Şairler Geçidi: Tunay Özer ile Konuştuk

Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Teşekkür ederim. Kendimi kırk yıldır tanımaya çalışıyorum. Bu meyanda şiir, önüme ışık düşürdü, bana yol ve yordam oldu. Yol azığı oldu. Omuzlarıma kuş ayaklarıyla konup kılavuzluk yaptı. Nihayetinde şiir bana bir yurt armağan etti. Şair özne açısından zaman ve mekânın sınırları ortadan kalkar çünkü. Öte yandan, benim için; kendi halinde, ağırkanlı, birçok şeye geç kalmış izlenimi uyandıran ve bunun hıncını da yazıdan çıkaran, nitelemelerini kullanıyor şiirlerimi okuyan bir dostum. Siz yine de inanmayın ona. Ben bile kendimi tam tanımlayamıyorken, başkası nerden bilecek ki! Şöyle bir beyit yazmışlığım var örneğin: "Kalbim ne diyor kalemim ne / Şiirlerim şimdi başka dilde."
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
Şairler, eserlerinin oluşum sürecini özel kılma babında, onu eşsiz bir ihtimam eşliğinde, bir tür seremonik havada anlatmayı sever. Kuşkusuz, iç dünya gibi mahrem ve saygıdeğer alana tutulan aynadan yansıyan, yılların emek ve birikiminin verimleri olan (olması da gereken) şiirin yazılma sürecini bu şekilde anlatmanın elbette anlayışla karşılanması gereken bir yönü var. Öte yandan, şehir hayatı ve çalışma koşulları, yazı uğraşınızı gönlünüzce planlayıp sürdürmenize izin vermiyor ne yazık ki. Bağlı olarak, kalabalık veya tenha ortamların, uzun ya da kısa zaman fasılalarının ve diğer bazı koşulların, yazma refleksinizi engellememesi gerekiyor yine de. Şiir için mümkün mertebe ön hazırlık yaparım, almış olduğum notlar olur. Şiire oturmadan önce bir miktar dergi ve kitap karıştırmak (çağrışımlar oluşturmak suretiyle) önünüze farklı pencereler ve algı kanalları açılmasına vesile olabiliyor. İmkânlar çerçevesinde bunu da yaparım. Şiirin basıncını, taşma eğilimini ve yarattığı huzursuzluğu hissedince de yazmaya koyulurum. Bundan sonra, şiirin ilk hâli kâğıda dökülür. Onun gövdesinin sizden kopup ayrı bir varlık kazandığı ve üstünde ses gibi birtakım rötuşların yapıldığı süreç ise rahatladığınız ve görece daha keyifli olduğunuz anlardır.
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
Sosyal medya, şiiri yaygınlaştırıyor, diyebiliriz. Kısa, öz ve vurucu söz öbekleri daha rahat dolaşıma girdiği için. Diğer yandan, kolay okunan bir şiirin kolayca yazıldığını düşünüyor insanlar. Bu yüzden birçok kişi şiir yazmak istiyor, karalamalar yapıyor. Fakat ciddi anlamda sebat eden, kayda değer emek sarf eden ve sonucunda da nitelikli eserler üreten insan sayısı az. Baş döndürücü iletişim ve tüketim kalıpları nabzımızı hızlandırdı. Çok aceleciyiz. Okuduklarımızı ve izlediklerimizi de hızla tüketiyoruz. Ruhumuzla dimağımızda sindiremiyoruz. Tüm bunlar yazılan şiire yansıyor. Eklektik, sığ; düzgün cümlelerle tatsız tuzsuz şeyler kaleme alınıyor. Güzel çalışmalar da yapılmıyor değil. Yavaşlayalım, görünürlük ve hatta kalıcılık derdine düşmeden, kalemimizin kaderine teslim olalım sadece. Hem ne demişler: "Suların altında inciler, üstünde ise tomruklar bulunur."
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Şiirle görece bilinçli ve yoğun şekilde iştigal ettiğim döneme dönüp baktığımda her şeyi -tabiri caizse- deli gibi okuduğumu fakat belli bir tarzımın olmadığını fark etmiştim. Belki de öyle olması gerekiyordu. Daha sonra seçici olmaya başladım. Takip ettiğim dergiler var tabii ki. Abone olduğum, bayiden aldığım ve incelik gösterilip tarafıma gönderilen. Bu kapsamda Hece, Muhit, Varlık, Yedi İklim'in yanı sıra BirNokta, Temmuz, Kitaplık, Hayal Bilgisi, Aydos gibi birtakım matbu veya online dergileri takip ederim. İzlediğim dergilerin de birkaçında çıkıyor şiirlerim. Her dergide her sayı yayımlanan şiirlerden en az üç beş tanesi ilgimi çekiyor benim. Bunları cep telefonuma kaydedip ara ara dönüp bakarım. İyi şiirler yazılıyor, bunu görmek mümkün. Vasatın ve ortalamanın üstünde bir şiir gördüm mü kendim yazmış kadar sevinemesem de epey heyecanlandığımı söyleyebilirim.
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
Şiirin diğer edebiyat şubelerine kıyasla okunup anlaşılması daha zor. Geri planda kaldığını söylemek ise doğru değil. Şiiri gelenekselci, arkaik zamanlarla; düzyazı ve makaleyi ise medeni gelişmelerle ilişkilendirmek yanlış. Diğer yandan, eskiye nazaran, şiirin daha içine kapandığı ve sesini kıstığı bir gerçek. Toplumsal koşullar ve uygarlığın yol aldığı güzergâh da buna sebep olmuştur. Ayrıca sanatsal ifade kanalları çeşitlendi, çoğaldı. Sözgelimi, birer endüstri çağı ürünü olan roman ve sinemanın ön plana çıktığı görülüyor. Şunu da görmek lazım: Şiirin yalnızlığı, onun müdahaleye ve kirletilmeye en az açık, bu yönüyle de bakir ve temiz kalmış bir liman olduğunu imliyor aslında.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Şiir özü itibariyle, kişisel bir tecrübedir. Öte yandan, başka bireyleri ilgilendiren veya genellik arz eden meseleleri anlatırken de kendi prizmanızdan geçirip şahsileştirmeniz, böylelikle deneyimleyip yansıtmanız onu etkili kılar. Bu şahsilikten üreyen kimya ile ancak başkasına dokunabilir ve onun hüznüne, sevincine ve türlü duygularına yaklaşabilirsiniz. İnsan biriciktir kuşkusuz, fakat her ne hâl üzere bulunuyorsa bulunsun, benzer bir yönünün az veya çok diğer insanlarda da mevcut olduğunu ve bu yolda yalnız olmadığını izhar etmek suretiyle, dünya serüvenine bir anlam ışığı düşürmeye çalışır şiir. Bu da okuyana/yazana bir yonga, bir tutamak olur. Bu çerçevede, her şiirim öyle veya böyle benden bir iz taşır mutlaka.
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
Ben bir başkasıdır, der Arthur Rimbaud. Bu açıdan, hiçbir gerçek edebiyatçı salt 'kendi' özel duygularını anlatmıyor. İnsan teki, başlı başına bir dünyadır. Denebilir ki insanın ontolojisi ve nüvesi edebiyat için büyük bir kaynaktır. Dünya edebiyatının başyapıtları hep bu felsefeden neşet etmiştir. Bu hususu göz ardı etmeden insanla ilintili tüm meseleler şiire dahil edilebilir, pek tabii ki. Hayat tek tek bireyler için de, toplum için de yaşanılması daha zor durumlara doğru evriliyor gün geçtikçe. Çevre kirliliği, tabiatın bozulması, plansız şehirleşme, savaşlar, türlü suçlar, cinayetler vb. herkesi etkilediği gibi şairleri de derinden etkilemektedir. Bireysel gibi görünen bir konunun mutlaka toplumsal boyutları oluyor. Şiirsel izdüşüm bende hep böyle yer edinip gelişiyor. Ek olarak şu hususu belirtmeden geçmek istemem: Zamana direnen kült eser ve yazarlara baktığımızda, takır tukur bir pozitivist yaklaşımın ötesinde, tanrıyla öyle veya böyle bir meselesi olduğunu görürüz onların. İnsan sadece yeme içme, güvenlik, barınma gibi biyolojik gereksinimleri olan bir canlı türü değil. Maddenin karşılayamayacağı arayışları da söz konusu (Ontolojik açlık). Ruhu, aklı ve bilinci var çünkü. Öleceğini bilerek yaşayan tek varlıktır. Bu yönüyle diğer canlılardan ayrılır. Sanat, hayatla daha verimli ve anlamlı ilişkiler kurmamızı sağlar. Beş duyu ile algılanan döngünün üstünde bir seviyedir bu. Edebiyatçı, insanlığın maddi koşullarının yanında özgürlük, varoluş, tanrı, ölüm, ihtiras, sonsuzluk gibi kadim meselelerini de işler. Sanat ve edebiyat en nihayetinde, dünya serüvenimize ışık tutar, deyim yerindeyse. Bir varoluş mücadelesi olarak kelimelere tutunuruz.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
İki kavram arasında bir semantik bağ mevcut. Şuurun sorumluluk ilkesiyle de illiyet bağı var. Varoluşçuluk için bireysel inisiyatif şart bir kere. Kendi tenhasında kendi hikâyesini kurmakla meşguldür has sanatçı. Hakikatin safındadır. Başka da bir bağlamın parçası ve bileşeni olmaz. Gündeminin peşinden gider. Kendini var etmede ısrarcıdır. Ruhundaki uçurumlarla yüzleşmeye hazırdır daima. Bu da az bir cesaret değil. Yalnız kalmaktan ve sessizliğin sesine kulak kesilmekten çekinmez. Hizaya girmez, sıradan çıkar, hatta ortalıkta bile yoktur. Böylece her yerdedir aslında. Hürriyetin sadece politikaya ilişkin bir kavram olduğunu düşünenler yanılıyor. Kendin olmak değerli bir ameliyedir. Fakat dünya binlerce bariyer örmüştür arada. Has sanatçı, tek biçimciliğe karşı, özgür yaratım yönünde tutum belirleyen kişidir her şeyden önce. Bu yönüyle tekinsiz ve kestirilemezdir. Siyasi seylaba, eylemselliğe ve genellik arz eden şeye kapılanmaz. Onay mercii salt kendi vicdanıdır. Sanat, dizginlenmesi ve boyun eğdirilmesi güç hakikatlere taliptir. Ölçüye ve hizaya gelmez bilinç dışı kaynaklara yönelir çoğunlukla. Ki sıradanlıktan kurtulmak için özgür bilinç şarttır. Sanat, hakikatin tekelini bile kırar. Yeni yol ve yordamlar açar. Yoksa gerçek sanat olmaz. Motivasyon kaynağı; egemenlik ve güç istenci değildir yine de. Tek sadakat noktası, özgürlük ve onurdur. Verimleri uzun erimlidir. Geniş zamanlara ve coğrafyalara yayılır.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?
Sanat ve düşünce tarihinde iz bırakmış bazı 19-20. yy. düşünürlerinin evlerinin fotoğraflarına rast geliyorum internette zaman zaman. Hepsi de bağ evi diye nitelenebilecek, bir ormanın koynunda doğa ile iç içe inşa edilmiş yapılar. Durup yavaşlamak önünüze geniş tefekkür alanları açılmasına vesile olabiliyor. İnternet, ulaşım, iletişim, kargoculuk, medya alanlarında epey ilerleme sağlandı. Bu da mesafeleri kısalttı; taşra ve anakent ayrımını belirsiz ve hatta önemsiz hale getirdi. Taşrada oturan bir şair, büyük şehri medyadan izlemekle kalmaz isterse yerinde ziyaret edip karış karış gezebilir de. Taşranın şairin ufkunu daralttığı iddiası yanlış. Benzer şekilde, metropolde mukim bir şair; köyü, kırı ve kasabayı dolaşabilir. Akabinde sakin yuvasına çekilip şiiriyle uğraşabilir. Sonuçta iyi şiir her yerde yazılabilir.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Eskiden zaman ağır aheste akar ve beraberinde getirdikleri de kolayca değişmezdi. Şiire bakan yönüyle on/yirmi/otuz yıllık dilimlere ayırmak mümkündü bu süreçleri. Eskiden sözgelimi elli yılda yaşanan tecrübeler ve üretilen bilgi ile teknoloji şimdi birkaç yılda üretilip tüketilmektedir. Toplumsal dinamikler değişti ve hız kazandı. Buna paralel olarak, eski şiirsel biçimlerin dağıldığı ve çeşitlendiği bir dönemdeyiz. Çok sesli bir şiir var. Kuşak kavramı eskiyip önemini yitirdi, diye düşünüyorum. Kuşkusuz, belli bir zaman sonra dönüp geriye bakmak daha serinkanlı ve isabetli saptamalara kapı aralayacaktır yine de.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Eskisi gibi canlı, dinamik, tarafsızlık ilkesine önem verilerek ve salt edebi kaygı gözetilerek tahkim edilen bir eleştiri ortamı yok ne yazık ki. İşini layıkıyla yapan birkaç eleştirmenin verimleri dışında, birçok metin, kitap/yazar tanıtım ve takdimi niteliğindedir. Bir de herkes biraz tepkisel davranıyor sanki. Eleştiriye tahammül edemiyor. En küçük bir olumsuz tespit karşısında bile, sosyal medya hesaplarında gardını alıyor hemen. Kim demişti: "Bir eleştirmen; falanca şair, at hırsızıdır, demediği sürece, ona cevap verilmesin" diye.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
Eskiden tıbbi izahatlar, mevlit, mesnevi gibi metinler vs. şiir şeklinde yazılır, anlatılırdı. Sözlü kültürün ögeleri olan ağıt, koşmalar, türküler, maniler, meseller, söylenceler vd. keza hep nazım formundadır. Dolayısıyla "şiir" çıkarılarak yapılacak bir kültür ve medeniyet okuması, noksan ve yavan olacaktır. Toplumları bir arada tutan güçlü bileşenler, semboller ve tutkallar vardır. Aidiyetler ve anlamlandırmalar onlar üzerinden perçinleşip yaygınlaşır. Ortak hafızada yer edinmiş birer aksiyon kaynağıdırlar aynı zamanda. Bu kapsamda genelde sanat ve edebiyat, özelde şiir, coğrafyamızın düşünsel ve moral/duygusal zemininde oldukça hacimli bir motif teşkil etmekte. Kavramlarını, dilini ve diğer kültürel unsurlarını yabancı aktörlere teslim etmemek, emanet bir zihinle yaşar hale gelip, hayatı -deyim yerindeyse- ancak günübirlik ihtiyaçlar üzerinden bir vizyonsuzlukla algılamamak için bu kaynaklara dönüp bakmalı. Kültürel hafızamızda yer edinmiş cevherleri bulup geliştirmeliyiz. Bu da var olma bilincimizi pekiştirecektir. Zamanın sınamasından geçmiş kalıcı eserler, o ülkenin önemli zenginlik kaynaklarındandır. Halkın ortak imgesini oluştururlar. Kullandıkları dili, esnetip soluklandırarak, ona yeni kelimeler ve söyleyiş biçimleri kazandırarak geliştirirler. Öte yandan, savunma sanayi, ordu, ekonomi, teknoloji vb. kurumlar, bir ülkeyi korumada ve uygarlık yaratmada yetersiz kalır. Teknoloji satın alabilirsiniz ama edebi tecrübeyi asla. Bir kara parçasını değerli kılan ve istikrarlı bir medeniyet havzasına dönüştüren yegâne güç, onun sanatı, edebiyatı ve düşünsel birikimidir.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Günümüz koşulları bir ustanın rahle-i tedrisinde diz kırıp oturmayı pek mümkün kılmıyor. Uzaktan da olsa beğenip izlediğimiz bir şairin tüm külliyatını, mümkün mertebe hayatıyla beraber mercek altına almalıyız. Bunlar, yaşayan veya müteveffa şairler olabilir. Zanaatta işler nasıl ki eski usulde öğrenilmiyorsa edebiyatta da bu böyledir artık. Edebiyat atölyeleri sizi iyi eserlerden haberdar ettiği, verimli bir uğraş içerisine soktuğu, görgü/eda ve duruş sahibi yazarlarla buluşturduğu ölçüde kıymetlidir.
Folklor şiire düşman mıydı, hala öyle midir?
Bu yargıyı ortaya atan şairin (Cemal Süreya'nın) yanlış ve eksik anlaşıldığı söylenebilir. Ki kendisi de meramını tekrar ifade etmek durumunda kalmıştı. Onun itirazı; birtakım mazmunların, motiflerin ve ifade kalıplarının günümüze olduğu gibi taşınmasına, diğer bir deyişle, klişeye düşme ihtimaline yönelik idi. Yoksa kültürümüzün önemli bir parçasını teşkil eden halk şiirini (değerli bir imkân olarak) güncel/taze söyleyiş ve biçimlerle yeniden üretmek mümkün. Yapıldı ve yapılıyor da bu.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Şairler sanırım çok hassas. Daha çabuk alınıp kırılıyorlar, ne! Bir cümleyi kırk kez bölüp parçalamanın keskinleştirdiği hassadan başka ne beklenebilir ki! Şiir yazarken gerilirsiniz bir de. Şiir huzursuzluk demektir. Daha deruni ve konsantre bir alandır. Kendinize kapanırsınız, derinleşirsiniz. Kalbiniz, ruhunuz sıkışır. Hikâye ve denemede ise açılır, rahatlar, ferahlarsınız. Tüm bunlara karşın, bahse konu çekişmenin şairler arasında yoğunlaşması tamamen konjonktürel ve hatta tesadüfidir, kim bilir! Hem, dozunda ve usturuplu bir kalem kavgasının iyi bir şey olduğunu düşünüyorum ben. Edebi gündemimize heyecan getirir.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 22.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.06.2022 20:49