İvo Andriç ve Bosna Üçlemesi, Edebiyat, Resul BULAMA

İvo Andriç ve Bosna Üçlemesi yazısını ve Resul BULAMA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

İvo Andriç ve Bosna Üçlemesi

06.05.2024 09:00 - Resul BULAMA
İvo Andriç ve Bosna Üçlemesi

İvo Andriç 1892 Travnik doğumludur. Drina Köprüsü'nün yanı başındaki bir evde büyümüştür. Hanımefendi, Drina Köprüsü ve Travnik Günlüğü adlı eserleri Bosna Üçlemesi olarak bilinmektedir ve bu seriyi 2. Dünya Savaşı'nda inzivaya çekildiği bir dönemde yazmıştır. Yazarlığının dışında düşünür ve entellektüel olarak siyasi görüşü daima ön planda olan Andriç'in üye olduğu devrimci gençlik örgütüne mensup bir genç tarafından düzenlenen suikast 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasına sebep olmuş ve yazar da önce tutuklanmış, daha sonra sürgüne gönderilmiştir. Milliyetçi kimliğiyle tanınan Andriç savaş sonrası dönemde büyükelçilik yapmış, Travnik Günlüğü eserinde bu dönemdeki tecrübelerini kaleme almıştır.

Drina Köprüsü'nde ana kahraman köprü ve bu köprü etrafındaki mekânlar olduğu için bu mekân çevresindeki olaylar eserin merkezinde yer almaktadır. Hanımefendi ve Travnik Günlüğü'nde ise olaylardan çok kahramanlar ön plandadır. Karakter analizlerinin derinlemesine işlenmiş olduğu bu romanlarda edebî lezzet daha belirgin olarak dikkat çekmektedir. Ülkelerin aktör olarak romanda yer bulmaları açısından; Drina Köprüsü'nde Avusturya detaylı bir şekilde işlense de ana aktör Osmanlı ve Osmanlı'nın Bosna'ya yansımalarıdır. Travnik Günlüğü'nde ise Osmanlı yan aktör, ana belirleyici ise Fransız-Avusturya çekişmesi, Napolyon'un Moskova Seferi ve sonuçlarıdır.

Bosna Üçlemesi'ndeki Osmanlı izlerine dair yazarın tutumunu mercek altına almaya çalışacağımız bu incelemede üç eseri bir seri olarak değerlendirmek istiyoruz. Burada hakkaniyetli bakışın yazarın kendi kahramanlarına karşı tutumu gibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Tamamını reddetmeden ve koşulsuz kabul etmeden, olumsuz karaktere de söz hakkı tanıyarak ve edebiyatı önceleyerek bu izleği takip edeceğiz. Bu görüş doğrultunda Andriç'i yargılama veya sahip çıkmanın ötesinde hakkaniyetli bir tutumla, yazarın Sırp milliyetçisi olma gerçeğinden hareket edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Milliyetçi tutumu sadece Osmanlı'ya mahsus değil, Avusturya dönemine ait yaklaşımında da öne çıkmaktadır. Avusturya'nın geldiği dönemde Osmanlı'dan daha sömürücü olduğunu vurgular Andriç. Edebî hassasiyeti ile milli görüşleri arasındaki doz konusuna farklı örneklerle değinmeye çalışacağız.

Bir dünya savaşının etkisi altında yazılan ve bir önceki dünya savaşı ve öncesindeki bölgesel gerginliğin ustaca işlendiği bu serinin ardından yazar 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü almıştır. 3. Dünya Savaşı'nın konuşulduğu günümüzde her iki dünya savaşının da bir edebî eser çerçevesinde okunması bugünlere ışık tutabilmesi açısından kıymetlidir.

Hanımefendi

Esere geçmeden önce edebiyat ve sinema üzerinde isimlendirme konusuna değinmek isteriz. Çok defa dilimize kazandırılan eserlerde ticari kaygılarla orijinal hâlini birebir yansıtmayan isimlendirmeler tercih edilmesi üzücüdür. Eserin orijinal adıyla hiç ilgisi olmadığı hâlde daha fazla dikkat çekeceği düşünülerek farklı isimlendirmelere şahit olmaktayız. Bu anlamda orijinal adı Gospodica olan bu eserin Sırpça aslından çevrilerek Saraybosnalı Kadın yerine Hanımefendi ismiyle yayımlanması isabetlidir.

hanimefendi-ceviri-roman-ketebe-ivo-andric-342-32-b Hanımefendi romanı direkt ana karakterin ölümüyle hikâyeye ortasından giriş yapıyor ve okur olarak bize kökleşmiş bir davranışın temellerinin nasıl atıldığını, nasıl bir karakter ve davranış kalıplarının oluştuğunu ve bunun doğal sonuçlarını izleme imkânı sunuyor. Roman, bir yandan ana karakterin davranışlarını her yönüyle detaylı olarak işlerken diğer yandan bir dünya savaşının ayak seslerini ve toplumsal gerginliği de okurlarına aktarıyor. Kahramanın yaşadığı ve maruz kaldığı çevre faktörlerini gösterirken bölge halkının karakteristik özellikleri de vurgulanmaktadır.

"1906'larda Saraybosna! Etkilerin kesiştiği, kültürel alanların karıştığı, farklı yaşam tarzları ve zıt anlayışların çatıştığı şehir." (Andriç, 2019, s. 47)

"Evet, Bosna Hersek'in ilhakı ilan edildi, ama aynı zamanda seferberlik de başladı." (Andriç, 2019, s. 59)

Savaş uzaktayken haber ve merak unsurları taşır. Oysa içindeyken tüm dehşetiyle insana dokunan, her şeyi yok eden ve kendinden başka hiçbir gerçek kabul etmeyen tek unsur hâline gelir. Bir romanın estetik değerini ortaya koyan nokta, kahramanların içinde yaşadığı koşulları aktarırken insani yönünün ustalıkla işlenebilmesi ve okurlara canlı bir sahne sunabilmiş olmasıdır.

"Şehir yedek askerlerle doluydu. Bazıları hâlâ bu kırsal kesimdeyken bazıları ise gri ve mor üniformalar ile yeni botlar içinde terliyordu. Kalabalıktı. Hakiki mutluluktan uzak şarkılar, bağırışlar ve küfürler, rakılar ve tütünler ile insanı unutma arzusu vardı." (Andriç, 2019, s. 90)

Botların ve üniformaların her yeri sardığı bir şehirde kendi kişisel trajedisi için ilk darbeyi küçük yaşta alır kahramanımız. "Düşen insanlara ne oluyordu? Hem de babası gibi böylesine yüksek bir yerden düşenlere." (Andriç, 2019, s. 19) Babasının iflası ve ölümünden sonra almış olduğu dersle bir hayat boyu yemeden içmeden biriktirmiş olduğu paranın savaş dolayısıyla bir anda geçersiz oluşu insan için büyük bir trajedidir. İnsanın hayatını adamış olduğun şeyin kısa bir zaman diliminde anlamsız olduğunu görmesi, hayatta neyin biriktirmeye değer olup neyin olmadığını görmesi kıymetli bir öğreticidir. Yaşamsal öneme sahip gerçek ihtiyaçlarla insanın anlam atfettiği yapay değerlerin ayrıştırdığı bir noktaya gelmiştir Hanımefendi ve bu ayrımı gerçek ile rüya arasındaki ilişkiye benzetir.

Yüksekten düşme sadece insanlara mahsus değil aynı zamanda milletlerin de başına gelebilir ve yıkıcı sonuçları açısından bu düşüş Savaş Barkçin'in Osmanlı sonrası yaşadığımız toplumsal sorunlarımızla ilgili "Biz yüksekten düştük," ifadesini hatırlatmaktadır.

Romanda dikkat çekici detaylardan biri de zenginleşme yöntemidir. Düşmanla iş birliği yaparak servetine servet katan zenginlerin türemesi Rüzgâr Gibi Geçti romanındaki vurguya benzemektedir. Bu eserde de ülkenin yükseliş ve batış dönemlerinde zenginlik fırsatları olduğundan ve bunu değerlendirenlerden bahsedilmektedir.

Hanımefendi için birçok yerde Balzac'vari roman ifadesi kullanılmaktadır. Betimlemelerde Balzac'ı hatırlatan detaylı tasvirler varsa da karakter yaratma ve ona hoşgörüyle yaklaşma açısından Rus romancılarına da benzetebiliriz Andriç'i. Pslikolojik derinlik ve tahlil yönüyle şu örneği vermemiz mümkündür. Ana karakterin çocukluğunda görmüş olduğu bir çelişki onu çok meşgul eder. "Nasıl olur da bir insanda ayrılması imkânsız bir şekilde bağlı hem ruhun hem de bedenin en aykırı özellikleri bir arada oluyordu," (Andriç, 2019, s. 26) Gerçekten insan davranışlarına yüzeysel olarak bakanlar izledikleri karakterdeki çelişkili tutumları ikiyüzlülük, bir anlamda münafıklık olarak yaftalayarak kolayca tanımlamaya ve ötelemeye çalışırlar. Oysa Ciğerdelen romanındaki Sinan karakteri gibi her insanda farklı peçeler ve insan olmanın doğal sonucu olarak farklı inanç ve tutumlar birbirinden ayrılması imkânsız şekilde bir arada bulunur ve başka bir insana benzemesi mümkün olmayan bu karışım, bir terkip özelliği taşır. Güçlü ve zayıf yönleri, iyilik ve kötülüğüyle benzersiz karışımı hayat boyu korur insan. Biz ancak bu farklılığı izleme, görme ve tanımlama becerimiz kadar sağlıklı yorumlar yapabilir ve olumlu yönleri fazla olanı tercih edebiliriz, o kadar. Bunun bilincinde olmayan bir insan diğerini tanımlarken "Şu yönleri çok iyi ama şöyle zaafları, yanlış tutumları var, keşke onlardan sıyrılabilse," der. Oysa bu olumlu ve olumsuz özellikleri birbirinden ayırmak çok defa olası değildir ve insan olmaklığa aykırı düşer.

Bir insan bir konuda ne kadar kararlı ve net bir tutuma sahip olursa olsun bunun da istisnaları olabilir ve insan en sağlam göründüğü yerden darbe alabilir. Ömür boyu kimseye zırnık koklatmayan hanımefendi de bir kişiye karşı zayıf bulunabilir ve yıllarca biriktirdiği servetini sömüren bir kişinin gerçek yüzünü göremeyebilir. Parayı yatırmak için bankaya bile güvenmeyip evinde saklanmaya çalışan bir kadın en sevdiği varlık elinden kayıp giderken haberi bile olmaz. Dışarıdan bir göz konuya müdahale etmedikçe bu körlük o kadar uzun sürer ki geriye ne bir servet ne de sevgi kalır, insan için yıkıcı trajedilerden biri de budur.

Andriç'in hanımefendideki yıkılışı anlattığı şu bölüm trajedi için güzel bir örnektir. Ana karakter bağırıp çağırmaz, ortalığı yakıp yıkmaz. Bir mum gibi yavaş, sessiz ve derinden erir kendi içinde. Dışarıdan bakanlar onun sarhoş olduğunu zanneder, mumun neden yandığını görmez. "Sokaklarda sık sık böyle mutsuz adamlara yahut kadınlara rastlayabilirsiniz, ilk bakışta sokaktan geçen diğer insanlar gibi görünür, konuşmaz, ağlamaz, ellerini sallamazlar. Ancak onlara daha iyi bakacak olursanız, taze bir yaranın acısını çektiklerini, kendinden geçmiş, perişan bir hâlde, muhtemelen kendisini çarmıha geren ve her yanına dolup taşan iç diyaloğun pençesine düştüğünü görürsünüz." (Andriç, 2019, s. 187)

Eser başladığı yere dönerek bir bütünlük oluşturur ve herkesin muhtaç olduğu servete sahip olan kahramanımız bir tek nefes almak için her şeyini vermeye hazırdır. Kral 3. Richard'ın savaş meydanında attan düştüğünde bütün krallığını bir at için vermeye hazır olduğunu haykırdığı sahnede olduğu gibi sadece bir nefes ister. Ancak hayat bir defa verir bu şansı sadece.

Drina Köprüsü

Drina Köprüsü'nün üç yüz elli yıllık tarihini roman diliyle aktaran bu eser Yaşar Kemal'in mekân tasvirlerine benzeyen masalsı bir anlatımla bize Drina'yı gösterek başlıyor. Eserde Andriç'in Türk zamanı olarak tanımladığı Osmanlı dönemine ilişkin sürekli bu devrin öncesi ve sonrasına dair karşılaştırmalar görmemiz mümkündür. Köprüyü yaptıran kişi olarak Sokullu Mehmet Paşa'yı ısrarla vurgulayan Andriç'in mimar olarak Mimar Sinan yerine farklı bir isme yer vermiş olmasını roman kurgusallığıyla izah etmek güçtür.

Romanın ilerleyen bölümlerinde olaylar ve insanlar arasında yine söz konusu köprüyle bağlantılar kurulmaktadır. "Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine dayanır, sürüp gider. Tıpkı Drina'nın üzerindeki köprü gibi."(S. 87) Drina Köprüsü Doğu'yla Batı arasında kalan bir köprü üzerinden bir toplumun arafta kalışını ve sıkıntılarını yansıtır.

drina-koprusu Köprü üzerinden farklı dönemlere vurgu yapıldığı yerlerde kronik sıkıcılığından uzaklaşmak için yapılan zaman tasvirleri metni rahatlatmakta ve roman dili - edebî anlatım öne çıkmaktadır. Tek bir mekân ve farklı zaman dilimleri kullanılmış olması çerçeve anlatım için fırsat sunmuş ve her biri ayrı bir roman olmaya değer nitelikte hikâyeler anlatı içinde kendine yer bulmuştur. Bu zaman geçişleri arasında kurulan bağlar bir ustalık eseri olarak düşünülebilir. Uzun yıllar geçse de daha önce anlatılan olay ve kahramanlara yapılan dönüşlerle eserde bütünlük sağlanmaktadır.

Ana başlıklar halinde yer vermemiz gerekirse;

  • Velyi Lug'lu Fato
  • Kumarcı Milan
  • Fedun ve kaçak Yakov
  • Lotika'nın oteli
  • Zorka- Stikoviç- Glasinçanin aşk üçgeni

Olarak sıralayabiliriz.

Sırp milliyetçiliğinin ön planda olduğu Osmanlı tutumuna dair şu örneklere yer verebiliriz:

  • "Parlak ve korkunç İstanbul" (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 24)
  • "Osmanlılar ise güçlü ve acımasızdı."(Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 27)
  • "Köprüdeki Türkler… köpekler gibi geberin…köpekler gibi!.." (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 55)
  • "Yaşadığın sürece o lanetli Türklerden uzak dur." (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 59)
  • "Herkes kendi Türk efendisini öldürsün."(Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 60)

Denge unsuru ve edebiyatın ön planda tutulduğu aşağıdaki örnekler ise daha dikkat çekicidir:

  • Zalim Abid Ağa'ya karşısına alternatif olarak daha mülayim karakter olarak Arif Bey'in koyulması, (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 65)
  • Sokullu'nun zulme ve hırsızlığa razı olmayıp görev değişikliği yapması, (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 15)
  • Bulaşıcı hastalık hakkındaki hadisin çarpıtılmadan bütün güzelliğiyle verilmesi, (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 106)
  • İyi anlaşan kişilerden bahsederken: "Papazla hoca gibi sevişiyorlar," denmesi,(Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 138)
  • Osmanlı'da kullanılan deyimlerin yerli yerinde kullanılması, (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 272)
  • Sırp avcılığı teklif edilen Türklerin güçlü Avusturya baskısına rağmen bunu reddetmesi, (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 314)

Olumlu ve olumsuz karakterlere söz hakkı verilmekle birlikte verilen sürelerin/savunmanın aynı olmadığını vurgulamamız gerekir. Zalim Osmanlı paşasının zulmü detaylı bir şekilde anlatırken olumlu Osmanlı karakterinde kısa ifadelerle geçiştirme yapar. Sokullu'nun köyünden koparılışını ve annelerin feryadını hem insani hem de edebî yönüyle çok güzel anlatır fakat toprağından koparılan çocuğun hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan, çok iyi yetiştirilerek devletin en üst makamına, sadrazamlığa yükseltilmiş olduğu sistemden bahsedilmez.

Yazarın durduğu yer konusunda beni en fazla rahatsız eden konu, kazığa oturtma eylemini Osmanlı'ya yaptırmasıdır. Bu ceza yöntemi tarihte farklı dönemlerde kullanılmış bir zulüm yöntemidir. Bununla birlikte Eflak hükümdarı 3. Vlad, diğer adıyla Kazıklı Voyvoda'ya mal olmuş bir vahşettir. Osmanlı elçilerinin kafalarına çaktırdığı sarıklar ve kazığa oturtma yöntemiyle insanın ne kadar vahşi olabileceğine dair bende derin izler bırakmıştır. Böyle bir yöntemin bir Osmanlı paşasına mal edilip detaylı olarak anlatılması, bütün vahşetin canlı bir şekilde yansıtılması en hafif ifadeyle maksatlıdır.

Bununla birlikte Osmanlı kültürünü yansıtmaktan ve güzel yönlerini göstermekten de çekinmez Andriç. Sırpça karşılığı olan kelimelerde bile aslına uygun olarak Türkçe ifadeleri tercih eder. Kitabın sonunda kullanılmış olan bu Türkçe kelimeler bir liste hâlinde verilmiştir. Nobel ödülü almış bir eserde bu kelimelerin yer almış olması kıymetlidir. Özellikle yerli Müslüman halk ve ileri gelenler hakkında son derece özenli bir dil kullanır. Masum insanlar ve çekilen eziyetler hakkında insani bir anlatım göze çarpar. İntihar edenlere karşı daha da müsamahakâr ve anlayışlıdır. Kendi canına kıydı diye günahlarının affedilmemesi gerektiğini savunanlara karşı Papaz'ın kullandığı şu ifade son derece can alıcıdır. "Onun günahlarını neden affetmeyecekmişim? Hayatında mutsuz oluşu yetmiyor mu ki!" (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 11)

İnsan mutlu ya da mutsuz oluşunu en çok geceleri hisseder. Gündüzün telaşı ve koşturması arasında ne yaşadığının ayırdına varacak zamanı olmaz. Aşağıda yer vereceğimiz alıntı Andriç anlatımıyla bu gerçeği çarpıcı bir şekilde vurgulamakta ve kitabın estetik değerini çok güzel yansıtmaktadır. "Evet… Dünya büyük... Dünya kocamandı. Gündüzleri de Vişegrat Vadisi sıcaktan tutuştuğu, tarlaları kaplayan buğdayların sıcaktan çatlayışı bile duyulduğu, köprü ile siyah tepelerin kapattığı şehir, yeşil suların çevresinde bembeyaz yayıldığı zaman da böyle idi. Ama geceleri, hele geceleri… Gökler tekrar canlanıp tutuştuğu zamandır ki insan, dünyanın o eşsiz gücünü ve sonsuzluğunu daha iyi duyar, kendini bu sonsuzluk içinde kaybeder…" (Andriç, Drina Köprüsü, 2023, s. 116)

Travnik Günlüğü

Travnik Günlüğü'ne dair şeyler söylemeden önce çeviri konusuna değinmek isterim. Akıcılık yönüyle Türkçe yazılmış gibi anlatım lezzeti korunarak metnin dilimize kazandırıldığını söyleyebiliriz. Kelime tercihi açısından çevirmenin sıkça kullandığı "soy" kelimesinin dilimizdeki tür kelimesini birebir karşılamadığını ve kurulan cümleyi farklı bir yöne çektiğini düşünüyorum. Bundan daha önemli olan nokta ise çevirinin yapısıyla ilgilidir. Orijinal dilden çeviri, farklı dilden çeviri, çevirmen adı belli olmayan çeviriler yanında şimdi de yakın bir zamanda gündeme gelen yapay zekâ çevirileri vardır. Travnik Günlüğü ise Almanca'dan çevrilmiştir. Dil açısından kayıplara uğrama ihtimali dolayısıyla ve metne sadık kalma adına orijinal dilden çevirileri tercih etmenin daha isabetli olacağını söyleyebiliriz.

travnik-gunlugu Kitabın adı Travnik Kronika olsa da anlatı bir günlük/kronikadan daha çok edebî anlatım ve karakter tahlillerine dayanır. Romanda birçok karaktere detaylı olarak ustaca yer verilmiş olsa da hikâyenin merkezindeki yerini koruyan kahraman Fransız konsolosudur. Napolyon'un yükselişi ve çekilişi sürecinin Bosna'daki yansıması olarak eserde yerini alır ve dünya tarihindeki bir dönemin sona ermesini konsolos karakteri üzerinden izleme imkânı buluruz. Bir imparatorluğun çöküşünün insani boyutunu görebilmek romancılık açısından değerlidir.

Andriç, eser boyunca sadece karakter tahlilleri değil şehir tarifleri de yapar ve insana etkilerini vurgular.

"Kurtların birbirlerine hayırlı geceler temenni ettikleri bir memleket." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 143)

"Görmem gereken şeylerin hepsini gördüm. Tanrı tarafından terk edilmiş bu memlekette benim daha fazla kalmaklığım faydasızdır." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 247)

"Travnik ayrılanın yürüdükçe yavaş yavaş gözleri önünden kaybolan bir şehir değildir. Aksine birdenbire bir boğazı dönünce kayboluverir." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 360)

Yazar bize sık sık şehri ve şehrin kaderini anlatarak olayları insana bağlar. Burada derine inerek Rus romancılarını hatırlatır bize. Tarihten edebiyata-insana doğru güçlü bir anlatım söz konusudur.

"Yaşlanmak, zayıflamak ve ölmek o kadar korkunç bir şey değil. Asıl korkunç olanı, bizi, bizden çok daha farklı olan başkalarının, daha gençlerinin takip edeceğini idrak etmemizdir. İşte asıl ölüm buradadır." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 83)

"Bütün insanlar, daha çok daireler halinde, daima aynı aldatıcı yol üzerinde hareket ediyor ve yalnız bu yol üzerinde daima aldatılan insanlar ve nesiller, değişiyor ve birbirlerinden ayrılıyorlardı." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 492)

Roman boyunca birçok karakter anlatımın içine yerleştirilirken kahramanlar arası geçişlerin rahatsız etmemesi ve kopukluğa yol açmaması, tek bir hikâyeymiş gibi bıraktığı izlenim anlatı ustalığı olarak göze çarpar.

Andriç'in üçlemesinde yer alan eserlerde sürekli Doğu-Batı karşılaştırmalarını değişik konularda görme fırsatı buluruz. Drina Köprüsü'nde Doğulu ve Batılı insanın dilenciliğe bakış farklılıklarını ve Travnik Günlüğü'nde hastalığa bakış farkını görebiliriz. Batılı insan hastalığı araz olarak görüp dünyayı merkeze alırken Doğulu insan hastalığı kabullenme ve doğal hayatın sonuçları olarak görme eğilimindedir. Doğu'yla Batı arasındaki bu duruş bir yönüyle zenginlik olsa da daha çok bahtsızlık olarak değerlendirir Andriç. "Acı çekenlerle çekmeyenler, biz de bunların aralarında yaşamaya mahkûm edilmiş bahtsızlarız." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 147)

Drina Köprüsü'nde olduğu gibi bu eserde de bir vezirin keyfi idamları ve etrafındaki insanları kolaylıkla öldürüşü ısrarla vurgulanmaktadır. Tarihe biraz ilgisi olan her okur Osmanlı'da vezir ve şehzadelerin ölüm kararının kolay, tebaa için ise çok zor olduğunu ve bu konuda verilecek kararların ağır sonuçları olacağını bilir. Bu açıdan okurun insani yönünü kışkırtan bu kurmacanın art niyetli olduğunu düşünmek durumundayız. Tıpkı Drina Köprüsü'nde olduğu gibi bu eserde de eleştirilerini üst perdeden romanlaştırmaya devam ederken belli noktalarda yine denge unsurunu gözetir. Bir yandan Osmanlı'yı tarif ederken, "Cahil ve gaddar Osmanlı tipi," (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 457) olarak tanımlar. Başka yerde bir ayeti hiç çarpıtmadan hakkaniyetli bir şekilde yansıtır. (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 330) Mevlana'dan Büyük Celaleddin'i Rumi olarak bahseder. (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 326)

Şehre gelişleri, gidişleri ve kaldıkları dönemdeki etkileriyle bir "Konsoloslar devri" başlatan karakterler çekildikten sonra şehrin sakinleri bir anı olarak bakarlar onlara ve kimse ne zaman geldiklerini hatırlamaz. Çocukların konsolos ve kavas oyunundan bahsederler. Andriç milliyetçiliğinin romana yansıması bu açıdan bir final niteliği taşır. Ve "Hepiniz gelip gidersiniz, biz bu köprü gibi buradayız," der gibidir.

Değerlendirmemize Andriç'in ileri görüşlülüğü ve edebî anlatımına dair şu alıntıyla son vermek istiyoruz. 1945 yılında yazılmış bir eserde bu derecede bir öngörüde bulunması başlı başına övgüye değer. "Bütün çocukların okuyup yazabilecekleri günler gelecek, insanlar dünyanın bir ucundan öteki ucuyla konuşacaklar, birbirlerinin bütün sözlerini duyacaklar da, yine de birbirleriyle anlaşamayacaklar." (Andriç, Travnik Günlüğü, 2019, s. 483)


Kaynakça

  • Andriç, İ. (2019). Hanımefendi. İstanbul: Ketebe Yayınları.
  • Andriç, İ. (2019). Travnik Günlüğü. (T. Alangu, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Andriç, İ. (2023). Drina Köprüsü (27 b.). (H. A. Mustakimoğlu, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Yazar: Resul BULAMA - Yayın Tarihi: 06.05.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.05.2024 02:06
188

Resul BULAMA Hakkında

Resul BULAMA

1974 yılında Sakarya’da dünyaya geldi. Marmara Üniversitesi İnsan Kaynakları Yönetiminde yüksek lisans yaptı. Kamu sektöründen emekli. Öykü ve kitap incelemesi ile meşgul.

Her okurun kitaptan alacağı ve aktaracağı mesajın bir zenginlik olduğuna ve bu yorumun kağıda döküldüğünde okumanın tamamlandığına inanıyor. 

Resul BULAMA ismine kayıtlı 22 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kişisel Kitapyurdu.com