Öküzün A’sından, Kuşağın Z’sine, Düşünce, Misafir Köşesi

Öküzün A’sından, Kuşağın Z’sine yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Öküzün A’sından, Kuşağın Z’sine

27.12.2023 09:00 - Misafir Köşesi
Öküzün A’sından, Kuşağın Z’sine

Doğan KECİN yazdı...

"Öküzün A'sı" kitabının yazarı Barry Sanders, "İngiliz Dili ve Düşünce Tarihi" profesörüdür. Lakin yazarımızın, gerçekten saygı uyandıran unvanına bakarak kitabın çok ağır ve akademik bir dile sahip olduğu fikrine kapılmamak gerekir. Aksine son derece yalın ve anlaşılır bir üslupta yazılmış olmakla birlikte, konuyla ilgilenen herkese de hitap etmektedir. Hatta kitap, genel olarak o kadar açıklayıcıdır ki, uzun ismine bakıldığı zaman bile kitabın hem özeti, hem de en can alıcı önermesi yalın bir şekilde görülebilmektedir; "Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi".

Sanders'ın kitapta takip ettiği yol, "sözlü kültürün özellikleri, yazılı kültüre geçiş, yazılı kültürün eğitimde ve sosyal hayatta yaygınlaşmasıyla birlikte "benlik" kavramı ve insanın hayatı algılayışı üzerindeki etkileri, elektronik kültürle birlikte yaşanan kültürel çöküş ve oluşan şiddet kültür" şeklinde çizilebilir. Belli başlı akademik araştırmalardan da örneklerle bu yolculuk desteklenmekte ve okuyucu bu düşünce akışına ikna edilmektedir. Ama "şiddet" kavramına, sadece kitabın yazıldığı tarihlerde ABD'de yaşanan olaylara bakılarak tekrar tekrar vurgu yapılması bir eleştiri olarak söylenebilir.

Daha öncede dediğim gibi, konuyla ilgilenen herkesin rahatça okuyup anlayabileceği kitabı tekrardan anlatmaya gerek yok kanımca. Bu yazıda amacım, Brook, McLuhan ve Lanier gibi akademisyen ve araştırmacıların çalışmaları ışığında, iletişim bilimleri, teknoloji ve kültürel değişimlerle ilgili paralel okumalar yaparak, Sanders'in oluşturduğu ana evreni, biraz daha geniş bir perspektiften bakarak yeniden okumaya çalışmak olacaktır.

Kartezyen Düşüncenin Temeli

Sözlü kültür dendiği zaman aklımıza ilk olarak destanlar ve mitler gelmektedir. Bunlar dilden dile, belli bir ritim ve söyleyiş biçimleriyle aktarılan masallardır. Sanders, kitapta Mayaların bu masalları anlatan kişilere kutsiyet atfettiğinden ve onları, sözlü kültüre yakışır bir şiirsellikle, "yankı ustası" olarak isimlendirdiklerinden bahsetmektedir (Sanders, 2013:10). Sadece bu isimden bile yola çıkarak, sözlü kültürün, geçmişte anlatılan bir mitin, masalın, destanın tarih içinde tekrar tekrar söylenerek, adeta "yankılanarak", gelecek nesillere aktarılmasıdır diyebiliriz. Bu destanlar, masallar, mitler toplulukların ortak kültür, ortak bilinç, ortak kimlik oluşturmaları için önemli kodları içermektedir. Bireye ise ancak topluluk üzerinden ve topluluk adında hitap etmektedir.

Sanders, "Bilinç" sözcüğünün Latince kökeni olan "Consciere"; "başka biriyle birlikte bilgi sahibi olmak" anlamına geldiğini iddia etmektedir. Bu tanıma göre, sözlü kültür içerisinde ortak bir bilinç oluşması gayet beklenebilir bir durumdur. Fakat "benlik" kavramının oluşması için, yazılı kültürün gelişmesi gerekmektedir (Sanders,2013:6-8). Sanders'a göre "benlik bilinci"ne ancak içe dönerek, soyutlayarak ve genel bağlamlardan arınarak ulaşılabilmektedir. Sanders'in sıraladığı bu gerekliliklere birey ancak yazının kullanılmaya başlamasıyla, topluluktan uzaklaşarak ve "dil"e kendine özgü yorumlar getirebileceği özerk alanlara sahip olarak ulaşabilmektedir. Çünkü "benlik", kişinin kendisinin farkında olması, kendisini tanıması ve değerlendirebilmesi yani kendisi hakkında bütüncül kanılara sahip olması demektir (Akçınar ve Özbek, 2017,39).

Yani yazıyla birlikte birey, topluluktan ayrılarak daha özel bir düşünce alanına sahip olmaya başlamaktadır. Böylece kelimeleri tekrar tekrar okuyup yazarak, üzerine düşünerek, farklı kelimeler ve vurgular kullanarak yeni ve öznel anlamlar üretebilmektedir. Bu üretim sayesinde, her okuyan ve/veya yazan kişi kendisiyle ilgili farkındalığını geliştirmekte, "ben ve öteki" arasındaki yarığı daha da belirginleştirmekte ve "benlik" oluşturabilmektedir. Böylece "ben", üzerine düşünülebilen bir "nesne" konumuna gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yazılı kültüre geçişin, Descartes'in Kartezyen felsefesine giden yolu açtığı düşünülebilmektedir.

Duygudan Düşünceye

Yazılı kültüre geçişin bir başka devrimsel etkisini de, insanın "duygu"dan "düşünce"ye yönelmesinde görebiliriz. Sözlü kültürde iletişim için kullanılan "söz" ve "ses" anlık olarak var olduklarından, yine anlık olarak yakalanmakta, algılanmakta, sindirilmekte ve bir tepkiye dönüştürülmektedir. Yani söylenen "kelimeler", daha üzerine düşünme veya soyutlama imkânı bulamadan doğrudan eylemler üzerinden kavranmaktadır. Söz ve ses, eşlik ettikleri duygular sayesinde belli jestleri, mimikleri ve hareketleri tetikleyerek bedene tesir etmektedir. Bu durumu Sanders "verbomotor" terimi ile kavramsallaştırmaktadır (Sanders,2013,S:19). Fakat yazılı kültürde kelimeler, üzerine düşünülebilen birer "nesne" halini aldığından insan üzerinde duygusal tepkiler yaratmaktan ziyade, düşünsel bir eylemsizlik haline sebep olmaktadır. Peki, ama bu ne demek? Bir örnekle konuyu biraz açalım.

Bu konuya en iyi örneği bir kanadıyla sözlü kültüre, diğer kanadıyla yazılı kültüre temas eden tiyatro sanatı üzerinden verebiliriz. Tiyatro dünyasının son dönemlerinde yetiştirdiği önemli isimlerinden olan ve kültürel kodlamaları kullanarak tiyatronun genetiğini inceleyen Peter Brook, "Açık Kapı" kitabında bir anısını paylaşır. Brook, kültürel araştırmalar yapmak için dünyayı dolaşırken, İran'ın dağ köylerinde, yüzlerce yıldır oynanmaya devam eden ve Şii inancına göre Peygamber efendimizin ardından gelen on iki imamın şehit edilmelerini konu alan "Taziye" türünde bir halk tiyatrosunu izleme fırsatı bulur ve oyun Hz. Hüseyin'in (r.a.) şahadetinin anlatmaktadır. Köye geldiği andan itibaren karşılaştığı olaylardan, köylülerin yüz yıllardır dinledikleri, sonunu kesin olarak bildikleri bu hikâyeyi nasıl heyecanla beklediklerinden ve gösteri sırasında oluşan gözyaşı selinden bahseden Brook, tüm bu duygusal tepkilerin sebebini sorgular. Gösteri sırasında köylülerin zamansız ve mekânsız, şu anda ve burada, tekrar ve tekrar aynı olayları gerçekten yaşadıklarını fark eder (Brook,2007:36). Halk tiyatrosu geleneğinin bir paçası olan ve yüzlerce yıl önce yaşanmış bir olayı nesilden nesile, canlı bir şekilde aktaran bu "taziye" oyununu sözlü kültürün tam ve güzel bir örneği olarak kabul edebiliriz.

Fakat Brook'un aktardığı anı burada bitmez. Aynı oyun bir sonraki yıl, uluslararası bir festivalde gösterilmek üzere seçilir ve modern tarzda kostümler, dekorlar, danslar ve ışık gösterileri ile seyirci karşısına çıkar. Üzerine düşünülmüş, planlanmış, yazılıp çizilmiş olan bu "Taziye" artık, oyuncuların "numaralarını" sergiledikleri, bu folklorik etkinliği izleyenlerin oyun sonrası mutlu bir gülümsemeyle açık büfeye yöneldikleri ve İran kültürü üzerine sohbet ettikleri bir "performans"a dönüşmüştür(Brook,2007:40). Bu "Taziye", yazılı kültürün bir parçasıdır artık ve izlenilen şeye karşı verilen tepkiler duygusallıktan ziyade zihinseldir, bedende hissedilenden ziyade zihinde düşünülendir. Çünkü modern insan, yazılı kültürle birlikte, duygulardan uzaklaşmış, düşünceye yönelmiştir. Hatta artık duyguları hissetmek yerine düşünerek tanımlamaya başlamıştır.

1116252474-0-x Mcluhan GİBİ DÜŞÜNMEK

Bu devrimsel dönüşümleri en iyi açıklayan tanımlamalardan birisi de McLuhan'ın "Araç mesajdır" sözüdür. "Understanding Media: The Extensions of Man" kitabında uzun uzun açıkladığı bu tanımlamayla kısaca; toplumsal dönüşümde, iletişim için kullanılan araçların, bu araçlarla iletilen içerikten daha etkili olduğu anlatmaktadır. Yani biçim en az içerik kadar ve hatta içerikten daha etkilidir. Örneğin, sözlü kültürde iletişim araçları ağız ve kulak iken, yazılı kültürde araçlar el ve göz halini almış ve bu değişimi toplumu, toplumun algısını, toplumun yaşayışını, kullanılan içerikten daha çok değiştirmiştir. İçerik tabi ki önemlidir fakat araç, değişimi daha keskin kılmaktadır. Yazının kullanılmaya başlamasından sonra asıl değişim bireyin, toplumsallığı temsil eden "öteki"nden ayrı olarak özerk bir alan oluşturmaya başlamasıdır. Böylece yazının içeriği olan mit, hikâye veya bilgi bireye toplum üzerinden değil, birebir "sen" diyerek hitap etmiş, birey de bu muhataplık üzerinden, önceki paragraflarda bahsettiğimiz gibi, kendisine sadece fiziksel veya toplumsal değil, düşünsel olarak da özerk bir dünya yaratmıştır.

McLuhan yine aynı kitapta, araçların insan üzerindeki bu etkilerini incelerken "uzantı ve ampütasyon" kavramlarını kullanır. McLuhan'a göre, insanlar ihtiyaçları doğrultusunda yeni araçlar geliştirirken düşünsel veya bedensel olarak kendilerine birer "uzantı" eklemiş olurlar. Toprağı kazmak için üretilen kazma ellerin ve kolların uzantısı, elbiseler cildin uzantısı, otomobillerse ayakların uzantısıdır. Her bir uzantı insanın bedenine eklemlenirken aynı zamanda da onu değiştirmekte hatta ampüte etmektedir. Yine aynı örnekler üzerinden gidersek, kazma, parmaklarımızı, elbiseler, cildimizin, otomobillerse ayaklarımızın gelişimini ve belki de evrimleşmesini etkilemişler, McLuhan'a göre "ampüte" etmişlerdir. Evet, parmaklarımızla hala bir şeyler tutarız veya kazarız, cildimiz bizi ısı değişimlerinden hala korur, hala yürümek için ayaklarımızı kullanırız. Fakat her bir araç işimizi kolaylaştırdığı ölçüde belli becerilerimizin de körelmesine sebep olmaktadır. Bununla birlikte daha farklı özellikler de eklemektedir. Kazmayı sallamak için kollarımız gelişmekte, elbiselerin içinde cildimizin rengi, kalınlığı, kıllar ve ter bezlerinin yoğunlukları değişmekte, arabada pedalları kullanmak için ayaklar daha önce hiç yapmadıkları hareketleri yapmakta ve farklı beceriler kazanmaktadır. Yani geliştirilen her yeni araç bedenin belli özelliklerini ampüte ettiği gibi, belli yeni uzantılarda eklemektedir (McLuhan,2013:16-30).

McLuhan'ın "Ampütasyon ve Uzantı" teorisine paralel bilimsel sonuçlara 1980'li yıllarda, Jaron Lanier tarafından da ulaşılmıştır. "Sanal Gerçeklik" üzerine yaptığı çalışmalarda Lanier, deneklere sanal gerçeklik gözlükleri takmış ve belli görevler vermiştir. Sanal gerçeklik içerisinde denekler vücutlarına bağlı üçüncü bir kolun daha olduğunu görmektedirler ve bu kolla, mevcut iki koldan daha uzağa uzanabilmektedir. Hareket ettirmek için yapmaları gereken sadece iki ellerini aynı anda içeriye doğru döndürmektir. Deneklerden sanal olarak gönderilen balonları bu üç kollarıyla patlatmaları istenmektedir ve aynı zamanda beyin hareketleri özel cihazlar tarafından incelenmektedir. İlk denemelerde zorlanan denekler kısa sürede üçüncü kollarına algısal olarak uyum sağlamayı başarmışlardır. Bu uyuma "Homunculus esneklik" (homuncular flexibility) ismi verilmiştir. Homunculus, Penfield ve Boldrey'in nöroloji çalışmaları sırasında geliştirdikleri bir terimdir. Beyin korteksi üzerinde organların motor yönetimini sağlayan bölümler mevcuttur. Örneğin başparmağı ve dudakları kontrol eden bölüm korteks üzerinde daha büyük alan kaplamaktayken, sırt ve bacaklar daha az alan kaplamaktadır. Homunculus, bu korteks üzerinde organların kapladığı alanlara oranla görsel olarak şekillendirilen "cüce" illüstrasyonudur. Daha genel anlamıyla, "homunculus" beyin korteksinde bulunan, vücudun fiziksel algı haritasıdır ve bu algı haritası oldukça esnektir. Bazı felç ve ampütasyon durumlarında kortikal haritalama sayesinde vücut algısı değişebildiği gibi bazen artık olmayan uzuv "hayalet uzuv" olarak hissedilebilmektedir. Bu durumda temsili olarak takılan uzvun hareket ettirilmesi bazı nörolojik sorunları çözüme ulaştırabilmekte ve duyusal girdiler sayesinde kortikal vücut haritasını da değiştirebilmektedir (Kecin,2021:43). McLuhan'ın teorisindeki gibi, belli araçları belli bir süre kullandığında insanın beyin korteksinde belli değişimler meydana gelmekte ve "ampütasyon ve uzantı" gerçekleşebilmektedir.

Cyborg Devrimi Ve Şiddetin Nedeni

Tam bu noktada çok önemli bir soru akıllara gelmektedir. "Öyleyse, özellikle teknolojik devrimle birlikte hayatımızın her alanına nüfuz eden akıllı aletler bizde neleri ampüte ediyor ve hangi uzantıları ekliyor?"

Bu sorunun en kestirme cevabı sanırım "akıllı" terimi üzerinden verilebilir. Teknoloji her işimizi kolaylaştırmak için canhıraş(!) bir şekilde, bıkmak bilmeden çalışmakta ve bütün işlerimizi sadece parmaklarımızın ucuyla halletmemizi sağlamaktadır. Şu anda bile günlük ihtiyaçlarımızın büyük çoğunluğunu sadece parmaklarımızla hallettiğimizi düşünürsek, teknolojik araçların bedenimizi tamamen ampüte ettiğini ve uzantı olarak tüm sinir sistemimizin yerine kendilerini yerleştirdiğini görebiliriz. Teknolojik devrimin öncesini yaşayan nesiller bu konuda biraz daha şanslı. Çünkü algılarımız içerisinde eski alışkanlıkları hala saklamakta, yeri geldiğinde kısmen de olsa hatırlayabilmekteyiz. Peki ya teknolojinin içine doğan "Z Kuşağı"? Şimdi bile akıllı cihazlar bizim adımıza düşünmekte, hafıza kartları bizim adımıza anılarımızı ve tüm bilgilerimizi saklamakta, yapay zekâ bizim adımıza makale hatta şiirler yazmakta, resim çizmekte, film çekmekte. Gelecekte kim bilir bunlara daha neler eklenecek. Bizim gibi eski kuşaklar bile yarı insan yarı makine olarak yaşamaya alıştırıldık. Bizler "Cyborg Devrimi" kuşağıyız. Homunculus illüstrasyonumuz sadece "parmakları olan bir makine" halini aldığı şüphe götürmez bir gerçek.

Peki, bedenimiz gerçekten yok olup gitti mi? Tabi ki hayır. İşte şiddette tam olarak burada başlıyor. Çünkü Cyborg olduğumuz gerçeğini görmememizin ve bir bedenimizin olduğunu hissetmemizin tek yolu olarak hazlar ve zevkler kalıyor elimizde. Biz de tüm gücümüzle ve tek başımıza yaşamın hazlarını ve zevklerini tatmak için savaşıyoruz. Bunun içinse bildiğimiz tek yol "ben" demek. Yazının en başında dediğimiz gibi, birey olarak toplumsaldan kopuk bir şekilde kendi özel ve öznel alanımızda sadece ve sadece kendimiz için anlamlar üreterek, "kendi evrenimin tanrısıyım" diyoruz. Sadece kendimizi düşünerek, sadece kendi zevkimiz için yaşayarak, kendi bedenimiz dâhil etrafımızdaki herkesi ve her şeyi nesneleştirerek, yine kendi bedenimiz dâhil etrafındaki herkesi ve her şeyi, -açlıktan birbirine saldıran vahşi hayvanlar gibi- tüketiyoruz. Bu şiddeti de en özlü sözleri kopyala yapıştır yaparak, en güzel elbiseleri giyerek, en iyi fotoğraf filtrelerini kullanarak ve gülümseyerek yapıyoruz. Ve kötü bir tanrı olarak kendi yarattığımız evrenimizdeki her şeyi yok ediyoruz. Ve en sonunda da acı bir çığlık atıyoruz, "tanrısı olduğum evrende ne kadar da yalnızım!".

Not 1: Son soru hala cevabını arıyor; "Peki, ya Z Kuşağı?". Cevabı ben bilemem de, bulamam da. Ama Sait Faik'in dediği gibi, "Bütün ümit yarın sabahta."

Not 2: Seyyahın biri ormanda bir canavardan kurtulmak için ilk gördüğü su kuyusuna atlar. Ama kuyunun dibinde bir ejderha ağızını açmış yutmak için seyyahı beklemektedir. Seyyah son anda bir dala tutunur. Yukarıda canavar, aşağıda ejderha. Seyyah tutunduğu dalın biri siyah biri beyaz iki fare tarafından kemirildiğini fark eder. Birazdan dal kırılacak ve seyyah ejderhanın ağzına düşecektir. Tam o sırada dalın ucunda bir bal damlası görür ve onu yalamak için uzanır. Günümüz teknolojisi içerisinde hepimiz sanki aynı dala tutunmuş seyyahlarız ve hepimiz o bal damlasına ulaşmak için birbirimizi sömürüyoruz. Oysa hakikat, o ormanın hiç olmamasıdır belki de. Kim bilir…

KAYNAKLAR

  • Akçınar, B., ve Özbek, E., (2017), Benlik Gelişiminin Öz-Yeterlilik Algısı ve Ebeveyn Davranışlarıyla İlişkisi, Türk Psikoloji Yazıları Sayı:40, Sayfa:38-53,
  • Brook, P., (2007), Açık Kapı – Oyunculuk ve Tiyatro Üzerine Düşünceler, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul
  • Kecin, D., (2022), Öznellik Üretimi ve Simülasyon Bağlamında Reklam, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi
  • McLuhan M., (2013), Understanding Media: The Extensions of Man, Gingko Press Inc. California
  • Sanders, B. (2013), Öküzün A'sı – Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, (Çev: Tahir, Ş.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul

Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 27.12.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.01.2024 03:13
627

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1037 yazı bulunmaktadır.