Huzuru Bern’de Buldum
İsviçre'ye ikinci kez gidecektik ve gidiş amacımız Alp dağlarına tekrar kavuşmak, uzun yürüyüşler yapmak, göllerinin o eşsiz güzelliğini görmek, heybetli dağlarının arasına kurulmuş sessiz ve huzurlu köylerinde kısa da olsa zaman geçirmek, kendi yaşadığımız ülkenin kalabalığından, siyasetinden, yaşam standartımızdan çıkıp bir nevi hayal âlemine doğru yolculuk yapmaktı. Bir haftalık rota oluşturduk, uçak biletlerimizi aldık ve yola çıktık. Seyahatlerimizde şehirlere az ama doğaya uzun zaman ayırmayı seviyoruz. İsviçre'nin başkenti Bern'i de görmek istiyorduk. Orada yaşayan bir arkadaşım Bern'in gezilecek değil ama huzurla yaşanacak bir şehir olduğunu söylemişti. Daha önce okuduğum Lizbon'a Gece Treni kitabında bu şehir geçiyor hatta Kirchenfeld Köprüsünde başlıyordu.Antik Diller profesörü Gregorius Bern'den trene binip Lizbon'a doğru yola çıkmıştı. Kitapta;
'' Gregorius karşıya, Bern şehrinin tarih müzesinin sivri kulelerine, yukarıda ki Gurten Tepesine ve aşağıya, buz yeşili sularıyla Aare'ye baktı.'' diyordu ya hem köprüyü hem de buz yeşili nehri çok merak ediyordum. Şehri gezmeye bu köprüden başladık,nehre doğru inip o muazzam rengini, akışını seyrettik. Köprü gerçekten de şehre çok yakışmıştı.
Daha sonra kızımın isteğini yerine getirmek için Einstein Müzesine doğru yola devam ettik. Ama o gün pazartesi olduğundan tüm müzeler gibi orası da tatildi. Neyse ki biraz ileride Einstein Evi vardı, burayı büyük bir merakla gezdi. Modern fiziğin başlangıcı sayılan ve dört makaleden oluşan ''Mucize Yıl'' adlı çalışmanın sergilendiği Einsteinhaus Kramgasse caddesinde bulunuyor. Eşi ve çocuğuyla 1903-1905 yılları arasında bu evde yaşamışlar.
Alp dağları eteklerinde ortasından geçen turkuaz nehir, yanlara dizilmiş kırmızı taşlı evlerle Bern gerçekten huzurla yaşanacak bir şehir. Gürültü, kalabalık, trafik yok, sokaklarında plansız bir şekilde gezerken bir parka geliyoruz. Aare nehrinin kıyısında iri kahverengi hayvanları görünce şaşırıyoruz. Burası Bear Park, şehri simgeleyen kahverengi ayıları barındıran bir park.
Yine yürüyoruz şehir merkezine doğru ve burada ilginç bir heykele rastlıyoruz. Bebek Yiyen Canavar Heykeli. Nasıl olur demeyin, gerçekten bir canavarımsı adam oturmuş kucağında ki bebekleri yiyor. Bern'de bulunan heykeller ve çeşmeler çok ilginç. Eski şehrin içinde ki bu heykeli Hans Gleng 1545 yılında yapmış, heykele dair birçok rivayet var. İsviçre mitolojisinde çocuklara hediye getiren Noel Baba gibi değil, bu çocuk kaçıran ve yiyen Krampus denen bir canavar.
Şehrin simgelerinden biri de panoramik saat Zytglogge yani saat kulesi altında blog dünyasından tanıştığım biriyle buluşuyoruz. Yıllarca birbirimizin yazılarını okuyup kısmet olup Bern'e gittiğimizde orada yaşayan blogcu arkadaşımla buluştuğumuzda sanki hep birbirimizi tanıyor gibiyiz. Artık onun rehberliğinde gezmeye başlıyoruz. O gelene kadar bir kaç saattir gezdiğimiz için hem dinlenme hem sohbet edebilmek için bir yerde oturalım deyince ''hadi sizi manzaralı, ağaçların, çiçeklerin bol olduğu yere götüreyim'' diyor. Rosengarten şehri tepeden gören gül bahçeleriyle donatılmış bir park. Orada ki dinlendiğimiz ve sohbet ettiğimiz saatleri unutamıyorum.
Şehre tepeden seyredebileceğiniz bir diğer park ise Münsterplattform parkıdır. Parlamento Binasından birkaç dakika uzaklıkta bulunuyor. Burası da yemyeşil ve insanların güvenle gezdiği yerlerden biri.
Bern şehri bildiğiniz başkentlere hiç benzemiyor. Ülkelerin başkentleri genelde yüksek apartmanları, iş kuleleri, finans merkezleri ve kalabalık caddeleriyle bilinir. Ama Bern hiç öyle değil, sanki bir ülkenin sakin şehirlerinden biri gibi. İsviçre'nin doğası gibi başkentinin böyle farklı oluşu beni çok şaşırttı. Oraya sadece bir gün ayırmıştık aslında buna şehri görünce üzüldük. Ama belki tekrar geliriz diye umutlar yeşerterek ülkeden ayrıldık..
Yazar: Pelin YİĞİT - Yayın Tarihi: 30.04.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.04.2024 13:48
Her yazınızda biz de sizinle beraber keyifle geziyoruz. Teşekkürler.