Hikâyenin Üstü Ne Kadar Örtülmelidir?, Edebiyat, Resul BULAMA

Hikâyenin Üstü Ne Kadar Örtülmelidir? yazısını ve Resul BULAMA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Hikâyenin Üstü Ne Kadar Örtülmelidir?

17.11.2023 09:00 - Resul BULAMA
Hikâyenin Üstü Ne Kadar Örtülmelidir?

Her öykü yazarı geçmişte kalan, yaşanmış veya yarım kalmış hikâyesine dair az veya çok bir şeyler söyler. İyi bir okur ise, metin ütopik veya distopik olsa dahi bu izleri görebilir satır aralarında. Yazarın bir derdi olabilir ve olmalıdır da, okur bununla ilgilenmez. Hikâyenin nasıl aktarıldığına, dil ustalığına, olay örgüsünün nasıl kurulduğuna bakar. Soğukkanlı bir anlatım görmek ister. Yazmanın en zor olan kısmı da budur. Biz inandığımız bir şeyi aktarırken heyecan duyarız. İnsan olmanın doğal bir hâlidir bu. Fakat bizim duyduğumuz heyecan edebî bir değer ifade etmez. Eserin yarınlara kalmasına dair belirleyici unsur, anlatım dilindeki estetik ve derinliktir. Hikâyenin aktarılmasındaki soğukkanlılık bu noktada öne çıkmaktadır. Okur, acıyı da mutluluğu da hüznü de satır aralarından kendisi bulup çıkarmak ister. Yüksek sesle söylenmiş olması acıyı duymamız için yetmez. Anlatıcının acıdan sesinin kısılmış olması yakalar okuru. Sesini zor duyduğumuz zaman derinden geldiğini biliriz.

Aleksey acının nasıl örtüleceğine, kısık sesle nasıl aktarılacağına, çevredeki detayların anlatıma ne oranda katılacağına, metinlerarasılığın öyküye nasıl yedirileceğine dair güzel örnekler sunuyor. Anlatırken tırmalamıyor, anlatmaya çalışmıyor. Acının nerede olduğunu gösteriyor okura. Biz kahramanın çaresizliğini ruh hâlinden anlamaya çalışıyoruz. Yayladaki çatıdan sökülen bir hartama gibi eksik kalan çatıyı işaret ediyor. Unutmayalım diye hatırlatıyor ara ara. Çok sık söyleyip bunaltmıyor ama unutmamızı da istemiyor. Ev kalmamış, çatı kalmamış, önemli değil yazar için, mühim olan boşluk. Bir teyp kasetindeki kesilmiş sözler gibi. Boşlukta doz meselesi.

Leyla Turan geçmişiyle yakın bağlar kuran ve okurlara da bunu yansıtabilen bir öykücü. Çocukluğunun geçtiği yaylaya ithafta yer veren yazarın metinlerini çocukluğundan, köy ve yayla hayatından, anılarından bağımsız düşünmek zor. "İnsan küçükken neye alışmışsa hayat boyu hep onu arıyor." (S.84) Öykücü de öyle…

Aleksey'de öykü dili ve anlatım olarak en dikkati çekici yönlerin sadelik ve soğukkanlılık olduğunu söyleyebiliriz. Az önce bahsetmiş olduğumuz doz konusunu bu açıdan değerlendirmek yerinde olacaktır. Anlatım dili ve sadelikte yükseğe çıkan metinde yazarın nasıl bir yol izlediğini anlamaya çalışalım. Geçmişin, boşluğun, psikolojinin fiziğe nasıl yansıdığını ve tedavi peşinde koşturduğunu işlerken de anlatıcı soğukkanlıdır. İlk yardım kurslarında kısmi tıkanma adı altında verilen eğitim gibi sakince anlatıyor yazar. "Tam buramda dedim, nefes borumun orta yerini göstererek, bir şey var. Aldığım nefesi dışarı atmakta zorlanıyorum." (S.56) Nefesi dışarı atabilse yenisini alabileceğini sanmaktadır anlatıcı. Oysa bir sonraki nefes için de aynı zorluğu yaşayacaktır. Yazar daha farkında değilken okur olarak biz görürüz sorunun nerede olduğunu! Dünyaya sığamayıp yaylaya çıktığında asıl doktoru orada anılarıyla karşılar onu. Yıkık bir ev, yıkılmış anılar ve içerde kalan nefesle. "Hem bu dünya öyle söylendiği gibi büyük bir yer olamazdı, eğer kocaman olsaydı sığardım ben de." (S.19) Belki öykücü de geçmişine sığamamış, nefes alabilmek için yükseğe çıkmak zorunda kalmıştır. Yoksa geç vakitte motorla neden çıksın yayla yoluna.

Gelelim incelemenin başlığındaki miktar konusuna. Yazar geçmişine sıkı sıkıya bağlı mıdır. Geçmişinde kuvvetli izler olmadan yazamaz mı. Yazarken bu izler ne kadar yansıtılmalıdır? Hayal gücü kuvvetli ve edebi yetkinliği yüksek olduğunda yaşanmış gibi aktarabilir ve kuvvetli bir metin ortaya koyabilir. Ancak yaşanmış olan izler yenisini açmaktan daha sahici, inandırıcı ve kalplere dokunması kolaydır. Öykünün üzeri tamamen örtüldüğünde yazardan başkası bilemez ne anlatmak istediğini. Okur, ne oldu yani şimdi, der kendi kendine. Dil ve anlatım güzel ama metin bir yere bağlanmamış, ne anlatıldığı belli değil. Tam tersini düşündüğümüz zaman, her şey detaylı bir şekilde aktarılmış, okura zeki olma fırsatı bırakılmamış, baştan sona ses ve gürültü. Anlatıcı şehrin en kalabalık yerinde oturmuş, kimse duymuyor onu. Okur, metinler üzerinde bu kadar detaylı düşünür mü, birçoğu düşünmez ama iyi bir eser okuyup okumadığını ve kendinde bıraktığı etkiyi hisseder. Belki onu neyin yakaladığını bilemez ama yakalanmanın tadına varır. Bu anlamda değerlendirdiğimizde elimizdeki eser okuru yakalayan, iz bırakan ve iyi ki okumuşum dedirten bir öykü.

Aleksey, metinlerarasılığın öyküde işleme yöntemiyle de dikkat çekiyor. Bir kitap veya filmden bir kahraman veya sahneyi alarak öyküde kullanıyor ve anlatımda bir aksama, olay örgüsünde bir kopukluk, başka bir ifadeyle dikiş izi belli olmuyor. Nitelik anlamında öyküye uyum sağlamasının yanında nicelik olarak da sık kullanıldığı hâlde, akışta olay örgüsünün dışına çıkmıyor. Tarkovski ve Kurosava yönetmenliğinden Cast Away filmine, Tatar Çölü'nden Mülksüzlere, Eskici Hasan karakterinden Raskolnikov'a kadar farklı kahramanlar öykünün bütünlüğü içinde kendine yer buluyor fakat eserin merkezine katlı sağlayacak kadar görünüyorlar. Kanımızca burada akışın bozulmamasının sırrının sonradan ilave edilmeyip, yazma süreciyle birlikte yazarın okuduklarıyla-izledikleriyle metni harmanlaması sonucu olduğunu düşünüyoruz. Dışardan karakterler metne dâhil oluyor fakat yazarın anlatmak istediği hikâyeye dokunup çıkıyorlar. Ne az ne de fazla, metnin gerektirdiği kadar.

Kitabın adı Aleksey ama 38. Sayfaya kadar metinde hiç geçmiyor, sadece yabancı diye okuyoruz. Onun bile üzeri örtülmüş. İsmi geçtikten sonra yazarın dizmiş olduğu taşlar yerine oturuyor. Kahramanın çıkışsızlığı, kendini mülteciye, kopuk bir tespih tanesine, cennetten kovulmuş bir ademe, gayrimeşru bir çocuğa, dirençli bir akrebe benzetmesinin ardında hep Aleksey'i görüyoruz. Görüyoruz derken varlığını değil yokluğunu görüyoruz. Onun gidişi elinde kalan bütün varları bir boşluğa dönüştürmüştür. Marangoz Vehbi'nin kopuk kasetindeki eksik sözler gibi o gelse tamamlanacak şarkı.

Belki geçmiş kelimesinin kökünde de etimolojik olarak yanlış tercihler olabilir. Sanki her şey olup bitiyor gibi bir anlam barındırıyor bu kelime. Bunun yerine arkada kalan, arkadan gelen, biriken, yeniden doğan, bizimle yaşayan veya buna benzer bir kelime kökü seçilmesi gerekirdi diye düşünüyoruz ister istemez. Aleksey bize bunları hatırlatıyor. Neden derseniz, yaşanan hiçbir şeyin geçtiği yok. Nefes almayı tıkayan yerde kısmi bir açılma oluyor o kadar. Biz farkında olsak da olmasak da hepsi bizimle beraber yaşamaya devam ediyor. "İnsan görmezden geldiği şeylerin yok olduğunu sanıyor." (S.43) Hepsi bu.

ALEKSEY

Leyla Turan

Şule Yayınları

Şubat 2022

84 Sf.


Yazar: Resul BULAMA - Yayın Tarihi: 17.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.11.2023 16:44
771

Resul BULAMA Hakkında

Resul BULAMA

1974 yılında Sakarya’da dünyaya geldi. Marmara Üniversitesi İnsan Kaynakları Yönetiminde yüksek lisans yaptı. Kamu sektöründen emekli. Öykü ve kitap incelemesi ile meşgul.

Her okurun kitaptan alacağı ve aktaracağı mesajın bir zenginlik olduğuna ve bu yorumun kağıda döküldüğünde okumanın tamamlandığına inanıyor. 

Yayınlanmış Kitapları

- Taş Sektirme Ustası, Şule Yayınları, 2023

Resul BULAMA ismine kayıtlı 26 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kişisel Kitapyurdu.com