Livaneli İle Kaplanın Sırtında “İstibdat ve Hürriyet, Edebiyat, Faik ÖCAL

Livaneli İle Kaplanın Sırtında “İstibdat ve Hürriyet” yazısını ve Faik ÖCAL yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirs

Livaneli İle Kaplanın Sırtında “İstibdat ve Hürriyet”

31.03.2023 09:00 - Faik ÖCAL
Livaneli İle Kaplanın Sırtında “İstibdat ve Hürriyet”

Her şeyi elinde bulunduran, uçan kuşlardan dahi haberdar olan, uçan kuşları muhbir olarak kullanan bir padişahı gerçekten kim tanıyabilir, kim tanımlayabilir. Hele böyle bir kişi II. Abdülhamit gibi Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine damga vurmuş, koskoca bir imparatorluğu 33 yıl gibi uzun bir süre yönetmiş biriyse.

Zülfü Livaneli Kaplan Sırtında romanında bize II. Abdülhamit'in birçok yüzünü ve yönünü gösteriyor. Mesela II. Abdülhamit, II. Abdülhamit'in oğlu Şehzade Abid Efendi'nin şahitliğiyle "Vehm-i Hümayun" mıdır ya da Fransız Albert Vandal'ın deyişiyle "Kızıl Sultan" mıdır ya da panislamist Mehmet Akif Ersoy'un tespitiyle "Kızıl Kafir" midir ya da yandaşlarının övdüğü gibi "Ulu Hakan" mıdır? Bu tanımlamaları artırabiliriz ama romanı okudukça şu gerçeğe daha yakın duruyoruz: II. Abdülhamit'in tanınmayacak kadar çok yüzü ve yönü var, kimse kolay kolay onu tanımlayamaz, anlatamaz. O, meşhur evhamlarıyla nevi şahsına münhasır bir kişiliktir.

Bir insan aynı anda "Yıldız'daki baykuş" ve "Yıldız'daki veli" olabilir mi? Bir başka deyişle, bir insanın geceleri Yıldızdaki Baykuş ve Yıldızdaki Veli olmasının bir mantığı var mıdır? Olaylara objektif bakmak zorundayız. Yıkılmak üzere olan koca bir imparatorluk ve bu imparatorluğu ne pahasına olursa olsun ayakta tutup yaşatmak için baykuş olmayı ya da veli olmayı öncelik yapmayan bir padişah, bir insan. Burada II. Abdülhamit'in devleti kurtarma saikı insan olma haysiyetinin önüne geçiyor, tebaasının gözünde baykuş ya da veli olarak görünmeye aldırış etmiyor ve sahneye çıkıyor. Benim insanlığım imparatorluğumdur, imparatorluğum insanlığımdır, diyor. Soru/n şu: İnsani zaafları ne kadardı? Hangi insani zaafları yüzünden baykuş olmak ya da veli olmak özelliği ön plana çıktı? Şunu sorabiliriz: II. Abdülhamit'in her şeye ve her kese rağmen imparatorluğu 33 yıl ayakta tutması hayır mı oldu yoksa şer mi oldu? Onun bu 33 yıllık saltanatı boyunca kazanan muhalif baykuşçular mı oldu yoksa devletçi veliler mi oldu?

İmparatorluğun göğünü baykuşlar kaplamış. Gökten mi gelmiş baykuşlar yoksa yerden mi fırlamışlar? Veliler ordusu hangi zaferlere imza attılar? Yoksa her şey bir vehim miydi? İttihat Terakkicilerin bundaki rolünü görmek gerekir. Enver, Talat ve Cemal Paşalar II. Abdülhamit'i devirdikten sonra başa geliyorlar ve koca imparatorluğu baykuşlara yem ediyorlarken veliler ortalıkta gözükmüyor nedense. "Yıldız'daki Baykuş" yemiyor imparatorluğun artıklarını, Yıldız'ın dışındaki baykuşlar yiyip bitiriyor koca bir imparatorluğu. Veliler ortalıkta gözükmüyorlar yine. Hiç var olmamışlar sanki. Her yerde baykuşlar uçuyor. Her yerde yılanlar ve kuşlar, çakallar ve ceylanlar, kurtlar ve kuzular var. Aradaki bütün perdeler kalkıyor, Yıldız'daki Baykuş gittiği için. Yılanlar kuşları, çakallar ceylanları, kurtlar kuzuları yiyor. Güçlüler yaşıyorlar, zayıflar hayatlarını kaybediyorlar. Kan dökücüler köşe başlarını tutuyorlar. Her yerde kanı dökülenler mazlumlar oluyor. Bir bedel ödeniyor.

Belki de II. Abdülhamit baykuş ya da veli olmanın dışında sadece bir babadır. Çocuklarını seven, çocuklarıyla insanlaşan, çocuklarına gözü gibi bakan bir baba figürü… O dışarıdan bakanlar için sürekli değişen ve dönüşen bir baykuş-veliyken içeride çocuklarının gözünde hep koruyucu bir baba olarak kalmıştır. Baykuşluk ve velilik onun suratına dıştan geçirilmiş bir kılıfken, babalık içeride var olan somut bir gerçektir. Çocukları için en iyisini isteyen, bunun için uğraşıp çabalayan fedakar bir baba.

Pekiyi o çocuklarının gözünde nasıl bir padişahtı? Yani evlatları onun dışındaki baykuşluğunu ya da veliliğini görüyorlar mıydı? Belki de böyle tanımlamalar çocukların umurunda değildi, belki de çok etkileniyorlardı. Doğrusunu bilme imkanımız yok; fakat elimizde çocuklarının babalarını baykuş ya da veli olarak gördüklerini dair hiçbir kanıt ya da belge de yok.

II. Abdülhamit imparatorluğu uzun yıllar boyunca ayakta tutan bir deha mıydı yoksa siyasi kurnazlıklarıyla üzerini kapattığı sorunların önündeki bentlerin patlamasıyla imparatorluğun sonunu mu getirdi? II. Abdülhamit siyasi dehası kullanarak Avrupa devletlerini birbirine mi düşürdü yoksa evhamları yüzünden Hasta Adam'a dönüşen imparatorluğu Avrupalıları insafına mı bıraktı? Şu bir gerçektir: Avrupa imparatorları içinde II. Abdülhamit en yakın kişi Alman imparatoru II. Wilhelm'di. II. Abdülhamit'in I. Dünya Savaş'ıyla hem kendi imparatorluğunun sonunu hem de Osmanlı İmparatorluğunun sonunu getiren Alman imparatorluğunun rüzgarına kapılmasına şaşırmamak gerek. Çünkü 18 Ocak 1871'de kurulmuş olan Almanya İmparatorluğu, Bismarck'ın Kan ve Demir Politikası sayesinde önce siyasi birliğini gerçekleştirdi, sonra da sömürge elde etme yarışına girdi. Avrupa'nın yeni yıldızına kapılan II. Abdülhamit aşırı Alman hayranlığı yüzünden önce Yıldız'daki sarayından oldu, sonra bütün bir imparatorluğun yıkılmasına neden oldu.

II. Abdülhamit'e taht, kardeşi Murat akli dengesini yitirince Mithat Paşa'nın ellerinden altın bir tepsi içinde sunulmuştur. II. Abdülhamit de diğerleri gibi iktidarı taht oyunlarıyla ele geçirseydi acaba akıbeti daha farklı olur muydu? Taht oyunlarında en acımasız, en güçlü, en zeki olanlar iktidarı ele geçirirken, II. Abdülhamit hiç böyle entrikalara girmemiştir. O bütün gücünü ve yeteneğini iktidarını sürdürmek için kullanmıştır. Taht oyunlarında her kes içindeki iyiliği ya da kötülüğü ortaya koyar. Kimin hangi tarafı baskın çıkarsa, iktidar onun olurdu. II. Abdülhamit adeta kapalı bir kutuydu. Onun içinde ne olduğunu kimse bilmiyordu. Kimse bilmediği için de II. Abdülhamit kendi kutusunu duruma ve koşullara göre iyiliklerle doldur, kötülüklerle bezedi. Kutunun her yerinde muhbirler ve muhipler, dostlar ve düşmanlar, yılanlar ve kuşlar, çakallar ve ceylanlar, kurtlar ve kuzular beraber bulunuyorlardı. II. Abdülhamit duruma göre bunları tek tek ya da birlikte ortaya çıkarmasını biliyordu. Sadece kuşlarla yola gelenlerin kuşları, yola gelmeyenlerin de karşısına yılanları çıkarıyordu. Öncellikle ağza bal çalmayı tercih ediyordu. Bala zehir katarak yola gelmeyenin ağzının tadını kaçırmasını biliyordu.

Kendi hırslarımızla güçlendirdiğimiz çelişkilerimiz olmasaydı diktatörler iktidarları ele geçirip herkese hükmedebilirler miydi? II. Abdülhamit örneğinde de bunu görüyoruz. Padişah her kesin/her kesimin çelişkisini görüyor, o çelişkilerden besleniyor, o çelişkileri güçlendirip sistematik hale getiriyor. Halkın çelişkilerini kullanarak iktidarda kalmak ne kadar etiktir? Halkın çelişkileriyle palazlanan iktidarların bedelini kim nasıl öder? Görünen o ki II. Abdülhamit halkının çelişkilerini sonuna kadar kullanmakla kalmadı, bu çelişkilerin ortaya çıkıp yayılması için de elinden geleni ardına koymadı. Halk çelişkisi nedir? İyiliğin ve kötülüğün tahtı ele geçirenin isteği doğrultusunda değişmesi. Buna göre halkın bir kısmı iyiye iyi diyecek kötüye de kötü diyecek, bir kısmı da iyiye iyi demeyecek kötüye de kötü demeyecek. İyilik ve kötülük izafileşecek, hep değişecek. İyilik ve kötülük muktedirin isteği doğrultusunda kutsallık kazanacak ya da lanetlenecek. Halkın çelişkilerinden yeni bir ahlak anlayışı ortaya çıkmış oluyor. Bu yeni ahlak anlayışına uyana iltifat edilir, uymayana kıyılır.

Muktedirin doğasında vardır güç gösterisi yapmak. Muktedir kendince tedbirler alır ve iktidarına son vermek isteyenlere gözdağı vermek ister. Onlara sizi takip ediyorum, sizden haberdarım, ayağınızı denk alın, ona göre hareket edin, mesajını hep alttan alta verir. II. Abdülhamit'in yaptığı bu değil miydi? Yoksa imparatorluğuna bağlı halkların birden isyankar olmalarını nasıl açıklayacağız. Sadakat ve isyan arasında sıkışıp kalan, gidip gelen imparatorluk halkları mıydı yoksa II. Abdülhamit miydi? Tahta ziyadesiyle sadık olan bir hükümdar sulh ve adaleti nasıl sağlayacak?

İmparatorluk tahtları çoğu zaman muhaliflerin kesilen elleri, başları ve gövdeleri üzerine yükselmiştir. İmparatorlar tahtlarının altındaki muhalif başları, elleri, gövdeleri iktidarlarının sigortası ve tapusu olarak görürler. II. Abdülhamit'in tahtının altında kaç muhalifin kesilen elleri, başları, gövdeleri vardır? Romanda sadece Mithat Paşa'nın elleri görülmektedir. Pekiyi başkalarının elleri, başları ve gövdeleri yok muydu?

Kaplan Sırtında

Zülfü Livaneli

İnkılap Yayınevi

324 sayfa

İstanbul 2022


Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 31.03.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.03.2023 23:16
862

Faik ÖCAL Hakkında

Faik ÖCAL

2000’de Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji mezunu... 2004 yılında Franz Kafka’nın Romanlarında Birey ve Devlet İlişkisi üzerine yaptığı tez ile yüksek lisansını yaptı.

Çeşitli sitelerde ve dergilerde yazıları çıkmakla birlikte 2008’den beri düzenli olarak Yolcu Dergisi’nde yazılar yazmaktadır.

 

Yayımlanmış Kitapları:

Yitik Anılar Şehri, Erguvan Yayınları, 2008.
Aziz ve Aciz Emanetçi, Erguvan Yayınları, 2008.
Dört Mevsim Beş Vakit Hüzün, Roza Yayınları, 2012.
Uzaktaki, Az Kitap, 2021.
101 Kürtçe Roman 1. Cild, Sitav Yayınları, 2022.
Beyaz Hüzün, Az Kitap, 2022
Yeni Bir Aydınlanma Felsefesi, Zilan Akademi, 2023
Deprem Günlüğü, KDY, 2023 

Faik ÖCAL ismine kayıtlı 88 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 8 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitapyurdu.com