Mukaddime ve Leviathanʼda Devlet Kavramı: Karşılaştırmalı Bir İnceleme
S. Çelebi kaleme aldı...
Devlet, Antik Yunan'dan bu yana, onlarca siyaset felsefeciden kimilerinin olması gerektiğini düşündüğü haliyle, kimisinin olduğu haliyle ele alıp incelediği, üzerine fikir yürüterek, konuşup yazdığı bir yapı. Bu çalışmada alanında önemli iki kitap olan Mukaddime ve Leviathan eserleri çerçevesinde İbn Haldun ile Thomas Hobbes'un devlet tanımları, devletin zorunlu olup olmayışı, işleyişi, devamı için gerekli olan haller, ömrü, egemenliğin devri ve din-devlet ilişkisi konularındaki fikirleri kıyaslamalı olarak incelenecektir.
Kabul gören genel bir tanımla, belli sınırları olan bir bölgede yaşayan bir nüfusu idare eden bir organizasyon, aynı toprak sınırları içinde faaliyet gösteren diğer organizasyonlardan farklılaşmış; özerk, merkezileşmiş ve bölümleri birbiriyle resmi bir koordinasyon içinde çalışıyor ise devlettir (Tilly'den aktaran Poggi, 2007:27)
Çalışmanın amacı, farklı yüzyıllarda yaşamış ve farklı dini, kültürel kimliklere sahip iki düşünürün büyük oranda birleştikleri ve zaman zaman ayrıldıkları noktalara dikkat çekmek; ağırlıklı olarak Hristiyan-Batı merkezli ve çoğu zaman ikincil kaynaklardan yapılan okumaları ilk kaynaklarından karşılaştırmalı olarak yapmaktır. Bu çalışma kapsamı gereği, birçok meseleyi dışarıda bırakmak zorunda kalmakla birlikte konunun özüyle ilgili bir çerçeve oluşturmayı amaçlamıştır.
Yazarlara ve Eserlerine Genel Bir Bakış
İbn Haldun 1332 yılında Tunus'ta doğmuş 1406 yılında Kahire'de vefat etmiştir. Kur'an, dil bilgisi, edebiyat, kelam, felsefe, matematik, mantık dersleri almıştır. 20 yaşında Tunus sultanının alamet kâtibi olmuştur.
36 yaşında Bicaye sadrazamı olup çeşitli taht mücadeleleri içinde kalan İbn Haldun 42 yaşında siyasi faaliyetleri bırakıp ilimle uğraşarak çok sayıda eser vermiştir. Kimine göre o, tarihçi, kimine göre tarih nazariyecisi sosyolog, kimine göre siyasi düşünür, kimine göre hukukçu ya da ilahiyatçıdır (Uludağ, 2013:5). İbn Haldun Mukaddime eseriyle esasında bugün sosyoloji olarak bildiğimiz ilmin temellerini atmıştır. O bu ilme umran ilmi demiştir.
Thomas Hobbes 1588 yılında İngiltere'de doğup 1679 yılında ölmüştür. Soylu bir ailenin evinde öğretmenlik yapmıştır; felsefe, matematik ve mekanik fizikle ilgilenmiştir (Ağaoğulları, 2012:428). Doğumundan önce İngiltere, dahili tehditler yüzünden istikrarsız bir halde idi. Tartışmalı da olsa, düşünürün ölüm korkusu ile barış da arayışını felsefesinin temeline yerleştirmesinin bundan kaynaklandığı ileri sürülür (Ağaoğulları, 2013:427).
Düşünürler, kitaplarında devletle ilgili; hukuk, yönetim, ekonomi, din konularının yanı sıra devletle doğrudan bir bağlantısı olmayan; dil bilgisi, rüya yorumu, kâhinlik, felsefe, kimya gibi çok farklı konularda da derinlemesine bilgi verdikleri görülmektedir. İki yazar da kitaplarında bahsettikleri tüm kavramları, çok basit terimler dahi olsa, yanlış anlaşılmaları önlemek adına uzun uzun tanımlamışlar; o terimi kullanırken neyi kastettiklerini açıklamışlardır.
Yine her iki düşünür de geçmiş ve geleceğin birbirine benzerliği üzerinde durmuş; bu benzerlik sayesinde geçmiş olaylardan ders çıkarılabileceğini vurgulamıştır.
İnsan Doğası ve Devletin Zorunluluğu
İbn Haldun ve Hobbes devletin zorunluluğu ile insan doğası arasında kuvvetli bir bağ kurmuşlardır. Devletin yani bir egemenin olması gerektiği fikrine onların insan doğası hakkında vardıkları yargılar sebep olmuştur. İki düşünür de insanın doğasında bencilliğin ve kötüye meyletme arzusunun olduğunu söyler; ancak İbn Haldun bu konuda biraz daha iyimserdir.
"Tanrı insanları hem iyilik hem kötülük üzerine yaratmıştır ancak insan tabiatında kötülüğe ve şehvete meyil arzusu daha fazladır." (İbn Haldun,1989(c1):320)
Hobbes içinse insan tamamen bencildir. "İnsan doğasının üç temel kavga nedeni vardır; rekabet, şiddet, güvensizlik (Hobbes,2013:101). İşte bu baskın olan kötü hal, onlar için iktidarı zorunlu kılan temel etmendir.
Egemenliğin Oluşumu ve Devri
Devletin oluşum aşaması için İbn Haldun'un en sık başvurduğu terim 'asabiyet'tir. Yazar eserinde bu kelimeyi daha çok, kişiyi soyuna bağlayan his anlamında kullanmıştır ve bu his ona göre, en çokta başka grupların, kavimlerin karşısında mensup olunan tarafın tehlike içinde olduğu hallerde ortaya çıkmaktadır. "Düşmanların saldırmasından korunmak ve saldırıları kovmak, kişilerin bir araya toplanmasıyla olur ve buna Asabiyet denir" (İbn Haldun, 1989 (c1):352). Üstün gelerek devlet kurmaksa asabiyetin sebep ve sonucudur.
Hobbes'u asıl ilgilendiren, var olan bir egemenlikte, uyruklar ile egemen arasındaki ilişkinin ne olması gerektiğidir. Onun devlet teorisi 'sözleşme' kavramı üzerine kuruludur; sözleşme 'rıza'ya dayanır.
Ve hatta rıza gösterme ve onaylamanın ötesinde bir şeydir; herkesin herkese, senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye veya heyete bırakıyorum demişçesine herkesin herkesle yaptığı bir ahit yoluyla bir ve aynı kişide gerçekten birleşmiş olan topluluk devlettir. İşte o ejderhanın veya daha saygılı konuşursak, ölümlü Tanrı'nın doğuşu böyle olur (Hobbes, 2013:136).
Hobbes egemenliğin soyla veya fetihle kazanıldığını söyler. Egemenliğin devri konusunda ise İbn Haldun'un asabiyet açıklamasına benzer bir sebeple, aynı soydan devam etmesinin uygun olduğunu ifade eder. "Erkek veya kız olsun, monarkın kendi çocuğu başkalarına göre öncelik alır, çünkü insanlar, kendi çocuklarını, kendi çocukları arasında kızlardan çok oğlanları kayırmaya eğilimlidir. Çünkü erkekler zor ve tehlikeli işlere kadınlardan daha uygundur (Hobbes,2103:153).
Devletin Ömrü
Devletlerin ömürlerinin sınırlı oluşu Hobbes ve Ibn Haldun'un ortak kanaat sahibi olduğu diğer bir konu. İki düşünür de devletin yıkılıyor oluşunu, onun hastalıklı bir hale gelişinin sonucu olarak yorumlar.
İbn Haldun Mukaddime'sinde devletin ömrüyle ilgili uzun tahliller yapmıştır; bu tahlillerde devletin ömrünü 5 ayrı safhaya ayırır. Bu safhaların ortalama 120 yılda tamamlanacağını öngörür; ilk devre zafer ve maksatlara erişme, ikinci devrede hükümetin ululuğunu kendi sülalesine tahsis edişi, üçüncü dönem rahatlık, dördüncü dönem, kanaat ve barış son devre ise israf devresi olarak özetlenir.
Hobbes ise devletin kusurlu yapılar sebebiyle çöktüğünü düşünür. "Ölümlülerin yaptığı hiçbir şey ölümsüz olmasa bile; eğer insanlar, sahip olduklarını iddia ettikleri aklı kullanabilselerdi, devletleri en azından dâhili hastalıklar yüzünden kaybolmaktan kurtulurdu. Çünkü devletler, yapılarının doğası gereği, onlara hayat veren insanlık veya doğa yasaları veya adaletin kendisi yaşadığı sürece yaşarlar" (Hobbes, 2013:239).
Yönetim Şekli
Hobbes ve İbn Haldun'un üzerine düşündüğü bir başka konu ise, var olması zorunlu olan bu devletin sağlıklı bir şekilde devam etmesi ve mümkün mertebe uzun ömürlü olması için sahip olması gereken yönetim şeklidir. Ve bu ideal yönetim düşünürlerimize göre monarşidir.
"Siyaset ve idarede hâkimlerin çoğalması bütün idarenin bozulmasını gerektirdiği için, siyaset, hüküm ve idarenin bir şahısta toplanmasını icap ettirmektedir" (İbn Haldun,1989(c1):423).
Hobbes'un monarşi savunusunun temelinde yine onun güvenliğin muntazam olması, insanların birbirine zarar vermemesi arzusu yatmaktadır. " İnsanları yabancı saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek ve böylece mutluluk içinde yaşamlarını sağlayacak böylesi genel bir gücü kurmanın tek yolu, bütün kudret ve güçlerini tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oyların çokluğuyla tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir."(Hobbes,2103:136) Monarşi mümkün değilse dahi temsilcilerin çift değil tek sayıda olmasını ister ki karar vermeyi zorlaştıracak, arada kalmaya sebep olacak bir durum yaşanma ihtimali ortadan kalksın.
Din-devlet İlişkisi
İbn Haldun Müslüman bir düşünürdür; eserinde de sıkça ayet ve hadislere yer verir. İncelediği devlet şekilleri arasında dini devlet de vardır; ancak ona göre, bir devletin var olması için zorunlu olarak bir dini liderin, kutsal kitabın veya ilahi yasaların olması şart değildir. Bu konuyla ilgili kitabında Mecusileri örnek verir.
Din devlet için zorunlu değildir ancak din gibi birleştirici bir unsur varsa asabiyetin çok daha kuvvetli olabileceğini söyler. İslam Devleti'nin kuruluş aşaması buna örnektir; Mekke'den Medine'ye hicret edildikten sonra Ensar, Muhacir'e daha önce hiç tanışmadıkları halde sadece din bağının aralarında oluşturduğu yakınlıkla evlerini açmış, tüm imkânlarının yarısını Mekkelilerle paylaşmıştır. Hz. Muhammed İslam Devleti'nin kurucusu olarak bu iki grup arasında kardeşlik bağı oluşturmuş ve böylece kurulacak İslam Devleti için uygun bir zemin hazırlanmıştır. Ancak İbn Haldun'un tabiriyle kurucu iktidar yani efendimiz a.s vefat ettikten sonra ilk dört halife devrinin ardından dini bağlarla oluşmuş asabiyet yerini kan bağıyla oluşmuş asabiyete bırakmaya başlamış yine de fetihler devam etmiştir.
İbn Haldun eserinde İslam Devleti'ni ve uygulamalarını anlattıktan sonra Hristiyan ve Yahudilerin dini devlet yönetiminin tahrif aşamalarına da değinmiştir (1.cilt 34.fasıl).
Hobbes, hakkında yazılmış kitaplarda ve verilen derslerde özellikle din ve devleti birbirinden ayırmış olduğu vurgusu ile anılır. "Hobbes'un siyasal kuramının en özgün ve aynı zamanda en önemli yanı, egemenliğin kaynağını tanrısal haklara gönderme yapmadan açıklaması ve toplumsal sözleşme kuramına bağlamasıdır (Ağaoğulları, 2012:455).
Ancak Hobbes, Leviathan'ında sıklıkla İncil, Tanrı ve Hz. İsa'ya gönderemede bulunmaktadır. İtaat edilen hükümetin kilise değil de dünyevi iktidar oluşunun sebebini, yine dinin böyle istemiş olmasına bağlamaktadır. "Kurtarıcımız krallığın bu dünyada olacağını reddettiğine, dünyayı yargılamaya değil kurtarmaya geldiğini söylediğine göre bizi, devletin yasalarından başka bir yasaya tabi kılmamıştır" (Hobbes,2013:383).
Kaldı ki bu halde Tanrı buyruğu egemen buyruğunun üzerindedir; ancak tek sorun dinin tahrif edilmesinden ötürü, o buyruk gerçekten Tanrı'nın mı emin olunmayışıdır.
Bir insan çelişkili 2 buyruk aldığında ve bunlardan birinin Tanrı buyruğu olduğunu biliyorsa, meşru egemen veya babasının buyruğu olsa bile, ona değil Tanrı'nın buyruğuna itaat edilmelidir. Zorluk şuradan doğar ki, insanlar, kendilerine Tanrıdan mı yoksa Tanrı'nın adını kendi özel amaçları için istismar eden kimseden mi geldiğini bilemezler. Yahudilerin kilisesinde olduğu gibi Mesih'in kilisesinde de, her zaman, acayip ve sahte fikirler saygınlık kazanmaya ve bu saygınlıkla insanları kendi menfaatleri için yönetmeye çalışan sahte öğretmenler olmuştur.(Hobbes,2013:428)
Tüm bu sebeplerle itaat edilmesi gereken egemen de sonuç olarak dinden, Tanrı'dan kesinlikle bağımsız değildir. 'Tanrı'nın sözünün ne olduğunu ve ne olmadığını kendi ailesi içinde sadece İbrahim bildiği gibi, Hristiyan bir devlette de sadece egemen bilir. Kral barışta ve savaşta tüm yetkiye sahip olacaktır. Buna dinin yönetilmesi de dâhil' (Hobbes,2013:352).
Tüm bu bilgiler ışığında Leviathan günümüzde kullanılan manası ile laik bir yönetim profili mi çiziyor? Tekrar düşünmekte fayda vardır.
Sonuç
İbn Haldun'un 1377 yılında yazdığı Mukaddime ve Thomas Hobbes'un ondan 274 yıl sonra 1651 tarihinde yazdığı Leviathan kitapları ile yapılan karşılaştırmalı okuma sonucunda, iki düşünürün, insan doğası konusunda büyük oranda ortak bir kanaate vardıkları ve bu kanaatleriyle yine birbirini destekleyen kendi zamanları için oldukça özgün bir devlet teorisi ortaya koydukları görülmektedir. Esasında iki yazarın Aristo felsefesi materyalizm gibi farklı konularda da birbirini oldukça andıran çeşitli görüşleri var olmakla birlikte bu yazı kapsamında hepsini birden incelemek mümkün olmadığı için, konunun özünü verebilecek noktalara değinilmiştir.
Çalışmanın en büyük bireysel kazanımı ve okuruyla paylaşmaya değer bulunan noktası: Bugüne değin yapılan siyaset felsefesi okumalarında ve alınan siyaset derslerinde adından bahsedilmeyen İbn Haldun'u daha yakından tanıma fırsatı elde etmek; öte yandan her anlamıyla tam bir materyalist olarak anlatılagelen Hobbes'un, eseriyle direkt temas kurulduğunda farklı yorumlara da açık olduğunu görmektir. Halihazırda İslam âleminin düşünürleri tarafından ortaya atılmış fikirlerin yazılmış eserlerin sadece modern bilimin standartlarında 'sistematik' olarak aktarılmadığı, 'bilim haline' getirilmediği için kürsülerde yok sayılıp ilkel bilgi kırıntıları muamelesi görmesi eser sahipleri için değil bilim dünyası için büyük bir kayıptır. Bu hazinelere eğilmek ve üzerinde birikmiş asırların tozunu silip hayatımıza katmak bizlerin faydasına olacaktır. Bununla birlikte batılı kaynaklarla dahi bize hazır sunulan ve sunanın ideolojisinden soslar eklenmiş halleriyle değil mümkünse bizzat temas kurmak yoluyla istifade etmek ilim yolunda en sağlıklı metot olacaktır.
İlimde, bilimde, sporda, siyasette, yardımda, savaşta, barışta ve dahi her bir alanda şahsiyetli ve hakkaniyetli okuyucular, yazıcılar, yaşayıcılar ancak bunları üretebilen, tanıyabilen, anlayabilenler arasından çıkacaktır. Tüm eşya ile ilişkimizi bu ciddiyetle kurduğumuz vakit uygarlıktan umran'a geçiş yapmak çok daha kolay olacaktır.
Kaynakça
Ağaoğulları, Mehmet Ali(2013) Sokrates,ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler Tarihi, İstanbul: İletişim
Hobbes, Thomas(2013) Leviathan, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
İbn Haldun(1989) Mukaddime(3 cilt)(1.baskı), (Çev.,Zakir Kadiri Ugan) İstanbul: Milli Eğitim Basımevi
Uludağ, Süleyman(2013) İbn Haldun, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Ankara: Harf
Poggi, Gianfranco(2007) Devlet, Doğası, Gelişim ve Geleceği, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 31.05.2021 11:34 - Güncelleme Tarihi: 14.07.2023 21:17