Bir Düşüşe Sevinmek
TDK, oksimoronu "Zıt anlamlı iki kelimenin bir arada kullanılması," olarak tarif etmektedir. Edebiyatta, özellikle öykülerde bu zıtlık, okuru ilk bakışta yakalayan, sorgulatan ve daha dikkatli okumaya sevk eden bir cazibeye sahiptir. Talan kelimesini duyduğumuzda aklımıza ilk önce yıkım gelir ve bu tanım sevince dair hiçbir işaret barındırmaz. Edebiyatın güzelliğiyse tam burada başlar. Kitabın adı bir talana sevinmemizi bekler ve bu henüz başlangıçtır. Gülnaz Eliaçık Yıldız'ın daha eserin başında ezber bozma işareti verdiği öykülerinde, bahsetmiş olduğumuz zıtlığın izlerini sürmeye çalışacağız.
Yıldız'ın öykü dünyasından içeri girdiğimizde ilk dikkatimizi çeken şey dar bir çerçevede dönmeyen, zengin bir havuza sahip olması ve farklı anlatıcılarla yansıttığı öykülerinde yaş ve cinsiyet değişse de anlatımın doğallığını koruyabilmesidir. Elbette kadın kahramanlarda daha lezzetli bir dil yakalamış olsa da diğer karakterlerde suni bir anlatım göze batmamakta ve aynı üslubu korumaya devam etmektedir. Farklı öykülere yönelebilmiş olmasında bu yönünün cesaret verdiğini söyleyebiliriz.
Farklı olay ve anlatıcılarla öyküye dair güzel örneklerle karşılıyor bizi Yıldız. Hikâye avcılığı için ipuçları veriyor. Anlatılmaya değer olan şeyler küçücük detaylarda; duvardaki örümcekte, kopan düğmede, evlenmek için bekleyen kızda, sokağa ilk defa yalnız çıkan görme engellide, bir sineği gözünde büyüten insanda…
Öykücülerin genelde kendilerine ait sınırlı bir dünyaları olur ve bu alanda kurguyla ilerlerken bazen farklı dünyalara yönelip bazen de derinliği tercih ederler. Yıldız'ın öykü dünyası ise bu geniş alanda derinliği yakalayabiliyor. Bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geniş alana yayılma, dağılma riskini beraberinde getirir. Yazar her şeyden bahsetme telaşına düştüğünde asıl söylemek istedikleri arka planda kalabilir. Özellikle durum ağırlıklı öykülerde bu dengeyi yakalamak daha zordur.
Öykü incelemelerinde bütün öykülerin ayrı ayrı anlatılması değerlendirmeden özete kayma riski taşımaktadır. Bununla birlikte Yıldız'ın farklı konularda farklı anlatıcılarla yapmış olduğu kurmacaların vurgulanması amacıyla eserde yer alan bazı öykülere kısaca değinmek istiyoruz.
Heves yaşamın sürmesinde bizi diri tutan şeydir. Hayattan beklentinin sürmesi, geleceğe dair bir umudun kalması demektir. Bununla birlikte hevesin var olması, dünyada tat alınabileceğinin garantisi değildir. Bazen bütün hevesleri öldüren yerde, tam da kursakta kalıverir. Talan olmuştur ne varsa. Heves kursakta kalmayagörsün, duvardaki örümceğin taşıdığı ümide gıptayla bakar insan. "Gölgesinin izi, beyaz tavan ve ben: üç kişi ölürken yaşıyorduk işte. Örümcekler gitmese iyiydi…" (Yıldız, 2023, s. 13) Yedi yıl boyunca aynı tavanı seyreden bir hasta neler görür orada? Boğum boğum dizilen heveslerin ipini arar! Bazı öyküler vardır, adı yeterlidir öykü olmaklığı için. Kursaktaki Heves öyle. Bir tek başlığıyla sizi alıp götürebilir. Kitap adı olarak seçilebilecek Her Şeyin İlki ve Peltek Fısıltı öykülerini de isim seçimi ve çağrışım yönleriyle bu grupta sayabiliriz.
Her şeyin bir ilki vardır, yalnız başına sokağa çıkmanın da. "İnsan kendi başına düşerken çok da yorulmuyor aslında, biri iteklerse mesele başlıyor." (S.16) Bu yüzden görme engelli erkek karakter, eşi olmadan dışarı çıkmak ister ilk defa. Kimse iteklemesin diye. Fikir, olay, derinlik ve final yönüyle bir metinde olması gereken tüm öğelerin yerli yerinde olduğu bu öyküde kimseye muhtaç olmadan kendi işini görmek ister kahramanımız. İnsani yönüyle finalde gülümsetir okuru. Koluna biri asılarak çukurla boşluğun farkını gösterir. "Çukur dolabilir, boşluk dolmaz." (S.18) İyi ki koluma asılan biri var dedirtir bize.
Bir sineği öldürmek için planlanan Küçük Bir Arzu. Bir sinek insana farklı göründüğünde bir yaşamı altüst etmeye yeterlidir. Aslında sadece sinek değil gözümüzde büyüttüğümüz her takıntı altüst edebilir insanı. Çünkü insan bazen takılmak için bahane arar. Öyküyü büyük travmalarda değil küçük ayrıntılarda yakalamak için nerelerde takılıp kaldığımıza bakmak gerekebilir.
Nuri Efendi Neden Öldürüldü? İlk gerçeküstü kurgu olarak göze batıyor. Nuri Efendi'nin evinde büyük bir gürültüyle başlar hikâye. "İnsanın varlığı dünya üzerinde koca bir leke değil midir zaten?" (S.29) Kullanılmış olan tarihî ve mizahi dil İhsan Oktay Anar'ı hatırlatıyor. Anlatım diliyle akıcı, sürükleyici, masalsı. Olay kurgusu ve arka planındaki ölüm, kader, baba - oğul sorgulamalarıyla felsefi yapıya sahip güzel bir öykü. "Bir yanlıştan çıkan doğrular; Oğullar ve babalar." (S.33)
Kımıldayan Put, gerçeğin üstüyle çizgisi arasında geziyor. Babayla konuştuğunda, rüyalara geçildiğinde gerçeğin üstüne çıkıyor. Kokunun etkisi geçince kendi sınırlarına çekiliyor. Aile baskısı ölene kadar peşini bırakmaz kahramanımızın. İsim seçimlerinin de öyküyle bütünleşmesi dikkat çeker. Hilmi'ye eğitim ve iş başarısıyla Tanrıverdi soyadı, amber renkli şişeden kokuyu fazla kullanan Perihan'a perilerin hanı olmak yakışır!
Şimdi Olmaz, zamanlama ve ertelemeye dair insanın bahanelerini yakalamaya çalışıyor. Erkek anlatıcının ben diliyle anlattığı hikâye yazarın farklı anlatıcılarla da doğal anlatımını koruduğunu gösteriyor. "Olmaz işte" ritim unsuru olarak kullanılıyor ve kahramanın çelişkili dayanaklarını anlatırken kurduğu cümleler gülümsetiyor. Aslında karşı değildir evliliğe ama şimdi olmaz. İlerde çok para kazanacak ama bugün değil!
Açık Kapı, Hezarfen gibi beş parmağında beş marifet olan kadın anlatıcıda yazarın öyküyü çok rahat kaleme aldığı ve kahramanını anlatırken keyif duyduğu belli oluyor. Bir insanı ömür boyu beklemek çekilecek dert değil. Öyküde ise olay örgüsü ve dil yerli yerinde olursa ortaya çıkan metin okuru yakalayabilir. Öyle ki kahraman beyzadeyi beklerken daha yıllarca evlenemese, bu hikâye aynı lezzetle devam edebilirdi. Hem kurgu hem de final yönüyle tam bir öykü.
Yok Bir Şey, yok dedikçe büyüyen şeyleri hatırlatıyor. Anlatıcı yine 40+ kadın. Doktorların bir hastalığın yok dediği kahraman ısrar ediyor var diye. "Müberra Müberra'dır ve başka bir şey olmanın, yeni bir kimse sayılmanın yanından geçemez çünkü kırk yaşındadır." (S.59) Ve kırk yaşında olmak böyle bir şeydir.
Oysa Herkes İncinir'de kendini "Çünkü ben adıyla seslenilen biri değilim," (S.66) diye tanımlayan karakter Çağrılmayan Yakup'u hatırlattı. Yakup da incinmiş olmalı kurbağalara bakmaktan gelirken! Anlatıcı silah taşıyan adam, suç ve suçlu psikolojisine dair bir derinlik var. Şiirle öykü benzer mi birbirine. "Bazen karıştırıyorum." Çocukluğun insan yaşamı için ne kadar kritik önemi olduğuna dair çarpıcı bir hikâye. Küçük bir sahneyi ve bütün yaşama yaptığı etkiyi Yıldız şöyle anlatır. "Bir kere suç işleyince dibe aniden çöker insan." (S.62)
Peltek Fısıltı öyküsünde birinci anlatıcının tercih edildiği erkek kahramanla, peltekliği doğum sırasında annenin bağıramayışına bağlaması hem dil hem de arka plandaki mesaj yönüyle güzel. Burada da kursak var, Süreyya kursağı. Peltek fısıltı başlığındaki oksimoron gibi bir zıtlık var kahramanımızda. Adı Yavuz, kendi Peltek. Kendi kendine gelin güvey olan Yavuz. Durağı tarif edecek kadar tanışmış kızla, yetmez mi evlilik için? Yavuz'dan başka bu evliliğe yakıştıran yok ama olsun, ne çıkar. Bir tek o anlasa sevdiğini yetmez mi. O yani Süsü-rey-yeyy-ya!
Ya Bir Gören Olursa, kız, anne ve anneanne arasında üç nesillik bir döngüde ıskalanan bir hayatı gösteriyor bize. Başkaları için yaşanan, onlar ne düşünür diye endişelenen yetişkinler günümüz yeni nesli için bir anlam ifade etmese de daha büyük yaş grupları için tanıdık gelecektir. Nesiller arasındaki bu köklü değişim evin içinde derin çukurlarla sembolleştirilmiştir. Oysa evin içinde ne kadar çukur olursa olsun bir kızın annesine benzemesi kaçınılmaz bir yazgıdır.
Kuvvetli Nefes, okuru getirip getirip tekinsiz bir yerde bırakıyor. Üçüncü anlatıcının tercih edildiği metinde öykü dozu iyi. Dünyada olacak işlerle olmayacak işler birbirine karıştığında güvenli bölgesinden çıkmak zorunda kalır insan. Nefes tükenebilir, işler tersine döner. Avla avcı birbirine karışmıştır.
Yüzümdeki Çizgiler, yaşlı erkek anlatıcı gözünden aktarıyor metni. İnsanın şahit olduğu bütün olayların yüzünde birikmesi. Aynaya bakıldığında çizgilerin altında insan izleri. İnsan yalnız yaşasa yaşlanmaz mıydı bilmiyoruz. Ama kendinin dışında onu yıpratan faktörlerin fazla olduğuna işaret ediyor yazar. Burada da yaşam sorgulaması, doğum ve çocukluğa sitemler var, Yavuz gibi Bedri de dünyayı fethetmek isterken takılıyor küçük şeylere. Kekeme… gibi… olmuyor işte.
Zamanda Bir An. Kahramanımız yine bir yaşlı erkek anlatıcıdır, eşi vefat eden. Bir düğmeyle insanın benzerliğinin merkeze alındığı bu öyküde, düğmeyi tutan bağların-ipliğin zayıflaması yaşama tutunmayla bağdaştırılır. Düğme üzerinden geçmişi ve bugünü sorgulaması, metaforun gücü ve işlenmesi açısından oldukça güzel bir örnek. Zaman iplerin aleyhine işler, tutunması zordur, bu yönüyle insana benzer.
Kabuğuna Çekilen, gerçeküstü ama çok uzakta değil. "En" ile biten öyküleri seviyorum, bir sorgulama ve tespit barındırır altında. Kabuk, yük, ve birikenler. Üçüncü anlatıcının tercih edildiği öyküde kahraman yetişkin erkek. Altı canı tükenen Eyüp Efendi'nin kabuğuna çekilişini anlatıyor. Gerçeküstü anlatım hikâyeyi eski zaman talanına götürüyor. Tarih geçmişi gösterse de talan tanıdıktır. Bu öykünün eserin sonunda yer bulması yazarın söyleyeceklerini söyleyip kabuğuna çekilişini hatırlatıyor.
Bir Talanın Sevinci'nde yer verilen metinlerin arasında gezdikten sonra incelememizin son bölümünde, biraz daha derine inmeye gayret edeceğiz. Her Şeyin İlki öyküsünden başlayarak yapısöküm yaklaşımıyla kelimenin ve yaptığı çağrışımların peşine düştüğümüzde Yıldız'ın öykü dünyasına dair ipuçları yakalama imkânı bulabiliriz. Adı geçen öykü görme engelli kahramanın yalnız yürüme deneyimiyle ilgili olduğu için "düşme" kelimesinin sık geçmesi doğal karşılanabilir.
"Çünkü tepeye çıkanlar hep düşer ben düşmek istemem. Düşmediysem eğer, neden kalkamam ayağa?" (S12)
"Bir defa koşmuşluğumuz bile var, düşmemiştim. (S.14)
"Şermin yanımda olsa, düştüğüm yerden kendim kalkardım ben. (S.15)
"İltimasla karşıdan karşıya geçmektense düşerim daha iyi! (S.15)
"İnsan kendi başına düşerken çok da yorulmuyor aslında, biri iteklerse mesele başlıyor." (S.16)
"Çünkü dilim de bir çukur, kelimeler sürekli düşüyor oradan. (S.18)
Sadece bu öykü özelinde değil, kitabın bütününe yansıyan bir düşme-ayakta kalma mücadelesi gözümüze çarpar. Fiziki anlamda düşme kelimesini anlatım ve dil gereği olarak kabul etsek bile duygusal, psikolojik ve çağrışımsal yönüyle dikkat çeken alıntılar Yıldız'ın öykü dünyasına ışık tutabilir. Bu anlamda "kuyu" sembolüne dört defa yer verilmiş olmasını da not olarak düşüyoruz.
"Akşam olduğunda sarı ışığın etrafında bir pervane gibi dolaşıp baygın düşecek olunca duvarın bir köşesine yapışıyor muhakkak," (S.23)
"Gece olup da ay ışığı Nuri Efendi'nin üzerine düştüğünde," (S.33)
"Yukarıya çıkmak için aşağıdaki merdivene ne zaman adım atsam düşüyordum," (S.62)
"Elimi sıkmasalar da düşenler daha samimi gelir bana. " (S.62)
"İlk zamanlar düştüğümde yanıma koşmasını umdum çünkü insan umar. Gelmedi." (S.71)
"Düşmemi çok arzu ettiler biliyorum, düşmedim." (S.72)
"Düşersin, yaralanırsın, başına bir iş gelir Yavuz. (S.78)
"Düşmedi, dik durmaya çalışmaktan kamburu çıktı ama." (S.84)
"Buzda kaysın düşsün, bir şey olsun işte bir şey olsun da Fatma'nın içi soğusun!" (S.97)
"Kendime çarpa çarpa yürüdüm de düştüm ben." (S.104)
"Düşmeyi göze alanların kimisi ölüp gider mesela," (S.111)
"Yüzünde bir yer var her baktıkça içine düştüğüm," (S.117)
"İnsan bir kuyuya düştü mü evvela karanlıkta gözlerini açamaz," (S.119)
Daha fazlasını da yazmamızın mümkün olduğu alıntılardan sonra asıl söylemek istediğimiz noktaya yaklaşmış oluyoruz. Gülnaz Eliaçık Yıldız'ın bu ilk kitabındaki öykülerde "düşme" kavramı birçok öyküsünün merkezinde yer alırken sadece melodram bir serzenişten, edilgen bir şikâyetten ibaret kalmaz. Her Şeyin İlki öyküsünden başlayan, Yüzümdeki Çizgiler ile devam eden, ayağa kalkmaya çalışan, meydan okuyan bir anlatıcının güçlü sesini duyuyoruz.
"Koşarak yürüdüm hayat boyu." (S.64)
"Elimde kocaman bir çubuk, ayağımın altında kıldan ince bir ip yürüyorum. (S.71)
"Herkes dimdik ve kolayca yürüyebilirdi hayatta," (S.84)
"Annem yürüyemezsin onlarla dedi, yürürüm. "(S.105)
On beş kez geçen "yürüme" kelimesi ve yirmi bir kez geçen "ayak" kelimesinin bir okur olarak bizi götürdüğü yer, kitabın adındaki çelişkiyle örtüşür ve bu örtüşme ilk eser için saygıyı hak eder.
Kaynakça
Yıldız, G. E. (2023). Bir Talanın Sevinci. İstanbul: Şule Yayınları.
Bir Talanın Sevinci
Gülnaz Eliaçık Yıldız
Şule Yayınları, Ekim 2023
124 Sf.
Yazar: Resul BULAMA - Yayın Tarihi: 12.06.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.06.2024 16:04