenirken, anarşi, bencillik, vurgunculuk galebe çalıyor. Direnen yok, yumuşak başlılıkla kabul var. Düşünceler sefil; cesaret ve inanç namevcut" (s.36)

Bunlar vahim stratejik hatalardı ancak Weimar'ın adamları, eski düzenin mekanizmalarını (orduyu, devlet memurlarını ve mahkemeleri) ehlileştirmeyi ya da dönüştürmeyi başaramayarak çok daha vahim bir hata yapmıştı. 7 Mayıs 1933 tarihinde, Nazilerin iktidara gelmesinin üzerinden üç aydan biraz fazla bir zaman geçmişken Friedrich Meinecke, tarihçi dostu Walter Lenel'e içini şöyle dökmüştü:

"Alman halkı parlamenter demokrasiye hiç hazır değildi, özellikle de Versay Barışı'nın baskısı altındayken."(s.43)

Yine başka bir yerde geçen şu sözler Alman halkının demokratik kültüre ne kadar yabancı olduğunu gösterir:

"Demokratik Weimar Anayasası gerçek siyasetin kapılarını açtığında, Almanlar saraya buyur edilmiş köylüler gibi nasıl davranacaklarını bilmeden kapının ağzında durup şaşkınlıkla bakakalmıştı."(s.98)

Yine de bütün kabahati halkta aramak haksızlıktı. Cumhuriyetin siyaset hayatının halktan kopuk, biraz da gülünç bir gösteri olduğunu düşündüren kimi nedenler de vardı:

"Milyonlar açken parti yandaşları laf kalabalığı yapar, nutuk atar ve birbirine hakaret ederdi. Siyaset herkesin katkı sağlaması gereken ancak yalnızca siyasetçilerin kazanabileceği bir oyun gibi görünüyordu. Kabine bunalımları birbirini izlerken, Weimar'ın on beş yıldan kısa olan ömrü içinde on yedi hükümet kurulmuştu."(s.102)

Bu istikrarsızlık/güvensizlik ortamında, sarsıcı krizler sonucu işsiz ve umutsuz kalan Alman gençliği aşırı sağa kaydı. Naziler bu durumu fırsata çevirmekte gecikmedi. Gençlik kamplarını ve örgütlerini ele geçirerek gençleri kendi taraflarına çekmeyi başardılar…

"Weimar Cumhuriyeti gerçeğe dönüşmeye çabalayan bir fikirdi.(s.19) Ama dönüşemedi. Weimar'ın isim olarak seçilmesi bile işe yaramadı. Bir ülkenin Goethe'nin doğduğu şehirde kurulması, o ülkenin Goethe'nin suretinde olmasını sağlamadı. Yani ürettikleri hümanist ve evrensel kültür kalıcı olamadı. Ya da şöyle diyelim: Eski geleneksel, idealist ve militarist kültür yeni kültüre galip geldi. Çünkü erken doğan yeni hayat biçiminin doğum travması çok şiddetli oldu. Yazarın deyişiyle Almanlar, cumhuriyetle yaşamayı öğrendiler, onun gelişinin bir tarihsel gereklilik olduğuna hükmettiler, bazı liderlerine saygı duydular ancak onu sevmeyi hiç öğrenemediler, bir geleceği olduğuna da hiç inanmadılar ve içten bir bağlılıkla bağlanmadılar. Güzel başlayan hikaye kötü bir facia ile son buldu. Sözlerimizi şu hüzünlü cümlelerle bitirelim:

"Birkaç ay içinde Adolf Hitler Almanya Şansölyesi oldu ve Weimar ahalisi yanına Weimar ruhunu da alarak dört bir yana dağıldı: Kimi kendi içine, Ezop diline çekildi, kimileri soykırım kamplarında ölüme gitti; Berlin'deki dairelerinde kapıları vurulunca intihar edenler, İspanya cephesine gidenler, Paris'te, bir İsveç köyünde, bir Brezilya kasabasında daire kiralayanlar, New York'ta otel odası tutanlar oldu. Ancak kimisi de Weimar ruhunu hayatın içine, müthiş kariyerler yaparak iz bıraktıkları laboratuvarlara, hastanelere, gazeteciliğe, tiyatrolara, üniversitelere taşıdı ve bu ruh gerçek yurduna orada kavuştu, sürgünde."(s.186)

Weimar Kültürü
Peter Gay
Çev: Eren Buğlalılar
İletişim Yayınları
İstanbul 2023
246 sayfa


Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 22.04.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.04.2024 00:08
276
Yorumlar
  • Sabri Ünal 2024.04.22 15:06

    "Siyaset herkesin katkı sağlaması gereken ancak yalnızca siyasetçilerin kazanabileceği bir oyun gibi görünüyordu." cümlesi hiç değişmeyecek gibi.

  • Mustafa Buğaz 2024.04.22 20:56

    Türkiye'deki son seçimlere katılım oranındaki düşüş de bununla alakalı. Artık kimse siyasete ve siyasetçiye inanmıyor.

Mustafa BUĞAZ Hakkında

Mustafa BUĞAZ

Hakikatin peşinde koşan, münzevi, mütecessis bir fikir işçisiyim.

Mustafa BUĞAZ ismine kayıtlı 26 yazı bulunmaktadır.

Twitter