“Balık” İle Umuda Yolculuk

"İnsan olmak her canlıyı anlamaya yetiyordu.
Ben bir balık gibiydim; balıklar da bir ben gibiydi.
Bir ben başkaları gibiydim; başkaları da bir ben gibiydi.
Kendini anlamak yeterliydi bir balığı anlamak için.
Bir balığı anlamak yeterliydi kendini anlamak için.
Ölümden korksam neydi, korkmasam neydi?
Zaten çırpınışlar her yerdeydi."
(Erdem, 2024, s. 27)
"Annem balık." (Faulkner, 2018, s. 77) Faulkner'in Döşeğimde Ölürken kitabında geçiyordu bu cümle. Kitabı okuyalı yaklaşık üç yıl kadar olmuştur ama cümle zihnime kazınmış gibi; aradan onca zaman geçmesine rağmen hâlâ hatırımda. Romandaki küçük çocuk Vardaman'ın dilinden dökülür bu iki kelime. Romanın bütününü okumadan pek de bir anlam ifade etmemesi muhtemel ancak bağlam dâhilinde okunduğunda küçük çocuğun annesinin ölümü ile balığın ölümünü zihninde bütünleştirdiği o an ziyadesi ile etki yaratmıştı bende. Bu imge ile bir sonraki karşılaşmam ise Nisan Erdem'in ikinci öykü kitabı Rüyanın Oltasında ile oldu. Kısmen yakın bir zaman diyebileceğim bir zamanda okuduğum eserde yer alan Balıklar ve Rüyalar öyküsü aynı olmasa da benzer bir etkiye sebep oldu. Zira Erdem'in bu öyküsünde adımlarını takip ettiğimiz karakteri, Beylerbeyi Camii'nin avlusundaki balıkçıları seyre dalarken, oltanın ucunda asılı kalan balıklar yaşam ve ölüm üzerine derin tefekküre sevk ederken, aynı şekilde, okuru da bu tefekküre davet etmekteydi. Şimdi sizlere kısaca bahsetmeye çalışacağım Laura S. Matthews'in kaleminden çıkan eserin dikkatimi celbetmesinin en önemli nedeni ise, itiraf etmeliyim ki, isminin Balık olmasıydı. Ancak bu balık diğerlerinden biraz farklıydı. Sözü daha fazla uzatmadan hem eserimize hem de nasıl bir fark olduğuna kısaca değinmeye gayret edelim.
Esere Dair
Tolstoy'a atfedilen bir söz vardır, "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir." Eserimiz ise küçük kahramanımız Kaplan'ın (ismi bu değildir ama hep lakabı ile seslenilecektir) yağmur suları ile oluşan küçük gölette balığı bulduğu günle başlıyor. Tüm hikâyenin Kaplan'ın gözünden anlatıldığı romanda dönem savaş dönemidir ve açlık, susuzluk her yerde kol gezmektedir. Kaplan'ın ailesi o daha çok küçükken güçlükler içindeki bir ülkenin halkına yardım etmek için gönüllü olarak gelmişlerdir. Ancak savaş çanlarının bulundukları köy için de çalmaya başlaması ile oradaki herkes gittikten sonra onların da ayrılma vakti gelir; işte Kaplan tam da herkesin ve elbette bütün oyun arkadaşlarının, sınırı geçip komşu ülkeye geçmeye çalışmak amacıyla köyü terk ettiği bu dönemde karşılaşır Balık ile. Nihayetinde onlar da bir Rehber ve eşeği eşliğinde yola çıkmak için hazırlık yaparlarken Kaplan'ın yüreği Balık'ı orada bırakmaya el vermeyince onu da yanlarına alarak uzun ve tehlikeli bir yolculuğun ilk adımını atarlar. Önlerinde açlık ve susuzluk dolu günlerle birlikte daracık patikalar, balçıklarla kaplı araziler, her an uçuruma düşme tehlikesi ve eşkıyalar ile dolu yollar vardır. Kaplan her ne kadar bir çocuk olmasına rağmen yaşına göre olgunca tavırlar sergilese de neticede yine de bir çocuktur ve tüm bu yaşadıkları onun için ziyadesi ile zordur. Ailesi onun varlığı ile yaşam gücü bulurken o ise bu gücü tüm yolculuk boyunca, en çok, bir su şişesinin içinde taşıdığı ve yanından hiç ayırmadığı Balık'tan alacak; o küçücük varlık Kaplan'a umut ışığı olacaktır. Özellikle eşkıyalardan kaçarken saplandığı bataklıkta korku dolu anlar yaşarken –ki farklı yönlere kaçıştıkları için o esnada yanında ailesi de yoktur- zihninden geçirdiği şu düşünceler bu açıdan kayda değerdir:
"Birden Balık'ı hatırladım. Onu bir çamurdan kurtarmıştım –Yine o çamurun içine batınca ne hissetmişti acaba? Şişesinin kapağının sıkıca kapalı olduğunu, kendi doğal ortamında rahatça soluk alıp verdiğini anımsadım sonra. O incecik iğne deliklerinden geçemeyecek kadar yoğundu çamur. Balık bu durumla benden daha rahat baş ediyordu herhalde. Şuradan bir kurtulursam, ona da hiçbir şey olmayacaktı." (Matthews, 2015, s. 139)
Bu düşünce kendisinde savaşma gücü bulmasına ve bu güç ile son bir gayretle saplanıp kaldığı bu bataklıktan kurtulabilecektir. Balık'ı yazımızın başında bahsettiğimiz diğer imgelerden ayıran nokta da tam burasıdır; eserde yer alan Balık ölümden ziyade yaşama göz kırpmaktadır. Peki, rehber, Balık, Kaplan ve ailesi bu umut eşliğinde sınırı geçebilmeyi başarabilmişler midir?
Sonuç
Bireyselde yaşadığımız zorluklar haricinde tüm dünya olarak birçok acıya şahitlik ettiğimiz şu günlerde umut yerini kolayca umutsuzluğa bırakabilmekte. Ancak hayatta, belki de en önemli şeylerden bir tanesi, umut ve umutsuzluk arasındaki dengeyi sağlayabilmek; O'ndan ne olursa olsun ümit kesmemek. Necip Tosun'un Gidilmemiş Yerlerin Türküsü'nde yer alan bir öyküsünde "Allah acılarla kıvranan insana mutlaka bir şey veriyordu; bazen iyi bir hikâye bazen iyi bir türkü bazen de büyük bir sabır…" (Tosun, 2021, s. 22) dediği gibi mutlaka bir şey veriliyor insanoğluna. Balık çıkmıştı Kaplan'ın da karşısına o zorlu şartlarda. Fakat eserde yer alan şu küçük detay büyük önem arz ediyor nezdimizde; Kaplan'ın vakti geldiğinde Balık ile vedalaşabilmesi. Zira insanoğlu bu gibi durumlarda uzatılan dala çok fazla anlamlar yüklemeye ve bağlanmaya fazlası ile meyillidir. Asıl sorun İsmet Özel'in, "tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemeyeceğim" şeklinde ifade ettiği üzere tutunulacak dalı rabb bellememekte. Kaplan gibi yeri ve vakti geldiğinde vedalaşmayı bilmekte. İdrakine varabilmek temennisiyle… Yüreğinizdeki umut ışığınız hiç sönmesin…
Kaynakça
Erdem, N. (2024). Rüyanın Oltasında. İstanbul: Everest Yayınları.
Faulkner, W. (2018). Döşeğimde Ölürken. (M. Belge, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Matthews, L. s. (2015). Balık. (M. Kazmaoğlu, Çev.) İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
BALIK
LAURA S. MATTHEWS
GÜNIŞIĞI KİTAPLIĞI
Yazar: Şerife Saliha BOZOKLU - Yayın Tarihi: 26.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.02.2025 12:22