Kendini Keşfetme Yolu Olarak Aşk, Edebiyat, Tuba YAVUZ

Kendini Keşfetme Yolu Olarak Aşk yazısını ve Tuba YAVUZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Kendini Keşfetme Yolu Olarak Aşk

03.04.2023 09:00 - Tuba YAVUZ
Kendini Keşfetme Yolu Olarak Aşk

Tarık Tufan'ın "Âşıklara Yer Yok" Romanı üzerine bir inceleme

Kurmaca metinler yazarın kendine özgü bir dünya yaratmasına olanak sağladığından geçmişten bu yana diğer türlere göre daha çok rağbet görmüştür. Bir ayağı gerçek dünyada, diğer ayağıyla hayalin sularında özgürce dolaşan yazarlar, romanlarında tasavvur ettikleri bu yeni âlemi anlatırken okurun zihninde farklı pencerelerin açılmasına vesile olurlar. Fakat yine de kurmaca metin doğrudan bilgi vermeyi hedeflemez. Bunu dolaylı olarak hissettirme, yaşatma, duyurma yoluyla sağlar.

Günümüzde roman tekniklerine dair pek çok şey değişmiş olmasına rağmen okurda hissettirdikleri, yaşattıkları ve fark ettirdikleri değişmemiştir. Buradaki fark ettirmekten kasıt kişinin kendi varoluşunu anlamlandırması, dış dünya ile olan bağını daha geniş bir pencereden görmesi, en azından böyle bir çabaya girmesidir. Bu bakımdan roman yazarları insanın keşif serüvenine de dolaylı olarak etki eder.

Bu etkiyi oluşturan yazarlardan biri de Tarık Tufan'dır. O pek çok romanında insanın kendini fark edişini hikâye eder. Son romanı "Âşıklara Yer Yok" farklı açılardan ele alınabilecek katmanlı bir roman olsa da temelinde insanı anlamlandırma çabasına işaret eder.

Yazarın evvelki romanlarını okuyanlar için hiç sürpriz olmayan, şaşırtmayan ve yormayan bir eser "Âşıklara Yer Yok". Özellikle "Kaybolan" romanıyla bağlantısı dikkatli Tarık Tufan okuru için hemen fark edilecektir. Bir kayboluş hikâyesi olan "Kaybolan" dan sonraki aşama olarak bir arayış ve keşfetme hikâyesidir "Âşıklara Yer Yok".

Giderek hızla akan kaos çağının çocuklarıyız hepimiz. Bu çağda yaşamıyor da sürükleniyormuş gibi savruluyor; oraya buraya çarparken de canımızın yandığını dahi sakatlanana dek fark etmiyoruz. Bu karmaşada belki de en zoru kişinin kendiyle, özüyle, bağını kurabilmesi. Tarık Tufan da romanlarında yarattığı kahramanlar da oradan oraya savrulup yara aldıklarında durur, ne olduğunu anlamaya çalışır ve o andan sonra dış dünyaya değil içlerine çevirdikleri bakışları ile keşfe dalarlar. Zaman hiç durmaz, olaylar yavaşlamaz onun romanlarında. Akışın içinde değişen şey olaylar değil kahramanların bakış açısıdır. Kahramanların yaşadığı olaylar sıradandır. Ama onların hayatlarını bu sıradan olaylara yaklaşımları değiştirir.

Eseri biraz didik didik etmek, kurgunun sınırlarını yazarla birlikte keşfetmek, kahramanların ruh halleriyle özdeşim kurmak istediğimden bu yazımı birkaç başlıkla derinleştirmek istiyorum. Bu vesile ile hem okur olarak kendimi hem de roman kahramanlarını daha iyi anlamak ve anlatmak gayesindeyim.

Kendini Keşfetme Yolu Olarak Aşk

Aşk kadim kültürümüzde de beşeri ve ilahî olarak sıklıkla işlenmiş, edebiyatın vazgeçilmez teması olarak yazılagelmiştir. Özellikle ilahî bir forma bürünen aşk, kişinin bu dünyadan hareketle Tanrı'yı anlamasına ve yönünü ona çevirmesine vesile olarak görülmüştür. Yaratıcı ile kul arasında en derin ilişkinin aşk vasıtası ile sağlanacağı düşüncesi lirizmi de tetiklemiş aşkla yazılan metinler dünyayı anlamlandırmada okura kılavuzluk etmiştir.

Beşeri aşktan hareketle ilahî aşka erişen kahramanların hikâyeleri ile kişinin kendini keşfetmesi için bir araç sayılmıştır. "Âşıklara Yer Yok" ta Orhan'ın Firdevs'e olan tutkulu belki de saplantılı aşkı işlenirken hemen yanında da Defne'nin, Firdevs'in, Hilmi Beyin, Belma'nın aşkları, hevesleri ve hayal kırıklıkları anlatılır. Hepsinin farklı hikâyesi olsa da onları buluşturan "arayış"larıdır. Kimi bilerek kimi biraz da tılsımlı bir ruh hali ile tesadüfen kendileriyle yüzleşir.

Romanın merkezinde aşk olsa da eserde her türlü hırsın, arzunun, saplantının insanı nasıl esir aldığını anlatılır. Bunları anlatırken yazar gözümüze sokmadan, çok abartıp büyütmeden ince ince işler olayları. Belki de Tarık Tufan insanı arayışa yönelten en kuvvetli hissin aşk olduğunu düşünür. En itici kuvvetin aşk olduğu fikriyle eserde olaylar Orhan'ın aşkının uzun uzun anlatılmasıyla başlar. Elbette her şeyin yolunda gittiği durumlar insanın en az sorguladığı vakitlerdir. Bundan dolayı romandaki aşklar da imkânsız, karşılıksız ya da hayal kırıklıklarıyla bezelidir. Belki de tüm bu olumsuzluklar karşınsa insan kendi beniyle daha kolay yüzleşir.

Nesneler / Mekânlar / İnsanlar

"Âşıklara Yer Yok"u okurken üslupla ilgili pek çok nokta dikkatimi çekti ama bunların en mühimi yazarın eşyayla insan ruhu arasında kurduğu bağ idi. Tarık Tufan karakterlerinin ruh çözümlemelerini yaparken gözünü sadece insana dikmez, eşyaya, tabiata da aynı anda bakar. Ve insanın içinde ne varsa etrafa da onun sirayet ettiğini hissettirir eserlerinde. Bu romanda da eşyaların ruhu vardır. Yaşananların ağırlıklarını taşırlar. "Âşıklara Yer Yok" olaylar Saklıkuyu'da geçer. Geri dönüşlerle Orhan'ın İstanbul Cankurtaran'daki anılarına gidilse de ana mekân Saklıkuyu'dur.

Yazımın başında da belirttiğim gibi roman kurmacanın özgürlüğüyle yazara geniş pencereler açar. Saklıkuyu gerçek bir yer midir yahut gerçek bir yerden esinlenilerek mi yazılmıştır, bilinmez. Bilinmesi de gerekmez. O artık yazarın da okurun da dünyasında vardır. Saklıkuyu'nun kasvetli ve yağmurlu havası roman boyunca devam eder. Okur bir türlü güneşi göremez. Hep şemsiyeli, gök gürültülü, hüzünlü havada geçer olaylar. Zira kahramanların da ruh hali güneşli değildir. Saklıkuyu'daki kimsesizler mezarlığı aslında kimsenin kimsesiz olmadığına işaret eden ya da aksine herkesin kimsesiz olduğunu anlatan bir metafor olarak durur orada.

Romanın çatısını oluşturan mekânların en mühimi de eskiden akıl hastanesi olan sonradan apartmana çevrilen binadır. Bu binanın duvarlarına sirayet eden hayatlar, acılar, hülyalar aradan geçen onca zamana rağmen hâlâ dipdiridir. İnsan geçmişiyle bir bütündür ve geleceğini inşa ederken geçmişiyle hesaplaşmalı, anlamlandırmalı ve tanımlamalıdır. Romanda aynı durum mekânlar için de geçerlidir. Binaların da geçmişleri bu günlerine yansır. Saklıkuyu'daki akıl hastanesinin sonradan apartmana çevrilerek suretini değiştirmesi duvarlara sinen acıları değiştirmez. Ve yeni sahipleri bu yapının da kendileri gibi geçmişle hesaplaşmasına vesile olur.

"Öyle yerlerin havası biraz ağır gelir bazısına. Mekânın hatırası insanın yüreğine çöker, ruhuna yük olur. Binanın da bir kaderi vardır, orada yaşayanlara tesir eder. Kim bilir o odalarda kalanlar hangi acıları çektiler? Dertlerini, kederlerini hangi duvarlara anlattılar. Hala orada duruyordur izleri."(s.96)

Tarık Tufan kurguyu bir oyun gibi görür. Bu bakımdan romanda ustalıkla inşa ettiği bu kurguya gerçek kılıfını öyle güzel giydirir ki okur gerçekle hayali ayırt edemez. Etmesi de gerekmez. Oyunun kurallarını iyi bilen usta yazar sonuna kadar romanın olanaklarını kullanır.

Uyanış / Âmâk-ı Hayal

Tarık Tufan romanlarında kahramanlar sıradan insanlardır. Her meslekten her kültürden kişiler seçilebilir. Fakat bu kahramanların ortak noktaları bir gün bir anda bir vesile ile uyanmalarıdır. Bu uyanış farkındalık anlamındadır. Bir telefon gelir, bir mektup alırlar, bir anda kapı çalar, bir yolculuğa giderler ama artık bu bir andaki olaydan sonra hayatları eskisi gibi olmaz. Bu uyanış için farklı olayları vesile seçer yazar. Ama hepsi kahramanların varoluşlarını anlamlandırmalarını ve kendileriyle yüzleşmelerini sağlar.

Bu romanda da Orhan'ın kendiyle yüzleşmesi için Saklıkuyu'ya gitmesi gerekir. Orada yaşadığı biraz da mistik hâller, rüyalar, duydukları, gördükleri ile sarsılır. Karanlık ve kasvetli Saklıkuyu havasının tesiri ile geçmiş ve an arasında bocalar. Bu noktada yeni kahramanlar ona yardımcı olur. Orhan'a ayna tutarlar. Özellikle Hilmi Beyle olan ilişkisinde Tarık Tufan bize Âmâk-ı Hayal'i anımsatır. Hilmi Bey'de ne zaman kahve içse hayale dalar Orhan. Raci diye kara bir köpeği vardır Hilmi Bey'in. Bu mistik haller Orhan'ı geçmiş - gelecek - an üçgeninde hayal ile gerçek çıkmazlarında sürükler. Ve tüm bunlar sonunda yönünü kendine çevirir, aynaya bakar.

Susmak mı Konuşmak mı?

Yaşadığımız rekabet ve gösteriş çağı hepimizi biraz sahteleştirdi. Kimse su gibi içindekini gösterecek şeffaflıkta değil maalesef. Ve görünen yüzümüzle sakladığımız arasındaki fark büyük çelişkiler yarattı, boşluklar doğurdu. Tarık Tufan tam da bu farkı, çelişkiyi, boşluğu yakalayıp göstermek istiyor okura. Bunu yaparken de konuşanların ve susanların hâllerinden yola çıkıyor.

" Konuşmaya başlayınca hakikatin üzerini örtme telaşına düşüyorlar, olmadıkları gibi görünüyorlar, yalandan gülümsüyorlar, içindekileri açık etmemek için titizleniyorlar, hiçbir şey yokmuş gibi, her şey aynıymış gibi geçiştirmeye çalışıyorlar. Ama susunca öyle değil…"(s.79)

Her roman farklı bir çatışma unsuru ile şekillenir. Tarık Tufan romanlarında zıt kahramanlar, birbiriyle uyumsuz durumlar yaşanabilir. Fakat onun eserlerinde bu zıtlıklar keskin çizgilerle ayrılmaz. İkisi arasında değişimler, dönüşümler yaşanabilir. "Âşıklara Yer Yok"ta kahramanımız Orhan'ın iç çatışmalarından biri de konuşmak ve susmaktır. Yaşadıkları karşısında susmayı seçerken romanın sonuna doğru anlamlandırdığı her şey onu daha çok konuşturur. Özellikle Hilmi Beyle yaptığı hülyalı konuşmalar bana kalırsa romanın en iyi bölümleridir.

" İki ayrı dünya açıldı önümüzde. Söylenenler ve söylenmeyenler."(s.137)

Âşıklara Yer Yok'ta Üslup

Tarık Tufan, gelenekle moderni harmanlayabilmiş yazarlardandır. Kullandığı kelimeler, benzetmeler yer yer anlatımındaki tutum bize klasik edebiyatı çağrıştırır. Fakat anlattığı meseleler modern dünyada sıkışan insanın ruh halleridir. Kendine has bir üslubu olması bu iki tavrı harmanlamasındandır.

"Âşıklara Yer Yok"ta altını çizdiğim aforizma olabilecek çok cümle var ve bundan daha mühimi daha evvel karşılaşmadığım özgün teşbihler. Dile hâkim bir yazar Tarık Tufan. Zorlama bir tek cümle bile yok roman boyunca.

"Avuçlarım bir hıdırellez gecesinde kapı eşiğinde parçalanmış kızıl bir nar oldu"(s.21)

"Hüzünlü bir kadınla ip atlayan bir kız çocuğu Defnenin yüzünde yer değiştirip duruyordu."(s.134)

" bazen insanın kalbi kırılırken korkunç bir gürültü çıkıyor ve en uzaktakiler bile o gürültüyü duyabiliyor."(s.19)

Son Söz

Tarık Tufan, insanı merkeze alan bir yazar. Her romanında okurun yönünü biraz daha kendine çevirmesi gerektiğini hissettirir. Kahramanlarını tanır gibi olursunuz. Öyle sivri özellikleri yoktur. Sen, ben gibidirler. Tüm bunlar artık kendini kabul ettirmiş Tarık Tufan üslubunun parçasıdır.

Yazarın üslubuna ait bir başka özellik ise eserlerinde hep büyük tesadüflerin olmasıdır. Bu durumu çok seven hatta bununla heyecanlanan okurlar olacağı gibi aksini düşünen okurlar da olabilir benim gibi. Elbette kurgu özgürlük katar ve kalem kimdeyse oyunu istediği gibi oynar. Fakat bir okur olarak bazen bu kadar büyük tesadüflerin ardı ardına aynı romanda olması beni yoruyor. Belma'nın, Hilmi Beyin, Defne'nin hikâyelerindeki ölümler ve hepsinin kimsesizler mezarlığına bağlayan tesadüfler okurken fazla geliyor. Okur olarak bana Orhan'ın hikâyesi ve onun başından geçen tesadüfler yetiyor. Elbette bana hiç katılmayan okurlar da olacaktır.

"Âşıklara Yer Yok" benim gibi sadık Tarık Tufan okurlarını hiç hüsrana uğratmayan, yine uzunca düşündüren cümlelerinin not aldığımız, kahramanlarıyla özdeşim kurduğumuz bir roman.

Aşıklara Yer Yok

Tarık Tufan

Ocak 2023 İstanbul

Doğan Kitap

301 sayfa


Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 03.04.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 04.04.2023 19:08
1274
Yorumlar
  • Sabri Ünal 2023.04.04 11:23

    Her romanini okuyacak kadarvaktim kalmamis olsa da Tarık abiyi severim.

Tuba YAVUZ Hakkında

Tuba YAVUZ

1982 yılında Erzincan’da doğdu. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra Ankara’da çeşitli kurumlarda çalıştı. 2008’den bu yana Edirne’de Milli Eğitimde öğretmen olarak görev yapmakta. İki çocuk annesi.

Türk Edebiyatı, Hece Öykü, Ihlamur, Balkan Türküsü, Poyraz gibi çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı.

2014’te “Sitare” öykü kitabı çıktı. (meserret yayınları)

Tuba YAVUZ ismine kayıtlı 47 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram