Sanat Psikolojisi Ekseninde Bir Kendilik Şiiri
Sanatın geleneksel tanımlarından biri "insanın kendini ifade etme yöntemi" şeklindedir. Bu tanımlamada yer alan "kendilik" ifadesi izaha muhtaçtır. Kendilik; bireyin-sanatçının kendi hayatındaki bağlantıları sanat nesnesine dönüştürmesidir. Bu kapsamın içinde, sanatçıyı etkileyen / çevreleyen dış dünya ve iç dünya yaşantısından da söz edilmektedir. (Haksal, 2014) Kendilik bir zihinsel yapıdır. Kendine ait bir gelişim çizgisi vardır, kendine ait psikopatolojisi bulunur ve kendine ait tanımlanabilen kapasiteleri vardır. (Masterson, 2017)
Sanat psikolojisine giriş anlamında "yaratıcılığı ve sanatsal değerin psikolojik bir bakış açısıyla incelenmesi" tanımlamasını yapmak gerekiyor. Burada sanat psikolojisinin güzel sanatların tümünü bir yöne doğru çekip aynı noktaya toplayan bir kavşak oluşundan da söz etmeliyiz.
Sanat psikolojisi için geçerli felsefi temelin çıkış noktası içe bakıştır. İçe bakış ilk olarak sanatçının, üretme özgürlüğünün nedensizliğine de dayanaktır. Dış dünya ve iç dünya yaşantısıyla olan bağı bu özgürlüğü kısmi şekilde kısıtlamasına rağmen. Bu kısıt, sanatçının yaşadığı ortam ve kültür dışında eser ortaya koyamama kuralının temelidir. Bu noktadaki en önemli mesele, kendi varlığını ve benliğini eserlerinde mesele yapmasıdır. Sanatçının kişisel hayat çevresi ve özellikle çocukluktan devşirdiği halleri bu mesele bağlamında ön plana çıkar.
Bilinçaltının da bu "mesele" anlamında etkin olduğu açıktır. Psikoloji ve sosyal bilimlerin incelediği bu mesele pekâlâ sanat yoluyla da incelenebilir. Bu neviden incelemeler edebiyat çevrelerinde özellikle de ülkemizde biyografik çözümleme şeklinde görülmektedir. Sanatın ve hayatın görünen / görünmeyen bağları odak alınarak bir sorgulama yapılmasıyla sanatçının kendini gerçekleştirme durumu ortaya konabilir. Sanatçının hayatı ve bilinçaltı, üretime katkısı ve birlikte sanat sürecine etkisi değerlendirilebilir. Sanatçının hayatına dair birikimlerin (düşünsel ve duygusal) birbiri içinde sanata bir biçimde yaklaştığı ve sanatın-şiirin kendi başına bir ifadeye dönüştüğü bir vakıadır.
Sanat eserinin, insanın isteklerini, hayallerini, duygularını dile getirdiğine dair yaygın kanaati bilirsiniz. Aynı şekilde Psikoanalitik ekol de yaygın kanaatteki gibi sanata spesifik bir yaklaşımdan ibarettir. Bu ekole göre, sanat eseri, sanatçının; isteklerini, hayallerini, bastırmak istediği duygularını, bir başka plânda dile getirir. Psikolojik verilerin, sanatçı hakkında verdiği bilginin, sanat eserinin bildirisini açıklamaya yardım ettiği bir gerçektir. Ancak her yaygın kanaat ya da teorinin elbette tam ve doğru olmadığı da gerçektir. Çünkü bu kanaat, sanatın tarihsel gelişimi dikkate alındığında açıklanabilir olmaktan çıkmaktadır. Edebiyat tarihçisi Hippolyte Taine'ın, edebiyatın tarihi gelişimine yönelik olarak malum kanaatin / ezberin (insanın isteklerini, hayallerini, duygularını dile getirdiği…) dışında bir yaklaşımı vardır. Taine, zaman, ırk ve çevre unsurlarından oluşan üçlü bir bakış açısı oluşturmuş ve edebiyatın gelişimini bu bakış açısıyla açıklamaya çalışmıştır. Bilgin Güngör'ün bu hususta ve 'Aynı gelişim yasalarının gözlemlenmesi' bağlamında yaptığı analoji ilginçtir: "… bir başka sanat alanının bir başka dönemini, yani erken Cumhuriyet dönemi Türk mimarisini ele alırsak, her şeyden evvel kapitalist ekonomi temelinde yükselen modernizmin, yani ulus-devlet dönemi izlerinin bütün sanat alanları gibi mimariye de yansıması olgusuna şahit oluruz." (Güngör, 2015). Psikoloji bu algı ve bakış açılarını silkeleyen şu soruyu sorar: "insanın, sanat eseri üretmesini yöneten şey nedir?" Bu soru ve bu soruya cevap olabilecek her yaklaşım sanatın kaynağına doğru bakışı hep bir adım ilerletir. Cevaplardan biri mesela şu olabilir: İnsan, temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendini ifade etmenin estetiğini yakalamıştır. (Elbette bu cevap da ezberdir.)
Sanatçının yaratıcı gücü, en başında, sanata konu-malzeme olmadan daha, insanın ruhsal yapısıyla gerçekleşir. En soyut üretimler, imaj ve metaforlar bile, daha önce görüntüsü ve biçimleri sanatçının zihninde var olan veriye dayanır. Buradan bir adım geri gidelim: İnsan gözü, olay ve eşyayı algılarken, salt fotoğraf makinesi gibi çalışmaz. Büyük eser; kavranması zor, sembol-imaj ve metaforlarla zenginleşmiş ürünlerdir. Sadece uyarıcı olma özelliği ile büyük değildir. Eserdeki kültür etkeninin gücü, alımlayıcı tarafından çözümlenir. Bu esnada da fıtri-tabii olan tipolojiye nelerin eklendiği dikkatle ele alınmalıdır.
"Bir Düğün İki Cenaze" (Ertaş, 2022) şair Selman Ertaş'ın ilk şiir kitabı. Bu yılın Eylül ayında Ketebe'den çıktı. 80 sayfadan oluşan kitap üç bölüm ve on altı şiirden mürekkep. Bölüm isimleri Nacak, Kan Sıçramak ve Bir Düğün İki Cenaze şeklinde. Bu isimlendirmelerin ilginç olduğu notuyla Selman Ertaş'ın şiir dünyasına sanat psikolojisi bağlamında girmeye çalışalım. Bunun sebepleri var çokça. İlki kendilik. Tanım yaparken "sanatçının kendi hayatındaki bağlantıları sanat nesnesine dönüştürmesi" demiştik. Selman Ertaş'ın, hayatına dair işaretler, kodlar hatta açık ifadeleri var. Şair kendiliğini ifade etmekten mutlu. Hatta Selman Ertaş şiirinin gözlemleyebildiğim kadarıyla tamamen bir "kendilik" şiiri olduğunu, kendinden bir çıkmayla topluma yöneldiğini de söylemeliyim. Burada "sanatın kendini ifade etme" ezberi gerçekleşiyor. Bütün ezberler kötü değildir nitekim! Şairin kendiliğini okura açan örnekler verelim o halde:
"Masada omuz verdin sahada pas"
"Sergen atmış şampiyonluk gelmişti"
"Sayısal için sayılar sordun, hep sordun hiç bitmedi"
"Sonra bombalar yağdı Halep'e ağladık ve seyrettik" (Fadel)
"Konuya dönelim konuya bana ve Allah'a" (Acı Gerçekler)
Affet adlı şiiri de baştan sona tamamen kendilik ifadesidir.
Sanatçının yaşadığı ortam ve kültür dışında eser ortaya koyamamasını, şairin kendi varlığını ve benliğini eserlerinde mesele yapmasına bağlamıştık. Selman Ertaş yola kendinden çıkan bir şair olarak, kendini (ve kendiliğinin doğasında var olan değerleri) şiirde mesele yapıyor. Geçiş usulca ama gür bir sesle. Nacak şiirinden örnekler verelim.
"Anasız çırak oldum çayladım / topladım boşları / dağıttım / tazeledim"
"Zulüm amorti gelir bana"
"Ne zaman davransam derdime ben"
"Yağmurda bardaktan boşanan benimdir"
"Yürüyün bayramdır dediler okulda / dizdiler sıraya / sağ baştan saydık"
Yaygın kanaatlerden bir diğeri de yine spesifik bir yaklaşım olan Psikoanalitik ekoldür. Bu ekole göre, sanat eserinin; istekleri, hayalleri, bastırılmak istenen duyguları, bir başka plânda dile getirdiği düşünülmektedir. Öte yandan sanatçının hayatı ve bilinçaltı, üretime katkısı ve birlikte sanat sürecine etkisi değerlendirilmeli demiştik. Bu iki meseleye dair Ankara Onkoloji şiirinden örnekler:
"Yorgun olsan bile / pis bir şüphe daldırmaz seni"
"Küf ve duman, kanımda ve göğsümde / bilmem kaçıncı meydan harbine tutuştular"
"Böyle devrildi yürüdü takvimler derken"
"… kavme bakınca / rab üzgünlerden bir ordu halketmiş"
"İhmaller ve azalarak artan popülasyon / bize bilinç olarak yutturuluyor"
"İnsan yine kendi için tercih ediyor bir şeyi diğer şeye"
"Bu kadar kazaya bu kadar belaya / bu kadar kadere bu kadar iç sese / bu kadar tümöre"
"Ankara'da yaslı bir hatıradır eklenir tarihin defterine"
Sanatçının yaratıcı gücüyle ilgili, ruhsal yapısının öneminden söz etmiştik. En soyut üretimler, imaj ve metaforların bile, sanatçının zihninde var olan veriye dayandığını belirtmiştik. Bu var olan verinin yaşadığı toplumdan devşirildiğini de not edelim.
"Ve kork biliyorsa bir elin verdiğini diğeri"
"Özal yok. Erbakan ve Çiller / Aydınlanma direklerinde afişler"
"Yanıyordu 96 kışında" (1996)
"Allah'ım bana haykıracak bir vadi yarat / bozkırı sevmedim
Çünkü herkes sever annesini" (Ankara Onkoloji)
Her ne kadar yorumlamak istemesem de şairin bu mısralarından taşan coşkuyu paylaşmak istiyorum. Şairin zihninde haykırılacak mekân uçurumdur, vadidir. Annenin hastalığıyla ilgili kendisinde oluşan hassasiyet üzerinden, bu hassasiyete sebep gösterilen Ankara'nın bozkır oluşu söz konusudur. Vadi, bozkır ve anne imajları zihnindeki verileriyle birlikte şiirde yer almıştır. Hassasiyetin soyutluğunu bu üç imajla veriye dayandırmıştır şair.
Özetle Selman Ertaş şiiri içinde yaşadığı realiteyi beslenme kaynağı ve veri haline getirmiş yeni-realist bir şiirdir. Gerçekliği iliklerinize kadar hissedersiniz. Hissedersiniz çünkü açıkça anlatmaz. Dolayısıyla imaj ve metaforlara yüklenmiş bir veriyle karşı karşıya olduğunuzu fark edersiniz. Lirizmin dozunun çok iyi ayarlandığını, coşkunun epopeye değil, kendisinde verili olan şiiriyete dönük olduğunu söylemek mümkün. Çünkü epope daha çok dışa dönüktür. Selman'ın şiiri bu bağlamda hem epopeden hem de lirizmden bir çıkmadır.
Selman Ertaş şiiri sanat psikolojisi bağlamında içe bakıştan, içe bakışı bütünleyen verilerden (bu veri dıştan devşirilme elbette) üretilmiş izlenimi veriyor bana. Şairin, üretme özgürlüğünün nedensizliği bu noktada sekteye uğruyor ki onun şiiri için pozitif bir gelişme bu. Çünkü içe bakıştan başlayan üretim süreci, yedeğine topladığı verilerle topluma dönük bir sarsma-silkeleme işlevi de yapmaktadır. Onun kendi varlığını ve benliğini eserlerinde mesele yapması, şairin de sosyal bir varlık olması gerçeğiyle ilgili. Dolayısıyla yaşadıklarından ve içinde yaşadığı ortamdan uzak bir anlayışı yok. Özetin özeti, Selman Ertaş şiiri yeni-epik değil, yeni realist bir şiirdir.
Kaynakça
Ertaş, S. (2022). Bir Düğün İki Cenaze. İstanbul: Ketebe.
Güngör, B. (2015). Asos Journal.
Haksal, A. H. (2014). Kendilik ve Edebiyat. İstanbul: İz.
Masterson, J. F. (2017). Gerçek Kendilik. Litera.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 31.10.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.10.2022 23:51