Faydasız Kitaplar 13: Belirgin Çelişkiler Yumağı, Salih BORA, Düşünce

Faydasız Kitaplar 13: Belirgin Çelişkiler Yumağı yazısını ve Salih BORA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Faydasız Kitaplar 13: Belirgin Çelişkiler Yumağı

07.11.2025 09:00 - Salih BORA -
Faydasız Kitaplar 13: Belirgin Çelişkiler Yumağı

Atatürk Dönemi Türk Modernleşmesi (Hakan UZUN) kitabı, hem ideolojik hem tarihsel düzlemde kurduğu anlatıyla modernleşme sürecinin nereden nereye uzadığını göstermeye aday bir kitap. Ancak bu anlatı, kendi içinde çokça çelişki barındırıyor. Özellikle Batı ile kurulan ilişki, laiklik anlayışı ve halkın katılımı gibi konularda.

1.Batı'ya Karşı Duruş mu, Batı'yla Uyum mu?

Millet olarak batılı olma isteğimiz de maalesef milletin haberi olmadan millete hamledilmiş bir konu. 1800'lü yıllarda kesin karar verilmiş batılı olmaya. Elbette batı karşısında yaşanan geri çekilmelerin bir sonucudur. Burada önemli birkaç nokta var. Bir kere bütün değişimler yukardan aşağıya formülüyle yapılmıştır. Diğer önemli husus da şudur ki bir medeniyet dairesine girerken sosyolojik olarak "şu kısmını alalım şu kısmını almayalım" diye bir düşünce yoktur. Çünkü medeniyet bütünleşik bir sistemler bütünüdür. Mesele edindiğimiz kitap tam da bu önemli hususların kesişim noktasındadır. Akıl ve mantık bize zaten batılılaşmanın cumhuriyet öncesi en az bir asırlık konu olduğunu, bu konunun cumhuriyetle birlikte kesintiye uğramadan sürdürüldüğünü gösteriyor. Kitapta modernleşmenin "Türk inkılapları" kavramıyla karşılanmaya çalışıldığına dair izlenim veriliyor. Bu yaklaşım elbette tamamen ideolojiktir. Mesela; kitapta sıkça vurgulanan bir söylem:

"Türk inkılapları, Batı'nın bilim ve teknolojisini alırken, Batı'nın ekonomik ve mali çıkarlarına karşı bir duruş sergilemiştir." (s.34) Şimdi bu neviden cümleler kurmakla gerçeklik oraya dönmüyor. Bir medeniyet dairesine cumburlop dalmışsanız her şeyini kabullenmişsiniz demektir. Bu noktada "hayır efenim, bir kere o iş öyle olmadı" nevinden söz kıvamına yükselememiş beylik lafları duyar gibi oldum. Bunun sağlamasını almak üzere kurucu kadronun hangi medeniyet dairesinden çıkmak istediğine bakılabilir. Ankara ve Çankaya romanlarına, F. Rıfkı kitaplarına hatta İsmet İnönü hatıralarına bakılabilir. Batının çıkarlarına karşı duruş sergilemek yazarın kullandığı bir klişe. Bu cümlenin altını da aslında bir asırdır dolduramadılar. Bu ifade, modernleşmenin seçici bir şekilde Batı'dan alındığını iddia ediyor. Ancak aynı sayfada şu cümle yer alıyor: "Medeni Kanun, İsviçre'den alınmıştır. Çünkü Türk toplumunun yapısına uygundu." Hatta batıda çoğunlukla bu kullanılıyordu diye durum kabul edilebilir bir noktaya çekiliyor. Demek ki yalnız "Batı'nın bilim ve teknolojisini al"makla kalmamışız, kültürünü de almışız. Belki de zorunda kalmışızdır.

Burada çelişki şudur: Batı'nın ekonomik çıkarlarına karşı faraza bir duruş sergilenirken, Batı'nın hukuk sistemi doğrudan ithal ediliyor. Bu, "yerli ve milli" bir hukuk inşası yerine, Batı'nın normlarının topluma uygunluğu üzerinden meşrulaştırılıyor. Bu durum kültürel özgünlüğün ihmal edildiği bir modernleşme pratiğine işaret eder.

2.Laiklik: Maneviyatı Koruma mı, Dini Dönüştürme mi?

İlginç yaklaşımlardan birisi de her zaman olduğu laiklik üzerine… Kitapta Atatürk'ün laiklik anlayışı şöyle savunuluyor: "Laiklik anlayışının dinsizliğe dönüşmesini istemeyen Atatürk... insanların manevi ihtiyaçlarını karşılayacak kurumların oluşturulmasına önem verdi." (s.36) Bu ifade, laikliğin din karşıtı değil, dinle dengeli bir ilişki kurduğunu iddia ediyor. İnsan sormadan edemiyor elbette… Neden aldığınız lokasyondaki uygulamasını burada kullanmıyorsunuz? Neden bütün inançları koruma altına almak için laikliği kullanmıyorsunuz? Mesele doğrudan dine ve din adamına bakışta var olan bir şehlalık göstergesi. Peşinen din adamlarının eksik ya da yanlış bir eğitime-donanıma sahip olduğu yargısı var. Buradan çıkılan yol şuraya getiriyor ekibi: Hemen alalım kitaptan: aynı bölümde din adamlarının mesleki eğitimiyle ilgili şu vurgu yer alıyor: "Bu eğitim, halkı doğru bir şekilde bilgilendirmelerini amaçlıyordu." Zımnen söylenen şu: siz din adamlarını doğru eğitemediniz, biz nasıl eğitiyoruz bakın! Bunun ucunda da şu var: kuracağımız yeni sistemin devamı için gerekli olan bakış açısına sahip din adamlarını kendimiz yetiştireceğiz!

Buradaki çelişki, laikliğin dinî alanı düzenleme biçiminde yatıyor. Din adamlarının halkı "doğru" bilgilendirmesi, devletin dinî söylemi kontrol etme çabasını gösteriyor. Bu, laikliğin tarafsızlığıyla değil, dinin yeniden tanımlanmasıyla ilgili bir müdahale biçimi. Bu, dinin kamusal alandaki özgünlüğünün zayıflatılması anlamına gelir.

3.Halkın Katılımı: Cumhuriyetçi Söylem mi, Merkezî Modernleşme mi?

Dönemin gazetelerinden görüntüler sık sık sosyal medyada paylaşılıyor. O paylaşımlarda Faşist İtalya ve Nazist Almanya ayrıntıları öne çıkıyor. Kurucu ekibin yanında yöresinde yer alan pek çok kişinin de Faşist ve Nazistlere hayranlığı artık saklanamaz durumda. Basitçe o dönem şehrimizin vekillerine, Nuri Conker'e ya da Asım Gündüz'e, onların bahsettiğimiz ülkeler ve liderlerine olan konumlarına bakılabilir. Hatta Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Asım Gündüz Führer'in 50. Doğum gününe falan katılır. Hediye babında Kütahya Porselen ürünü bir fincan takımı da götürmüştür belki. Aynı ekipte yer alan H. Cahit Yalçın erken dönüş yapmış ekibin kalanı Almanya turuna çıkmış. H. Cahit Yalçın konuyla ilgili "Bütün Almanya'nın pek haklı bir şevk ve heyecan ile Führer'lerini alkışladığı bu tatlı günde, şu kısa siyasi tahlili daha ileriye götürmek ve Almanya'nın hayatında başlayan devreye bahsi geçirmek istemeyiz." Aynı ekipte yer alan Falih Rıfkı durur mu? Ulus gazetesinde şunları demiş: "Hitler şüphesiz bir fani vatandaşa milli kahraman vasfı kazandıran bütün hizmetleri yapmıştır. Almanya onun şahsında bütün davalarını tahakkuk ettiren bir şef bulabilmiştir. Zayıf ve mağlup Almanya'nın en karışık, en buhranlı ve en düşük günlerinde bir avuç arkadaşı ile mücadeleye girişen Hitler yalnız kendi milletine siyasi hak müsavatı kazandırmak, yeni bir ordu vücuda getirmek, toprak istiklallerine nihayet vermekle kalmamış, Alman ırki birliğini hemen hemen temin etmiştir." Neyse. Totaliter rejimlerle Türkiye'nin ayrımı şöyle yapılmış: "Totaliter rejimlerde halkın hak ve özgürlükleri yok sayılırdı... Türk inkılabında halkın yönetime katılması söz konusudur." (s.36) Söz konusu olmak ne demek? Bunun da ya tanıma ihtiyacı var ya da söz konusu değil. Çünkü ortada seçim yok. Seçim yoksa halk katılımı da yoktur. Buna mukabil meşrutiyet dönemlerinde bile seçim olduğu gündem edilebilir. Bu bağlamda geri gidişten de söz edilebilir. Rejim de demokrasi ya da cumhuriyet değildir. Bu duruma da daha fazla açıklık getirebiliriz. Aynı metin içinde reformların halktan çok devlet merkezli yürütüldüğü görülüyor. Örneğin: "İnkılaplar, çağdaşlaşma sürecinin bir parçası olarak Batı'nın bilim ve teknolojisini alma yönünde gelişirken..." Bu ifade, reformların yukarıdan aşağıya, halkın taleplerinden ziyade Batı'nın ilerleme çizgisine göre ve hatta yeni devletin legal kabul edilmesinin bedeli olarak bizden beklendiği gibi şekillendiğini gösteriyor. Halkın yönetime katılımı söylem düzeyinde kalırken, uygulamada modernleşme elitist bir biçimde yürütülüyor. Bu çelişki, Cumhuriyet'in iddia olarak halkçı, pratik olarak ise teknokrat olduğunu, bu ikilemin gerilim ürettiğini yansıtıyor.

4.Kriz Döneminde Reform: Fırsat mı, Dayatma mı?

Kitapta 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı bağlamında şu ifade yer alıyor: "Bu dönemde Avrupa'da totaliter rejimler ortaya çıktı... Türk inkılabının gerçekleştiği dönem olan 20. yüzyılın başlarında dünya büyük bir buhran içindeydi." (s.36–37) Bu tarihsel bağlam, reformların zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu ima ediyor. Ancak aynı metin içinde reformların "toplumun ihtiyaçlarına göre" yapıldığı da savunuluyor: "Çağdaşlaşma sürecinde, Türk toplumunun ihtiyaçları esas alınmıştır." (s.34) Elbette öyledir de toplumun hangi ihtiyacına karşılık şapkaya, hangi ihtiyacına binaen Latin harflerine geçildiği belirtilmiyor. Tekrar edeyim buna da İnönü anılarında cevap veriyor. "Araplardan kendimizi ayırmak için" vb.

Buradaki çelişki, reformların gerekçelendirilmesinde ortaya çıkıyor: Bir yandan harici krizlere tepki olarak sunuluyor, diğer yandan dâhili ihtiyaçlara dayandığı iddia ediliyor. Spesifik hale getirilir taraflar ortada… Ekonomik buhran varsa ölçü-tartı-takvim-metre değişikliği, medreselerin kapatılması, harf inkılabı mı gereklidir? Bunlarla mı ekonomik buhran aşılacak? Bu ikili anlatı, reformların meşruiyetini hem harici hem dâhili gerekçelerle kurmaya çalışıyor ama tutarlı bir çerçeve sunmuyor.

Sonuç: Tutarsızlıklar Arasında Modernleşme Anlatısı

Türk Tarih Kurumu yayını olan Atatürk Dönemi Türk Modernleşmesi kitabı, modernleşme sürecini tarih bağlamında ele alma çabasında. Ancak Batı ile ilişki, laiklik uygulamaları, halkın katılımı ve reformların gerekçelendirilmesi gibi temel konularda söylem ile uygulama arasında derin çelişkiler barındırıyor. Bu çelişkiler, modernleşmenin yalnızca teknik değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir mesele olduğunu gösteriyor. Bu çelişkiler, eserin tarihsel anlatı ile toplumsal gerçeklik arasında kurduğu köprünün zayıfladığını gösteriyor. Modernleşme, kurumların ve yasaların dönüşümüyle sınırlı kalmadığında; halkın değer dünyası, kültürel süreklilik ve manevi ihtiyaçları da hesaba katıldığında anlam kazanır. Kitap, bu çok katmanlı dönüşümü açıklama iddiası taşısa da, resmi ideolojinin çizgisinde eleştirel düşünceyi sınırlıyor. Özellikle Batı'dan alınan normların gerekçelendirilmesinde, toplumun özgün yapısına dair daha derin bir analiz beklenirken, genellemeci bir yaklaşım tercih ediliyor. Bu durum, okuyucunun hem tarihsel hem kültürel düzlemde daha sorgulayıcı bir bakış geliştirmesini zorlaştırıyor. Kitap başlıktaki iddiasını anlatmamak üzerine kurulmuş sanki.

Sonuç olarak, Atatürk Dönemi Türk Modernleşmesi kitabı, Cumhuriyet'in kuruluş sürecine dair temel bir kavrayış sunamıyor. Modernleşmenin çok boyutlu yapısını yansıtamıyor. Söylem - uygulama gerilimini yaşıyor gibi yazar. Bir arada kalmışlığı var. Eserin entelektüel derinliği yok. Okuru ideolojik bir tartışma zeminine çekiyor. Tarihsel bir çerçeve sunamıyor. Bu yönüyle kitap, modernleşme sürecini anlamak isteyenler için kötü bir tercih. Kaynak olma vasfı bana göre yok. Resmi tarihi tekrar eder nitelikte. Bu kitabı okumayın. Ben okudum, kaybettiğim beyin hücrelerimi yenilemem lazım. Gidip şiir okuyayım.

Atatürk Dönemi Türk Modernleşmesi

Hakan UZUN

Türk Tarih Kurumu Yayınları

2024


Yazar: Salih BORA - Yayın Tarihi: 07.11.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.10.2025 10:53
1.323

Salih BORA Hakkında

Salih BORA

Yazar, Eleştirmen, Dergici

Salih BORA ismine kayıtlı 70 yazı bulunmaktadır.