Günümüzün Anlatıcıları: Gülnaz Eliaçık Yıldız İ, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Gülnaz Eliaçık Yıldız İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr s

Günümüzün Anlatıcıları: Gülnaz Eliaçık Yıldız İle Konuştuk

22.02.2024 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları: Gülnaz Eliaçık Yıldız İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Gelişen şartların getirdiği ve götürdüğü hayaller, yazmaya yönelten bir etken diyebilirim, eminim başka sebepler de vardır. Bu herkes için değişen bir dinamik, kendim için söz açacak olursam galiba en temel nedeni anlaşılmak ve anlamlandırma isteği. Kendini düğümlemek sonra da o düğümleri çözme ihtiyacı. İnsanın yaşarken sıkıştığı, tıkandığı çok yer oluyor. Bu tıkanıklık duygusunu gidermek için ben yazıyorum, bir başkası resim yapıyor, öbürü şarkı söylüyor. Kimisi yemek yapıyor, örgü örüyor. Hepimizin kendimizi rahatlatmaya ama aynı zamanda da rahatsız etmeye ihtiyacı var. Bende ki yazma isteği bu ihtiyaçlardan hâsıl oluyor galiba.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Sözlü kültür olmasaydı bugünkü yazılı kültüre ulaşamazdık muhtemelen yani anlatı yazıyla değil de iyi ki sözle başladı diyorum ben. Sözü kutsal kılan onun anlamı olduğu kadar söyleyeni ve sahip çıkanı bence. İnsan olmadan pek bir şeyin değeri olmuyor bana göre, bu nedenle yazdıklarımızın okuyanda bir yere karşılık gelmesi benim için yeterince kutsal bir hadise. Platon'un mağara alegorisi herkesin malumudur, oraya düşen ışıkla nesneler duvarda gölge olarak görülür ve içerideki zincirlenmiş üç kişi bu nesneleri gerçek olarak algılar ancak zinciri koparan kişi aslında etrafta kimsenin olmadığını, kendilerinin nesnelere anlamlar yüklediklerini fark eder. Bunu diğerlerine de inandırmak ister ancak zincirli iki kişi onun delirdiğini düşündüğü için ciddiye almazlar. Buradaki mevzu başka olsa da ben insan cihetinden bakacağım yine. Dünya yaratıldığından beri ışık da var, gölge de ama anlam Âdem ve Havva ile hâsıl oldu.

Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Bir şablona oturması gerektiğini düşünmüyorum çünkü bu sefer bir sınır peyda olacak bu da o zenginliğin gelişmesi önündeki bir tehlike. Birtakım cesur denemeler yapılıyor bu özellikle şiirde dikkat çekici bir halde mevcut. Ben bir Whatsapp konuşmasını şiir formunda okumaktan keyif aldım mesela ama o konuşma gerçekten ben de şiir okuyorum hissi uyandırmıştı. Ya da bir şiirin içinde anlatılan öyküyü, öykünün içindeki şiiri tabii estetik ve şiirselliğin kıvamı tutturulabilmişse. Yoksa bu saçma bir konuşma okudum hissi oluşturan biçimsel bir denemeden öteye gidemezken diğeri de şiir olamamış dizelerin "bari boşa gitmesin yazdığım" meselesi ile öyküye dönüşmesi olur ki bunu da bence sıkça okuyoruz. Lirizmin melodrama oradan arabeske atlayan bir yapısı mevcut, yemeğin tuzunu ayarlamak gibi. Ya da nesir şiirler mesela, nesir niyetiyle başlamış da uzun yazmaya üşenince kişi bari şiir olsun demiş! İmkân geniş ve buradan zengin şeyler çıkıyor kesinlikle hatta kimi dergiler bu yeni denemeler üzerine de yoğunlaşmış durumda Buzdokuz dergisi gibi. Zaman gösterecek yine de belki akademi bu konular üzerine eğilerek şablon çıkarabilir benim düşüncemin aksine bir düzene girerse belki daha iyi şeyler çıkar kim bilir…

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Zaman zaman evet, şimdilerde Karabatak dergisinde öykülerim yayımlanıyor. Son olarak Çare dergisinde bir yazım yayımlandı. Görünmek gerektiğine de inanıyorum ama bu konuda seçici olmak da gerekli. Edebiyat dergileri genç kalemler için bir yol bulma kılavuzudur, yeni isimleri ve çalışmaları görmenin yeridir. Ancak bu geleneği koruyamayan dergilerimiz de mevcut, sürekli aynı isimlerin yazısı ve şiirini görmekten bazen yoruluyor insan. Yeni isimler keşfetmeyi seven biri olarak Karabatak dergisinin bu anlamda bir okul görevi gördüğünü düşünüyorum, her sayıda muhakkak birkaç yeni ismin şiiri, öyküsü, denemesi yer alıyor.

g2

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Karşıma birini almıyorum ama genelde görerek yazdığıma inanıyorum. Kurgu kafamda bittiğinde yazmaya otururum yani öykü nasıl başlayacak ve bitecek bellidir, tabii bazen yazdıklarım kendi yolunu da bulur tahmin ettiğim sonun tam tersine bir öykü yazdım geçenlerde ama bu durum az olur. Okuyucuyu hiç düşünmem yazarken ancak aklıma gelen tek yer, yazdığım şeyi bitirdikten sonra onun birine zararı dokunup dokunmayacağı, yanlış bir yola sevk edip etmeyeceğidir.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Aslında benim temel meselem yazmak, öykü bu işi daha kolaylaştırıyor sadece. Çünkü kurgunun sizi olmadığınız biri gibi olmak, onun gibi düşünmek ve düşündürmek gibi bir misyonu var. Bu minvalde yazarlığı özellikle öykü ve roman yazarlığını oyunculukla çok benzeştiririm ben. Oyuncu sahnede tek bir kişiyi oynarken yazar roller arası koşuşturmak zorundadır ve bunu belli etmeden yapmalıdır. Bu koşturmayı seviyorum, olamadığım insanları olmayı, hiç yaşamadığım hayatları yaşamayı…

Yazmasam delirmezdim ama Ayşegül Genç'in dediği gibi: "Kendimi yazarak ifade edemeseydim nakış işlerdim, ahşap boyardım, şarkı söylerdim yine de bu insanlarla konuşmazdım. Şu insanlarla da. O insanlarla da."

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Kendi kaderim olacağı gibi bir endişe taşımıyorum ama yazdıklarımın bir yerde yaşanmış ya da yaşanacak olduğuna çok inanırım. Kitabım çıktıktan sonra da yazdığım bazı paragrafları veya öykü isimlerini vererek, "burada benim hayatımı anlatmışsınız "diyen birçok kişiyle konuştum. Bunu deneyimlemek güzel bir histi.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Çağdaşlarımı takip etmeyi severim gerek öyküde, gerekse şiirde ancak yazmak meselesinde yalnız olduğumuzu düşünürüm. Eğer mesele gerçekten yazmaksa tabii. Bu sebepten hayatım boyunca neyle uğraşırsam uğraşayım tek rakibim kendim oldu. Önceki yaptığım işten daha iyisini yapmak gibi bir yaşam şiarım var bu yüzden ben kendimin birincisiyim! Yoksa kitap meseleleri karışık, edebi çevrelerle ilişkiniz, sosyal medyadaki takipçileriniz ya da sizi sunan kişilerin takipçi kitlesi, kitabınızın reklamı, dağıtımı, yaşadığınız coğrafya vs. gibi birçok unsur mevcut. Hani bir yarış da olsa hakkaniyetli bir yarış olmazdı kanımca.

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Ben bir fark olduğuna pek inanmıyorum doğrusu, hikâyesiz bir öykü olmaz ana unsur hikâyedir. Öykü yazmak için bir hikâye ararız biz öykücüler, sağlam bir hikâye… Ancak illaki fark ararsak öyküyü daha kurgusal metinler olarak ayırabiliriz belki, hikâyede sözlü kültür geleneği daha baskınken, öyküde modernizmin etkisiyle günümüz insanın sesi baskın çıkar.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

İyi bir öykü okuru olduğumu düşünürüm çünkü yazmanın menbağı okumaktır. Okumadan anlık hissi durumlarla yazılan şeylerin geleceğe dair bir kalıcılık sağlayacağını düşünmüyorum. Eskiden iyi bir dergi okuruydum, şimdilerde de vaktim yettiğince okumaya çalışıyorum; Karabatak, Aşkar, Buzdokuz, Çare, Yitiksöz evime giren dergiler. Yeni çıkan kitapları da gücüm yettiğince almaya dikkat ediyorum. Şimdilerde elimde Sema Bayar'ın Vakitsiz Ölüler Yurdu var, severek okuyorum öyküleri, bir de Fatma İçyer'in Teyzeler ve Maymunlar kitabı da iyi bir kitaptı, yeni çıkmadı ama Hümeyra Yabar'ın Hayvan Geçidi isimli kitabını da kıymetli buluyorum, modern bir fabl örneğidir.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 22.02.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.02.2024 19:09
643

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Yayınlanmış Kitapları

- Elim Kolum Kulaklığım, Tulu Kitap, 2024
- Mutlu Dinozor Tontinosoruz, Tulu Kitap, 2023
- Kudüs’e Yolculuk, Mecaz Çocuk Yayınları, 2022
- Akşemseddin, Diyanet Vakfı Yayınları, 2021
- Bütün Ağırlıklarım, Hece Yayınları, 2021
- Nasiruddin Tusi, Kaşif Çocuk Yayınları, 2020
- Omzumda Biri, Hece Yayınları, 2017
- Kamu Baş Rüyacısı, Ebabil Yayınları, 2014

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 107 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 8 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com